25 Nisan 2008, 08:00 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Dikensiz Gül Olur mu? “Halıkın namütenahi adı var, en başı HAK. Ne büyük şey kul için, Hakkı tutup kaldırmak.” Mevlâna, Mesnevîde güzel bir noktayı başından geçen bir durumla şöyle anlatmış: “Geçen gün hamallar bir yük için, ‘Sen çekme ben aslan gibi çekerim’ deyip kavga ediyorlardı. Neden? Çünkü onlar, o zahmet ve eziyette bir fayda, bir kâr görüyorlardı. Onun için yükü kapıyorlardı, kapmak için yarışıyorlardı. Allah’ın vereceği ücret nerde, bir züğürdün vereceği ücret nerede? O halde iman ve İslâm yükünü kapmak gerek çünkü kârı çok fazla.” (1) “Ben öyle bir yük istiyorum ki yüksüz olsun, öyle bir iş bulun ki bana; işi az olsun, yaz mevsimi olsun ama pek sıcak olmasın. Balık kılçıksız olsun. Oruç tutacağım ama ağzım kokmayacak, damağım kurumayacak” gibi sözlerle ancak ataletin, kendini avutmanın ve nefsine pay çıkarmanın tezahürünü sergilemiş oluruz. Hiçbir şey kolay değil, emeksiz ekmek yok. Dikensiz gül yok, dertsiz baş yok. Allah rahmetini eziyette saklamış, şefkatini gözyaşlarına, pişmanlığa bağlamış. “İnsanın kanadı gayretidir” gayret kanatları ne kadar güçlüyse, mesafeler o kadar yakındır. İman gelince yüküyle beraber gelir. Hazineyi bulanın yükünden şikâyet etme hakkı yoktur. İmanı kabul edenin, yükünü reddetme lüksü yoktur. “İman gelsin, ama yükü gelmesin” demek ya da bunu tavırlarımızla sergilemek hiç de ahlâkî değildir. İman gelince yükü ve sancıları da beraberinde getirir. Üstelik yol da uzundur. Hem de yol inişli ve çıkışlı, dar ve geniş, çakıllı ya da dikenlidir. Yolun hali ve imtihanı tek düze değildir. Bir zorluğu gören kişinin hemen pes etmesi; yolu da hedefi de pek iyi tanımadığına işarettir. İman yolunda yokuşu gören düzlüğü de hesaplamalı, darlığı gören genişliğin de olduğunu bilmeli. Yoldaki çirkinliklerin sondaki güzelliklerle ve Allah’la buluşma ile telâfi edileceğine inanmalı. Kıymetli bir yük taşındığının farkına varmak, yükün değerini bilmekten anlaşılan bu davada öncelikli meseledir. Yani kişi İslâm’ı, hakkı ve hidayeti her şeyden önce önemli ve yüce görmelidir. Yücelik idrak edilince artık yükün çilesi de, yolun uzunluğu da hafifleyecektir. Şu misaldeki gibi: “Fakir adamın biri, altın ararmış. Bir gün bir harabe evin temellerini kazarken seksen kiloluk bir bakır top bulmuş. Bu bakır topu bulunca, “Eh bu da iyi onu on paraya satarım” demiş. Evi de tam beş Km uzaktaymış. Eve kadar götürmüş ama her elli metrede bir dinlenmiş. Hanımı da; “Çok yoruldun mu bey!” deyince beyi; “hem de çok” diye karşılık vermiş. Yine günlerden bir gün bu adam komşu köyün yıkık kilisesinin bir köşesini kazarken saf altından bir heykel bulmuş. Âdeta deli olmuş, “Ben zengin oldum, artık kurtuldum” diye sevincinden dört köşe olmuş. Bu bulduğu yük de seksen kilo imiş ve evine uzaklığı da yine beş km. Adam o sevinç içinde yükünü her 200 metrede bir indirip dinlendikten sonra yoluna devam etmiş ta ki eve ulaşıncaya kadar. Hanımı altın heykeli kocasının sırtında görünce bir sevinç çığlığı koparmış kocasının yorgunluğunu da hiç sormamış.” Bu misalden hareketle: Bu adam ikinci yükünün kıymetine inanmış. Kıymetli yükü taşıyınca bir başka güçlenmiş ve normalde elli metrede bir dinlenmesi lâzım iken iki yüz metre de bir dinlenmiş. Yükü kıymetli olduğundan o sevinç içinde yorgunluğunu ve çektiklerini unutmuş. Akıl ve kalp vücudun çektiklerini unutmuş, kendilerinden, kendi vücutlarından bîhaber olmuşlar. Karısı yükün kıymetini görünce önceki bakır yükü gibi “Kocacığım yoruldun mu?” diye sormamış, hiç akıl bile etmemiş. İman ve İslâm yükü de aynen ikinci yük gibi hatta daha da kıymetlidir. Her Mü’min yükünün kıymetini bilirse sevinir, zengin olduğuna, ebedi saadeti kazandığına inanır, inandığı ve sevdiği bir davayı büyük bir şevk ve heyecanla taşır. Hem sevdiği için yükü de ona hafif gelir. İman ve İslâm yükünü daha bir cehd ve gayretle taşır. Bu yolda başına gelen birçok sıkıntı ve eziyeti hafif görür. Hem diğer Mü’minler İslâm ve iman yükünü taşıyanların çilelerini makul görür ve diğer Müslümanlar da yükün kıymetinden ötürü o Müslüman’a bir değer biçerler. Yükü iman olmayıp da dünya ve zevkleri olanlar hakkında manidar bir hadise Irak savaşı yıllarında Amerikan askerleri arasında yaşandı. Bir Amerikan bölüğü, kolaları gecikti diye bunalıma girdiler ve olaylar çıktı. İşte kola gecikti diye ortalığı karıştıran uygar dünya! Demek uygarlık ancak maddenin varlığıyla alâkalıymış. Şu uygar dünya; Müslümanların bulunduğu duruma düşerse görün onların ne hale geldiklerini. Kola gecikti diye bunu yapan uygar insan(!) bizim düştüğümüz hale düşerse bilmem ne kalır onların uygarlıklarından. İmandan kaynaklanan cesaret Bediüzzaman, gönüllü alay komutanı olarak talebeleriyle birlikte katılarak, büyük kahramanlıklar gösterdiği Kafkas Cephesinde 1916 yılında esir düşer. Rusya’nın Kosturma şehrindeki esirler kampına gönderilir. Burada oldukça ilginç bir hadise yaşanır. Birden Rus başkomutanı Nikola Nikolaviç esirleri teftişe gelir. Herkes ayağa kalktığı halde bir kişi ayağa kalkmaz. Bu Bediüzzaman’dır. Başkomutan ikinci, hatta üçüncü kez önünden geçtiği halde yine kalkmadığını görür ve tercüman vasıtasıyla sordurur: –Beni tanımadınız mı?” –Evet, tanıdım. Nikola Nikolaviç’tir. Çarın dayısıdır. Kafkas Cephesi Başkumandanıdır.” –O halde niçin hakaret ettiniz?” –Hayır, ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım.” –Mukaddesat ne emrediyormuş?” –Ben Müslüman âlimiyim. Benim kalbimde iman vardır. Kalbinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben senin önünde ayağa kalksaydım mukaddesatıma hürmetsizlik etmiş olurdum. Onun için ayağa kalkmadım.” –Şu halde bana imansız demekle beni, şahsımı, ordumu, hem de milletimi ve Çar’ı tahkir ettiniz. Derhâl Divanı Harb kurulsun, sorguya çekilsin” diye emreder. Derken Divanı Harp kurulur. Böyle değerli bir insanın kurban gitmesine gönülleri razı olmayan Türk, Alman ve Avusturyalı subaylar gelip başkomutandan özür dilemesini istedilerse de Bediüzzaman “Hayır” der. “Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resulullah’a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket etmem.” Ortalığı bir sessizlik sarar ve sonuç beklenmeye başlanır. Sonunda Bediüzzaman Rus Çarı ve ordusunu tahkirden idama çarptırılır. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya bayram sevinci içerisinde, “Müsaade ediniz, on beş dakika vazifemi ifa edeyim” der. Abdest alıp iki rekât namaz kılarken, Nikola Nikolaviç gelip, “Beni affediniz, sizin beni tahkir için bunu yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatınızın emirlerini ifa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş, dinî salâhiyetinizden dolayı şayanı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim. Tekrar rica ediyorum, beni affediniz” der. Mü’min kişi, korkunun ve acıların doğal olduğunu, asıl olanın korku değil, korkunun kölesi olmak olduğunu bilmeli. Yolun tehlikelerinden korkmak doğaldır. Doğal olmayan kullardan daha fazla korkup, Allah korkusunu kuldan aşağı bilmektir. İman cesarettir, adımını görmektir. Çünkü gönlü kör olan kişi; adımını korka korka atar. Cesur kişi adımını görür, toprağı yâ da yeri görüp görmemek ise onu pek alâkadar etmez. Onun kendine olan güveni tamdır. Kendi sonunu ve başına gelebileceklerle sarsılmaz. Onun sonu da başı da inancıdır. “Her hakikî hasenat gibi cesaretin membaı imandır, ubudiyettir.” (Bedüzzaman) Dipnot : 1–Mevlana, Mesnevi, C3–4 S.308 Kaynak: [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] | |
|
Etiketler |
dikensiz, gul, gül, olur |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Devrim Gürenç - Güller Dikensiz Olmaz | Lcia | D, E, F, G | 0 | 06 Eylül 2014 20:36 |
Dikensiz gül gerçek oldu | Dilara | Esrarengiz Olaylar | 1 | 26 Şubat 2011 21:23 |