![]() |
![]() |
![]() | #761 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | KALBİN İMCE İŞLERİ(İbâdete Devam ve Harami terk etmek) İbâdete Devam ve Harami terk etmek Ibâdetsin kelime mânâsi. Allah (C.C)'in farzlarini yerine getirerek haramlarindan kaçinmak ve O'nun koydugu sinirlari asmamaktir. Mücâhid. «Allah (C.C)'in sana verdigi imkânlar ile Âhiret Yurdu'nu ara, dünyadaki payini da unutma» (Kasas Sûre-i Celilesi: 77) mealindeki âyeti ile ilgili olarak, bu âyetin telkin ettigi düstûr; «Allah (C.C)'a ibâdet etmek» olarak özetlenebilir» demistir. Bilesin ki ibadetin temeli, Allah (C.C)'i tanimak. O'ndan çekinmek, umudu O'na baglamak ve kendini her an O'nun denetimi altinda hissetmektir. Insan bu sifatlardan uzaklasinca imanin özünü kavrayamaz. Çünki Allah (C.C)'i tanimaksizin. O'nun beseri bilgi ve hayal sinirlarini askin, benzersiz bir isitici, görücü, yaratici, bilgili ve muktedir bir ilâh olduguna inanmadikça yapilacak ibadet geçerli degildir Nitekim, tasrali bir Arab, Muhammed Ibni Ali Ibni Hüseyin'e (Rahimehullah) «Sen Allah (C.C)'a ibadet ederken O'nu görüyor musun?» diye sorar. Muhammed Ibni Ali «Tabii! Öyle olmasa görmedigim kimseye niye ibadet edeyim» diye cevap verir. Tasrali Arab: «O'nu nasil olabiliyor da görüyorsun» diye sorar. Muhammed Ibni Ali ona der ki: «Göz bebeklerinin karsilasmasi mânâsinda O'nu gözler göremez, fakat gerçek iman sayesinde kalbler görür. Duyu organlari vasitasi ile idrak edilemez, çünki insanlarin bir benzeri degildir. Âyetleri ile taninir, alâmetleri araciligi ile sifatlan tezahür eder, beserî hüküme cümlelerinin ötesindedir. Iste O, yerin ve gögün ortaksiz tek ilâhidir.» Muhammed Ibni Ali'nin cevabini dinleyen tasrali Arab, bu sözlere «Allah (C.C), peygamberligi nereye havale edecegini cok iyi bilir» diye karsilik verir. Ariflerden birine «ilm-i batin» nedir?» diye sormuslar. O da söyle cevap vermistir: "ilm-i batin. Allah (C.C)'in ne bir melege, ne de bir insana açmadigi ve yalniz sevdigi kullarin kalblerine düsürdügü bir sirridir." Bildirildigine göre; Kâ'bul-Ahbar (RahimeHullah) der ki: «Eger insanlar Allah (C.C)'in azameti hakkinda bir tek, tane iriliginde kesin bilgiye (ilm-i yakin'e) sahip olsalar, sular ve rüzgar üzerinde yürüyebilirlerdi.» "Kendisini, tanimaktan âciz kalmayi itiraf etmeyi iman kabul eden ve nimetlere kavusanin sükürde yetersiz kaldigini kabul etmesini sükür kabul eden Allah (C.C)'i noksan sifatlardan tenzih ederim." Mahmud-ül Verrak bir siirinde söyle der: «Allah (C.C)'in nimetlerine sükredebilmem; bana bagislanmis Ayri bir nimet olduguna göre, ona karsilik olarak sükretmem gerekir. O halde sükrün hedefine varmak, onun fazileti olmaksizin nasil mümkün olabilir? Günler ne kadar biribirine eklense ve ömür ne kadar uzasa bile Insana saadet gelince sevinci çevreyi etkiler. Sikinti ne karsilasinca ardindan esir gelir. Saadette de sikintida da ayri ayri öyle nimetler vardir ki. Bunlari idrak etmeye degil hayaller, karalar ve denizler bile dar getir.» Buna göre insan. Allah (C.C)'in ululugu hakkinda kesin bir bilgiye varinca, kulluk vazifesini kesinlikle benimser, iman kalbde köklesince Allah (C.C)'a ibadet etme gerekliligi kendiliginden ortaya çikar. Iman «zahir» ve «batin» olmak üzere iki kisimdir. Zahiri iman: imana dil ile ifade etmektir, Batinî iman ise kalb ile baglanmaktir. Müminlerin Allah (C.C)'a yakinlik dereceleri bir birinden farklidir, ibadet dereceleri de degisiktir. Iman, kadere riza. ihlâs ve tevekkülde gösterebildikleri yükselise göre ve ilâhî mevhibeden alabildikleri pay oranina göre onlari birlestirir, ihlâs, kulun isledigi amele karsilik Allah (C.C)'dan mükâfat dilemesidir. Çünki âyette de buyuruldugu üzere «Sizi de, islediginiz amelleri de aslinda Allah yaratmistir.» Buna göre yapilan ibâdet sevap umuduna ve ceza korkusuna dayaniyorsa böyle düsünen kul gerçek mânâda ihlâs sahibi olamaz, o kendi nefsi için çalismis olur. Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Hiç biriniz, yalniz sahibinin korkusu île görev yapan, yaramaz bir köpek gibi veya ücreti verilmeyince çalismayan kötü bir çirak gibi olmamalidir." Nitekim ulu Allah (C.C.) söyle buyuruyor: "Bazi kimseler Allah'a tek tarafli bir düsünce ile ibadet ederler, eger kendilerine hayir gelirse tatmin olurlar, ama eger bir fitne ile karsilasirlarsa yüz çevirirler. Bunlar hem dünyada ve hem de Ahrette zarardadirlar. Bu, apaçik bir ziyandir." (Hacc Sûre-i Celîlesi: 11) Allah (C.C)'a ibâdet etmemiz ve bu ibadetin farz olusu üzerimize geçmis farz kereminden dolayidir. Kaldi ki O'nun bize bu yolda emir vermis olmasi, ibadetimize karsilik mükâfat vermesi, fazilet ve emrini kirdigimiz takdirde ceza vermesi bir adalettir. "Tevekkülce" gelince, sikinti ve darlik aninda ve basimiza bir belâ gelince gönül rahatligi ve sogukkanlilik içinde Allah (C.C)'a güvenmektir. Allah (C.C)'a tevekkül edenler, her seye yalniz O'nun gücü yettigini, ferahliga çikaracak araçlarin O'nun her seyi planlayip zamani gelince yaratan otoritesine bagli oldugunu bilirler. Böyleleri ne atalarindan, ne çocuklarindan, ne servetlerinden ve ne de teknolojik ürünlerden medet ummazlar. Tersine O'nun gösterdigi istikâmetten yürüyerek her seyi O'na havale ederler, Durum ve sartlar ne olursa olsun. O'nun baskasini dayanak ve umut kaynagi olarak tanimazlar. Zaten kendisine tevekkül edenlere O. kâfidir. «Riza" ´ya gelince o öa ilâhî takdirin her türlü gelismelerini gönül hosnutlugu ile karsilamaktir. Âlimlerimizden biri der ki: «Allah (C.C)'a en yakin kimseler. O'nun kendilerine ayirdigi payi en ziyade gönül huzuru ile benimseyenlerdir» Su vecizeyi düsünerek okuyalim. "Nice sevinçler aslinda hastaliktir, nice hasta-likfar da aslinda sifâdir." Nitekim bir sâir söyle der: "Her nimet, azi disleri arasinda senin için türlü belâlar saklar. Buna karsilik belâlar bekledigin yerden sevindirici sonuçlarla karsilasirsin. Yasadikça basina gelenlere karsi sabirli ol; cünki her seyin sonu vardir. Her sikintinin bir ferahtigi; her harisin bazi kusurlari vardir. Hic süphesiz, bize en yeterli söz Allah (C.C)'in kelâmidir." Ulu Allah (C.C.) bu konuda söyle buyuruyor: «— Aslinda hakkinizda hayirli olan bir sey sizin hosunuza gitmeyebilir. Buna karsilik hakkinizda ser olan bir sey sizin hosunuza gidebilir. Hiç süphesiz siz degil, Allah bilir.» (Bakara Sûre-i Celilesi: 216) Bilesin ki, kul dünya sevgisini terketmedikce. Allah (C.C)'a karsi ibadetini kemâle erdiremez. Bir vecize söyledir. «En tesirli nasihat arada perde kalmaksizin kalbe ulasan nasihattir» «Aradaki perdeler» de hic Süphesiz, dünyanin koydugu engellerdir. Hikmet ehlinir sözlerindendir: «Dünya bir anlik bir zamandir, sen onu ibadetle geçir.» Sâir Ebû Velid-ül Baci bu konuda söyle der: «Ben kesinlikle bildikten sonra. Bütün ömrümün aslinda bir an oldugunu. Neden onun kiymetini bilerek, onu. Iyilik ve ibadet yolunda kullanmayayim?» Sahâbilerden biri, bir gün Peygamber (S.A.V)`imize «ölmek istemiyorum» dedi. Peygamber (S.A.V)'imiz ona «Malin mülkün var mi?» diye sordu, adam «var» deyince Peygamber (S.A.V)'imiz de ona «ölümden kurtulus olmadigina göre malini kendinden önce gönder (hayirli yolda sarfet) çünki insan malinin yanindadir.» buyurdu. Rivayet edildigine göre, Hz. Isâ (A.S.) der ki: "iyilik su üç seyde belirir: Dilde, bakista ve sususta. Allah (C.C)'i zikretmenin disinda kalan konusma, bos sözdür. Ibret almaktan baska amaç tasiyan her bakis hatadir. Düsünce içinde geçmeyen her sükût de oyalanmaktan baska bir sey degildir. Dünyayi birakmak, onun gelismeleri hakkinda fikir yürütmekten ve hazlart pesinde kosmaktan vazgeçmek ile olur. Çünki düsünce, nefse (benlige, sahsiyete) bagli oldugu için. dilegi dogurur. Helâl olmayan seylere bakislarini salmaktan sakin, çünki bakis hedefine varan bir ok ve buyrugunu dinletebilen bir pâdisâhtir." Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: «— Bakis seytanin bir okudur. Bakisini haram hedeflerden, Allah (C.C) korkusu ile alakoyanlara, Allah (C.C) bu davranislarina karsilik hazzi kalbde duyulan bir iman bagislar.» Su vecizeleri dikkat ile okuyalim: «— Bakislarini basibos birakanlar, sik sik hayal kirikligina ugrar.» «— Hep öteye beriye bakmak, olaylarin perdesini kaldirir, insani rezil eder, cehennemdeki ikamet müddetini uzatir. «— Gözlerine sahip ol. Çünki eger onlari basibos salacak olursan seni günaha düsürürler, fakat onlara hakim oldugun takdirde diger organlarina da hakim olmus olursun.» Eflatun'a sormuslar, «Isitmek mi, yoksa görmek mi kalbe daha zararlidir.» Feylesofun cevabi su olmus: «Bakis ile isitmek kalb için kusun iki kanadi gibidir. Kus, her iki kanadi olmadan ne havalanabilir ve ne de yere konabilir. Bir kanadi kirik kus, sirf digerinin yardimi ile havalanirken sikinti çeker, daha çok yorulur.» Muhammed Ibni Zey (rahimullah) der ki, «Insanin her önüne bakmasi, hem Allah (C.C) katinda ve hemde akli basinda kimselerin gözünde yeterli bir kusurdur.» Adamin biri önü sira giden bir köleye bakip gülüyormus, zâhidlerden biri ona söyle demis: «Behey akli bozuk! Kalbi bozuk ve bakisi zehirli adam! Sen amellerini yozan ve davranislarini tesbit edici ve koruyucu kâtip meleklerden utanmiyor musun? Onlar sana belâya ugramis ve derin bir batakliga gömülmüs bir zavalli olarak bakiyorlar. Sen ise bu durumda iken kendisini seyredenleri, gözlerini üzerine dikenleri umursamazlarin tutumunu benimsemissin.» Kadi Ercanî bir siirinde söyle der: «Ey gözlerim, bir bakista amaciniza vardiniz. Kalbimi en zararli yere sürüklediniz. Ey gözlerim, çekin elinizi kalbimden, cünki Iki kisinin bir kisiyi öldürmeye yürümesi namertliktir!» Hz. Ali (kerramellahu veçhe) buyurur: «Gözler seytanin tuzaklaridir, vücudtaki organlarin en çabuk etkilisi ve en agir darbelisidir. Allah (C.C)'a ibadet etmek yolunda vücudunun organlarinin nefsinin kontrolü altina veren kimse amacina ulasir. Buna karsilik organlarini nefsinin hazlarinin emrinde kullandiran kimse ise bütün amellerini sülüp süpürmüs olur.» Bir sâir söyle der: «Müridin nefsi Allah (C.C)'a ibadete yönelince. Kötülüge sürükleyen sebebler, üzerindeki te'sirini yitirince. Vücudun bütün organlari bu yolda ona uyunca. Bu durum onun hesabina çesitli nimet bagislar getirir. Ebedilik yurdunda cömert insanlar onu bekler. Günahkâr küçük - büyük her türlü günahin kökünü kaziyinca.» Abdullah Ibni Mübarek (rahimehullah) buyurur: «Imanin özü, Peygamber'imizin (S.A.S.) getirip ögrettiklerinin dogrulugunu kabul etmektir. Çünki Kur'an´in dogruluguna inanan kimse, onu tatbik etmeye koyularak ebediyen cehennemlik olmaktan kurtulur. Haramlardan sakinan kimse tevbe etmeye yönelir. Helâl ile beslenen takvâya yönelir. Farz ibadetlerini gerçeklestiren kimsenin müslümanligi saglamlasir. Dogru konusan sikintilardan kurtulur. Haksizliklardan uzaklasan «kisas»´dan kurtulur. Peygamber (S.A.S.) 'imizin sünnetlerini uygulayan kimsenin ameli özlesir. Sirf Allah (C.C) rizasina yönelen kimsenin ameli kabul edilir.» Rivayet edildigine göre, sahabelerden Ebû Derda (R.A.) bir gün Peygamber (S.A.V)'imize «Yâ Rasûlallah! (S.A.V) Bana bir seyler tavsiye et» diye basvurur. Peygamber (S.A.V)'imiz onun bu arzusunu söyte cevaplandirir: «— Ey Ebû Derda! Kazancin helâl, amelin salih olsun. Allah (C.C)'dan gündelik rizik dile ve kendini ölülerden say. Isledigin amelleri begenmekten sakin, bu durum amelleri ortadan silen, korkunç bir tehlikedir. Çünkü amellerini begenen kimse, yaptiklari kabul edilmis mi, yoksa geri mi çevrilmistir diye düsünmeden Allah (C.C)'i minnet borcu altina koydugu kanaatine varir. Oysa ki hayalkirikligi ve zillet getiren nice günah vardir ki büyüklük ve kendini begenmislik duygusu doguran ibadetten daha hayirlidir.» Amellerinde riyaya düsmekten de sekin. Allah (C.C)'in: «O gün hic hesap etmemis olduklari seyler Allah tarafindan karsilarina çikarilir» âyeti söyle tefsir edilmistir: «Bazi kimseler dünyada iyilik sayarak isledikleri nice amelleri. Kiyamet Günü olarak karsilarina çikar» (Zümer Sûre-i, Celiesi; 47) Seleften bir zat bu âyet okunurken "Vay riyakârlarin baslarina gelene" derdi. Öte yandan ulu Allah (C.C)'in «Allah'a yaptigi ibadete hic bir ortak kosmasin» (Kehf Süre-i Celilesi: 110) âyetinin mânâsi söyledir: «Yâni bu kimse yaptigi ibâdeti ne gösteris maksadi ile açiga vursun» ne de yaptigindan utanarak gizlesin» Ibni Mes'ud'dan rivayet edildigine göre, Kur'ân'i Kerim´in en son inen âyeti sudur: "Allah`a döndüreleceginiz ve herkese, haksizliga ugramaksizin kazandiginin karsiliginin verilecegi günden korkunuz." (Bakara Sûre-i Celilesi: 281). Sâir Muhammed Ibni Besir söyle der: «Dünün, yanilmaz bir sâhid srfati iie geride kalmistir. Bu günün de yaptiklarina sâhid olacaklir. Eger dün bir kötülük kazanmissan, bu gün, hamdederek, iki iyilik isle. Iyilik îslemeyi, sakin yarina birakma. Çünkü bakarsin ki, «yarin» gelmis ve sen yoksun!» Diger bir sâir de söyie der: «Arzularina uyarak günahi hemen islersin, Öteyandan ilerde Tevbe edecegini umarsin Bîr müddet sonra ansizin ölüm gelir! Bu yaptigin akilli ve tedbirlilerin isi degildir!» Hz. Dâvud (A.S.), Hz. Süleyman'a (A.S.) der ki: 1 — Mümin henüz elde edemedikleri konusunda Allah (C.C)'a tevekkül eder. 2 — Mümin elde ettiklerinden hosnut olur. 3 — Mümin elinden kaçanlar için sabreder.» Bir vecizede de söyle denilmistir: «Belâya karsi sabreden muradina erer.» Bir sâir söyle der: «Basina bir belâ gelince sabretmelisin. Hayal kirikligina ve aciya düsmemelisin. Eger dünya, zineti ile üzerine gelecek olursa Buna karsi direnmek, iyilik ve takva delilidir. Her iki durumda da zor kutlanarak nefsin ite devamli cihad et ki. Hiç bir engel Ile karsilasmadan umduguna ulasasin.» Diger bir sâir de söyle der: «Sabir, dilegin anahtaridir. O, her zaman, hedefe varmanin yardimcisidir. Sabret, ne kadar uzasa bile geceler. Çok defa mahzuna yardim etmistir. Sabir sayesinde nice «heyhat, olmasi imkânsiz» denen hedefe varilmistir.» Baska bir sâir de söyle der: «Sabir imanin en saglam kulpudur. Seytanin kiskirtmalarina karsi kalkandir o. Sabirda faydali sonuçlar vardir. Tez canliligin ise sonu hüsrandir. Zaman sana keder ulastirdi ise. Bize karsi zaten devirlerin tutumudur bu. Güzelim sabir zirhina bürün. Kesinlik ile bil ki, sabir cennetin kilavuzudur.» Sabir çesit çesittir. Birisi, en uygun vakitlerde ve eksiksiz olarak farz ibadetleri islemeye devam etmektir. Bir baskasi, nafile ibadet islemeye devam etmektir. Bir diger arkadas ve komsularin aci veren davranislarina katlanmaktir. Bir baska çesit sabir, fakirlige ve hastaliklara dayanmaktir. Bir diger sabir çesidi de günahlara, nefsin azgin arzularina, günah olmasi muhtemel seylere, bütün organlarin islerine ve diger faydasiz davranislara karsi durabilmektir. |
| ![]() |
![]() | #762 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | ALLAH C.C Ü TANIMAKLA İLGİLİ( ALLAHÜ TEÂLÂ'NIN SALTANATI Allahü Teâlâ'nın zâtının var olduğu, sıfatları, nasıl ve ne gibi sorulardan münezzeh ve mukaddes olduğu, bir yerde olmaktan münezzeh olduğu, hepsinin anahtarı insanın kendi nefsini tanımak olduğu anlaşılınca, bilmekten, tanımaktan bir kısım kalmış oluyor. Meleklere iş vermesi, meleklerin onun emrine uyması, melekler vasıtasiyle işlerin olması, gökten yere emir göndermesi, göklerin ve yıldızların hareketi, yerde olanların işlerinin göklere bağlı olması, rızıklar anahtarının göğe havale edilmesi nasıl oluyor? diye sorulması mümkün olan sorulardandır. Allahü Teâlâ'yı tanımakta, bu mühim bir bahistir. Buna «Mârifet-i ef’âl», yâni fiilleri tanıma denir. Bundan öncekilere, «Mârifet-i zât ve mârifet-i sıfat» denildiği gibi... Bunun anahtarı da, kendini tanımaktır. Kendi memleketindeki padişahlığını nasıl yürüttüğünü bilmezsen, kâinatın padişahının hükmünü yürüttüğünü nasıl bilmek istersin? Önce kendini tanı ve bir işine dikkat et. Meselâ kâğıt üzerine Bismillah yazmak istediğin zaman, önce arzu ve istek meydana gelir, sonra kalbinde bir hareket ve kımıldama duyulur. Bu etten olan yürek ki, sol taraftadır. Ondan bir cism-i lâtif hareket eder ve beyne gider. Bu cism-i lâtife tabibler, ruh diyorlar. His ve hareket kuvvetlerini taşımaktadır. Hayvanlarda olan ruh ise daha başkadır. Bu ruh ölebilir. Bizim kalb dediğimiz ruh ise, hayvanlarda yoktur. Asla ölmez. Çünkü o, Allahü Teâlâ'yı bilme, anlama yeridir. Bu ruh beyne ulaşınca, Bismillâh'ın sureti hayâl kuvvetinin yeri olan beynin birinci odasında (merkezinde) meydana gelmiş olur. Beyinden çıkan sinirler her tarafa dağılır. Parmaklarının ucunda iplik gibi düğümlenir. Beyinden bu sinirlere uyarma verilir. Zayıf, kuru olanların kollarında sinirler görülebilir. Sonra sinirler kımıldanır, parmakların uçlan hareket eder ve sonra da parmaklar kalemi harekete geçirir. Kalem de mürekkebi harekete geçirir. Böylece hislerin yardımıyla hayâl hazinesinde olan Bismillâh'ın suretine uygun olarak Besmele kâğıtta meydana gelir. Bunda bilhassa gözün yardımı çoktur. Bu işin başlangıcında sende bir istek meydana geldiği gibi, her işin evvelinde Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfat vardır; buna-irâde denir. Bu irâdenin ilk eseri, kalbinde meydana geldiği ve sonra diğer yerlere ulaştığı gibi; Allahü Teâlâ'nın irâdesinin eseri de önce Arş'ta meydana gelir, sonra diğer yerlere ulaşır, Buhar gibi bir cism-i lâtîf kalb damarlarıyla bu eseri beyne ulaştırdığı gibi —ki bu cisme ruh derler—, Allahü Teâlâ'nm lâtif bir cevheri de o eseri Arş'a-ulaştırır; Arş'tan da, Kürsi'ye ulaştırır. Bu cevhere melek denir, ruh denir ve Rûhu'l-Kudüs denir. Kalbin eserinin beyne ulaşması, beynin kalbin tesiri [etkisi] ve tasarrufu altında olması gibi, irâde eseri önce Allahü Teâlâ'dan Kürsi'ye ulaşır; Kürsî ise Arş'ın altındadır. Senin fiilin ve muradın olan Besmele'nin sureti, beynin birinci odasında meydana geldiği ve yaptığı iş buna uygun olarak ortaya çıktığı gibi, kâinatta meydana gelecek her şeyin sureti, önce Levh-i Mahfûz'a nakşedilir. Beynindeki lâtif kuvvetin sinirleri, sinirlerin eli ve parmakları, parmakların da kalemi hareket ettirdiği gibi, Arş'ın ve Kürsî'nin üzerinde müvekkel olan [orada iş gören] lâtif cevherler, gökleri ve yıldızlan hareket ettirir. Beyin kuvveti vücut kirişlerini [veterleri], kasları ve parmak sinirlerini harekete getirdiği gibi, melek denen bu lâtif cevherler, yıldızlar ve onların şuaları vasıtasiyle süfli olan âleme gelir ve oradaki dört unsuru harekete geçirir. Bu dört şey sıcaklık, nemlilik, soğukluk ve kuruluktur. Mürekkep kalemini, Besmele meydana gelecek şekilde kaydırıp durdurduğu gibi, bu sıcaklık ve soğukluk, suyu, toprağı ve bu dört unsuru harekete geçirir. Kâğıdın mürekkebi kabul etmesi, mürekkebin bazı yerde dağınık, bazı yerde toplu olması gibi, yaşlılık, nemlilik bu dört unsura şekil verir. Kuruluk bu şekilleri bozmaktan korur. Eğer yaşlılık olmasaydı, kat'iyyen şekil olmazdı. Kuruluk olmasaydı, şekiller bozulurdu. Gözün yardımıyla kalemin işini tamamlaması, hareketini bitirmesiyle hayâl hazinesinde olana uygun olarak Besmele'nin yazılması gibi, meleklerin yardımıyla sıcaklık ve soğukluğun bu unsurları hareket ettirip, hayvan, bitki ve diğerleri bu dünyada, Levh-i Mahfûz'-da olduğu şekilde meydana gelir. Bedende bütün işler önce kalbde zahir olduğu ve sonra bütün azalara dağıldığı gibi, madde alemindeki işler de evvelâ Arş'ta meydana gelir ve Arş'tan bütün madde âlemine ulaşır. Bu hususiyeti evvelâ kalbin kabul edip, diğerlerinin ondan aşağı olması ve kalbde bir yer isnad edip, «Orada mesken kurmuşsun» düşüncesi gibi, Allahü Teâlâ'nm her şeye galibiyeti Arş vasıtasiyledir. Bunun için yeri orasıdır zannederler. Kalbine galib olup, işlerin doğru olduğu ve böylece bütün beden memleketini güzel idare ettiğin gibi, Allahü Teâlâ Arş'ın yaratılmasında Arş'a galib olup, Arş'ı doğrulttu. Karar kıldı. Memleketin düzeni yapılmış oldu. Bahusus âyet-i kerîme böyle geldi: «Arş'ı istilâ edip, her şeyi hükmü altına aldı. Bütün işleri idare ediyor...» . Bil ki, bunların hepsi doğrudur. Basiret sahiplerine açık keşiflerle bildirilmektedir. Bunu da «Allahü Teâla, Âdem'i [Adem'in hakikatini, ruhunu] kendi suretinde yarattı» (2), hadîs-i şerifinin hakikati ile bildirmişlerdir. Muhakkak bilmelisin ki, padişahı ve padişahlığı padişahlardan başkası bilmez. Eğer böyle olmasaydı, sana onun 'memleketinde padişahlık verilirdi. Allahü Teâlâ'nın mülkünden ve padişahlığından sana bir parça verilmiş olurdu; o zaman âlemlerin sahibini tanıyamazdın. O hâlde senin için yaratılmış olan padişahlığa şükret. Sana padişahlık ve kendi memleketine benzeyen bir memleket verdi. Kalbini Arş eyledi. Kalbin menba'ı olan hayvani ruhunu İsrafil, beynini Kürsi, hayâl hazineni Levh-i Mahfuz, göz, kulak ve bütün duygularını ayrı ayrı birer melek; sinir sisteminin merkezi olan beyinciğini de gökler ve yıldızlar gibi yarattı. Parmağını, kalemi ve mürekkebi senin emrine verdi. Seni tek ve nasıl olduğu belli olmayan şekilde yarattı ve hepsine padişah eyledi. Sonra da sana, «Sakın! Kendinden ve padişahlığından gafil olma ki, yaratandan da gafil olmayasın» buyurdu. Elbette Allahü Teâla Âdem'i kendi suretinde yarattı. O hâlde, ey insan! Nefsini bil ve Rabbini tanı... |
| ![]() |
![]() | #763 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | İBTETLİK OLAYLAR ( KURAN A DİL UZATMANIN SONUCU) HİKAYE TARİHE GÖMÜLENLER Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Konya'nın tek gazetesi olan "Babalık" gazetesinin başyazarı olan pederinden işittiği tüyler ürpertici, ibretlik bir hatıra ile mukaddeslere dil uzatanların akıbetini gözler önüne seriyor: 1920'de Saruhan mebusu olarak TBMM'ye giren Mustafa Necati (1894-1929), Cumhuriyetin ilk Maarif vekillerinden (Milli Eğitim Bakanı) biri olarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Harf Devrimi olarak adlandırılan Latin harflerinin kabulünde etkin rol oynamasıyla bilinir. Mustafa Necati, bu faaliyetler çerçevesinde Hazreti Mevlana beldesi Konya'ya gelmiş ve Latin harflerinin üstünlüğünü (!) anlatmak üzere bir konferans düzenlemişti. Şehrin her tarafına yapıştırılan ilanlarda: "Eski Harflerle Birlikte Kur'an'ı da Tarihe Gömdük" yazıyor ve konferansın ertesi gün saat 10'da verileceği belirtiliyordu. Akşam, mükemmel bir ziyafet verilde. Yemekten sonra Bay Necati, ani bir apandist krizine yakalandı ve hemen hastaneye kaldırılarak ameliyat edildi. Gösterilen itinayı anlatmaya lüzum yok; bütün hastahane hatta Konya ayakta idi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne çare ki haddini aşarak Kur'an'a dil uzatmıştı. Gece yarısı, imkansız denebilecek bit şey oldu ve Bay Necati'nin yattığı yatak yan demirinden kırıldı. Hasta yere düşmüş ve ameliyat yeri patlamış. Ertesi gün saat 10'da, yani konferansın yapılacağı bildirilen saatte Bay Necati öldü (tarihe gömüldü). |
| ![]() |
![]() | #764 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | ÖLÜM VE ÖTESİ HAKKINDA( ÖLMENİN ÜSTÜN TARAFLARI ) Ölümün Üstünlükleri Âlimler demişler ki; «Ölüm mahza yokluk değil. Sırf fena olmak değildir. O, ancak ruhun bedenden ilişkisinin kesilmesidir. Ölüm bir ayrılıştır. Ruh ile beden araşma giren bir perdedir. Ölüm bir değişmektir. Dünyadan ahirete göçmektir.» Ebu'ş-Şeyh (tefsirinde) ve Ebû Nuaym Bilal bin Sa'd'den riva*yet ettiklerine göre o, va'zmda şöyle demiş: «Ey ebed ehli ve ey beka ehli, siz yokluk, fena için değil, ebedi kalmak için yaratıldınız. Siz bu dünya diyarından ahiret memleke*tine göçeceksiniz.» Ömer ibn-i Abdül-Aziz'den (radıyallahû anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Siz ancak ebed ve beka için yaratıldınız. Diğer bir diyara nakl olunuyorsunuz.» Abdullah bin Âmir (radıyallahû anh) 'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Müminin armağanı Ölümdür.» Deylemi, Firdevs'in «Müsned-inde Câbir'in hadisinden aynısını rivayet etmiştir. Yine Deylemi. Hüseyn İbn Ali (radıyallahû anh) 'dan rivayet et*tiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) «Ölüm mümin için bir güldestedir» buyurmuştur. Aişe (radıyallahû anhâVdan rivayet edildiğine göre, ResûluUah (Saliallâhû Aleyhi ve Sellem) : «Ölüm ganimettir. Masiyet, musibettir. Fakr, rahatlıktır. Zengin*lik cezadır. Akıl, AH ah'd an bir hidayettir. Cehil, dalâlet ve sapıklık*tır. Zulüm, pişmanlıktır. Taat, göz nurudur. Allah korkusundan ağ*lamak, ateşten kurtulmaktır. Gülmek bedenin felaketidir. Günahtan tövbe eden günahsız gibidir» buyurmuştur. Sahih bir senedle Mahmûd bin Lebid (Radıyallahû anh) 'dan ri-vâyetedildiğine göre, Resûlullah (Saliallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «İki şey var ki insanoğlu onlardan iğrenir. Ölümden İğrenir, hal*buki onun için ölüm fitneden daha hayırlıdır. Malın azlığından iğ*renir, halbuki az malın muhasebesi daha azdır.» Beyhaki bu hadisi zayıf görmüştür. Zür'ate bin Abdullah (Radıyallahû anh)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Salllâhû Aleyhi ve Sellem) : «İnsan, hayatı sever, halbuki ölüm, onun nefsi için daha hayır*lıdır. İkincisi insan mal bolluğunu İster, halbuki, az malın muha*sebesi daha azdır.» Şu hadis mürseldir. (Sened, tabünlere kadar yükselmektedir.) Seyhan (Buhari ile Müslim) Ebu Katade (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre; Resûlullah (Sallalîâhû Aleyhi ve Sellem) 'in yanından bir cenaze geçti. Resûlullah (Saliallâhû Aleyhi ve Sellem) «Bu müsterih veya müsterah'ün'minh'tir.» buyurdu. Bunun üzerine: «Yâ Resûlallah, müsterih nedir, müsterah nedir?» dediler. Resû~ lallah (Saliallâhû Aleyhi ve Sellem) : «Müsterih, mümin kuldur, dünyanın yorgunluk ve eziyetinden kurtulup Allah'ın rahmetine kavuşur, istirahat eder. Müsterahuminh ise günahkârdır ki memleket, insan» bitki ve hayvanlar ondan kur*tulup istirahat ederler» buyurdu. îbn-i Ebi Şeybe Yezîd bin Ebû Zeyyad'dan rivayetine göre: Ebİ Cuhayfe (Kadıyallahû anh) nin yanından bir cenaze geçti. Ebî Cuhayfe: «O da kurtuldu, âlem de ondan kurtuldu» dedi. îbn-i Mübarek ve Taberani Abdullah bin Amr bin Âs Radiyal-lahû anhümaJ'dan rivayet ettiklerin© göre, Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem) «Dünya müminin zindanı, kant ve galastdır. Dünyadan ayrıldı ğı zaman kant ve zindandan kurtulur» buhurdu. İbn-i Mübarek Abdullah bin Amr (Radıyall&hu anhVdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: «Dünya kâfirin cenneti, müminin zindanıdır. Ruhu alındığı za*man müminin misali, hapiste olup da açılıp yerde gezen adamın misali gibidir.» İbn-i Ebi Şeybe «Musannef»inde Abdullah bin Âmir'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir; «Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir. Mümin öldüğü za*man yolu boşaltılır. İstediği gibi Cennette gezer.» Ebû Nuaym, İbn-i Ömer, (Radıyallahû anhüma) 'dan rivayet et*tiğine göre, ResûluUah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Ebû Zer'e şöyle buyurdu: «Yâ Ebâ Zer, Dünya müminin zindanıdır. Kabir emniyetgâhıdır. Cennet onun karargâhıdır. Yâ Ebâ Zer, dünya kâfirin cennetidir. Kabir onun azabıdır. Cehennem onun dönüş yeridir.» Nesâi, Taberanî, îbn-i Ebi'd-Dünya, Ubâde bin Sâmit (Radıyalla-hû anh) 'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) : «Ölüp de Allah katında hayır gören hiç bir nefis, dünyanın bü*tün nimetlerini ve içindekilerini almak üzere de olsa dönmek iste*mez. Şehid müstesna. O, Allah'ın bol sevabını gördüğünden dola*yı, dönüp bir daha öldürülmek ister» buyurdu. îbn-i Ebi Şeybe, «Musannaf»inde Mervizi «Cenazeler» konusun*da ve îbn-i Ebi Dünya ve Beyhaki, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhu anh) dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: Dün yanın duru halleri gitti. Kalan ancak bulanık hallerdir.Öyle ise ölüm müslüman için bir (kurtuluş) armağanıdır.» Yine aynı zâtların îbn-i Mes'ud (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: «Ne güzeldir hoşa gitmeyen o iki şey» ölüm ile fakirlik...» îbn-i Ebî Şeybe ve Mervizi Tavus (Rahmetullahi aleyhi) den ri*vayet ettiklerine göre şöyle demiştir: «Kişinin dinini, ancak girdiği çukur korur.» îbn-i Mübarek ve îbn-i Ebi Şeybe ve Mervizi"nin Rebi' bin Hay-sen'den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: «Müminin beklediği gaybi şeyler içinde, ölümden daha hayırlı hiç bir şey yoktur.» «Öğrendim ki; müminin ilk sevinç ve sürürü ölümdür. Bu sevinç onun ilahi ikram ve sevabı gördüğü içindir.» İbn-i Mes'ud (Radıyallahû anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöy*le demiştir: Allah'a kavuşulmadan, mümin için rahat yoktur.» Saîd bin Mansûr ve Ibn-i Cerîr, Ebû Derdat (Radıyaîlahû anh) dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: «Hiçbir mümin yoktur ki ölüm onun için hayırlı olmasın, hiç bir kâfir de yoktur ki ölüm onun için hayırlı olmasın. Kim beni tasdik etmezse işte bu âyetleri okusun Allah katındaki şeyler iyiler için daha hayırlıdır.[1] Kâfirler Zannetmesinler ki onlara verdiğimiz mühlet, onlar için hayırlıdır... Günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Ve onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.» îbn-i Ebi Şeybe «Musannefinde, Abdurrezzak, Tefsirinde, Hâkim, Müstedrek'inde, Taberani ve Mervizi Cenazeler konusunda, îbn-i Mes'üd (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiş*tir; «İyi kötü hiç bir nefis yoktur ki ölüm onun için yaşamaktan daha hayırlı olmasın.» Eğer hayırlı ise işte Allah, şöyle diyor «İyiler İçin Allah'ın katındaki daha hayırlıdır. Eğer kötü ise yine Allah şöyle diyor. «Kâfirler zannetmesin ki, onlara verdiğimiz mühlet, onlar için hayırlıdır. Günahları artsın diye mühlet veriyoruz.» îbn-i Mübarek ve tmam-ı Ahmed -Zühd-te Habban bin Ebî Çe-bele'den rivayet ettiklerine göre, Ebud-Derda (Radıyallahû a4h) şöyle demiştir: «Ölmek için doğuruyorsunuz, yıkılmak için yapıyorsunuz. Fâni şeylerle hırs gösterip, baki şeyleri bırakıyorsunuz Ne güzeldir hoşa gitmeyen o üç şey: Ölüm, fakr ye hastalık. îmam Ahmed, Züftd'te İbn-i Mes'üd (Radıyallahû anh) 'dan riva*yet ettiğine göre, şöyle demiştir: «Ne güzeldir hoşa gitmeyen o üç şey Ölüm, hastalık ve fakirlik..» Ebû Dünya, Cafer el-Ahmed'den rivayet ettiğine göre, şöyle de*miştir : «Kim ki ölümde ona hayır yoksa, hayatta da ona hayır yokur.» İbn-i Sa'd, Tabakat'ında, Beyhaki, Şuâb'da Ebu Derdâ'dan riva*yet ettiklerine göre şöyle demiştir: «Rabbime tevazu için fakirliği severim. O'na kavuşmak için ölü*mü severim ve günahlarıma keffâret olması İçin hastalığı severim.» Ibn-i Sa'd ve îbn-i Ebî Şeybe ve îmam-ı Ahmed; -Zühd»de Ebü Derda (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle olmuş*tur: Ona denilmiş ki; «Sevdiğin kişi için ne istersin?» Demiş: «Ölümü.» Demişler: «Eğer ölmezse ne istersin?» Demişi «Mal ve veledinin az olmasını isterim.» îbn-i Ebî Şeybe, Ubâde bin Sâmit (Radıyallahû anden rivâyet ettiğine göre şöyle demiştir: «Dostum için istediğimiz, malının azlığı, ecelinin tacil edilmesi*dir.» îmam-ı Ahmed, Zühd'te ve İbn-i Ebû Dünya Ebû Derda'dan ri*vayet ettiklerine göre, şöyle demiştir: «Hiç bir kardeşim İslâm'dan daha sevimli bir hediyeyi bana -diyye etmemiştir. Ve onun ölümünden daha acâib bir hayır haberi (kulağıma) ilişmemiştir.» îbn-i Ebu Dünya, Muhammed bin Abdül Aziz'den rivayet etti*ğine göre şöyle demiştir: «Abdü'1-Ana, et-Teymİyye'ye denümiş Kendine ve sevdiğine ne istersin? Ölümü isterim, demiş. Taberâni, Ebu Malik el-Eşari- (Radıyallahû anhVdan rivayet etti*ğine göre şöyle demiştir: ' Resûlullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) : -Yâ Rabbi senin elçin olduğuma inanan herkese ölümü sevdir diye dua etti. îmam- Ahmed'in rivayet ettiğine göre: Ölüm meleği Hz. ibrahim (Aleyhis-salâtü ve'sselâm)'a, ruhunu almak için gelmiş. Hz. İbrahim ona: «Yâ melek1 el-mevt! Hiç bir dost, dostunun ruhunu alır mı?» Bunun üzerine ölüm meleği Rabbine dönünce Allah ona şöyle demiş: «İbrahim'e söyle: Hiç bir dost, dostuna kavuşmaktan çekinir mi?» Melek gelip bunu deyince, Hz. İbrahim (Aleyhi' s-selâtü ve's-selâm) : Hemen şimdi ruhumu al» demiştir. îsbehâni Tergip'de, Enes (Radıyallahû anhVdan rivayet ettiğine göre Resûlulah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurmuştur: «Eğer vasiyetimi dinlersen; senin için Ölümden daha sevimli hiç bir şey olmasın.» îbn-i Sa'd Hasan (Radıyallahû anhVdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Huzeyf e {Radıyallahû anh) ya Ölüm geldiğinde, şöyle dedi Ayıkken gelen bir dosttur bu. Kahr olsun pişman olana. Allah'a sonsuz hamdler olsun ki beni fitneden Önce götürdü.» Sehl bin Abdullah Ettesteri de şöyle demiştir: «Ancak üç kişi ölümü ister: Biri, ölümden sonra, ne olduğunu bilmez. İkincisi, Allah'ın takdîratmdan kaçmak ister. Üçüncüsü de Allah'a kavuşmak ister, ona müştaktır.) Hayyan bin el-Esved de şöyle demiş: «Ölüm bir köprüdür, dostu dosta kavuşturur.» Ebû Osman da: «Allah'a kavuşma iştiyakının alâmeti, rahatta iken ölümü iste*mektir» demiş. Bâzıları da şöyle, demiştir : «Allah'a müştak olanlar. Ölümün tatlılığını ölüm geldiğinde se*zerler. Çünkü onlara açılan kavuşma lezzeti, baldan daha tatlıdır.» îbn-i Asâkir, Zün-Nûn-i Mısrî'den rivayet ettiğine göre, şöyle de*miştir " «Şevk, makamların en yücesidir. Ve derecelerin en yükseğidir. Kul, bu makam ve dereceye yükseldiği zaman, Rabbine kavuşma iş*tiyakından ve görmesini istediğinden dolayı ölümün hızla gelmesini ister.» Sahabi olan îbn-i Ebi Utbe el-Hulani (Radıyallahû anh)'den riva*yet edildiğine göre, ona: «Abdullah bin Abdil-Melik, Taun (veba) dan kaçarak memleketi terketti, denilmiş o da: «Inna lillah ve inna ileyhi raciun» de*miş. Bunları işitecek kadar yaşayacağımı bilmiyordum. Kardeşleri*nizin (diğer sahabelerin) tuttuğu yolları size haber vereyim mi? Birincisi, Allah'a kavuşmak, onlar için baldan daha tatlı idi. İkincisi, az çok hiç bir düşmandan korkmuyordular. Üçüncüsü, dünya ihtiyaçlarından korkmuyordular. Allah'ın rızık-larını vereceğine güven ve itimatları vardı. Dördüncüsü, içlerinde veba hastalığı çıktığında Allah hükmünü yerine getirinceye kadar (oradan) çıknuyorlardı.» Ebû Nuaym, Hilye'de îbn-i Abdi Rabbihi'den rivayet ettiğine görev Mekhûl'e şöyle demiştir: «Cenneti sever inisiniz?» Mekhûlı «Kim cenneti sevmez?» İbn-i Abdi Rabbihi: «Öyle ise Ölümü sev. Çünkü sen Ölmeden Cenneti göremezsin. Abdurrahman bin Yezid bin Câbir'den rivayet edildiğine bdullah bin Zekeriyya şöyle diyormuş: Eğer yüz sene Allah'ın taatinde yaşamak ile bugün veya bu saatte ölmek arasında, muhayyer bırakılsam, bugün ve bu saatte Öl*meyi tercih ederdim... Allah'ın Resulüne ve sâlih kullarına kavuşma iştiyakından dolayı...» Ebû Nuaym ve Îbn-İ Asâkir, Tarih'inde, Ahmed bin ebil-Havari1-den rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir: «Ebû Abdullah en-Nebbaci'den işittim ki diyor Dünya yaratıldığından beri bütün nimetleriyle benim olmak şartıyla kıyamet gününde ondan hesaba çekilineyeceğün halde dün*yada yaşamam İle, bu saatte ölmem arasında şayet muhayyer bıra*kılsam, ölmemi tercih edecektim... Hiç istemez misin efendine kavu-şasın...» Enes (Radıyailahû anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyİe de*miştir Resûlullah (Salllalâhû Aleyhi ve Sellem) : «Ölüm her müslümanm (günahı) için keffârettir» buyurdu. îbn-i Arabi bu hadisi sahih görmüştür. Kurtubi' de şöyle demiş «Bu fceffâret şundan dolayıdır: Meyyit ölümde, çok elem ve i ağ*rılarla karşılaşır. Halbuki Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve S eli em) şöyle buyurmuştur «Diken batması veya daha ağır eziyet kendisine dokunan hiç bir mü si uman yoktur ki o eziyetle Allah onun günahlarını silmesin. Di*ken batması böyle iken tutmalarından bir tutması (sokeratı) üçyüz kılıç darbesinden daha şiddetli olan ölümün nasıl keffaret olacağını sen düşün.» îbn-i Mübarek, «Zühd»d© ve îbn-i Ebu Dünya Mesruk'dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir: «Allah'ın azabından emin ve dünya eziyetlerinden kurtulmuş olarak kabirde yatan mümine gıpta ettiğim kadar hiç bir şeye gıpta etmedim.» îbn-i Mübarek, Heysem bin Mâlik'den rivayet ettiğine göre şöy*le demiştir: «Eyfa bin Abedâni yanında konuşuyorduk. Ebû Atiyye el-Mez-bûh da ordaydı. Allah’m nimetlerini düşünüyordu. Dedi. 'İnsanların en fazla nimetdan kimdir? Dediler: Falan ve filandır'. Eyhat Yâ Adiyye sen ne diyorsun? dedi. Ebû Adiyye: 'Ben size o falandan daha nimettannı haber vereyim mi? işte Allah'ın azabından emin olmuş kabirdeki bir cesed ondan daha nimettardır' dedi.» Muhârib bin Dessar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «Hüseymete, bana: 'Ölüm hoşuna gider mi?' dedi. Dedim: Hayır.» O: «Nakıs eksik olmadıktan sonra, ölüm hoşuna gitmeyen hiç bir kimseyi bilmiyorum» dedi. Abdullah bin Ahmed, «Zevaid-i Zühd»te şunu şu şekilde rivayet etmiştir «Ölümün hoşuna gitmemesi, senin için büyük bir eksikliktir.» îbn-i Mübarek, Ebû Abdurrahman'dan rivayet ettiğine göre; bir adam, Ebû A'ver es-Süllemi'nin meclisinde şöyle dedi: «Vallahi, Allah, benim için ölümden daha sevimli hiç bir şeyi yaratmamış.» Ebû A'ver i «Eğer ben senin gibi olsaydım. Bu benim için bütün mor koyun*lardan daha iyi idi.» dedi. îbn-i Ebu Dünya, Safvân bin Süleym'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: «Ölümde, zorluk, sıkıntı varsa da, onunla mümin dünyanın şid*detli (fırtınalı) hallerinden kurtulur.» Muhammed bin Zeyyâd'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Bâzı feylesoflardan bilgi edindim ki, akıllı için ölüm, gafil âli*min hatasından daha kolaydır.» Süfyan (Radıyallahû anh) 'dan rivayet edildiğine göre şöyle de*miş : Eskiden deniliyordu ki: «Ölüm âbidlerin rahatıdır.» |
| ![]() |
![]() | #765 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | YEMEK TARİFLERİ-PİKELİ SIĞIR ROSTOSU Pikeli Sığır Rostosu nasil yapilir 1kg sığır eti 1adet soğan 1adet domates 2adet havuç 4diş sarımsak 30gr margarin 1kaşık un ½ bardak BALZAMİK ELMA SİRKEİ 1adet salatalık turşusu 3bardak sıcak su karabiber kekik tuz Pikeli Sığır Rostosu nasıl yapılır ? Bütün parça aldığınız kontrfile rostoyu birkaç yerinden derin deliler açın. Kanal halinde açın. Havuç(1) ve salatalık turşusunu bu kanallara girecek şekilde uzunlamasına dilimlere kesin ve kanalların içine yerleştirin. Sarımsakları da aynı şekil yerleştirerek eti tencereye koyun. Yanına margarini katın, tuz serpin ve kapağını kapatarak orta ateşte ara ara çevirerek kızartın. Soğanı ve kana havucu temizleyip doğrayın, kızaran ete ilave edin. Baharat katarak sote edin. Sebzeler yumuşayınca suyu ekleyin ve suyunu çekene kadar orta ateşte pişirmeye devam edin. Sıcak olarak servise sunun. Konu Jkl tarafından (03 Mart 2022 Saat 10:02 ) değiştirilmiştir. |
| ![]() |
![]() | #766 |
Çevrimiçi # Forum Dedesi # ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: ÖLÜM VE ÖTESİ HAKKINDA( ÖLMENİN ÜSTÜN TARAFLARI ) Eline sağlık güncellemeye devam.. Kıymetli bilgiler ayrıca..
__________________ Yahudi mi dediniz? onlar yumurtalarini pisirmek icin dunyayi atese vermekten cekinmeyen LANETLILERDIR!!! Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
| ![]() |
![]() | #767 |
Çevrimiçi # Forum Dedesi # ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: BU GÜNÜN DUASI 03-03-2022 Eline sağlık kardeş Aminn..
__________________ Yahudi mi dediniz? onlar yumurtalarini pisirmek icin dunyayi atese vermekten cekinmeyen LANETLILERDIR!!! Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
| ![]() |
![]() | #768 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | BU GÜNÜN DUASI 04-03-2022 İsm-i Azam duası İsm-i a’zam, Kur’an-ı kerimdedir. Hangi âyetler olduğu belli değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsm-i a’zam ile edilen dua kabul olur ve dileği yerine gelir.) [İ.Mace] (Allahü teâlânın Esma-i hüsnası ile dua edilirse, kabul olur.) [Şir’a] (İsm-i a’zam şu üç surededir: Bekara, Âl-i İmrân ve Tâhâ.) [İ.Mace] Peygamber efendimiz ism-i a’zam hakkında bazı işaretler bildirmiştir: (“Ya bedi’assemâvâti vel erdı, ya zel-celâli vel-ikram” diye dua edenin duası kabul olur.) [Tirmizi] (Başına dert ve bela gelen, Yunus Peygamberin duasını [La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzâlimin] okusun! Allahü teâlâ, onu muhakkak kurtarır.) [Tirmizi] (İsm-i azam, “Ve ilahüküm ilahün vahid, la ilahe illa hüverrahmanürrahim” âyeti ile “Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum” âyeti içindedir.) [Tirmizi] [Bekara 162. ve Al-i İmran 2. âyetleridir.] (“Allahümme bismikel a’zam ve rıdvânikel ekber” duasına devam edin; çünkü bu, esma-i hüsnadandır.) [Taberani] (Ya Rabbi, ya Rabbi diyene Allahü teâlâ, “İste kulum, istediğini vereyim” buyurur.) [Deylemi] (Kabul olması için duayı ihlas ile yapmalı, yiyip içtiği ve giydiği helalden olmalı, odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı dua kabul olmaz.) [Tergibüs-salât] Peygamber efendimiz dua ederken, “Ya hayyu ya kayyum” derdi. (Tirmizi) (Allahümme inni es’elüke bi-enne lekel-hamdü la ilahe illâ ente ya hannân ya mennân ya zel-celâli vel-ikrâm) diye dua eden zata da buyurdu ki: (Allah’ın ism-i a’zamı ile dua ettin. Böyle dua edilince, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.) [Nesai] Hz. Âişe validemiz anlatır: (Resulullah, duanın kabul olmasına sebep olan ism-i a’zamı biliyor musun?) buyurdu. Ben de bilmediğimi söyleyince, (Ya Âişe onu öğretmek ve onunla dünya için bir şey istemek uygun olmaz) buyurdu. Kalkıp abdest alıp iki rekat namaz kılarak, (Allahümme inni edukellah ve edukerrahman ve edukelberrerrahim ve eduke biesmaikelhusna külleha ma âlimetü minha ve ma lem âlem entağfireli ve terhameni) duasını okudum. Gülümseyerek (İsm-i azam, okuduğun duanın içindedir) buyurdu. (İbni Mace) (Ya zelcelali vel-ikram) diyen birine, (Allah’tan ne istersen iste, kabul olur) buyurdu. (Tirmizi) (“La ilahe illallahü vallahü ekber, la ilahe illallahü vahdehü lâ şerike leh, lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir, la ilahe illallahü velâ havle velâ kuvvete illâ billah” diye dua eden, her dileğine kavuşur.) [Taberani] (Allahümme inni es’elüke bi-enni eşhedü enneke entellahü lâilâhe illâ entel-ahadüs-samadül-lezi lem yelid ve lem yuled ve lem yeküllehü küfüven ehad) diye dua eden bir zata, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Allah’ın ism-i a’zamı ile dua ettin. Böyle dua edilince, Allahü teâlâ kabul eder.) [Tirmizi] |
| ![]() |
![]() | #769 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | BİR HİKAYE BİR BOSTAN BEKÇİSİ Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri anlatıyor: Babam Horasan ' Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum: - Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın! Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah'tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam. Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu. Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus'ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki: - Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir. Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki: - Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun? - Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam! Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi: - Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın. Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim... |
| ![]() |
![]() | #770 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Hz. Musa ve Ateş(ALLAH IN TECELLİSİ) Hz. Musa ve Ateş Musa Aleyhisselam şiddetli hüzün, keder ve darlığa düşünce, daha önce gizli kalmış olan sarsılmaz iman ve inancı ortaya çıktı. Gece karanlığının ve karısının çekmekte olduğu acının basmasıyla, Allah ona alâmetlerini belli etti, gösterdi. Bunun üzerine Musa Aleyhisselam, yanındakilere şöyle dedi: - Siz burada durun. Ben, bir ateş gördüm, (Ta-Ha, 20:10). Hz. Musa, şunları demek istiyordu: - Ben bir nur, bir ışık gördüm. Benim özüm, kalbim, sırrım ve mânâm bir ışık gördü. Ezelde hakkımda takdir edilen hüküm geldi. Hidayetim geldi. İnsanlardan gına geldi. Bana velilik ve halifelik geldi. Bana, asıl olan geldi. İkinci derecedeki gitti. Bana hükümdarın bizzat kendisi geldi. Hükümdarlık ise benden gitti. Firavun korkusu benden gitti. Şimdi bu korku, Firavun’a geçti. Artık o korksun. Hz. Musa, aile efradına bunları söyledikten sonra, onlara veda etti. Onları Rabbine teslim ederek, bir nur olarak gördüğü ilâhi tecelliye doğru yola çıktı... İşte, mümin de böyledir. Allah onu kendisine yakınlaştırdığı ve zatına yakınlık kapısına çağırdığı zaman, onun kalbi sağa, sola, öne, arkaya bakar ve Allah’a giden yönden başka bütün yönlerin kapalı olduğunu görür. Bunun üzerine nefsine, hevasına, uzuvlarına, âdetine, aile fertlerine ve daha ilgisi bulunan neler varsa, hepsine hitaben şöyle der: Ben, kalbin nurunu gördüm. Onunla dostluk peydah ettim. O, Aziz ve Celil olan Rabbimden geliyor. İşte ben hemen ona gidiyorum. Eğer dönmek mümkün olursa, size gelirim. Bunları söyledikten sonra dünyaya ve ondakilere, bütün sebeplere, bütün heva ve heveslere veda eder. Bütün varlıklara veda eder. Sonradan varolan, yani ezelî ve ebedî olan Allah’ın dışındaki her şeye veda eder. Ve Yaratan’a gitmek üzere yola çıkar. Şüphesiz Allah, onun aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılar. Kendilerine yardım eder. Bütün sebepleri, onların ihtiyaçlarının karşılanması için vesile kılar. Bu iş, gündüz oruç tutup gece namaz kılmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte Allah’tan gayrı şeylerin sevgisi varoldukça, sırf kaba elbiseler giymek ve değersiz yemekler yemekle olmaz. Bunlarla hiçbir şey olmaz. Sır, sırrın sırrıdır. Musa Aleyhisselam, Sina Dağı tarafında bir ateş görünce, aile fertlerini hemen o anda, bulunduğu yerde bıraktı. O, ne görmüştü? Kafa gözü bir ateş, kalp gözü de bir nur görmüştü. Kafa gözü bir fani görmüş, Kalp gözü ise Hakk’ı görmüştü. Şanı yüce olan Allah, Hz. Musa’nın kalbinin ağacından ışıldayan bir ateşi, onun nefsine, hevasına, sebeplere ve maddi varlığına göstermişti. |
| ![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Fotoğraf paylaşımları hk. | M | Duyuru Arşivi | 1 | 21 Ağustos 2019 13:03 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 02 Mart 2018 12:12 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 23 Şubat 2018 10:56 |