![]() |
![]() |
![]() | #371 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | KOKULU YİYECEKLER YİYİP MESCİDE CAMİYE GİDİLMESİNİN MEN EDİLMESİ KONUSU ÖZÜRSÜZ; SOĞAN, SARMISAK, PIRASA VE BENZERÎ KÖTÜ KOKULU YÎYECEKLERÎ YİYİP KOKUSUNU GİDERMEDEN MESCÎDE GİRMENİN NEHİY OLUŞU İbn Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a) şöyle bu*yurmuştur: “Kim bu ağaçtan, yani sarımsaktan yerse, mescidimize yaklaş*masın…” (Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir) . Hadis-i şerif; soğan, sarımsak gibi koku veren yiyecekleri yiyip, mesci*de girmeyi nehyediyor. Ancak bu yiyecekleri pişmiş olarak yemek nehiy kap*samında değildir. Bu nehiy başkasını rahatsız etmediği zaman tenzihidir. Baş*kalarına eziyet verirse haramdır. Hz. Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur: “Bu ağaçtan (sebzeden) kim yerse, bize yaklaşmasın! Bizimle bera*ber namaza durmasın. ” (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). Hadİs-i şerifte “Bu ağaç” sözü kullanılarak, ne olduğu belirtilmemiş*tir. Bu bir karineyle veya tanınması sebebiyle söylenmiştir. İfade ettiği sebze sarımsaktır. Yenilmeyi} sebebi; başkalarına kötü kolcusu ile eziyet edilmemesi için*dir. Hatta bazı alimler, “( üzerine kötü kokular sinmiş kimseyi cema*atten uzak tutmalıdır” derler. “Namaz kılmasın ” sözünde namazın zikredilmesi ile yasak tahsis edil*miştir. Bu yasak namazın önemine ve huşuyu ortadan kaldıran sebepleri na*maz kılandan def etmeye, böylece müslümanların namazı kemali edeple kıl*malarını sağlamaya yöneliktir. Hz-Câbir’den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nebi (s.a) şöy*le buyurmuştur: ‘Kim sarmısak veya soğan yerse, bizden uzak dursun veya mescidi*mizden uzak dursun.’* (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir). Müslimin bir rivayetinde; “Kim; soğan, sarımsak, pırasa yerse, mesci*dimize yaklaşmasın. Çünkü melekler, âdemoğullarının eziyet duyacağı şey*lerden rahatsız olurlar” şeklinde geçer. Bu hadiste yenilmesi nehyedilen yiyeceklerin kapsamı çoğaltılmıştır. So*ğan, pırasa gibi çirkin kokuya sebep olan yiyecekler İlave edilmiştir. Mescidlere beş vakit namaz esnasında olduğu gibi, bu vakitlerin dışında da pis kokularla girmek nehyediliyor. Çünkü insanların eziyet duyacağı şeylerden melekler de eza duyarlar. Câmi’ûs-Sağîr de; “Bizden, mescidimizden uzak dursunlar. Evlerinde otursunlar” hadisi mevcuttur. Ancak, oruç tutan kimsenin ağız kokusu buna dahil değildir. Çünkü bu koku Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Ömer b. Hattâb’dan (r.a) rivayete göre cuma günü hutbe verir*ken şöyle dedi: “Sonra size ey insanlar, iki ağaçtan yiyorsunuz ki, onları ben fena görüyorum. Ki onlar, soğan ve sarımsaktır. Ben Rasûlullah’ı (s.a) mes-cidde bu kokuyu duyduğu kimsenin çıkarılmasını emrederken gördüm. Bu adam Bakî kabristanlığına kadar çıkarılırdı. Onları kim yerse, pişirerek ko*kularını gidersin.” (Müslim rivayet etmiştir). “Habis” kelimesi; zina gibi harama itlak edildiği gibi. tadı kokusu çirkin olan şeylere de denilir. Habâis de bu manayı aşır. Yılan ve akrep gibi arabın pis saydığı şeylerdir. Bu bölümdeki bütün hadisler mescide gelmek isteyen kimsenin soğan, sarımsak, pırasa ve her türlü kötü kokulu şeyi yemesini nehyetmektedir. Bu*radaki nehıy tahrimidir. Ancak bunları pişirip kokuları izale olduktan son*ra kerahat kalkar. Müslümanın hep kokulu olması, özellikle toplantı yerlerinde ve ibadet mahallerinde buna dikkat etmesi gerekir. Böylece insanların onunla oturmasını ve ona yakın olmasını kerih görmesinler. Mescîdlerin nezafetine önem vermek; oraya giderken çirkin, kokulu iş elbiselerini çıkanp, hoş ve temiz elbiseleri giymek gerekir. Bu gibi kokular daima soğan, sarımsak gibi kokulu şeylere kıyas edilir. islâm; insanların aralarındaki ülfete ve onlan birbirinden nefret ettirici her tür eziyeti uzaklaştırmaya özen göstermiştir. Emir sahiplerinin (devlet yineticilerinin) mesddleri gözetmeleri, onla*rın temizliğine dikkat etmeleri ve insanların oraya yönelmelerini sağlamaları gerekir. Bu bölümdeki hadislerden çıkarılan hükümler şunlardır. Çiğ sarmısak yiyip, mescide gelmek mekruhtur. Kerahati, çirkin koku*su sebebiyledir. Haram olmaması; “Kim bundan yerse…” cümlesinden an*laşılmaktadır. Hz. Ali’den (r.a) rivayet edilen bir hadiste: Rasûlullah (s.a) sarmısak yemeyi nehyetmiş, ancak pişmiş olursa müstesna olduğu buyurul-muştur. Sarmısak gibi çirkin kokusu olan soğan, pırasa, turp gibi yiyecekler de sarmısak hükmündedir. Bunların hükmü ehü sünnete göre mekruhtur. Bu tür sebzeleri yiyen kimsenin mescide yaklaşmaması lazımdır. Bu ne-hiy; bayram, cuma, cenaze, düğün merasimi gibi insanların bir araya geldiği bütün toplulukları içerir. Çarşı ve pazarlara giderken sarmısak yemek mek*ruh değildir. Hadiste soğan ile sarımsağın zikrolunması, onların yenilmeleri sebebiy*ledir. Dolayısıyla kendisinde pis koku olan bütün yiyecekler de bu kapsam*da mütalâa edilir. Hatta bazı alimler; ağzı kokan kimseler veya kasap, ba*lıkçı gibi sanat erbabı da bu hükmün kapsamına girer, demişlerdir. Bazı alimler bu hadisin cemaate devamın farz olmadığına delil olduğu*nu söylemişlerdir. Çünkü sarmısak ve benzeri sebzeleri yemek caizdir. Bu takdirde cemaatla namazın terkedilmesinin de caiz olması gerekir. Sarmısak, soğan gibi şeyleri yemek cemaatı terk hususunda bir özür sayılır. Bazıları bu hadislerle ihtisas ederek, sarmısak soğan gibi kerih kokulu yiyeceklerin Hz. Peygamber’e haram olduğunu söylerler. Ancak bu doğru değildir. Çünkü Rasûlullah (s.a); “Ey Cemaat, Allah’ın bana helâl kıldı*ğı bir şeyi haram kılmak benim elimde değildir. Şu var ki sarmısak benim kokusundan hoşlanmadığım bir sebzedir” buyurması buna delil teşkil eder. |
| ![]() |
![]() | #372 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | İSLAM BÜYÜKLERİ-EVLİYAULLAH(FERİDÜDDİN ATTAR HZ. LERİ) Feridüddin Attar hazretleri Kimdir ? Evliyanın büyüklerindendir. Babası attar, yani ilaç, esans satardı. Feridüddin-i Attar, zühd ve takva sahibi idi, haramlardan sakınıp ibadetle uğraşırdı. Küçüklüğünde Şadbah kasabasında bir yandan babasının yanında attarlık öğreniyor, bir yandan da Kutbüddin Haydar isimli büyük bir zatın sohbetlerine devam ediyordu. Babasının vefatı üzerine onun yerine geçip, attarlığı bir süre devam ettirdi. Attarlıkla uğraşırken, bir taraftan da kıymetli dini kitapları, velilerin hayatlarını ve menkıbelerini okuyordu. Bir gün bir derviş dükkanının önüne gelip, kapıdan içeriye bakarak, gözleri dolup bir ah çekti. Feridüddin Attar ona, (Neden öyle bakınıp duruyorsun?) dedi. Derviş, (Ben yükü hafif biriyim. Dünyada bu hırkadan başka bir şeyim yok. Böyle olunca, bu dünya pazarından çabuk ve kolaylıkla geçip giderim. Fakat sen bu ağır yükleri derleyip topla kendi başının çaresine bak!) dedi. Feridüddin-i Attar, (Sen bu dünyadan nasıl geçip gidersin?) dedi. O zat da, (Bu hırkayı sırtımdan çıkarır, başımın altına yastık yapar, canımı Hakka teslim ederim.) dedi ve hırkasını başının altına koyup, Allah diyerek ruhunu teslim etti. Bu durum karşısında, evliyaya olan bağlılığı, dinini öğrenme istek ve arzusu dayanılmaz hale geldi. Artık attarlığı terk etti. Dükkanında bulunan eşyayı sadaka olarak dağıttı. Bir zata giderek talebelerinden oldu. Riyanın, korkunç bir afet olduğunu, Allahü teâlânın rızasına uygun olmayan işlerin, amellerin boş olduğunu söylerdi. Bir defasında şunları anlattı: Bir zat, bir mescide ibadet etmek için girmişti. Geceleyin bir ses duydu. Demek ki mescide biri girdi. O kişi, büyük bir zatın geldiğini zannetti. (Böyle yere büyük zatlar ancak Allahü teâlâya ibadet etmek üzere gelir. Bu zat beni görür, halime nazar kılar.) diye düşündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibadetle geçirdi. Kendini nasıl göstermek istiyorsa öyle yaptı. Seher vakti etraf ağarınca geriye dönüp baktığında bir köpeğin yattığını gördü. Çok utanıp kendi kendine, (Ey edepsiz, Allahü teâlâ seni şu köpekle terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ibadette bulundun. Ne olurdu bir gececik de sırf Allahü teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahü teâlâ için riyasızca ibadet ettiğini görmedim. Sen, Allahü teâlâdan utanmaz mısın? Kendi kadrini mevki ve dereceni şimdi gördün. Gelse bile ancak köpeklere layık olur.) dedi. Moğol istilasında, bir Moğol askerinin eline esir düştü. Askere halk, (Bu ihtiyarı öldürmekten vazgeçersen, sana bin altın veririz.) dediler. Moğol askeri razı olmuştu. Fakat Feridüddin-i Attar ona, (Sakın beni bu fiata satma. Çünkü kanımın değeri bu değildir.) dedi. Asker de satmaktan vazgeçti. Bir süre sonra başka bir şahıs gelerek askere, (Bu yaşlı zatı öldürmekten vazgeç. Onun kanına karşılık sana bir torba saman vereyim.) dedi. Feridüddin-i Attar, (İşte beni şimdi sat. Çünkü esas fiatımı buldum. Bundan fazla para etmem.) dedi. Buna sinirlenen Moğol askeri onu 1229’da şehid etti. O da, kesik başını elleri arasına alarak 3 km’lik bir mesafeye koştu. Şimdi türbesinin bulunduğu yere varınca, oraya düşüp ruhunu teslim etti. Kabri Şadbah kasabasına yakın olup, ziyaretgahtır. Buyururdu ki: ( Ey gafil, bu dünyada kendini hesaba çek. Kalbinin pasını temizlemek için mücahede et. Büyükleri de kendine kıyas etme. Zira bir veli, zehir de yese o bal olur.) Yazdığı şiirlerinde üstün bir akıcılık, arifane sözlerinde akılları hayrette bırakacak bir hal vardır. Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi büyükler onun eserlerinin tesiri altında kalmışlardır. Yazdığı eserlerden Tezkiret-ül-Evliya hariç, hepsi manzumdur. Tezkiret-ül-Evliya’da seksen kadar velinin hal tercümesi ile menkıbeleri ve veciz sözlerini yazmıştır. Bir şiirinin tercümesi şöyledir: Sırlar alemine uçan kuş idim. Alçaktan yükseğe çıkmak istedim. Sırra mahrem kimse bulamayınca, Girdiğim kapıdan ben yine çıktım. |
| ![]() |
![]() | #373 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | FATİH SULTAN HAN DAN GÜZEL SÖZLER Elimizde İslam kılıcı vardır: Trabzon’u fethe giderken kendisine elçi olarak gelen Akkoyunlu Uzun Hasan’ın annesi Sare hatunun sarp yamaçlarda atından inip yaya olarak dağlara tırmanması üzerine Fatih Sultan Mehmed’e söylediği: “Ey oğul bu Trabzon’a bunca zahmet nedendir? Burasını gelinime bağışla” sözü üzerine ilk Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’ye göre şöyle demiştir. “Ana bu zahmet din yolunadır. Ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”. İmtisal-i Cahidü fi’llah olubdur niyyetüm Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm Fatih’in yazdığı bu beytin manası şöyledir: “Niyetim Allah uğruna cihad etmektir. Sadece İslam dini uğruna çalışmaktır gayretim.”. Zülfünün zencirine bend eyledi şahum beni Kulluğundan itmesün azad Allahum beni Şahım beni saçının zincirine bağladı. Allahım beni kulluğundan azad eylemesin.. Ebaenced devletimüz çerağı küfr ehlinin yüreği yağı ile ruşendür: Fatih bu sözü komutanlarıyla yaptığı bir istişare sırasında söylemiştir. Atalarımdan beri devletimizin çerağı (mumu) kâfirlerin yüreğini çok yaktığımız için onların yüreğinin yağıyla aydınlanmıştır.. |
| ![]() |
![]() | #374 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | EVLENİLECEK KADIN(HİKAYE) EVLENİLECEK HANIM Hazreti Ömer zamanında da kadılık yapmış olan meşhur, Kadı Şüreyh’e birgün bir genç gelerek evlenmek istediğini ve fakat evleneceği kadının tahsilli ve şehirli olmasını istediğini bildirerek nasihatta bulunmasını istedi. Kadı Şüreyh, o gence Müslümanın evinin cennet olduğunu ve Hazreti Resûlüllah’ın böyle buyurduğunu naklederek başından geçen evliliği şöyle anlattı: -Gençtim, artık evlenme zamanımın da geldiğini düşünmeye başlamıştım. Birgün Benî Mahzun kabilesinin çadırlarının önünden geçerken bir kız görüp, ona talip oldum. Kız babası kısa bir tetkikten hemen razı olup işi bitiriverelim dedi. Kısa zamanda düğünler yapıldı, dualar edildi ve evlilik hayatına ilk adımımızı atmış olduk. Fakat çok geçmeden beni bir pişmanlıktır almıştı. Çünkü ben bu bir köylü kızıdır, üstelik tahsil de görmemiş, bununla ben nasıl geçinebilirim diye düşünüyor bu kararımdan dolayı son derece pişman oluyordum. Çok geçmeden bizim hanım birgün bana şu sözleri söyledi: – Efendi! Sen alim ve şöhret sahibi bir kimse imişsin. Ben ise yaylalarda gezen şehir hayatından anlamayan bir köylü kızıyım. Aslında cen kendine göre bir evlilik, ben de kendime göre bir hayat kurmalı idim, ama kader bizi birleştirdi. Cenabı Allah benim gibi bir köylü kızını senin gibi bir şöhretli alime nasip etti. Şimdi sen bana benim bilmediğim tarafları anlat ki, ben onlara dikkat edeyim, mesela; senin evine benim sülalemden kimler gelebilir, senin akrabalarından kimleri misafirliğe alayım, kimleri kabul etmeyip onlara karşı soğuk davranarak eve gelmemelerine mani olayım dedi. Ben kadının bu anlayışı karşısında düşündüklerimden dolayı pişman olup: – Hatun sen bana öyle şeyler söylüyorsun ki, eğer bunları hakkiyle yaparsan beni bahtiyar edeceksin, dedikten sonra: – Dindar olmayan hiçbir kimseyi eve almayacaksın, dindar olanlardan da senin tarafın çok çok gelmesin, benim tarafımdan ise; şu, şu şahıslar gelmesinler, şunlar ise hiç gelmesinler diye gerekli talimatı verdim. Tam bir sene huzur içinde yaşadım. Bir sene sonra fetva dairesinden eve döndüğümde evde son derece mütesettire bir hanım görüp kim olduğunu sordum. Hanım annesi olduğunu söyledi. Kayın validem olduğunu öğrenince elimden gelen hürmeti esirgemedim. Bir müddet sonra kayın validem bana: -Oğlum hanımından memnun musun? Diye sordu. Ben: -Allah senden razı olsun, kızınızdan çok memnunum. Bu zamana kadar hiçbir şikayetim olmadı, diyerek memnuniyetimi izhar ettiğimde, kayın validem bana şunları söyledi: – Oğlum kızımdan tabii ki memnun olacaksın. Çünkü biz onu cennette büyüttük. Evimiz Resulüllah’ın bildirdiği gibi bir cennetti. Kur’an ahlakından başka birşey öğretmedik ona… Yine de sen hanımın üzerindeki otoriteni eksik etme! Çünkü kadınlar iki sebepten hemen şımarıverirler: Birincisi ona olan sevgini yüzüne söylediğinde, ikincisi ise bir hayırlı evlat dünyaya getirdiklerinde. |
| ![]() |
![]() | #375 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | TIRNAK KESMENİN ADABI VE FAYDALARI Tırnak Kesmenin Şekli Ve Günü “Kim tırnakları cuma günü keserek kısaltırsa, Allahü Teâlâ, onu, gelecek cumâ’ya kadar ve üç günde ziyadesiyle belâlardan muhafaza eder.” “Kim tırnaklarını cuma günü keserse o günün misline (öbür cumaya) kadar, korunmuş olur. Yine hadis-i şerifte buyuruldu: “Kim fakirlikten, göz ağrısı şikâyetinden, alaca hastalığı ve delilikten emin olmak istiyorsa, perşembe günü ikindiden sonra tırnaklarını kessin, İmam Nevevî hazretleri, zikrettiler: Tırnak kesmede müstehab olan. ayaklardan önce ellerin tırnaklarından kesmeye başlamaktır. Tırnak kesilirken, önce sağ elin şehâdet parmağıyla başlanır. Sonra orta parmak, sonra yüzük parmağı, sonra küçük parmak ve en son baş parmağın tırnakları kesilir. Sonra sol ele döner. Sol elde küçük parmaktan başlanır, yüzük parmağı ve sonra diğerleri (orta parmak, şehâdet parmağı ve baş parmağın) tırnaklan sırayla kesilir. Sonra ayaklara geçilir. Sağ ayağın küçük parmağından başlanır; sol ayağın küçük parmağından bitirilir. (Sağ ayak parmaklarına küçük parmaktan başlanıp sırayla kesilir; sol ayağın parmaklarına ise baş parmaktan başlanıp küçük par¬mağa doğru sırayla kesilir.) İmam Gazalî hazretleri, Ihyâ-u Ulumiddin kitabında bu şekilde zikretti. “Mafsallarınızı iyice temizleyin. Tırnak mafsallarıdır. Parmakların üzerinde olup, kirin içinde toplandığı yerdir. Bu kelimenin müfredi, (parmak boğumu) denir. Bu kelime, be ve cim harflerinin zammesi ve aralarında bulunan ra’nın sükûnüyle şeklinde) okunur. Bu da her mafsalın sırtına (dış tarafına) denir. Parmak boğumlarının sırtına denir. İki akdin parmak bağlantı yerlerinin iç tarafına (iki mafsalın bağlandığı yere) ise, (parmağın el ayasına bitişik olan boğumu) denir. Bu kelimenin cemii, parmakların el ayasına bakan boğum yerleri demektir. Parmakların sırtlarında bulunan boğumların tam karşılığındadır. Boğumlar, parmakların kemikleridir. Her parmakta, iki (parmakların elin dışında görünen boğumu) ve üçte tane de (parmağın el ayasına bitişik olan boğumu) vardır. Baş parmak hariç. Baş parmağın; bir (parmakların elin dışında görünen boğumu) iki tane de (parmağın el ayasına bitişik olan boğumu) vardır. Parmak boğumlarında kirler toplanmasın diye temizlik emir olundu. Zira parmak mafsallarında kirin kalmasıyla kişi cenabet kalabilir. Bu kirler, su ile derinin arasına geçerler. Kurtubî tefsirinde de böyledir. Mücâhid’den rivayet olundu; buyurdular: Bir ara Cebrail Aleyhisselâm’in gelmesi yavaşladı. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri sordular: -“Seni bana gelmekten alıkoyan nedir?” Cebrail Aleyhisselâm: -“-“Ben size nasıl geleyim ki? İçinizden bâzıları, tırnaklarını kesmiyorlar, bıyıklarını almıyorlar, parmak mafsallarını iyice temizlemiyorlar ve dişlerini misvaklamiyorlar,” dedi ve sonra şu âyeti okudu: “(Cebrail dedi ki: Ey Muhammedi) “Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzdeki ve ardımızdaki (bütün geçmiş ve gelecek şeyler) ve bunların arasındakiler hep O’nundur. Rabbin de (seni) unutmuş değildir? |
| ![]() |
![]() | #376 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | ERKEKLERİN ÖRTÜNMESİ NASIL OLMALIDIR ERKEĞİN ÖRTÜNMESİ Erkeklerin kendi eşleri dışındaki kimselerin yanında ya da namazda, göbekle diz kapağı arasını örtmeleri farzdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da avret yeri kapsamına girer. Allahü Teala, “Irzlarını da korusunlar.” (en-Nur, 24/30) buyurur. Burada “ferc, çoğulu furûc” sözcüğü kadının cinsel organı anlamına geldiği gibi, her iki cins için “apışarası” anlamım da kapsar. İffet yerini en iyi koruma, örtme ile mümkün olacağı için “avret yerini örtme” de bu kapsama girer. Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1358/1939) erkeğin avret mahalli ile ilgili olarak şöyle der: “İnsanın avret mahalli, bilinen cinsel organdan ibaret değil, apışarası denilen açıklık boyunca uzar ki, bunun azamisi topuklara kadar varırsa da en yakın bilinen azı, diz üstü oturulduğunda belirleneceği üzere göbek altından dizlere kadardır. Bunun için erkeklerde korunması ve örtülmesi farz olan bir avret mahalli bu bilinen en az miktarıdır. Fazlasını örtmek ise müstehaptır.” (Elmalılı, a.g.e., VI, 12, 13) Erkeğin avret yerinin sınırları hadisle belirlenmiştir: “Sizden biriniz kölesini veya işçisini evlendirince artık onun göbekle dizleri arasına bakmasın.” (Ebu Davud, Salat, 26, Libas, 34) Başka bir rivayette; “Göbekle iki diz arası avret yeridir” ilavesi vardır.” (Ahmed b. Hanbel, II, 187) Darekutnî’nin naklettiği şu hadisle diz kapakları da kapsama girer: “Diz kapakları avret yerlerindendir.” (ez-Zeylai, Nasbu’r-Raye, 2. baskı, Kahire 1357/1938, I, 297) Malikîlere göre, erkekler için avret yeri yalnız ön ve arka, yani “galiz avret” sayılan yerlerdir. Onlara göre uyluk kısmı avret sayılmaz. Delil Enes b. Malikten (ö. 91/709) nakledilen şu hadistir: “Hz. Peygamber Hayber günü izarını (alt peştemal) uyluğunun üzerinden kaldırdı, öyle ki ben onun uyluğunun beyazlığını görür gibiyim.” (eş-Şevkani, Neylü’l-Evtar,II, 64) Şu hadis de aynı anlamı desteklemektedir: “Rasülullah (s.a.s) uyluğunu açmış olarak oturuyordu. Ebu Bekir, yanına girmek için izin istedi, ona bu durumda iken izin verdi. Ömer izin istedi, ona da izin verdi. Sonra Hz. Osman izin isteyince, uylukları üstüne elbisesini örttü.” (eş-Şevkani, a.g.e., II, 63) Ancak Hanefilerin de içinde bulunduğu çoğunluk fakihlere göre ön ve arka ile diz kapakları arasında kalan uyluklar da avret yeri kapsamına girer. Çünkü uyluğun avret yeri olduğunu bildiren başka hadisler de vardır. (bk. Buhari, Salat, 12; Ebu Davud, Hammam, 1; Tirmizi, Edeb, 40; İbn. Hanbel, III, 478, 479, V, 290.) |
| ![]() |
![]() | #377 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | KALBİN HALLERİ(SEVGİ) Sevgi Anlatıldığına göre adamın biri çöl ortasında yürürken gözünün önü-ne çirkin bir yüz dikilir. Adam «sen kimsin» der. Çirkin yüz «ben senin çirkin amellerinim», diye cevap verir. Adama «senden kurtulmanın yolu nedir» diye sorar. Adam «Peygamber'e selât-ü selâm getirmektir.» Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor: — Bana getirilen selât-ü selâm, sırat köprüsü üzerinde ışıktır, cu-ma günü seksen kere selât-ü selâm getiren kimsenin geçmiş seksen yıl-lık günahı affedilir» der. Yine anlatıldığına göre adamın biri Peygamber'imize Hz. Muham-med'e selâm getirmezdi, bir gece rüyasında Peygamber'imizi (S.A.S.) görür, fakat Peygamber'imiz yüzünü adama çevirmez. Adam «ey Allah'ın Resul'ü! Yoksa bana kızgın mısın» diye sorar, Peygamber'imiz «hayır» diye cevap verir. Adam «o halde niye yüzüme bakmıyorsun» diye sorar. Peygamber'imiz «çünkü seni tanımıyorum» diye karşılık verir. Adam «beni nasıl tanımazsın, ben senin ümmetinden biriyim, alim-lerin anlattığına göre sen ümmetini ananın çocuğunu tanıdığından da-ha iyi tanırsın» der. Peygamber'imizin cevabı şöyle olur: «Alimler doğru söylemişler, yalnız sen üzerime selât-ü selâm getirerek beni hatırlama-dın ki! Benim ümmetimi tanımam, üzerime getirecekleri selât-ü selâm ile ölçülüdür.» Bu arada adam uyanır, ve her gün Peygamber'imize (S.A.S.) yüz ke-re selât-ü selâm getirmeyi üzerine borç haline getirir ve bunu yapar. Bir müddet sonra Peygamber'imizi yine rüyasında görür. Peygamber'imiz ona «şimdi seni tanıyorum ve sana şefaat edeceğim» diye müjde verir. Çün-ki adam Rasulüllahı sever olmuştur. Allah (C.C.) buyurur ki: , «— Ey Rasulüm! De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz da Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayı-cı ve esirgeyicidir» (34). Ayet-i kerimenin nüzül sebebi şöyle nakledilir: Peygamber'imiz (S.A.S.) K'ab İbni Eşref ile adamlarını İslâmı kabul etmeye davet ettiği zaman on-lar da Peygamber'imize «biz Allah'ın oğulları yerindeyiz, o yüzden biz Al-lah'ı daha çok severiz» diye cevap verdiler. Adamların bu cevabına karşılık ulu Allah (C.C.) Peygamber'in onla-ra şu mahiyette bir cevap vermesini murat etmiş olmalıdır: Eğer siz Al-lah'ı seviyorsanız, tebliğ ettiğim dini kabul ederek bana uyunuz. Çünkü ben O'nun bildirisini size ulaştıran ve sizinle ilgili hükümlerini açıklayan bir Allah Rasûlüyüm. Eğer benim O'nun adına yaptığım davete uyar-sanız, o sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Hiç şüphesiz O, bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi, O'nun emrine uymakla, ibadetine koş-makla ve hoşnutluğunu aramakla olur. Allah'ın (C.C.) mü'minleri sevmesi, onlara merhametle muamele et-mesi, onları mükâfatlandırması, günahlarını bağışlaması, onlara rahmet günahtan korunma ve başarı ihsan eylemesi demektir. İmam-ı Gazalî (rehimehullahu) «ihya-ul Ulûm ud-Din» adlı eserinde der ki, «dört şeyi yapmaksızın dört şeyi iddia eden kimse yalancıdır: 1 — Cenneti sevdiğini söylediği halde ibadet etmeyen kimse yalan-cıdır. ' 2— Peygamber'imizi (S.A.S.) sevdiğini ileri sürdüğü halde alimler ile fakirleri sevmeyen yalancıdır. 3 — Cehennemden korktuğunu iddia ettiği halde günah işlemekten vazgeçmeyen kimse yalancıdır. Nitekim Rabia-i Adviyye'nin (rahimehullaha) şu iki beyti bu noktayı güzel izah eder: Allah'a isyan ediyorsun, oysa O'nu sever görünüyorsun Hayatım hakkı için bu durum, mantık prensiplerini alt-üst eder. Eğer sevgin doğru olsaydı, O'nun emirlerine uyardın Çünkü aşık, sevgilisinin sözünden çıkmaz Sevginin alâmeti, sevgilinin arzusuna, uymak ve onunla ters düş-mekten sakınmaktır. Anlatıldığına göre bir gün bir gurup Şibli'yi (rahirnehullahu) ziyarete gider. Büyük Veli «siz kimsiniz» diye sorar. Gelenler «biz seni sevenle-riz» diye, cevap verirler. Bu sırada Şiblî yüzünü onlara döner, sonra onları taşlamaya baş-lar, adamlar Veliden kaçarlar. Veli onları «benden niye kaçıyorsunuz, eğer gerçekten beni sevseydiniz, belâmdan kaçınmazdınız» diye azarlar. Arkasından sözlerine şöyle devam eder: Muhabbet ehli, sevgi kadehinden içtiler, beldeler ve yeryüzü onlara dar geldi, Allah'ı hakkı ile bildiler, O'nun ululuk ve kudreti karşısında şaş-kın kaldılar. O'nun sevgi kadehinden içtiler, O'nun ünsiyet denizinde bo-ğuldular, yalnız O'na seslenmekten zevk alır oldular. Arkasından şu beyti söyledi: Ey mevlâm! Sevgini hatırlamak sarhoş etti beni Sen sarhoş olmayan hiç bir aşık gördün mü? Söylendiğine göre deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez ve her zaman taşıdığının bir kaç katı kadar yük sırtına vurulsa yükle-neni taşımazlık etmez. Çünkü kalbinde sevgilisinin hatırası kıpırdayınca artık ne yem yer ve ne de ağır yük taşımaktan kaçınır, sebep sevgilisine karşı duyduğu şevktir. Deve deve iken sevgilisi uğruna nefsinin isteğini gemleyerek ağır yük taşımaya katlandığı halde siz Allah için hiç bir yiyecek veya içecek-ten vazgeçtiğiniz oldu mu? Allah (C.C.) için üzerinize herhangi ağır bir yük aldınız mı? Bu sayılan iyi amellerden hiç birini yapmamışsanız, si-zin Allah sevgisi iddianız ne dünyada ne de Ahirette ne insanlar gözün-de ne Allah katında hiç bir şeye yaramayan boş bir sözden ibarettir. Hz. Ali (kerremellahu veçhehu) şöyle der: — Cenneti seven kimse iyiliklere koşar. Cehennemden korkan kim-se, Nefsini aşırı arzulardan alakor. Ölümün kaçınılmazlığına inanan kim-senin gözünde dünyalık hazlar önemsizleşir. İbrahim el-Havvas'a (rehimehullahu) «muhabbet nedir» diye sorar-lar. Şu cevabı verir; «İstekleri yoketmek, bütün hacet ve sıfatları yakmak ve kulun kendisini işaretler denizinde boğulmasıdır.» |
| ![]() |
![]() | #378 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | KALBİN HAKİKATİNİ BİLMEK(KENDİ HAREKET VE DURUMUNU KONTROL ETME) KENDİ HAREKET VE DURUMUNU KONTROL ETME Kendi bâtınında bu dört pehlivan ve âmirin bulunduğunu öğrenmiş oluyorsun. O hâlde kendi hareket ve duruşlarını murakabe eyle (kontrol et). Ancak böylece, bu dünyada, bu dörtten hangisine uyduğun anlaşılır. Muhakkak bilmelisin ki, her hareketinden kalbinde bir sıfat hâsıl oluyor. O sıfat da sana benzer. Seninle beraber öbür dünyaya gider. Bu sıfata ahlâk derler. Ahlâkın tamamı da dört pehlivandan meydana gelir. Eğer şehvet hınzırına itaat edersen, sende çirkeflik, murdarlık, hayâsızlık, hırsızlık, yaltakçılık, münafıklık, harislik, çekememezlik, başkalarının elemine memnunluk ve bunun gibi sıfatlar hâsıl olur. Eğer onu elinin altına alır, terbiye eder, aklın ve şeriatın murakabesinde bulundurursan, sende kanaat, kendini tutmak, sabır, haya, namus, zerafet, zühd, kısa emelli olmak ve tamahsızlık sıfatları zahir olur. Gazab (öfke) köpeğine itaat edersen; sende kibir, pervasızlık, pislik, münâkaşa etmek, büyüklük taslamak, aldatmak, kavga aramak, gururlanmak, zulüm etmek, başkalarını küçük görmek, aşağı ve hor bilmek ve insanlara saldırmak gibi sıfatlar meydana gelir. Eğer bu köpeği terbiye edersen, sende sabır, soğukkanlılık, afv, sebat, yiğitlik, sessizlik, cesaret, acıma ve cömertlik sıfatları meydana gelir. Vazifesi, bu hınzırı yerinden kımıldatmak, tahrik etmek ve bunlara cesaret vermek, aldatma ve kandırmayı öğretmek olan o şeytana itaat edersen, sende, hile, hıyanet, huzur bozma, kötü kalbli olma, aldatma ve başka suretlere girme sıfatları zuhur eder. Eğer onu elinin altına alır, onun aldatmalarına ve sûret-i haktan görünmesine kanmazsan, akıl askerinden yardım ararsan, sende zekilik, marifet, ilim, hikmet, insanların arasını bulmak, efendilik ve başkanlık sıfatlan meydana gelir. Sana benzeyen bu güzel ahlâklar, devam eden sâlih amellerin ve saadet tohumun olurlar. Kendisinden kötü ahlâkın meydana geldiği fiillere (işlere) günâh denir. İyi ahlâkın meydana geldiği fiillere de itaat denir. İnsanın hareketleri ve hareketsiz hâlleri bu iki şıkkın dışında değildir. Kalb, parlak bir ayna gibidir. Fena ahlâk ise, aynanın parlaklığını gideren leke ve is gibidir. Onu karartır. Bu zulmet (karartı) sebebiyle Allahü Teâlâ'nın gösterdiği yolu göremez. Önüne perdeler, engeller çıkar. Bu güzel ahlâk ise, kalbe ulaşan nur (ışık) gibidir. Onu mâsiyet (günâh) lekelerinden, karartılarından temizler, Bunun için Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm) «Her günâhtan sonra, bir sevâb işle ki, onu yok etsin» , buyurdu. Kıyamette, parlak kalb de, kara kalb de bir meydanda toplanır. Ayet-i kerîmede, «O günde ki ne mal fâide eder, ne de oğullar. Meğer ki Allah'a (küfr ve nifakdan) tamamen salim bir kalb ile gelenler...» buyuruldu. İnsanın kalbi, yaratılışının başlangıcında, parlak ayna yapılan demir gibidir. Bütün âlem bu aynaya sığar. Dikkat edilirse temiz olur. Edilmezse, tamamen pas tutar. Artık ayna yapılacak hâli kalmaz. Bahusus Allahü Teâlâ buyurun «Hayır, hayır! Yaptıkları sebebiyle kalbleri paslan mistir» |
| ![]() |
![]() | #379 |
Çevrimiçi # Forum Dedesi # ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: KALBİN HAKİKATİNİ BİLMEK(KENDİ HAREKET VE DURUMUNU KONTROL ETME) Gene güzel bir konu eline sağlık +
__________________ Yahudi mi dediniz? onlar yumurtalarini pisirmek icin dunyayi atese vermekten cekinmeyen LANETLILERDIR!!! Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. |
| ![]() |
![]() | #380 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | RECEP AYI VE ÖNEMİ SELAMÜN ALEYKÜM HAYIRLI SABAHLAR RECEP AYININ İLK GÜNÜ HAYIR LAR GETİRSİN EVLERİMİZE RECEB AYI ALLAHÜ TEÂLA’NIN AYIDIR(RECEP AYI DUALARIN KABULÜNE VESİLEDİR) Resûlullâh Efendimiz (s.a.v) “Recep ayı Allâ’ın ayıdır,Şaban benim ayımdır,Ramazan ise ümmetimin ayıdır” buyurdular.Recep ayı,günahları terk içindir.Şabay ayı Allah’ın ahdine vefa ve amel içindir.Ramazan sıdk ve safa içindir. Recep tevbenin kabulüne,Şaban şefaate,Ramazan ise sevapların kat kat olmasına vesiledir. “Recep tohum ekme,şaban sulama,Ramazan ise hasad ayı yani ekip suladığını biçip devşirip toplayacak bir aydır.” Recep öyle bir aydır ki,Allâhü Teâlâ onda işlenen hayırları kat kat sevâb verir. Bu ayda edilen duâ müstecâb (kabul) olur.Onda işlenen küçük günahlar ve hatalar affolunur.Onda işlenen hayrın sevabı gibi günahında cezası kat kat olur. Peygamber Efendimiz(s.a.v) “Yâ Resûlallâh! Receb ayı Allah’ın ayıdır’ ne demektir,” diye sorulunca “Receb Allah’ın ayıdır.Çünkü Receb,Hakk’ın mağfiretine mahsus bir aydır…Bu ayda Allâhü Teâlâ peygamberlerin duasını kabul etmiştir.Bu ayda Allah,evliyasını düşmanlardan kurtarmıştır.” Bir kimse bu ayda oruç tutsa,Allah ona üç türlü lütufta bulunur.Onun geçmiş günahlarını mağfiret eder,kalan hayatında (hayır üzerine bulundukça)onu korur,mahşerde susuzluktan emin kılar. Bir yaşlı zât ayağa kalkıp” Yâ Resûlallah! Ben receb ayının hepsini oruç tutamam” deyince “Sen receb ayının birinci,onbeşinci ve sonuncu günleri oruç tut,hepsini tutmuş gibi olursun .Çünkü hasene on katı ile yazılır,amma ilk cuma gecesinden de gafil olma “ buyurdular. PV [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
| ![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Fotoğraf paylaşımları hk. | M | Duyuru Arşivi | 1 | 21 Ağustos 2019 13:03 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 02 Mart 2018 12:12 |
Günün Müzik Paylaşımları | AsiRuh | Albüm Tanıtımları | 0 | 23 Şubat 2018 10:56 |