IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet odaları

Etiketlenen Kullanıcılar

779Beğeni(ler)

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 17 Mart 2022, 09:27   #1011
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
HADDİNİ BİLMEK-HERŞEY MÜBAHTIR DİYENLERİN DURUMU




EHL-İ İBÂHENİN YANLIŞ VE CAHİLLİK YOLLARI

Her şeye mubah diyenler, Allahü Teâlâ'nın çizdiği huduttan çıktılar. Yanılmaları ve cahillikleri yedi sebepten oldu.

BİRİNCİ SEBEP: Allahü Teâlâ'ya iman etmeyen bir grubun cahilliğidir. Çünkü O'nu hayâl ve vehim hazinesinde aradılar. O'nun nasıl ve ne gibi olduğunu araştırdılar. Bulamayınca inkâr ettiler ve işlerin oluşunu yıldızlara ve tabiata havale ettiler, insanlar, diğer hayvanlar, hikmet ve nizamla dolu bu şaşılacak âlemin kendiliğinden meydana geldiğini, yahut daima var olduğunu veya kendinden haberi olmayan tabii bir şey olmayacağını zannettiler.

Bu kimse, yazılmış güzel bir yazıyı görünce, bunun kudretli, âlim ve irâde sahibi bir kâtib olmaksızın, kendiliğinden yazıldığını veya hep bu şekilde yazılmış bulunduğunu sanan kimse gibidir. Körlüğü bu dereceye gelen kimse, hâdiseleri yanlış açıdan görür! Tabiiyyecilerin ve müneccimlerin yanılma sebeplerine daha evvel işaret eyledik.

İKİNCİ SEBEP: Ahireti anlayamayan bir grubun cahilliğidir. İnsanın nebat [bitkil ve diğer hayvanlar gibi olduğunu, ölünce yok olacağını, ona azab, eziyet, mükâfat olmayacağını zannettiler. Bunun sebebi kendini tanıyamamasıdır. Zira kendi hakkında bilgisi, eşek, öküz ve ağaç kadardır. İnsanın hakikati olan ruhu bilmiyor. Ruh ebedîdir, asla ölmez. Fakat vücud ondan alınır, buna ölüm denir. Bunun esası dördüncü unvanda anlatılacaktır.

ÜÇÜNCÜ SEBEP: Allahü Teâlâ'ya, ve âhirete iman edip, imanı zayıf olan bir grubun cahilliğidir. Şeriatın mânâsını anlayamamışlardır. «Allahü Teâlâ'nın bizim ibadetlerimize ne ihtiyacı ve ne de günahlarımızın ona ziyanı vardır. Zira O hakîm-i mutlaktır, insanların ibadetine ihtiyacı yoktur. O'nun indinde ibadetle günah aynıdır» derler.

Bu cahiller Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulduğunu da görürler: «Nefsini tezkiye eden, elbette kendisi için tezkiye etmiştir» (1). «Mücâhede eden, elbette kendisi için mücâhede etmiştir» (2). «İyilik yapan kendisi için yapmıştır» (3). Bu zavallı, şeriatı bilmeyen bir kimsedir. Şeriatın mânâsını, kendisi için değil, Allahü Teâlâ için iş yapmak olarak anlıyor. Bu şuna benzer ki, hasta perhiz etmez ve «Sözünü dinlerim yahut dinlemem, hekim de ne oluyor?» der.

Bu söz doğrudur, fakat o kimse ölür. Hekime ihtiyacı sebebi ile değil, perhiz etmemek, onu helake götürmüştür. Hekim ona sadece yol göstermiştir. Onun ölümü hekime ne ziyan verir ki! Bedenin hastalığı bu dünyada helake götürdüğü gibi, kalbin hastalığı da öbür dünyada helakine sebep olur!

İlâç ve perhiz bedenin sıhhatine sebep olduğu gibi, tâat, marifet ve günahlardan sakınma da kalbin sıhhat ve selâmetine sebeptir. Hususan âyet-i kerimede. «Allah'ın huzuruna, kalb-i selim ile gelenlerden başkası kurtulamayacaktır» (4), buyuruldu.

DÖRDÜNCÜ SEBEP: Şeriatı, yukardaki sebepten başka bir sebeple anlayamayanların cahilliğidir. «Şerîat, kalbi; şehvetten, kızgınlıktan ve gösterişten temizleyin» diye emrediyor. Bu ise mümkün değildir. Çünkü, insan bunlardan yaratılmıştır. Bu, bir kimsenin siyah bir bezi beyaz yapmak istemesine benzer. O hâlde, «Bu istekle meşgul olmak muhaldir!» derler.

Bu ahmaklar, şerîatin böyle emretmediğini, bilâkis kızgınlığı ve şehveti terbiye etmeyi emrettiğini bilmiyorlar. Bu kızgınlık ve şehveti o şekilde kullanmak lâzımdır ki, şeriata ve akla hükmetmesin, itaatsizlikte bulunmasın, şeriatin hududunu muhafaza etsin ve küçük günahlarının affedilmesi ve bağışlanması için büyük günahlara yanaşmasın. Bu mümkündür. Birçok kimse buna nail olmuştur.

Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Kızgınlık ve şehvet lâzım değildir» buyurmadı. Kendilerinin dokuz hanımı var. Buyurdu ki: «Ben insanım, insanlar gibi ben de kızarım» (5). Allahü Teâlâ, «Gazabını, kızgınlığını yenenler ve insanlardan sâdır olanları afv edenler» (6) âyet-i kerimesi ile kendisinde kızgınlık olmayanları değil, kızgınlığını yenenleri medh ediyor.

BEŞİNCİ SEBEP: Allahü Teâlâ'nın sıfatlarını anlayamayanların cahilliğidir. «Allahü Teâlâ Rahim ve Kerimdir. Hangi şekilde olursa olsun bize merhamet eyler», derler. Kerîm olduğu gibi şiddetli azab edici olduğunu bilmiyorlar.

Rahim ve Kerim olduğu hâlde, birçok insanı bu dünyada belâ, hastalık ve açlık içinde bulundurduğunu görmüyorlar. Yine görmüyorlar ki, ziraat ve ticaretle uğraşmayınca mala kavuşamıyorlar, gayret sarfetmeyince ilim öğrenemiyorlar. Fakat, dünya isteklerinde kusur etmiyorlar ve Allah Kerim'dir, Rahim'dir, ticaret ve ziraat ile meşgul olmaksızın rızkımızı verir demiyorlar. Halbuki Allahü Teâlâ, rızkı kendi üzerine almıştır.

Bahusus âyet-i kerimede, «Yeryüzünde, rızkı Allah üzerinde olmayan bir canlı yoktur» (7). buyurulmuştur. Ahiret işini amellere havale edip buyuruyor ki: «İnsan için çalışıp kazandığından başka bir şey yoktur» (8). O'nun keremine iman etmedikleri için dünyadan ve nzık aramaktan vazgeçmiyorlar. Ahiret için söyleneni de dilden bırakmıyorlar. Bu ise şeytanın telkinidir ve asılsızdır.

ALTINCI SEBEP: Mağrur olanların cahilliğidir. «Biz öyle bir makama ulaştık ki, günah bize zarar vermez. Bizim dinimiz büyük havuz olmuştur, necis olmaz», derler. Bu ahmakların pek çoğu o kadar basittirler ki, eğer bir kimse, onları küçük düşüren bir söz söylese ve gururlarını kırsa, hayatları boyunca ona düşman kesilirler, onların istediği bir lokmayı onlara vermese, dünya kendilerine dar ve zindan olur. İnsanlıkta, daha büyük havuz mevkiine erişemeyen ve yaptıklarından sıkılmayan bu aptalların bu büyüklük dâvalan nasıl doğru olur?

Faraza bu kimse, düşmanlık, şehvet, gösteriş ve kızgınlığın yanına yanaşamadığı bir kimse bile olsa, bu dâvasında mazur sayılmaz. Çünkü onun derecesi peygamberler derecesini geçemez. Halbuki onlar (peygamberler) hata ve kusur işleme korkusundan feryad ederler ve ağlarlardı.

Ve özürlerinin kabulüne çalışırlardı! Ashâb-ı kirâm'ın ileri gelenleri küçük günahlardan da kaçınırlardı ve hattâ şüphe korkusuyla helâle bile yanaşmazlardı. O hâlde bu ahmak, şeytanın hiylelerine kapılmadığını ve derecesinin peygamberler ve sıddıklar derecesinden üstün olduğunu nereden bilmiştir.

Eğer, «Evet; peygamberler böyle idiler. Fakat yaptıklarını insanların selâmeti için yaparlardı» derse, kendisini görenlerin helak olduğunu gördüğü hâlde niçin o da halkın selâmeti için aynı şeyleri yapmıyor. Eğer, halkın helaki bana zarar vermez derse, Peygamberin, (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunda niçin ziyanı olsun?

Eğer bunda bir ziyan bulmasaydı kendini takva zorluklarına niçin atar ve sadakadan kendisine verilen bir hurmayı ağzından çıkarıp niçin yemezdi? Yemiş olsaydı, herkese yemesi mubah olan bu hurmadan insanlara ne ziyan gelirdi.

Eğer zararı varsa, şarap kadehlerinin bu ahmak'a niçin ziyanı olmasın. Son olarak diyelim ki, onun derecesi peygamberlerin derecesinden yüksek değildir. Yoksa onun yüz kadeh şarabın günahı, Peygamberimizin (aleyhisselâm) sadakadan verilen bir hurmayı yemesi günahından fazla değil midir?

Yoksa kendisine verdiği paye sebebiyle, yüz kadeh şarap kendisini ifsâd etmiyor, değiştirmiyor da, Peygamber Efendimize (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir bardak su kâfi görülüp, bir hurma onun hâlini değiştiriyor mu? Bundan anlaşılan, bu kimse yuları şeytanin eline vermiştir. Akıllıların bundan bahsetmesi yahut onunla alay etmeleri, lüzumsuzdur. Cihanın aptalları bile onun hâline gülerler!

Ama, din büyükleri; isteklerini esir etmeyen ve murakabede bulundurmayanların insanlıkla alâkası olmadığını, böyle kimselerin hayvan olduğunu anlayanlardır. O hâlde, bununla insan nefsinin hileci ve aldatıcı olduğu, daima yanlış iddiada bulunduğunu söylemesi ile anlaşılır.

Böyle kimseden delil istenir. Onun doğruluğuna, kendi hükmü ile değil, şeriatın hükmü ile elbette bir delil yoktur. Eğer isteyerek bütün varlığını buna veriyorsa doğru söylüyor. Eğer, ruhsat, te'vil ve hile ile şeriatın hükümlerinden ayrılmak istiyorsa, şeytanın kölesi olmuştur.

Bununla beraber, velilik dâvasında da bulunmaktadır. Bu delili son nefesine kadar ondan istemek lâzımdır. Yoksa, mağrur ve aldanmış kalıp helak olur. Bedenin şeriata uydurulması, Müslümanlığın birinci derecesidir.

YEDİNCİ SEBEP: Cahillikten değil, gaflet ve şehvetten meydana gelir. Bunlar her şeyi mubah gören gruptur ki, bu şüphelerden geçmişler, hiçbir şey duymaz olmuşlar. Fakat bir kimse bu grubun ibâhet [mübah kılma, serbest bırakma] yolunda gittiklerini, fesat çıkardıklarını, yaldızlı sözler söylediklerini, evliyalık ve tasavvuf iddia ettiklerini, onlara mahsus elbise giydiklerini görür.

Onun da tabiatına bu hoş gelir, böylece tabiatına şehvet ve bozukluk hâkim olur. Fesat çıkarmaya razı olmaz ve, «Bana bundan bir ceza gelecektir» demez. Çünkü o zaman o fesat ona acı gelir. Hattâ der ki: «Bu, hiçbir fesat [bozukluk] değildir.

Söylenen lâftır ve töhmet altında bırakmaktır». Ama ne töhmetin, ne de lâfın mânâsını bilir. Bu şehvet ve arzularla dolu gafil bir kimsedir. Şeytan onu istediği gibi yapmıştır. Söz ile düzelmez. Çünkü, şüphesi sözle meydana gelmiş değildir.

Bu gibi insanların çoğu, Allahü Teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduklarındandır: «Muhakkak ki biz onu (Kur'ân-ı Kerim'i) anlamamaları için kalblerine örtü, kulaklarına ağırlık verdik. Onları doğru yola ve hidâyete çağırsan da asla yola gelmezler» (9). Ve yine Allahü Teâlâ buyuruyor: «Kur'ân-ı Kerîm'den Rabbinin birliğsini söylesen, nefret edip, yüz dönüp giderler» (10). O hâlde, onlarla, delil, hüccet getirmekle iş yapmaktansa kılıçla iş yapmak (onları öldürmek) daha iyidir.

Ehl-i ibâhenin yanlışlıkları ve onlara nasihat vermek hakkında bu kadar söz yeter. Bu unvanda bahsedilenlerin sebebi, ya kendini bilmemek, ya Allahü Teâlâ'yı bilmemek, ya şerîat denen, kendinden Allahü Teâlâ'ya giden yolu bilmemektir.

Bunun gibi tabiatına, yaratıhşına uygun gelen bir işte bilgisizliğin giderilmesi zor olur. Bunun için bir grup insanlar vardır ki, şüphe etmeksizin ibâhet yolunda yürürler ve derler ki; «Biz serbestiz». Onlara, hangi işte serbestsiniz diye sorarsanız, söyleyemezler.

Çünkü onda ne istek var, ne de şüphe. Bunun hâli, hekime gidip hastayım diyen, fakat hastalığını (neresi ağrıdığını) söylemeyen, böylece neresi ağrıdığı belli olmayınca kendisine ilâç yapılamayan hastaya benzer. Ona söylenecek en doğru söz, «Dilediğin gibi yap, fakat sen mahlûksun, seni yaratan âlim ve kaadirdir. Dilediğini yapabilir. Bunda şüphen olmasın» sözüdür. Bu mânâ ona, açıkladığımız şekilde delil göstererek anlatılır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Alt 18 Mart 2022, 07:18   #1012
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
BU GÜNÜN DUASI 18-03-2022




BÜYÜK BİR SIKINTI İÇİNDE OLANLAR,
70 AYETEL KÜRSİ OKUYUNUZ.

Çok büyük sıkıntı içinde iseniz Âyetel Kürsi
okuyunuz.Okuma şekli aşağıda verilmiştir.
Çok önemli bir istek veya çok önemli bir
sıkıntınız olduğunda (313) Ayetel Kürsi
okuyunuz..

Okuma şekli :

Ayet-el Kürsi okurken bu ayete gelince “
ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul
azîm(azîmu).” 7 defa okunur.Eğer daha
kısa zamanda olmasını isterseniz (70)
defa okunur.

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي
السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ
عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْض
َ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

“Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul
kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ
nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ
fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi
iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ
halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî
illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel
ard(arda), ve “lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve
huvel aliyyul azîm(azîmu).” bu kısım 7 defa
okunacaktır.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:23   #1013
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
ZİNDAN DA BİR GÜZEL İNSAN -Ahsen-ül Kasas( HİKAYE)




Ahsen-ül Kasas

Başlıkta okuduğumuz terkip, 'Kıssaların en güzeli' demektir. Bu tâbir, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz.

Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır'a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim'dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh'ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir.

Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, 'Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.' (S. Yûsuf, 33)

Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)'un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat'î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükümdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı.

Bunlardan biri,

- Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.

Öbürü ise;

- Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler.

Dahhak rahımehullah hazretlerine;

- Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi:

- O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi.


Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki:

- Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm.

Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir.

Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:

- Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub'un dînine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler.

Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?

Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir.

Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

-' Beni efendinin yanında an, benden bahset.

Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki 'üzkürnî ınde rabbik' kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır:

Burçlar, aylar on ikidir. 'Lâ ilâhe illallah' ve 'Muhammedün Resûlüllah'ın asılları da on ikişer harftir.

Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu'l-Beyan)

Yûsuf aleyhisselâm, Mısır'ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır.

Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı'nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm'ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur.

Onun içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm'de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, 'Ahsenü'l-Kasas' tâbir edilmiştir.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:26   #1014
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
HAYIR VE ŞER İKİ DALLI MEYVE AĞACI GİBİDİR .. KALBİN İNCELİKLERİ




"HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR"
HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE

Hayrı ve şerri iki cins meyve gör. Bunların kökü, bittiği yer aynı... Aynı ağacın iki ayrı dalında yetişirler. Fakat biri tatlı, biri acı... Bir dalda beldeler, iklimler, küreler bulunur. İşte bu dal da meyve yüklüdür. Ve bu meyve acıdır. Bundan uzaklaş, her şeyi ile ondan uzak ol...

Tatlı ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi(*) ol...

Bu dalları ve meyvelerini iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Fakat, sabret ve onun yetişmesini bekle... Ve kuvvetli ol.

Sakın ve çok çekin!.. Acı ve tatsız meyveli dala yanaşma. Ondan yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.

Daima dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın Peygamber’inin (S:A) emri olmalı. Bu ölçüler elinde olmadan meyveleri ayırt etmek senin için kolay olmaz. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve emniyet içinde olursun.

Şunu iyi bil ki bütün bu kötülükler, o acı meyveden doğar. Onu terkettiğin an felaket ve beladan uzak kalırsın.

Her iki meyveyi de önüne koy ve bak. Şekilleri aynı, tatları ayrıdır. Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin. Ona el atar, hata edersin. Ve onu bu hatanın mükafatı (!) yersin.

Belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin, dimağını boza. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Bütün acılığı damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar. Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki... Bu durumda belki bir an kendine gelir, ağzındaki acıyı gidermek için su alırsın, ama çaresiz... Hiçbir fayda vermez. Çünkü o zehir vücuduna yayılmıştır...

Eğer ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyvayı yeseydin, durum böyle olmazdı. Her halinde iyilik görünür ve bütün varlığın hoşlukta toplanırdı...

Hal malum... İkinci bir iş yapman lazım.Bu muhakkak bilinmelidir ki, ilinci sefer el atacağın acı meyva olmamalı. Eğer bir daha düşersen kalkman zor olur. Az önce anlattıklarım, birer birer felaket halinde başına çöker, kurtulamazsın.

İyilik timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmemezlikten gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla olmağa alış,hak ölçüleri elden bırakmamağa çabala...

(*) Hâdim: Hizmet edeni

Bir daha hatırlatmak lazım gelirse Bunların faili , ilâhi kudret ve yürüten o kuvvettir. Asıl ki Allah-ü Taâla:

- “Allah, sizi ve yaptığınız işleri halk etti.”

Buyurur, Peygamber (S.A.) efendimiz de bu manaya işaret ederek şöyle buyurur:

-

Kulların yaptıkları iş, bizzat ilâhî kudretin eseridir. Yapılan işin ne olacağını Allah haber veriyor:

İşte bu durum, hâlikle mahlûK arasındaki farkı gösterir. Allah yaratır, kul iradesini kullanarak kesbeder.(*)

Cennet, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyade yapılan iyi amellerle verilir.

Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

- < Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>

Buna karşılık sahabe:

-

Diye sorunca, cevaben:

-

Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A rivayet etmiştir.

Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakka teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde olursun.

Dünyadaki kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:

- “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.

Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:

- “Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.”

Şükreden bir müminin yanında bela ne arar. Çünkü afiyet ona beladan daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar. Allah-ü Taâla şöyle buyuruyor:

- “Eğer şükrederseniz rahatınız artar.”

(*) Kesb: Çalışıp kazanmak.

İman nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür. Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir. O azim azap ateşini söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez. Kuvvetli bir iman sahibine bela yanaşmaz. Şu var ki; o belalı insan ilâhi cezbeye kapılan büyük bir veli ola... Elbette o aziz kulun başından bela eksik olmaz. Çünkü bu hal, onu dünyada kötülüklerden saklar.

Birçok bela çeşitleri vardır. İnsanın dünyevi sefahattan korunması için paradan yana nasipsiz olur. Şehevi arzuların ölmesi için, bazı zahirde nimet gibi görünen şeylerden mahrum olur. Halkın, sahte teveccühünden azad olması için, sevgilerini kazanamaz; çeşitli isimler takar, ondan hoşlanmazlar.

Bu hal dışında bir felaket gibi görülür; fakat değildir. O bilir ki; her önüne gelen insanla sohbet, onların sahte sevgisini kazanmak, onlarla geceli gündüzlü oturup bir manevi zarardır.

Manen yükselmeğe namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara duçardır; fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.

Bu, zahirde bir bela gibi görünen ilahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hak’kın tevhidinden başka bir şey kalmaz. Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Nura kavuşmak, Hakka ermek ve O’na kurbiyetin yolu oradan geçer.

Bu kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Âyet;

- “Allah, iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.”

Bir kalbde iki sevgi yaşayamaz.

- “Padişahlar bir beldeye girince orayı darmadağın ederler. Eşrafını zelil ederler.”

İşte bu sebeptendir ki; İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz olmaz. Kalbinden kötülükleri at; göreceksin ki, ilâhi feyz her yanını sarmış...

Kalbindeki sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca olunca senden iyi hareket çıkmaz. Her hareketin isyan, boş ve lüzumsuz şeyler olur. Çünkü senin efendin şeytan olmuştur. Ama kalbinde İlâhi sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden yok oluyor. Zaten kalb yalnız ilâhi tevhid ve ilâhi marifet için yaratılmıştır, daha sonra bir şey eklemek icap ederse; Kalb, içinde Allah sevgisi yaşadıkça kalb’dir... İlâhi feyzin süre insan için faydalıdır.

İşte anlatılanlar ve hadiseler gösteriyor ki, ilâhi rahmete erişmek için her maddi varlıktan ve sevgiden kalbi temiz tutmak gerek. Bu temizlik kolay olmaz; bir çok belalar ve felaketler insanı sarar.

Her hangi bir felaket karşısında insan, azmini kaybetmeyecek. Çünkü o bir nevi nimettir. İyi düşünülürse, belanın en büyüğü Peygamberlere ve onların yakınlarına, daha sonra sırasıyla olmuştur. Bu durumu Peygamber S.A Efendimiz şöyle haber verir:

- “Biz Peygamberler zümresi, diğer insanlara nazaran belanınen büyüğünü yüklenmişiz. Daha sonra sırası ile....”

- “Allah’ı en çok ben bilirim ve O’ndan ençok korkarım.”

İkinci Hadis-i Şerif’de, büyük bir manaya işaret vardır. Sultana yakınlık hasıl olunca, o nisbette korku ve çekinme çoğalır. Sebebi: Padişahın gözü önündedir, hiçbir hareketi onun gözünden kaçmaz. En küçük hatası dahi görülür ve ona göre ceza çeker.

Burada şöyle bir soru akla gelir:

- “İnsanlar Allah’a göre tek şahıs hükmündedir. Hiçbir hareket ondan gizli değildir. O halde: “ Padişaha yakın olana ayrı ceza verilir şeklindeki cümlenin manası nedir?”

Biz buna cevap olarak deriz ki:

- “Derece yükseldikçe, rütbe büyüdükçe hatalar gözle görülür; çünkü insan hata işlemeğe daima meyyaldir. Bu halde, verilmiş olan nimetlerin en ufağını dahi azımsayan, büyük hatalı sayılır. Daima şükretmek her kula vazifedir ama, o seçilmiş kul için en büyük vazifedir. Bu arada şunu da söylemek caizdir: Bir veli ve bir Allah dostu için, azıcık ibadetten yaya kalma büyük bir hatadır; kullukta noksandır. Allah-ü Taâla bu durumu şöyle anlatır:

- “Ey peygamberlerin hanımları sizden her hanginiz bir hata yaparsa, diğer hanımlara nazaran cezası iki misli olur.”

İşte görülüyor ki, derece farkı mevcuttur. Bu sebepten Allah-ü Taâla peygamberin zevceleri ile diğerlerini ayırıyor. Hal böyle olunca, Allah’ın rahmet ve feyzine vasıl olanların ayrı durumunu takdir kolay olur:

Allah-ü Taâla bütün benzerliklerden beridir. Halktan O’na bir şey benzemez. İşiten ve gören O’dur. Doğru yola Allah hidayet eder.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:29   #1015
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İBRETLİK OLAYLAR - BİR HİKAYE




İMDAT SİNYALLERİNDEKİ MÜJDE


Geçimini balıkçılıktan sağlayan Hollanda'nın ufak bir balıkçı köyü,
denizde meydana gelebilecek acil durumlar için gönüllü çalışacak bir kurtarma ekibi kurarlar.

Bir gece çok şiddetli bir fırtına çıkar ve bir balıkçı teknesi denizde mahsur kalır.
Teknenin tayfaları çaresiz kalıp, çevreye SOS sinyalleri gönderirler.
Köyün gönüllü kurtarma ekibi sinyalleri alır ve denize açılmak için hemen hazırlıklara girişirler.

Tüm köyy halkı ellerinde fenerlerle heyecan içinde deniz kenarında toplanmış,
mahsur kalan balıkçıların kurtarılmasını beklemektedirler. Kurtarma ekibi, hazırlıklarını tamamlayarak
teknelerini denize indirip dalgalarla boğuşa boğuşa denize açılırlar.

Bir saat sonra kurtarma ekibi sisin içinden gözüktüğünde köy halkının neşeli haykırışlarıyla karşılanır.

Kurtarma ekibi bitkin vaziyette sahile vardığında, kaptan, denizdeki kazazedelerin tümünü, teknenin
alabora olma tehlikesinden dolayı alamadıklarını ve bir kişiyi denizde bırakmak zorunda kaldıklarını anlatır.

Kaptan, çaresizlik içinde geride bıraktıkları kişiyi kurtarmak için bir başka teknenin hemen gitmesi
gerektiğini söyler. Bu sözler üzerine köyün on altı yaşındaki delikanlısı Hans, kaptana doğru ilerlemeye
başlayınca annesi oğlunun elini yakalayıp oğluna yalvarmaya başlar:

"Oğlum, lütfen gitme. Baban bundan on yıl önce bir deniz kazasında öldü,
ağabeyin Paul ise üç haftadır denizden dönmedi, kayıp. Hans, senden başka kimsem yok, gitme oğlum."

Hans annesinin yaşlı gözlerine bakarak şöyle der:

"Anne, gitmem gerek. Herkes, 'Ben gidemem, bir başkası gitsin' derse ne olur?
Anne, bu kez görev sırası bende. Sıra geldiğinde herkes üsütüne düşeni yapmak zorundadır."

Hans, gözü yaşlı anasına sarılır ve gecenin karanlığından gözden kaybolur.

Bir saat kadar bir süre geçer, ama geçen bu süre acılı anneye bir asır gibi gelir.
Sonunda tekne sisten çıkıp sahilden gözükmeye başladığında sahildekiler heyecanla tekneye seslenirler:
"Kayıp denizciyi buldunuz mu?"

Cesur delikanlı heyecanla karadakilere seslenir: "Evet, bulduk.
Anneme müjde verin. Kayıp denizci ağabeyim Paulmuş!"

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:31   #1016
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
HAZIRCEVAP İNSANLARDAN GÜZEL NÜKTELER




Şans

Bir filozofa sormuslar:
"Şansa inanir misiniz?" Filozof :
"Evet, yoksa sevmedigim insanlarin basarisini neyle aciklardim."

Zekâ

Bir bilgeye sordular: - Bir insanın zekasını nerden anlarsınız: -Konuşmasından -Ya hiç konuşmazsa. -O kadar akıllı insan yoktur ki?

Servet

Meşhur bir filozofa:
- Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar
fakirsiniz?
diye sorulduğunda:
- Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.

Bomboş

Adamın biri yakışıklı ve iyi giyinen bir gençle tanıştığında, onun son derece ahmakça sözler söylediğini görmüş ve kendisine, onun hakkındaki fikirleri soranlara şu cevabı vermiş:
- Muhteşem bir ev. Fakat içinde kimse yok. Bomboş.

Zaman Nedir?

Bir toplantı sırasında, o yörenin en bilge kişisine " Zaman nedir?" diye sorduklarında, ondan şu cevabı alırlar:
- Şimdi zamanı anlatacak kadar zamanım yok.

Tecrübe

İdam edilmek üzere olan bir mahkuma:
- Diyeceğin bir şey var mı? Diye sorduklarında
- Tecrübe kazandım, cevabını vermiş. Bu bana bir ders oldu.

Ne Zaman?

Amerikalı iş adamı, Çinliyle alay ederek sormuş.
- Mezarlarınıza koyduğunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
- Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

Alanlar Gelseydi

Bir sergide ünlü romancı, ressam arkadaşına: "Kutlarım sergi açılışına bakanlar gelmiş" Bunun üzerine Ressam: "Ne önemi var ki, bakanlar geleceğine, keşke biraz da alanlar gelseydi. " der.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:37   #1017
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
MEVTAYA EŞLİK EDEN MELEKLER HAKKINDA .. ÖLÜNÜN AHİRET YOLCULUĞUNDAKİ YOL ARKADAŞLARI




Ölünün Başında Duran Melek Ve Ruhaniler
Sahih tariklerle Berâ bin Âzip (Radıyallahû anh'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«Ensardan bir adamın cenazesine Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile beraber çıktık. Henüz onu kabre koymamıştılar. Re-sûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) oturdu. Biz de etrafında otur*duk. —Sanki üstümüzde kuş vardı— Resûlullah'ın elinde bir değnek vardı. Onunla yeri kazıyordu. Başını kaldırdı; iki veya üç sefer kab*rin azabından Allaha sığınırım,- dedi.

Sonra şöyle buyurdu: Mümin kul, dünyadan ilişkisi kesilip âhi-rete yöneleceği zaman, gökten beyaz elbiseli melekler üstüne iner*ler. Yüzleri sanki, güneş gibidir. Cennetten kefen ve mumyaları geti*rirler. Ona göz uzaklığı kadar yaklaşınca dururlar. Sonra ölüm meleği gelir. Ta baş ucunda oturur. Ona der:

«Ey nefsi mutmainne; Allah'ın mağfiret ve rızâsına çık. (Bu*yurdu ki) Siz başka şekilde görseniz de su testiden akar gibi onun. ruhu cesedinden akar. Melekü'1-mevt, ruhunu alır. Alırken o, me*lekler ruhu ona hemen teslim etmezler. O kefen ve o mumyaya ko*yarak teslim ederler. Yeryüzündeki en güzel koku gibi, bir koku on*dan çıkar.

O, melekler onu yükseltirler. Diğer meleklerin toplulukları yanından geçerken, onlar «bu hoş güzel ruh kimdir?» derler. Diğer*leri; «Filan oğlu filan» derler. Dünyadaki en güzel isimleriyle onu yad ederler. Sonra, dünya göğüne varırlar, açmak isterler, onlara açılır. Her göğün mukarreb melekleri bir üsttekine teslim edinceye kadar onları teşyi' ederler. Böyle giderler, tâ yedinci göğe varırlar. Orda Allah buyuruyor:

«Bu kulumun kitabını (isim defterini) ala-yi illiyinde yazın vj onu dünyaya iade edin. Çünkü «ben onları yerden yarattım. Ve bıi lan yere iade ediyorum. Ve bir daha onları ondan çıkartacağım.) (Ayet meali)

Ruhu cesedine dönünce iki melek gelip onu oturturlar ve:

Rabbin kimdir? derler.

O:

— Rabbim Allahtır, der. Onlar:

— Dinin nedir? O:

— Dinim İslam'dır, der. Onlar:

—Size gönderilen bu adam kimdir? O:

— Allah'ın Resulüdür, der. Onlar:

— Nerden biliyorsun?

O:

— Allah'ın kitabını okudum, ona iman ettim, der. Bunun üzerine gökten bir ses gelir ki •.

— Kulum doğru söyledi, ona Cennetten bir yer do şeyin ve Cen*net elbiselerinden giydirin ve ona Cennete bir kapı açın. Ona bir ka*pı açılır. Cennetin kokusu, hoş rahilalar ona gelir. Kabri gözün gö*receği kadar genişlenir. Sonra ona güzel yüzlü, hoş kokulu, güzel elbiseli bir adam gelir. Ona der:

— Sana müjde, sana va'd edilen gün işte bu gündür. Ölen o adama:

— Sen kimsin? Hayırlı bir yüzün var, der. Adam:

— Ben senin salih amellerinim, der. Ölü sevincinden artık:

— Yâ Rabbi! Kıyameti kopar, kıyameti kopar ta mal ve enlime kavuşayım, der. ,

(Buyurdu ki) kâfir kul dünyadan ilişkisi kesileceği, âhirette yö*neleceği zaman, gökten siyah yüzlü melekler üstüne inerler. Bera*berlerinde sert kıllardan yapılmış plaslar var. Göz görecek kadar kişi, yakınına otururlar. Sonra ölüm meleği gelir. Baş ucunda oturur

__Ey habis nefis! Allah'ın kahır ve gazabına çık, der, ruhu cesedinde dağılır. Dağılmış yüzden bir yan dişleri çekilir gibi ruhunu cesedinden çeker. Ölüm meleği ruhunu aldığı zaman, azap melek*leri hemen onu ona teslim etmezler. Onu o kıl plaslaruıda sararlar. Ondan yeryüzünün en pis kokusu gibi pis bir koku çıkar. Sonra b melekler onu göğe çıkartırlar, her melek topluluğuna varınca, «Ne bu habis ruh» derler.

Azap melekleri:

—Falan oğlu filan diye dünyada en çirkin ismiyle onu yâd eden*ler. Ve onu götürdüklerinde dünya göğüne varınca, açmak isterler. Onlara açılmaz. Sonra Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)

«Onlara gök kapıları açılmaz» (Araf, 40) mealindeki ayeti okık-du. Ve:

«Allah buyuruyor ki, bunun ismini yerin dip çamurunda yaîa-nız diye söyledi. Sonra şu âyeti:

«Allah'a şirk koşan kişi, sanki gökten düşmüş, kartal onu kapifiış veya hava onu uzak bir yere atmış gibidir.» mealindeki ayeti okudu ve şöyle devam etti:

Sonra ruhu cesedine döner, ona iki melek gelir. Onu oturtu in Ona:

—- Rabbin kimdir, derler.

O:

— Ha! Bilmiyorum, der.

— Dinin nedir, derler. O yine:

— Ha! Bilmiyorum, der.

— Bu sîze gönderilen adam kimdri? derler, o yine

— Ha! Bilmiyorum, der. Bunun üzerine gökten bir ses geliri:

— Bu kulum yalan söyledi, ona cehennemden bir yer döşei ateşten onu giydirin. Cehennemden ona bir kapı açın ki, sıcaklığı j ve dumanı o kapıdan ona gelsin, denilir.

Kabri daralır, kaburgaları iç içe girer. Sonra, çirkin yüzlü çir*kin elbiseli, pis kokulu bir adam yanına gelir. Ona:

— Sana hoş gelmeyen şeyler ile müjdelen! Senin va'd edildiğin günün işte budur, denilir. O, ona:

— Kimsin, der. Adam:

— Ben senin pis amelinim, deyince:

— Yâ Rabbi Kıyameti koparma, kıyameti koparma, diye söyle*meye başlar.

Temim-ed-Darî (Radıyallahû anh)'dan rivayet edildiğine1 göre;

Besûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Allah ölüm meleğine emrediyor ki, veli kuluma git, onu bana getir. Çünkü ben onu darda da sevinçte de tecrübe ettim. Onu iste*diğim gibi buldum. Git onu bana getir de onu dünya merak ve gam*larından kurtarayım.»

Ölüm meleği beraberindeki beşyüz melekle çıkar. Beraberlerin*de Cennet kefen ve mumyaları ve reyhan demetleri de vardır. Her demet asıl bir tanedir, başında yirmi renk her rengin yanında rengin kokusundan başka ayrı bir kokusu vardır. Ve beraberlerinde en gü*zel misk kokulu, beyaz ipekler bulunur.

Ölüm meleği, baş ucunda oturur. Melekler etrafını sararlar. Her birisi elini bir azasına koyar. O beyaz ipek ve güzel koku, yanağı*nın altına konulur. Ona Cennete bir kapı açılır.

Çocuk ağlarken avutulduğu gibi, nefsi Cennet nimetleriyle, ba-zan hurileriyle, bazan elbiseleriyle, bazan de, meyveleriyle avutu*lur. Cennetteki hurileri onu sevinçle karşılarlar. Ruhu o nimetlere atlamak ister. Ölüm meleği de ona:

«Ey güzel ruh eğilmiş ağaçlara, düzgün salkımlara, uzun göl*gelere, akan sulara çık» der.

Ölüm meleği o veliye ananın evlâdına olan şefkatinden daha fazla şefkatlidir. Bilir ki o ruh Allah'ın sevdiği birisidir. Allah'a kar*şı kerimdir. O melek o ruha iyi davranmakla, Allah'ın rızasını elde etmek ister. Sonra, kıl hamurdan çekilir gibi, ruhu o cesedden çıkar.

O ruh çıkınca melekler etrafım alır, ona: «Selam size yaptığınızla Cennette giriniz» derler.

İşte bu, şu âyet-i kerimenin mânâsıdır:

Onlar ki melekler, güzelce ruhlarını alırlar. «Selam size yaptı*ğınızla Cennete giriniz [1]derler.

Sonra Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şu âyeti okudu :

«Eğer o mukarrebin (Allah'a yakın olanlar) den İse, onun için favh, reyhan ve nimet Cenneti vardır.»[2]

Buyurdu ki:

«Ravh, ölüm meşakkatinden kurtulmaktır. Reyhan ise, ruhu çı*karken karşılaştığı şeydir. Cenneti ise onun önündedir.

Ölüm meleği, ruhu aldığında, ruh, cesede der: Allah karşılığını versin, beni hızla Allah'ın taatine göttirüyordun. Onun masiyetin-den çekiyordun. Tebrik ederim seni, beni de kurtardın, kendin de kurtuldun. Cesed de ruhun aynisini,» der.

Sonra Resûlullah buyurdu ki:

«Üzerinde Allah'a itaat ettiği sahalar ve amelinin göğe çıktığı ve onda rızkı indiği her kapı kırk gün onun Öldüğüne ağlarlar. Ruhu alındığı zaman o beşyüz melek, önünde dururlar. İnsanlar etrafını çevirmeden melekler çevirirler. Onlar, onu tekfin etmeden melekler getirdikleri kefenleri serip mumyalarlar. Yani hoş kokular sürerler, ilaçlarlar. Melekler evinden kabrine kadar ikişer sura olarak dizi*lirler, istiğfar ile onu karşılarlar.

O zaman İblis, kemikleri kıracak bir sesle bağırır. Ve askerleri*ne der:

— Yazık size bu kul sizden nasıl kurtuldu? Onlar:

— Bu masum ve dokunulmaz idi, derler.

Ölüm meleği, onun ruhunu göğe çıkarttığı zaman, Cebrail ve yetmiş bin melek onu karşılarlar. Rabbinden ona müjde getirirler Ölüm meleği o ruhla Arşa varınca, ruh, Eabbi için secdeye ka-j panır. Allah, ölüm meleğine deri

— Kulumun ruhunu götür, eğilmiş ağaçlar, düzgün salkımlar.' uzun gölgeler, akan suların yanma (Cennete) bırak.

Kabre konulduğu zaman, namaz sağma gelir, oruç soluna gider,' Kur'an ve zikir baş ucunda dururlar. Namaza yürümesi ayak ucun-j da durur, sabır, kabrinin kenarında durur

Allah bir yığın azap gönderir. Azap ona yaklaşır. Namaz ona:;;

— Uzaklaş! Vallahi o ömrü boyunca beni bırakmadı. İşte şimdiş kabre konulduğu zaman istirahat etti, der. Azap solundan girmeye'i kalkışır, bu sefer oruç da aynı şeyi söyler. Baş ucundan gelir, yinei ona aynı şey söylenir. Hiç bir taraftan azap ona yanaşamaz. Azap bir; kapı bulmak için uğraşır. Fakat, ibadetin Allah'ın velisini her ta*raftan koruduğunu görünce kalkar, gider.

Sabır diğer amellere der:

— Onunla direkt karşılaşıp onu geri çevirebilirdim. Fakat, bek*ledim. Eğer siz aciz kalsaydmiz ben hakkından gelirdim. Lâkin siz madem bu işi yerine getirdiniz, işte ben Sıratta ve mizanda onun za-hiresiyim.

Resûlullah buyurdu ki: (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)

«Allah iki melek gönderir, gözleri kapan şimşek gibi, sesi her' şeyi yakan gök gürültüsü gibi, dişleri geyik boynuzu gibidir. Nefesleri alev gibidir. Kılları içinde gömülmüşlerdir. Omuzlarının mesji fesi bir mesire kadar geniş. Müminler hariç hiç kimseye şefkat ve rahmet etmezler. Onlara Münker-Nekir denilir; her birinin elinde bir topuz var, bütün ins ve cin birleşse, yerinden kımıldamazlar. Ona'j «otur» derler, o da kabrinde oturarak doğrulur. Kefenleri gövdeyej iner. Ona derler; «Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kim-j dir? O:

«Rabbim Allah'dır, birdir. Ortağı yoktur. İslam dinimdir. Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) peygamberimdir ve peygam*berlerin en sonuncusudur.» O melekler ona

«Doğru söyledin,» derler. Kabrinin önünden, arkasından, jsağın-dan, solundan, altından, üstünden itip genişletirler. Sonra ona

«Üstüne bak, derler. O da bakar ki Cennetten bir kapı açünuşi ona

«Ey Allah'm velisi! İşte evin budur, Allah'a itaat ettiğinden do*layı sana verildi» derler.

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi, ve Sellem) buyurdu ki, Muham-med'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o zaman o meyitin kalbine öyle bir sevinç gelir ki, ebediyyen ondan gitmez.

Sonra o melekler ona der:

— Altına bak. O da bakar, görür ki Cehenneme açılmış bir ka*pıdır. O iki melek ona der:

— Ey Allah'ın velisi! işte bundan kurtuldun. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

— Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o vakit onun kalbine öyle bir sevinç ve ferah gelir kit ebediyyen ondan git*mez.

Sonra, ona Cennete yetmiş yedi kapı açılır. O kapılardan Cen*netin kokusu ve havası ona gelir. Allah onu kabrinde diriltinceye ka*dar bu hâl böyle devam eder.

Buyurdu ki:

«Allah ölüm meleğine buyurur»

— Benim filan düşmanıma git, onu bana getir. Çünkü, ona ver*diğim rızkı bol kıldım, onu nimetlere boğdum. O ise bana isyan et*mekten başka bir şey yapmadı. Onu baha getirin ki, ondan intika*mımı alayım.

Ölüm meleği, kimsenin hiç görmediği en iğrenç bir şekilde ona çıkar. O melek on iki gözlüdür. Elinde, çok kancalı ateşten bir çen*gel ve beraberinde beşyüz melek, ellerinde Cehennem korları ateşli madenleri, kıçır kıçır olan Cehennem ateşinden coplar bulunur.

Ölüm meleği, görünmeden, o çengel ile ona bir vurur. O çenge*lin her bir kancası bir kıla ve bir damara takılır. Onu şiddetli bir şekilde sarsar, ruhunu, ayak tırnaklarından söker. Ruhunu topuk*larda bulur, onun üzerine o Allah'ın düşmanı sarhoş olur, melekler, o coplarla onun yüzüne ve arkasına vururlar.

Sonra, çengeli çekerek bir daha sarsarlar, ruhunu topukların*dan alır, bu sefer onu, dizlerinde bulur, yine sarhoş olur. Melekler o coplarla yüzüne gözüne vururlar, sonra ruhu gövdesine gelir. Son-

ra göğsüne, sonra boynuna gelir, melekler o ateşli maden ve cehen*nem korlarını çenesinin altına sokarlar. Ölüm meleği ona:

— Ey lain ve melun habis ruh! Zehirli, sıcak, hoş ve soğuk ol*mayan duman bulutlan (cehennem) içine gir!

Ölüm meleği, ruhu aldığı zaman, ruh cesede der:

«Allah benden sana mükafat olarak büyük şer ihsan etsin. Beni Allah'a isyan etmeye hızla koşturur, itaatten engelliyordun, beni de helak ettin, kendini de. Cesed de ruha aynı şeyi söyler.

Üzerinde Allah'a isyan ettiği bölgeler ona lanet ederler. İblisin askerleri İblise gidip ona müjdelerler:

«İnsan oğullarından bir kulu daha Cehenneme götürdük,» der*ler.

O kabre konulduğu zaman, kabri ona dolaşır, kaburgaları bir*birine karışır, sağ kaburgalar sola girer, sol kaburgalar sağa gider.

Allah ona siyah yılanlar gönderir, burnundan ve ayağının baş parmağından onu tutarlar, ortasına kadar onu dağıtırlar.

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) devamında buyurdu ki:

«Allah ona iki melek gönderir. Ona:

— Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir? derler. Oi

— Bilmem, der. Onlar:

— Bilmeyesin ve okuyamayasın, derler.

Ona bir darbe vururlar ki, kıvılcımları kabrin her tarafına uçar. Sonra, eski durumuna döner, ona:

— Üstüne bak, derler. O da bakar ki Cennete açılan bir kapı var.

Onai

— Ey Allah'ın düşmanı! Eğer Allah'a itaat etmiş olsaydın, işte bu senin evin olurdu.»

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

— O zaman onun kalbine öyle bir hasret gelir ki ebediyyen oit-dan gitmez. Ve ona Cehenneme bir kapı açılır.

«Ey Allah'ın düşmanı Allah'a isyan ettiğin için işte bu senin men*zilindir,» denilir.

Ayrıca ona cehennemden yetmiş yedi kapı açılır. O kapılardan

ona cehennemin sıcaklığı, zehirleri gelir. Kıyamet gününde Allah onu diriltinceye kadar o, O durumda kalır.

Sa'd bin Mansûr, Sünen'inde Ali bin Ebû Talip (Kerremellâhu Veçhe) 'den rivayet ettiğine göre şu ayet-i kerimeleri şöyle tefsir etmistir:

«Dalarak nez edenler [3] Demiş: Onlar meleklerdir. Kafirlerin

ruhlarını nez1 ederler, sökerler.

-Sükerek çekenler [4] Demiş : Onlar da kafirlerin ruhlarını alan meleklerdir. Ruhlarını, tırnak ve cild arasından çeker çıkartırlar.

«Onlar ki; yüzerler» [5] Demiş s evler, gök ve yer arasında mü*minlerin ruhlarını gezdiren meleklerdir, (fezada yüzerler). «Onlar ki yarışa girerler» [6] Demiş

»Onlar müminlerin ruhlarını Allah'a götürmekte yarış ederi teklerdir.»

tbn-i Ebi Hatem, ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhüma) 'dan rivayet ettiğine göre, şu ayet-i kerimenin tefsirinde:

«Gark ederek nez'edenler [7] Demiş

«Onlar kafirlerin nefisle*ridir, önce nez'ediiir (yerinden sökülür), sonra çekilir. Sonra ateşte garkedilir. (batırılır)

Cuveybir, Tefsir'inde İbn-i Abbâs'dan şu âyet hakkında rivayet etmiştir:

«Batanları çekenler»

Demiş: Onlar kafirlerin ruhlarıdır. Melek onlara görünüp Alla-hın azabını görünce vücud içine batıp kaybolurlar. Melekler, o ruh*ları asap ve etten sökerek çıkartırlar.

«Onlar ki yüzerler»'

Demiş onlar, müminlerin ruhlarıdır. Ölüm meleği ona görünüp;

— Ey nefs-i tayyibe rahat ve reyhana çık. Sana kızmayan Rab-bine kavuş, deyince dalgıç suda yüzdüğü gibi o da sevincinden ve cennete olan iştiyakından yüzer.

îbn-i Abbas demiş ki:

— «Onlar ki yanş ederler» mealindeki ayeti kerimeden sat Allah'ın kerem ve ikramına koşan ruhlardır.

îbn-i Ebi Hatem, Rabi bin Enes'ten rivayet ettiğine göre şu âyet-i kerimeleri şöyle ayırmıştır

«Dalarak nez'edenler» «Sökerek çekenler [8] Demiş : Bu âyet kafirler hakkındadır. Çengel, yünden çekildiği gibi, bunların ruh*ları şiddetle çekilerek nez'edilir.

«Onlar ki yüzerler» [9]

«Onlar ki yarışırlar [10] Demiş: Bu iki ayet de müminler içindir.

Sûdi'den şu âyet-i kerimeler hakkında şöyle rivayet edilmiştir:

«Onlar ki, batarak nez'ederler» Demiş: Bu, ruhun vücutda kor*kup gizlenmesi anıdır.»

«Onlar ki sökerek çekerler» mealindeki âyette de demiş ki «O, meleklerin ruhu parmaklardan ayaklardan sökmesidir

«Onlar ki yüzerler» mealindeki âyette de «ruhun ölüm VüCutta tereddüt edip yüzmesidhv demiştir.

Abdurrahim el-Ermeni, «İhlas» kitabında şöyle demiştir:

îbn-i Magrâ, Eclah'dan, o da Dahhak'dan şöyle dediğini ri/âyet etmiştir:

Mü'min kulun ruhu kabzedildiği zaman, göğe çıkartılır. Onu mUkarrepler alırlar.» Dedim:

— Mukarrepler nedir? Dedi:

— İkinci göğe en yakın olan meleklerdir.

Sonra ikinci göğe çıkarttirlar. Sonra dördüncüsüne, sonra ' >eşin-cisine, sonra altmcısuıa, sonra yedincisine tâ sidretül-müntehfida

son bulurlar. Dedim:

— Neden ona sidretü'l-münteha denilmiş? Dedi.

— Allah'ın emrinden her şey onda son bulduğundan ona j> isim verilmiştir.

O zaman o melekler derler:

— îşte bu senin filan kulundur.

Allah ise onu daha iyi bilir.. Ona basılmış ye mühürlenmiş lakap*tan bir aman verilir. İşte şu âyeti kerime bu emandan hapsediyorş

«Evet İyilerin kitabı illiyin'dedir. Bilir misin illiyin nedir? O yazılmış bir kitaptır. Onu, mukarrep (yakın) melekler ntüşahade eder*ler.[11] Müslim, ibn-i Mesûd (Radıyaliahû anh) 'dan şöyle dediğini riva*yet etmiştir.

Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Miraca götürüldüğü gece, Sidretü'l-münteha'da son buldu. Yükseltilen ruhlar da onda son bulurlar.

Ebû Hüreyre (Radıyaliahû anh) 'dan rivayet edilen Miraç hadi*sinde Sidretü'l-münteha'ya varıldığında ona şöyle denilmiş:

Bu Sidredir. Senin izinde gelen ümmetinden herkes bunda son bulur.

îbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hâtem, Bezzâr, ve başkaları da bu hadisi rivayet etmişler.

Ebû Kasım bin Mende, «Kabir halleri ye kabir suâline îman» ki*tabında, Ebû Said el-Hudri (Radıyaliahû anh)'dan rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Mümin yüzünü âhire t e çevirip dünyaya sırtını verince, Allah'ın melekleri onun üzerine inerler. Ona kefen ve mumya (ilaç) getirir*ler; yüzleri sanki, güneştir. Onlara baktığı yönde yanında oturur*lar. Ruhu çıktığı zaman yer ve gökteki bütün melekler ona rahmet duasını ederler.»

Müslim ve Beyhaki, Ebû Hüreyre (Radıyaliahû anh)'dan yet ettiklerine göre;

«Müminin ruhu çıkartıldığı zaman, iki melek onu karşılarlar.

Onu yükseğe çıkartırlar,» dedi. Sonra o, ruhun güzellik ve hoşlu*ğundan söz etti ve şöyle devam etti:

«Göktekîler; Yerden gelmiş hoş bir ruhsun. Allah'ın rahmeti senin ve içinde bulunduğun cesede insin,derler. Sonra onu Allah'a götürürler, Allah buyurur: «Onu en son noktaya (Sidretü'l-müntehaya) götürün.» Sonra, kâfirin ruhunun çıkmasından, kokusunun müntinliğinden meleklerin ona ettikleri lanetten söz etti:

Göktekiler ona

— Bu yerden gelmiş habis ve pis bir ruhtur, derler. Onu son noktaya yani esfel-i safiline götürün, denilir.

îmam-ı Ahmed, ibn-i Hibban, Nesai, Hakim Beyhaki, (Hadis lafzı onundur) Ebû Hüreyre (Radıyallahû anhVdan rivayet ettiklerine göre Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Müminin ruhu kabzedildiğinde, ona rahmet melekleri beyaz bir ipekle gelirler. Ona, Allah'dan razı ve Allan da senden razı olarak, Allah'ın ravh u reyhanına, sana kızmayan Rabbine çıkderler. O da en güzel bir misk kokusuyla çıkar. Hattâ öyle ki melekler onu kok*larlar. Sonra, onu göğün kapısına götürürler. Ondaki melekler:

«Yerden gelen bu koku ne kadar güzeldir,» derler.

Her göğe çıkarttıklarında, hep böyle söylerler. Ta onu, mümin*lerin ruhlarına götürürler: Onlar, kişinin kaybolan ahbabını bul-duğundaki sevincinden daha fazla sevinirler. Ona filan ne yaptı diye sorarlar. O, onlara:

— Ölümle istirahat edinceye kadar onu bırakın. O daha dünya merakında idi.

Şayet onlara, filan öldü size (ey mümin ruhlar) gelmedi mi dese,

Onlar -

— Öyle ise o sığınağına, Cehenneme gitmiş, derler.

Eğer o ölü kâfir ise ona azap melekleri kıldan yapılmış kilim gibi sert şeylerle gelirler. Ona:

— Ey kızan ve gazaba uğrayan! Gel Allah'ın azap ve gazabma çık, derler. O da en pis bir iaşe kokusu gibi çıkar. Onu yerin kapışma götürürler. Ordakiler «ne bu pis koku» derler. Yerin hangi tabakasına götürülürlerse, aynı şeyle karşılaşır. En sonunda kâfirlerin ruh*larının içine bırakılır.

İbn-i Mâce ve Beyhaki, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh) 'dan Re-sûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

«Melekler gelir, eğer adam salih ise Ölüm meleği ona şöyle der:

— Ey güzel cesedde olan güzel nefis! Övülmüş olarak çık. Ra*hat ve reyhanla müjdelen. Senden razı olan ve sana kızmayan Rab-bine kavuş.

Ruhunu teslim edinceye kadar ona öyle söylenir. Ruhu çıktık*tan sonra, göğe çıkartılır. Gök ona açılır. Ordakiler «kimdir bu?» derler. Onlara:

«Filan oğlu falan» denilir. Orda da, ona:

— Ey güzel cesedde olan güzel ruh, övülmüş olarak gir. Rahat ve reyhanla müjdelen. Senden razı olan ve sana kızmayan Rabbine kavuş, denilir. Yedinci göğe çıkartılıncaya kadar ona öyle söylenir.

Eğer adam kötü ise, Ölüm meleği ona şöyle der:

— Ey pis cesette olan pis nefis! Sövülmüş olarak çık. Kaynar su, irin ve o tipten katmerli şeylere çık.[12] Ruhu çıkıncaya kadar ona böyle söylenir. Sonra göğe çıkartılır, açmak isterler. Denilir İd «kimdir bu?» filan oğlu filan» derler. Ona:

«Kahrolsun pis cesette olan pis nefis! Sövülmüş olarak dön» de-nilir ve ona gök kapısı açılmaz.

Sonra o gökten yere gönderilir. Kabrine sokulur.

Bezzâr, ibn-i Merdeveyh, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan, o da Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve SellemVden şöyle buyurdu*ğunu rivayet etmişlerdir:

Mümin ölüme hazırlandığı zaman, melekler misk içirilmiş ipek*ler ve reyhan desteleriyle ona gelirler. Kıl hamurdan çekildiği gibi, ruhu çıkartılır. Ve ona şöyle denilir:

— Ey güzel ve hoş nefis! Razı ve marzi olarak Allah'ın rahat ve keremine çık. Ruhu çıktığı zaman o misk ve reyhanın üzerine ko*nulur. Üzerine ipek katlanır. Alay-ı illiyine götürülür.

Kâfir ise ölüme girdiği zaman, içinde, kor olan kıl gibi sert bir örtü getirilir. Ruhu şiddetle çekilir ve ona şöyle denilir:

— Ey habis nefis! Gazap eden ve gazaba uğramış olarak çık. Allah'ın hakaret ve azabına çık. Ruhu çıktığı zaman, kıçırdatan o Cehennem korunun üstüne konulur. O sert örtü üzerine dürülür ve esfel-i sâfiline götürülür.

Abdullah bin Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Kul, Allah'ın yolunda öldürülüp kanından ilk damla yere dü*şünce Allah onun bütün günahlarını o damla ile afveder. Sonra, Al*lah ona Cennetten bir Örtü gönderir. Ruhu onun içinde kabzedüir. Cennetten, ruhunun bineceği bir cesed de gönderilir.

Sonra melekler onu göğe çıkartırlar. Sanki yaratıldığından beri onlarla berabermiş... En sonunda Allah'ın huzuruna götürülür. O, meleklerden önce Allah'a secde eder. Sonra melekler de secde eder*ler. Orda mağfirete mazhar olur, temizlenir. Sonra şehidlerin ma*kamına götürülmesi emredilir.

Onlara götürülünce, yeşil bahçeler, ipekten çadırlar, içinde bu*lur onları. Yanlarında bir balık var bir de Öküz.., Her gün evvelki gün yedirdiklerinden ayrı şeyler yedirirler onlara:

Balık Cennet nehirlerinden her güzel kokudan alır. Akşamladığı zaman öküz onu boynuzuyla boğazlar o şehidler, onun etinden yer*ler, onda cennetin bütün güzel kokularını bulurlar.

Geceleyin Öküz cennette gezer, onun bütün meyvelerinden yer. Sabahladığı zaman balık yanına gider, kuyruğuyla onu boğazlar. Onlar da onu yerler. Cennetin bütün meyvelerinin tadını onda bu-îurlar. Onlar orda makamlarına bakarlar. Makamlarına kavuşmak için kıyametin kopmasını isterler. (Bu şehidin halidir)

Mümin kul ise öldüğü zaman, Allah ona Cennet'den bir hırka ve Cennet reyhanlarından bir demetle iki meleği gönderir. O melek*ler ona:

— Ey nefs~i tayyibe rahat ve reyhana, sana kızmayan Rabbînin huzuruna çık. Ne iyi oldu ki geldin, derler.

O da, bildiğiniz en güzel bir misk kadar güzel bir koku gibi çı*kar, Göğün etrafındaki melekler:

— Sübhânelallah bu gün yerden hoş, güzel bir ruh gelmiş der*ler. Hangi kapıdan geçmek istese ona açılır. Hangi meleğin yanın*dan geçse ona rahmet okur, şefaat eder.

Sonra, Rabbine (Azze ve Celle) götürülür. Melekler ondan önce secde ederler. Ve şöyle derler:

— Yâ Rabbi bu senin filan kulundur. Onun ruhunu aldık. Sen onu daha iyi bilirsin. Allah onlara şöyle buyurur: Ona» «secdeye git*mesini emredin^»

Bunun üzerine onun ruhu hemen secdeye gider. Sonra Mikail çağırılır. Ona:

— Bu ruhu müminlerin ruhları içine bırak tâ kıyamet günün*de senden isteyin c ey e kadar onu muhafaza et, denilir.

Kabrinin yapılması emredilir; eni yetmiş şu kadar, uzunluğu yet*miş şu kadar genişlenir. İçine reyhan atılır. İpek döşenir. Eğer Kur'an'-dan beraberinde bir şey varsa onu aydınlatır. Yoksa, güneş gibi gür bir ışık ona yaratılır. Sonra Cennette bakan bir kapı ona açılır. Sa*bah akşam oturacağı yerine bakar.

Kâfir kul ise, Allah onun ruhunu aldığı zaman, bütün sert şey*lerden daha sert ve pis kokulardan daha pis kalın bir örtüyü iki melek ile ona gönderir. Ona:

— Ey habis nefis! Cehenneme, azabı elime ve sana gazap eden Rabbine çık. Ne pis bir gelişdir buîderler. Hiç birinizin bulamadığı en pis bir İaşe kokusu gibi bir koku ondan çıkar. Göğün etrafındaki melekler de:

— Sübhânallah yerden bir İaşe ve habis bir ruh gelmiş. Ona gö*ğün kapıları açılmıyor, derler.

Onun geriye götürülmesi emredilir, kabri sıkıştırılır. Deve boy*nu gibi akrebler üstüne doldurulur. Hiç bir kemiğini bırakmadan onu yerler. Sonra beraberlerinde demirden tokmaklar olan kör sa*ğır bir melek gönderilir. Kördürler, görmezler ki acısınlar. Sağırdır*lar işitmezler ki sesini dinlesinler, ona boyuna vururlar, hırpalarlar. Kendisine Cehennemden bir kapı açılır. Ordaki sabah akşam otura*cağı yerine bakar. O da Allah'dan o durumun devam etmesini ister ki, ötesindeki Cehennem ateşine girmesin.

İbn-i Ebi Şeybe, «Musannef»de, Beyhaki ve Lalkai, Ebû Mıisa el-Eşâri (RadıyaUahû anh)'dan şöyle rivayet etmişlerdir:

Müminin ruhu en güzel bir misk gibi çıkar. Onun ruhunu alan melekler onu göğe çıkartırlar. Gökler önündeki melekler onu kar*şılarlar. «Kimdir bu beraberinizde?» derler. Onlar «filan kişi» derler ve onu en güzel ameliyle anarlar. Ordaki melekler:

— Size de ona da Allah'ın selamı olsun! derler. Sonra, ona göğün kapıları açılır, yüzü parlar. Yüzünde güneş gibi bir alâmetle Allah'a varır.

Eğer kâfir ise ruhu en kokuşmuş leş kokusu gibi çıkar. Onun ruhunu alan melekler onu göğe çıkartırlar. Göğün önündeki melek*ler, onu karşılayıp «kimdir bu?» derler. Onlar «Filan kişi» der ve onu en kötü ameliyle anarlar. Gökteki melekler:

— Öyle ise onu geri çevirin. Allah ona zulmetmiş değildir, der*ler.

Ebû Musa el-Eş'âri, şu âyeti de ilâveten okumuştur.

(Deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar Cennete giremezler.) [13]

Ebû Dâvud et-Teyâlisi de aynısını rivayet etmiştir. Ontın riva*yetinde şu kayıt da varmış:

«Amelinin yükseldiği yerden o da yükseltilir.» Hadisin sonunda da,: '«kâfir geri çevirildikten sonra, yerin en dip tabakasına götürü*lür,» diye kayıt edilmiştir.

îbn el-Mübarek, «Zühd»de, Şemr bin Atiyye tarikiyle şunu riva*yet etmiştir:

İbn-i Abbâs, Kâ'b el-Ahbar'dan:

(Evet iyilerin kitabı âla-yı illiyindedir [14]âyetini sormuş|jDe-miş ki:

«Müminin ruhu kabzedildiği zaman, göğe çıkartılır. Ona gök ka*pıları açılır. Melekler onu müjde ile karşılarlar. Melekler onunla be*raber Arşa kadar çıkarlar. Arşın altından deri gibi bir kağıt çıkar*tırlar. O kağıt mühürlenir, yazılır. Sonra Arşın altına konulur. Ki kıyamet gününde ehli necat olduğuna alâmet olsun.

İşte «iyilerin kitabı âla-yı illiyindedir, bilir misin Ala-yı illiyin ne*dir? O yazılmış bir kitaptır,»[15] mealindeki âyetlerin mânâsı budur.

Ka'b, «fâcirlerin kitabı Siccindedir.» [16] Mealindeki âyette de şöyle demiş:

Fâcirlerin ruhları göğe çıkartılır. Gök onları kabul etmez. Yere indirilirler. Yer de onları kabul etmez. Yerin yedi kat altına konu*lur. Tâ siccine götürülür. Siccin İblisin yastığıdır. Onun altından bir kitap çıkartılır. Mühürlenir yine o yastığın altına konulur ki, kıyamet gününde helak olduğuna alâmet olsun. İşte:

«Bilirmisin siccin nedir, o yazılmış bir kitabtır [17] mealindeki âyetin manası da budur.

Abdullah bin îmam Ahmed, Abdülaziz bin Rufey'den rivayet et*tiğine göre şöyle demiştir.:

«Müminin ruhu göğe çıkartıldığı zaman, melekler şöyle derler:

Bu kulu şeytandan kurtaran Allah'ı teşbih ve tenzih ederiz. Acep nasıl kurtuldu

İbn-i Ebi Dünya ve ibn-i Ebi Hatem, şu âyet-i kerime hakkında ibn-i Abbâs (Radıyallahû anh)'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

«Kimdir onu yükselten,» mealindeki âyetten maksat: «Onu yükselten azap melekleri mi rahmet melekleri mi» demek*tir» demiş.

İbn-i Ebi Dünya Yezid Er'Rakkası'den «kimdir yükselten» âyeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir.

Melekler birbirine derler:

«O Ölünün ameli hangi kapıdan yükseltiliyor ise ruhu da o ka*pıdan yükseltilir. (Yani eğer sevap melekleri amelini kaydetmişler ise, rahmet melekleri ruhunu alır, yoksa aksine olur.

Dahhâk'dan:

«İki durum birbirine dolanırken» âyeti hakkında şöyle rivayet edil-» mistir:

İnsanlar onun bedenini teçhiz ederken melekler de ruhunu teç*hiz ederler bu iki teçhiz birbirine karışır)

Ebû Nuaym, Muâviye bin Ebî Süfyan'dan şöyle rivayet etmiş*tir:

Ben Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve SellemVden işittim şöyle diyor:

«Bir adam, kötülükleri işlerdi ve zulmen, karşılığı olmadan dok*san yedi cana kıymıştı. Çıkıp bir kiliseye rast gelip:

— Ey rahip bir adam zulmen, karşılığı obuadan doksan yedi ca*na kıysa tövbe edebilir mi? demiş.

Rahip :

— Hayır, deyince onu da vurup öldürmüş.

Sonra başka birisine gitmiş. Ona diğer arkadaşına dediği aynı şeyi söylemiş. O rahip de, «sana tövbe yoktur» deyince, onu da öl*dürmüş. Sonra başka bir rahibe gidip aynısını söylemiş. O da tövbe yoktur deyince, onu da öldürmüş. Sonra diğer bir rahibe gitmiş. Ona:

— Biri hiç bir kötülük bırakmadan hepsini işlemiş. Zulmen yer-Mz olarak yüz kişiyi de öldürmüştür. Ona tövbe olur mu?» demiş.

Rahip:

— Eğer Allah'a tövbe edene Allah tövbeni kabul etmez, desem vallahi yalan konuşmuş olurum. Şu ilerde bir kilise var. İçinde ibâ

det eden bir topluluk var. Onlara git. Beraberlerinde Allah'a ibâdet et. O da tövbe ederek çıktı. Yolun yarısına gelince Allah bir melek gönderdi. Ruhunu aldı. Hemen rahmet melekleri ile azap melekleri hazır bulundular. Onun için münakaşaya düştüler. (Yani hangileri onu alacaklarında ihtilafa düştüler.)

Bunun üzerine Allah, bir melek gönderdi. Onlara:

— Hangi köye daha yakın ise, o ondandır. Mesafeyi ölçtüler. Tevbe edenlerin köyüne bir, parmak ucu kadar daha yakın görü*nünce mağfiret edildi

Bu hadisin aslı özetle Ebû Said-i Hudri (Radıyallahûi ânhVdan Buhari ve Müslim'de vardır. Ve onda şu ilave de vardır: :

Allah o köye yaklaşmasını emretti. Diğerine de uzaklaşmasını emretti. Onu ondan uzaklaştırdı.

Ayrıca, bu hadis Ebu Amr, Mıkdam bin Ma'dıkerip ve Ebû Hü-reyre hadisinde de nakledilmiştir.

Said bin Mansûr kendi Sünen»inde ve ibn-i Ebi Düiiya lîasan (Radıyallahû ahh) 'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir

Mümin ölüme yaklaştığı zaman, beşyüz melek yanında hazır bu*lunurlar; ruhunu alır, dünya semâsına çıkartırlar. Geçmiş ölülerin ruhları onu karşılarlar. Ondan bazı şeyleri sormak isterle^.

Melekler onlara:

— Buna yumuşak davranın çünkü o büyük bir sıkıntıdan çık*mıştır, derler. Sonra kişi kardeşinden ve arkadaşından soruncaya ka*dar ondan sorarlar.

O, onlara:

— Sorduklarınız sizin bildiğiniz gibidir, der. Ondan önce ölen birisinden sorduklarında;

— Size gelmedi mi o? der, onlar

—Öldümü ki? derler.

— Evet, vallahi öldü, der. Onlar belki de anası Cehenneme git*miştir. Ne kötü anadır. Ve ne kötü mürebbiyedir. O! derler, îbn-i Ebi Dünya, İbrahim en-Nehai'den rivayet ettiğine göre le demiştir:

__Bize ulaştı ki, mümin ölümü anında. Cennet kokusuyla ve Cennet reyhanı (çiçekleriyle) karşılanır, ruhu kabzedilir. Cenneİ ipekleri içine konulur. Sonra, o kokudan üzerine serpilir. Sonra o reyhanlarla dörülür. Sonra, rahmet melekleri, onu illiyin dereceleri (en yükseklerin) içine koyuncaya kadar yükseltirler.

îbn-i Ebi'-Şeybe Musannef'te Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'--dan şöyle dediğini rivayet etmiştir.

Mümin, müjdeyi görmedikçe ruhu kabzedilmez. Ruhu kabzedilinçe ins ve cinden başka küçük büyük her canlı onun sesini işitecek şekilde bağırır:

Beni, rahmet edenlerin en rahmetlisi olana çabuk götürün. Tah*tına (tabutuna) konulduğu zaman ne çok yavaş gidiyorsunuz der. Kabrine konulduğu zaman oturtulur. Allah'ın ona Cennette hazır*ladıklarını görür. Bu ara kabri hoş ve güzel kokular reyhan ve misk ile doldurulur. Bunun üzerine:

—Yâ Babbi beni hazırladıklarına yaklaştır. Onat

— Daha zamanı gelmedi. Yetişmeyen kardeşlerin vardır. Sen şimdi gözlerin dinsin diye yat, denilir.

Ebû Hüreyre dedi ki Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o öyle tatlı ve kısa bir uyku uyur ki, doymuş ve vücudu sağlam, genç, ne erkek, ne kız, hiç kimse Öyle bir uykuyu hiç uyumamıştır.

O kısa uykudan sonra kıyamet gününde başmı müjdeye kal*dırır.

i ibn-i Merdüveyh, ve ibn-i Mende, cidden zaif bir senedle ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhümal'dan Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve SellemVin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

Her can, Cehennem ve Cennetteki yerini görmedikçe dünyadan ayrılmaz. Bu can ayrılmasında, melekler etrafında, üd taraftan saf olurlar. O melekler doğu ve batının arasını dolduracak şekilde dizi*lirler. Yüzleri sanki birer güneştir. O, onlara bakar. Ve onlardan baş*kasını görmez. Habluki siz onun size baktığını görürsünüz.

O meleklerin, her birisinin beraberinde kefen ve ilaçlar vardır. Eğer mümin ise, onu cennetle müjdelerler. Ve ona:

Ey nefs-i tayyibe, Allah'ın rızasına ve cennetine çık. Allah'ın sana hazırladığı ikram, sana dünyadan daha hayırlıdır. O melekler ona müjde vermekten hiç ayrılmadan etrafını sararlar. Onlar ona, annenin çocuğuna olan şefkatinden daha fazla şefkatlidirler.

Sonra ruhunu mafsal ve tırnaktan çekerler. Onlar birer birer ölürler. Ve ölüm ona kolay gelir. Sonra ruhu çeneye ulaşır.

O melekler; hangisi ruhunu alacak diye yarışırlar ve ölüm me*leği onun ruhunu almayı üstlenir.

Sonra, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :

«Söyle size müekkel kılman ölüm meleği sizin ruhunuzu hhr» mealindeki âyeti okudu ve şöyle devam etti i

«O ölüm meleği beyaz kefenlerle onu karşılar. Sonra onu ku*caklar. Onun, ona sahip çıkması ananın çocuğuna sahip çıkmasın*dan daha fazladır.

Sonra o ruhtan misk kokusundan daha hoş bir koku dağılır, (et*raftaki) melekler onu koklarlar; onunla müjdelenirler ve «merhaba ey güzel koku! Çıktığın cesed ve ruha rahmetler insin» derler. Ve onu Allah katma çıkartırlar. Allah'ın havada, ancak onun bileceği mahlukatı vardır. O ruhtan miskten daha güzel olan koku, onlara da dağılır. Onlar da ona rahmet duasını okurlar ve onunla müjdele*nirler.

Onlara gök kapılan açılır. Melik-ül-Cebbar olan Allah'a götü-rülünceye kadar her gökteki her bir melek ona rahmet duasını okur. Allah katma götürüldüğünde Allah ona:

«Ey nefs-i tayyibe merhaba. Sana ve ondan çıktığın cesede. al ah bir şeye merhaba dedi ise her şey ona merhaba der, Ve her zor*luk ondan gider. Sonra Allah o nefs-i tayyibe için der i

Bunu Cennete koyun ve ona Cennetteki yerini gösterin. Ona ha*zırladığım ikram ve nimetleri ona arzedin. Sonra onu yere götürün.

Çünkü ben şuna hükmetmişim: Onları yerden yarattım. Ve ona iade edeceğim ve bir daha onları ondan çıkartacağım, (âyet meali) Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o, vücuttan çıkmayı istemediğinden daha fazla (Cennetten) çıkmak istememektedir. Ve şöyle der:

— Beni nereye götürüyorsun? İçinde olduğum cesede nü?

Melekler

— Biz buna memuruz. Bu senin için gerekli bir şeydir, derler. Yıkanması ve tekfini bitecek bir müddet içinde onu indirirler. Ve o ruhu,!! cesedi ve kefeni içine korlar.

îbn-i Ebi Hatem, Sûdi'den şöyle dediğini rivayet etmiştir

«Kâfirin ruhu alındığı zaman, yer melekleri o göğe yükselinceye kadar onu döverler. Göğe ulaştığı zaman, gök melekleri onu döverler. Bunun üzerine yere iner. Yine yer melekleri onu döverler.Yükselince dünya göğünün melekleri onu döverler. En sonunda es-fel-i sâfiline iner.

îbn-i Ebi Şeybe, Rebi'-bin Hiraş'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Bana geldiler. Kardeşin öldü, dediler. Ben hızla geldim, elbisele rîyle örtülmüştü. Ben onun başında ona mağfiret talep edip «înna \ Hilah ve inna ileyhi râciun- derken yüzünü açtı ve «Esselâmu aley- j küm» dedi. Biz:

«Aleykum selam Subhanallah» dedik. O:

«Sübhânallah! Ben sizden sonra, Allah'a vardım. Hoş bir ortam ve reyhanlar, kızmayan bir Allah'la karşılaştım. Altın sırmalı, ipek; kumaşları bana giydirdi. Durumum sizin zannettiğinizden daha ko-j lay olduğunu gördüm. Fakat siz güvenmeyin. Ben Rabbimden size' haber vermek ve müjdelemek için izin aldım. Beni Resûlullah'a gö- Çünkü ben ona kavuşmadan gitmeyeceğini bana söz verdi dedi sonra yerinde söndü, töldü).

Ebû Nuaym Rabi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: «Biz dört kardeştik. Rabi' kardeşim en fazla namaz kılan ve ei

fazla oruç tutanımızdı, öldü. Biz onun etrafında iken yüzünü açtı ve «Esselamü aleyküm» dedi. Biz:

«Ve aleykum selam, ölümden sonrada mı konuşursun?» dedik. O:

«Evet ben sizden sonra Rabbime kavuştum. Gazaplı olmayan bir Rable karşılaştım. Beni revh ve reyhanla altın simli ipek kumaşlarla karşıladı. İşte, Ebu'l-Kasım (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) namazımı kılmayı bekliyor. Beni acele ona götürün ve geciktirmeyin» dedi ve söndü.

Bu söz Âişe (Radıyallahû anhâ)'ya iletilmiştir. Demiş ki, «Ben Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'den işittim ki diyor:

«Ümmetimden bir adam ölümünden sonra konuşacaktır»

Ebû Nuaym demiş ki; «Bu meşhur bir hadistir.» Beyhaki de «De-iail»de rivayet etmiş. Sahihtir, sıhhatinde hiç bir şüphe yoktur» de*miş.!

Cüveybir, Tefsirinde İbban bin Ayyaş'tan bu hadisi rivayet etti*ğine göre şöyle demiştir:

«Muverrik el-Aclin'in vefatı anında hazır bulunduk. Üstü örtü*lüp bu öldü dediğimiz an, gördük ki, baş ucundan tavanı aşan bil nur yükseliyor. Sonra ayak ucundan evvelki nur gibi bir nurun yük*seldiğini gördük. Daha sonra vücudunun ortasından bir nurun yük*seldiğini gördük. Biraz bekledik sonra o, yüzünü açıp dedi ki:

«Bir şey gördünüz mü? Biz «Evet» dedik, gördüğümüzü ona söy*ledik. O, «gördüğünüz o nur Secde suresi idi. Ben onu her gece okur*dum. Baş ucumda gördüğünüz nur. Secde suresinin ilk 14 âyeti idi. Ayak ucunda gördüğünüz nur ise son 14 âyeti idi. Ortamdan yük*selen nur, ise Secde âyetinin kendisi idi, yükselip bana şefaat diledi. Tebâreke suresi yanımda kalıp beni koruyordu» dedi. Sonra teslim oldu.

îbn-i Ebi Dünya «Ölümden Sonra Yaşayanlar» adlı kitapta ge*çen hadiseyi başka bir yolla Muverrik el-Acli'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Kendinden geçmiş bir hastayı ziyaret ettik. Başından tayanı aşan bir nurun yükselip gittiğini gördük. Sonra evvelki nur gibi göbeğin» den bir nurun yükselip gittiğini, daha sonra evvelkilere benzeyen bir nurun ayaklarından yükseldiğini gördük.

Sonra ayılch. Biz ona dedik:

— Senden çıkan şeyi biliyor musun? O;

— Evet, dedi. Başımdan yükseldiğini gördüğünüz nur, Elif Lani Mim Tenzil suresinin ilk 14 ayeti idi. Göbeğimden çıkan nur ise Sec*de âyeti idi. Ayaklarımdan yükselen nur da Secde sûresinin sonu idi. Bana şefaatta bulunmak üzere gittiler.

Tebâreke suresi yanımda kaldı, beni koruyordu. Ben Secde ve Tebâreke sûrelerini her gece okuyordum.

Yine ibn-i Ebİ Dünya ve ibn-i Sâd başka bir yolla Sabit ve Öe-nâni'den rivayet ettiklerine göre;

Sâbitu'l-Benâni ile başka bir adam Mütref bin Abdullah bin eş-Sağiri'yi hastalığından dolayı ziyaret ettiler. Kendisinden geçtiğini gördüler.

Sabit dedi:

«Ondan üç nurun yükseldiğini gördük. Başından, ortasından ve ayaklarından birer nur yükseldi. Bu durum bizi korkuttu. .Ayüdığı zaman ona dedik:

— Bizi korkutan bir şey gördük, ve gördüğümüzü ona açıkladık.

O:

— Siz gördünüz mü? dedi. Biz»

— Evet, dedik

Dedi ki: '

— O nur Elif Lam'dı. 28 ayettir. îlki başımdan, ortası göbeğim*den, sonu ise ayaklarımdan yükseldi. Şefaat dilemeğe gittiler. Bu yanımdaki ise Tebareke'dir. Beni koruyor. Sabit dedi ki: «O adam bunu söyledikten sonra hemen Öldü.» (Allah rahmet etsin)

Ebu'l-Hasan bin es-Sürri «Kerâmatül-Evliya» kitabında Abdur-rahman bin Zeyd bin EslenVden rivayet ettiğine göre o, şöyle tniştir:

İbnü'l-Münkedir kendisiyle beraber bir nur görüyordu. Sekeratı anında ona denildi: İşte bu, hayatta iken gördüğün nurdur. İbnu'l-Münkeder «Evet o nur budur» dedi.[18]

İbn-i Ebi Dünya Hars el-Ganevi'den rivayet ettiğine göre O, şöy*le demiş:

Rebi' bin Hiraş varacağı yeri bilmeyinceye dek, dişleri görüne*cek şekilde gülmeyeceğine yemin etti. Ve hiç gülmedi, ancak öldük*ten sonra güldü.

Rebî'in kardeşi Rib'i de kendisinin Cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilmeyinceyedek gülmeyeceğine dair yemin etti.

Haris demiş:

Rabi'nin cenazesini yıkayan gasil bize şöyle söyledi: Biz onu yıkarken, yıkanması bitinceye kadar o, tahta üzerinde hep gülüm-Süyordu. Muğire bin Haleften şöyle rivayet edilmiştir:

Beycan'ın kızı Rû'bete öldü. Onu yıkayıp kefene sardılar. Sonra kımıldanıp etrafındakilere baktı ve şöyle dedi:

«Size müjde! Ben vakıayı sizin korkuttuğunuz şekilden daha ko*lay buldum. Ve anladım ki, şıla-i rahmi kesen, içki içen ve müşrik olan Cennete girmez.

Halef bin Havşeb'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Medâin'de bir adam öldü. Üstünü örttüler. Üstündeki örtüyü kı*mıldatıp yüzünü açtı ve «Bu mescidde sakallarına kma sürüp Ebu Bekir ve Ömere lanet okuyan onlardan tebrie edenler var. Ruhumu almaya gelen melekler de o kişileri lanetleyip onlardan tebrie eder*ler» dedikten sonra Ölü haline döndü.

Ibn-i Ebi Dünya başka bir yolla Abdülmelik bin Ümeyr ve Ebi'l4 Hatib Beşir'den bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:

«Medâinde bir ölüye vardık. Karnı üzerine ker***ler konulmuş*tu. Ona baktığımızda aniden yerinden sıçradı, karnı üzerindeki ker****ler yere yuvarlandılar. «Yaşasın Cehennem! yaşasın Cehennem!» diye bağırıyordu.

Arkadaşları geri çekildiler. Ben ona yaklaşıp:

— Neyi gördün, halin nedir? diye sordum.

O dedi ki:

— Ehli küfeden bâzılarına arkadaş oldum. Ebâ Bekir ile Ömer'e sövmek üzere beni kendi fikirlerine çektiler.

Ben ona:

— İstiğfar et, bir daha yapma, dedim. Ceva'ben:

— Artık fayda vermez. Bizi Cehennemdeki yerimize götürdüler! Bana yerimi gösterdiler. Sonra bana, «Dünyadaki arkadaşlarına dönjj gördüklerini onlara ilet, sonra eski haline dön,» dediler.

Ravi diyor ki: «Sözünü bitirip bitirmediğini bilemiyorum, eski! ölü haline döndü.

îbn-i Asâkir Ebû Ma'şere'den rivayet ettiğine göre O, şöyle de miş: . :

Medine'de yanımızda bir adam öldü, yıkanmak İçin tahtaya ko*nulduğunda, doğrularak oturdu. Ve elini gözlerine uzatarak, «Cehen*nemde Abdul Melik bin Mervan ile Haccac-i Zalimin bağırsaklarının yere döküldüğünü gözlerim görüyor, gözlerim görüyor, gözlerim gö-wiyor» dedikten sonra tekrar ölü olarak tahta üzerine uzandı.

Ibn-i Asakir ve Ibn-i Ebi Dünya Zeyd bin Eslem'den rivayet et*tiklerine göre §öyle demiştir:

Misver bin Mahreme kendisinden geçti. Sonra ayıldı ve Allahdan başka ilah olmadığına, Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sel-lem)'in Allah'm elçisi olduğuna ve Abdurrahman bin Avf'uı ruhu

alayı ilIİyyinde, Abdülmelik ile Haceac-ı Zalimin bağırsaklarının ateş*te süründüklerine şehadet ediyorum dedi.

Bu vak'a Abdülmelik ile Haccac'm hilafetleriden çok önce oldu.

Çünkü Misver hicri 64 senesinde Yezid bin Muâviye'nin ölüm ha*berinin geldiği günde Mekke'de vefat etti. Haccacın valiliği ise 70'ten sonra idi.

îbn-i Ebi Dünya müttehem bir senedle Ebu Hüreyre (Badıyallâhü anh)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Bir hastamızın etrafında oturmuşken bir damar dahi hareket et*mez şekilde aniden hareketi kesilip durdu. Üstünü örttük, gözlerini kapattık. Kefen, sabun ve yıkanma tahtasının getirilmesini istedik.

Yıkanması için gittiğimiz zaman kımıldandı. Biz Sübhanellah seni öldü zannettik. O:

— Ben öldüm, kabrime götürüldüm, güzel yüzlü iyi kokulu bir adam beni lahdime bıraktı ve lahdimi kağıtla sardı. O anda pis ko*kulu siyah bir kadm geldi. Vallahi bahsinden utandığım bâzı şeyleri sayarak bu filan şeyin sahibidir, filan işi yapandır, diye sıraladı. Öy*le utandım ki sanki şimdi o işten kalkmış gibi kendimi hissediyorum.

Ben o adama: «Allah rızası için beni bu kadınla başbaşa bırak*ma. (Bana yardım et) dedim.»

Kadm dedi: .

— Gel seninle muhakeme olalım; Biz geniş bir yere gittik. İçinde gümüşten yapılmış bir oturak vardı, öbür tarafında bir mescid vardi. İçinde bir zât namaz kılıyordu. Nahil sûresini okurken bir yerindje tereddüt edip çıkaramadı, ben âyeti önüne atarak yardım ettim. Bana dedi: |

— Bu sûre sende mi

— Evet, dedim.

O «nimetler süresidir» deyip yakınında bulunan yastığı kaldır*dı, oradan bir sahife çıkardı, sahifeye baktı. O sahife siyahlığa bü*ründü. Ve «Bu adam şunu yaptı, şunu yaptı diye kötülüklerimi zik*retti. Güzel yüzlji adam da (sahifeye karşı) iyiliklerimi sayıp şu hesanatlan işledi, diye mukabelede bulundu.

O adam dedi ki:

— Bu nefsine zulüm etmiş bir insandır. Amma Allah (Celle Celâlühü) onu af etmiş, Bunun, eceli daha var. Bunun eceli pazartesi günüdür.

(Vakıayı geçiren adam) dedi:

«Bakın eğer ben pazartesi günü ölürsem. Gördüğüm affı bana temenni edin. Eğer ölmezsen hastalıktan dolayı geçirdiğim bir cin*net telakki edin.»

Ravi diyor ki:

«Biz pazartesiyi bekledik ikindiye kadar sıhhati yerinde idi. Son*ra ecel erişti ve öldü. (Allah rahmet etsin.)

îbn-i Ebi Dünya, Ata el-Horasani'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

«Benî israil'den bir adam kırk sene hakimlikte bulundu. Seke-ratta iken, ben bu hastalığımla Öleceğimi zannediyorum, eğer ölür-sem cenazemi dört beş gün yanınızda bekletin. Eğer bir şey görür*deniz sizden birisi çağırsın» demiştir.

Öldüğü zaman bir tabuta konulmuş, üç günden sonra ondan kö*tü bir kokunun geldiğini görmüşler. Onlardan biri çağırarak; «Ne*dir bu pis koku ey falan?» demiş.

(Allah'dan) onun konuşmasına izin verilmiş ve şöyle demiş: «İçinizden kırk yıl kadılığa baktım. Hiç bir hükümde şüphe et*medim. Ancak bir gün bana iki adam geldiler. Birisine karşı sevgim vardı. (Ondan dolayı âdil davranmadım) Ona iyi kulak verdim. Öbü*rüyle hiç ilgilenmedim. îşte bu kerih koku o hatalı hareketimden-dü\» demiş. Allah bir daha onu uyutup öldürmüş.

îbn~i Asakir çeşitli yollarla Kurre bin Halid'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: «Bizden bir kadın öldü. Yanaklarından çıkan terden dolayı yedi gün defin edilmedi. Sonra konuştu:

«Cafer bin Zubeyir ne yapmış» dedi. Cafer bin Zübeyir ise geçen o yedi gün içerisinde ölmüştü.

Ben:

— Cafer öldü, dedim.

Kadın:

— Vallahi ben Onu yedinci semada meleklerin onunla,birerle*rine müjdeleştiklerini gördüm.

Kefen içinde, olduğu halde onu tanıdım. Melekler: «İyi bir kul geldi, iyi bir kul geldi» diye tekrarlıyorlardı, d(

Ibni Ebu Dünya, Salih bin Yahya'dan rivayet ettiğine göre demiştir:

«Benim bir komşum bana nakletti ki bir adam ruhuyla yüksel*miş (Yani vefat etmiş). Ameli kendisine arz edilmiş. Demiş ki:

«İstiğfarla nedamet ettiğim günahlarımın affa uğradığını, tevbe İle nedamette bulunmadığım günahlarımın sabit kaldığını gördüm. Hattâ yerden kaldırdığım bir nar tanesi nedeniyle bana bir sevabın yazıldığını; bir gece namaz kılmak için kalkmıştım, sesimi yükselte*rek bu nedenle uyanan bir komşunun kalkıp namaz k il m ası y t a bana bir sevabın yazıldığını ve bazı kişilerin hatm için bir miskine verdi*ğim bir dirhemin ne aleyhimde ne de lehimde yazılmadığını» gör*düm.

îbni Asakir, İbni el-mâcişûn'dan rivayet ettiğine göre şöylemiş:

Ebî Mâcişun vefat etti. Yıkanma sehpasına konuldu. Etrafını bo*şaltın dedik. Sonra yıkayıcı geldi, ayaklarının altında bir dama*rın attığını gördü. Bu nedenle defin edilmesini erteledik.

Üç gün sonra düzelip oturdu ve:

— Bana çorba getirin, dedi. Kendisine çorba getirildi ve içti. Biz ona:

— Gördüklerini bize söyle, dedik. O:

— Evet, ben öldüm. Bir melek ruhumu alıp yükseldi. Birinci se*maya gittik. Kapıyı çaldı, kapı bize açıldı. Tâ yedinci semaya kadar öyle gittik. O zaman benim için meleğe: «Bu kimdir?» dediler.

O, «bu mâcişunadur» dedi. «Öyle ise ona müsaade yok. Onun da-

ha bu kadar ömrü vardır. Sonra melek aşağıya indi. Ve ben Peygam*ber (Sallallâhû Aleyhi ve SellemVi gördüm. Ebu Bekir'i, sağında; Ömer'i solunda, Ömer bin Abdulazizi ise Önünde gördüm.

, Beraberimde olan melekten sordum:

— Kimdir o peygamberin önünde? Bana:

— Sen onu tanımıyor musun? dedi. Ben kesin Öğrenmek istedim, dedim.

O:

Bu zât Ömer bin Abdülaziz'dir, dedi. Ben:

— O peygambere daha mı yakındır? dedim. Melek:

— Evet, çünkü o zülüm zamanında adaletle hüküm etti. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer Hak zamanında hakla amal ettiler. (Onun için Ömer bin Abdülaziz Resûlullah'a daha yakın oturduğunu görüyor*sun).

İbn-i Ebi Dünya ve Hakim Müstedrek'inde İmam el-Beyhaki De-lailü Nübüvet'te ve ibn-i Asakir çeşitli yollarla İbrahim bin Avf (Ra-dıyallahû anh) 'dan şöyle rivayet etmişlerdir:

Abdurrahman bin Avf (Radıyallahû anh) hastalandı, kendimden gieçti.

Etrafındakiler ruhu teslim ettiğini zan ettiler. Elbise ile üstünü örttüler. Sonra ayıldı ve dedi:

«Bana çok şiddetli iki melek geldiler.» Aziz ve Emin olan Allah'ın huzurunda hesap vermek için gidelim,» dediler. Beni alıp götürdü*ler. Onlardan daha şefkatli, daha merhametli iki melekle karşılaş*tılar:

— Bunu nereye götürüyorsunuz, diye sordular.

— Bunu Aziz ve Emin olan Allah'ın huzurunda muhakeme et meye götürüyoruz, dediler.

— Bırakın bunu. Bu daha annesinin rahminde iken saadetle müjdelenmiş bir insandır, dediler.

Ravi diyor ki: «Abdurrahman bin Avf bir ay daha yaşadı, son*ra vefat etti.»

Ebû Bekir eş-Şâfii (İbrahim bin Gaylan'ın hadisleri içinde) Se*lâm bin Selâm'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Fâzıl bin Atiye ile bir. deve üzerinde Mekke'ye kadar gittik. Ger ce Feyde denilen yere varınca beni uykudan kaldırdı.

— Buyurun, dedim.

— Sana vasiyet etmek isterim, deyince ben:

— Senin bir şeyin yok (sıhhatin yerindedir) dedim. O»

— Rüyada iki melek bana göründü. Senin ruhunu kabz etme*ye emrolunduk... dediler.

Ben onlara:

— Hacc farizemi İfa etmeye kadar bana mühlet verseydiniz (iyi olurdu? dedim.

Onîar:

— Allah senin Haccını (yapmadan) kabul etti. Sonra biri diğerine: «Şehadet ve orta parmaklarını aç- dedi. İki

parmaklarının arasında iki elbise göründü. Yeşillikleri sema ile ze*min araşma aksetti.

Bana dediler: «İşte bu senin kefenindir». Sonra o kefeni iki par*mağı araşma bıraktı.

Ravi diyor ki: «Arkadaşım eve varmadan vefat etti.» (Allah rahmet etsin.)

Said bin Mansûr Sünen'inde dedi ki; Sufyan Ata (Radıyallahû anhVdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

S elman bir misk elde etmişti. Emaneten eşine vermişti. Seke-ratta iken, eşine emaneten sana verdiğim misk nerdedir? diye sor*du. Eşi «işte budur» cevâbını verince «ona biraz su ilâve et. Yata*ğımın etrafına serp. Zira yemeyen, içmeyen Allah'ın mahlûkları ya*nıma gelecek. Onlar da o kokudan istifade etsinler» dedi.

îbn-i Ebi Dünya, Sbu Bekreteden rivayet ettiğine göre şöyle de*miş:

Kişi ölüme yaklaştığı an meleklere «başım koklayın» denilir.

Melek «başında Kur'an kokusunu» duyuyorum» deyince «kalbi*ni kokla» denilir. Melek:

«Kalbinde oruç kokusunu hissediyorum» deyince; ona «ayakla*rını kokla» denilir. O;

«Ayaklarında kıyam kokusunu hissediyorum,» deyince diğeri:

Bu nefsini korumuş Allah'da onu korumuştur» der.

Ebû Nuaynı Süfyan'dan, o da Ebu Hind'den rivayet ettiklerine, göre; Ebû Hind veba hastalığına tutulmuş ve bayılıp kendisinden geçmiş, sonra ayılmış ve demiş ki:

Bana iki melek geldiler. Biri öbürüne:

— Bunda ne görüyorsun, diye sordu.

— Ben bu adamda teşbih, tekbir, camiye doğru attıkları odun*lar ve Kur'an'dan bir kısım âyetleri görüyorum, dedi... O bütün Kurfan-ı ezberleyememîşti.

îbn-i Ebi Dünya, «Ölümden Sonra Yaşayanlar» adlı kitapta, Dâ-vud bin Ebu Hind'den rivayet ettiğine göre; ö şiddetli bir hastalığa giriftar olmuş ve şöyle demiş: :

«Ben iri yapılı Hindistan fakirlerine benzeyen birinin geldiğini gördüm,» Onu gördüğüm zaman «înnalillah» dedim.

— Ruhumu alacaksın? Ben kâfirmiyim? İşittim ki kâfirlerin ruh*larını siyah melekler alırlar, dedim.

Ben o halde iken damm yanldığını gördüm. Gök göründü. Son*ra beyaz elbiseli biri geldi. Arkasında başka biri daha geldi. Daha önceki siyah kişiye bağırdılar.

Siyah uzaktan bana bakarak uzaklaştı. Onu kovuyorlardı. O be*yaz elbiselilerden biri başucuma oturdu. Öbürü ayak ucumda otur*du. Başınım yanmdaki ayaklarımın yanında oturana «ayaklarına do*kun» dedi. Ayaklarımın parmak aralarına dokundu. «Bu ayakla çok camiye gittiğini görüyorum» dedi.

Ayaklarımın yanındaki bu sefer başucumda durana -kafasın dokun» dedi. O, başıma, çenelerime hafifçe elini sürdü. «Hâlâ Allah'ni zikriyle rutubetlidir» dedi.

Lalkai «Sünnet» te Evzai yoluyla Kasım bin Muhaymere'den vâyet ettiğine göre şöyle demiştir:

Ebû Kulabetül-Cürmi'nin kardeşinin bir oğlu vardı. Her ha şeyi irtikap ediyordu. Sekeratı anında kartal kuşuna benzeyen iki beyaz kuş geldiler. Evin penceresine kondular. Biri ötekisine «in onu teftiş et» dedi. Biri pençesiyle karnına daldı. Bu vakayı Ebu Kulabe de görüyordu. Sonra karnını teftiş eden kuş pencereden bekleyen ar*kadaşına «Allâhû Ekber» «Sen de in ben bu karında bir tekbir bul*dum. Bu, Antakya suru üzerinde Allah için bir tekbir getirmiştir dedi.

Kuşlar bir beyaz bez çıkardı, ruhunu ona sardılar. Onu yük*lendiler gelip Ebu Kulabeye «Ey Eba Kulabe! Yeğeninin yanına gel. Onu defnet. O Cennet ehlindendir, dediler.

Ebu Kulabe'nin halk içerisinde sözü geçerli idi. Gördüklerini hal*ka anlattı. Neticede cenazesi üzerinde görülmemiş bir halk toplu*luğu oluştu.

Hâkimi, Tirmizi «Nevadürü'l-Usûl»da Nadir bin Ma'bed tarikiyle Ebu Kulabe'den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Günahlardan çekinmeyen, kardeşimin bir oğlu vardı. Şiddetli şekilde hastalandığında onu sormaya gitmedim. Sekerata düştüğü an, «kardeşimin oğludur. Ne olduğu Allah'a kalsın,» diyerek (yanma gittim). O gece yanında kaldım.

O anda yanlarında balta bulunan, iki siyah kişinin tavandan indiklerini gördüm,- biri ötekisine:

«Bu adama bak hayır alâmetlerini görebiliyor musun?» dedi. Di*ğeri kardeşimin oğluna yaklaştı. Kafasını, karnını, daha sonra ayak*larını kokladi ve döndü, arkadaşına şöyle dedi:

«Başını kokladım, Kur'an'dan bir şey görmedim. Karnını kok*ladım, bir gün bile oruç tuttuğunu görmedim. Ayaklarına baktım. Gece ayağa kalkıp namaz kıldığını görmedim.»

Ebû Kulâbe devamında şöyle söyledi:

Sonra öbürü geldi. Başını, karnını, daha sonra ellerini ve ayak*larını kokladı. İşitiyordum ki Melek: «Bu acaip bir şeydir. Bu üm*meti Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) den yazılı. Amma hiç bir hasletlerine sahip değil,» diyordu.

Sonra gördüm ki o melek yeğenimin ağzım açıp dilini çıkardı. Bir taraf mı tutup sıktı ve şöyle dediğini işittim:

«Allâhu Ekber. Antakya'da halisen bir tekbir getirdiğini bul*dum. Ondan dolayı misk kokusu geliyor.»

Sonra ruhunu aldı ve gitti. Kapıda bekleyen o siyahlara «siz dö*nün, sizin bu adama müdahaleye yetkiniz yoktur» dediğini işittim.

Sabah olunca Ebû Kulâbe halka bu vakayı anlatmış. Ona «An*takya'da mı? O tekbiri getirmişti sorulunca.» Ebû Kulâbe «Allah'a yemin ederim ki ben meleğin ağzından Antakya'dan başka bir şey işitmedim» deyince halk hızla cenazenin defnine koşmuşlar.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:38   #1018
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İNSANIN GÖRDÜĞÜM HER ŞEYE İBRET NAZARI İLE BAKMASI HUSUSU




Gündüzleri ve Başka Zamanları Düşünmek
Ulu Allah (C.C.) bir çok kereler Kur'ân-i Kerihin bir çok yerlerinde düsünmeyi emretmis:

«— Hiç süphesiz, göklerin ve yerin yaratilisinda, günün ve gecenîn (uzayip kisalarak) birbirini kovalayisinda derin düsünebilenler hesabina bîr çok ibretli deliller vardir.» (Âl-i Imran Sûre-i Celilesi - 90) buyurmustur.

Yine Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

"Derin düsünmek isteyenler, yahud sükretmek niyetinde olanaar için gece ile gündüzü (uzatip kisaltarak) birbirine kovalatan O'dur."

(Furkan Sûre-i Celilesi - 62)

Ata der ki: "Ayetteki ihtilâftan gece ile gündüzün, aydinlik ve karanlik hususundaki degisikligini, ziyade ve noksani kasdetmistir."

Nitekim sâirin biri bunu ne güzel ifade etmistir:

«Ey gecenin baslangicinda sevine içinde uykuya dalan kimse.

Beklenmedik belâlari seher vakti kapiyi çalabilir.

Baslangici mes'ud geceye sevinme, nice gecenin bitiminde ates tutusur.»

Diger bir sâir de söyle der:

«Geceler canlilar için birer duraktir.

Ki, onlarin sonunda ömürler ya dügümlenir ya da açilir

Onlarin kisasi kederler ile uzundur.

Uzunlari da sevinç ile kisadir.»

Ulu Allah (C'.C.) düsünenleri överek söyle buyuruyor:

"Bu derin düsünceliler ayakta, oturarak ve yanüstü uzanirlarken Allah'i anarlar ve «ey Rabb'imiz, sen bütün bu varligi bosuna yaratmadin, seni böyle bir isnaddan tenzih ederiz, o halde bizi cehennem azabindan koru.» diyerek göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda enine - boyuna düsünceye dalarlar."

(âl-i imrân Sûre-i Celilesi; 191)

ibni Abbas (R.Anhuma) der ki. «Peygamber (S.A.V)´imiz, Allah (C.C.) hakkinda akil yürüten bir gurup ile karsilasti, onlara buyurdu ki:

«Allah (C.C.)'in kendisi hakkinda degil, O'nun yarattigi varliklar üzerinde akil yürütün. Çünki siz O'nun ululugunu degerlendiremezsiniz.»

Rivayet edildigine göre Peygamberimiz (S.A.S.) bir gün düsünceye dalmis bir gurup ile karsilasir. Onlara:

"Nicin konusmuyorsunuz?" diye sorar. Onlar da: «Allah (C.C.)'in yarattigi varliklar hakkinda düsünüyoruz» diye cevap verirler. Bu cevaplani üzerine Peygamber (S.A.S.)'imiz buyurur ki:

"iste böyle yapin. Allah (C.C.)'in kendisi hakkinda degil, yarattigi varliklar üzerinde akil yürütün."

Su Bati tarafinda bembeyaz bir ülke vardir. Oranin akligi aydinligi gibi ve aydinligi da akligi gibidir. Günese uzakligi kirk gündür. Allah (C.C.) orada öy
elerini yaratti ki, onlar göz yumup açasiya kadar bile Allah (C.C.)'in emrini kirmazlar.»

Dinleyenler «Yâ Rasûlallah (S.A.S), seytan onlari ayartmaya kalkismaz mi?» diye sorarlar. Peygamber (S.A.S.)'imiz «Onlarin, seytanin var olup olmadigindan bile haberleri yoktur.» diye cevap verir. Bu sefer dinleyenler O'na: «peki, insanogullari ile münasebetleri yok mudur?» diye sorarlar.

Peygamber (S.A.S.)'imiz: «Onlar insanoglunun da varolup olmadigindan haberdar degillerdir.» diye karsilik verir.

Sahabilerden Ata (R.A.) öer ki: «Bir gün Ubeyd Ibni Ümer (R.A.) ile birlikte Hz. Ayse'ye (R. Anha) gittik. Bizim iie perde arkasindan konustu. «Yâ Ubeyd, ziyaretimize gelmeni engelleyen sebep nedir?» diye sordu. Ubeyd de ona: «Peygamber (S.A.S.)'imizin arasira ziyaret et ki, sevgin artsin» seklindeki hadisidir.» diye cevap verdi.

Bu sefer Ibni Umeyr ona «Bize Rasûlallah (S.A.S) ile ilgili olarak gördügün en sasirtici olayi anlat.» dedi. Bunun üzerine Hz. Ayse aglayarak dedi ki, «O'nun her seyi sasirtici idi. Nöbet gecelerinin birinde bana geldi, yatagima girdi, tenim tenine degmisti ki, «Beni birak da Rabb'ime ibadet edeyim.» diyerek yataktan kalkti, su kirbasinin yanina vararak abdest aldi ve namaza durdu.

Namaza dururken bir yandan da yaslari sakalini islatacak sekilde agliyordu, secdeye varinca da yeri islatacak kadar gözlerinden yas akiyordu. Arkasindan yanüstü yere uzandi, sabaha kadar böyle kaldi, sabah olunca ezen vermeye gelen Bilâl ona dedi ki, «Yâ Rasûlallah (S.A.S), Allah (C.C.) senin geçmis gelecek» bütün günahlarini bagisladigina göre niye agliyorsun?»

O da Bilâl'e dedi ki. «Yazik sana, yâ Bilâl! Allah (C.C.) bana bu gece su âyeti indirdigine göre beni aglamaktan alakoymak mümkün mü?» Sonra da su âyeti okudu:

"Hiç süphesiz, göklerin ve yerin yaratilisinda, günün ve gecenin (uzayip ktsalarak) birbirini kovalayisinda derin düsünebilenler hesabina bir cok ibretli deliller, vardir."

(Al-i Imrân Sûre-i Celilesi: 190)

Sonra da «Yazik olsun, bu âyeti okuyup da üzerinde akil yürütmeyentere.» diye buyurdu.

Evzaî'ye (R.A.) «Bu âyetler hakkinda düsünmekten gaye nedir?» diye sorarlar. O da «Onlari okuyup iyice anlamaktir.» diye cevap verir.

Muhammed Ibni Vasi (R.A.) der ki; «Basrali bir kisi Ebû Zerr'in (R.A.) ölümünden sonra onun dul esi olan Ümmü Zerr'e (R. Anha) vararak kocasniin nasil ibadet ettigini sordu. Ümmü Zerr de ona «Bütün gününü evin bir kösesinde düsünceye dalmis olarak geçirirdi» dedi.

Hosan-ül Basrî (R.A.) der ki; «Bir saatlik düsünce, bir gecelik nafile namazdan daha hayirlidir.»

Fudayl (R.A.) der ki; «Düsünmek, sana iyiligini ve kötülügünü gösteren bir aynadir.»

Ibrahim Ibni Edhem'e: «Cok düsünüyorsun» derler.

O da: «düsünmek aklin iligidir.» diye cevap verir.

Süfyan ibni Uyeyne (R.A.) bu konuda sik sik su beyti misal verirdi:

Adamin düsüncesi olunca.
Her seyde onun için ibret vardir.»

Tavus'un (R.A.) bildirdigine göre havariler Hz. Isa (A.S)'ya sorarlar. «Yâ Ruhullah yeryüzünde su zamanda senin gibisi var mi?» Hz. Isâ (A.S) da onlara:

«Evet var. Konusmasi zikir, susmasi fikir ve bakisinin amaci ibret olanlar benim gibidirler» diye cevap verir.

Hasan-ül Basri (R.A.) der ki. «Hikmet tasimayan söz, bos bogazliktir. Susmasi düsünce olmayar, yanilmistir. Bakisinin amaci ibret olmayan kimse, bosubosuna oyalanmistir.»

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

«— Yeryüzünde bosu bosuna kibirlenenlerin idrâklerini âyetlerimi kavramaktan alakoyacagim. Bunlar bütün âyetlerimi görseler bile, yine iman etmezler, eger dogruluk yolunu görseler onu yol edinmezler, buna karsilik azginlik yolunu görünce o yola koyulurlar. Çünki onlar, bizim âyetlerimizi yakan saymislar, onlarin farkina varamamislardir.»

(A´raf Sûre-i Celilesi; 146)

Âyette gecen «kibirlenen idrâklerini âyetlerimi kavramaktan alakoyacagim.» cümlesini, "Benim tebligim hakkinda düsünmekten kalblerini alakoyoarim" seklinde yorumlanmaktadir."

Ebû Said-ü Hudri'nin (R.A.) rivayet ettigine göre Peygamber (S.A.V)'imiz:

«Gözlerinize ibadetten paylarim veriniz» buyurdu. Sahâbiler: «Yâ Rasûlalllah (S.A.V) onlarin ibadetten payi nedir ki?» diye sordular. Peygamber (S.A.V)'imiz onlara söyle buyurdu: «Kur'an´a bakmak, onun âyetleri üzerinde düsünmek ve onun sasirtici yönlerinden ibret almaktir.»

Mekke yakinlarmda çölde yasayan ehli halden bir kadin der ki:

«Eger Allah (C.C.) korkusu tasiyanlarin kalbleri, kendileri için bu âlemin ötesinde hazirlanan Âhiret nimetleri üzerinde durarak düsünceye dalsalardi, dünyadaki hic bir mes'ut yasama tarzi onlari kandirmaz ve hiç bir basari karsisinda gözleri gülmezdi.»

Lokman-ül Hekim, yalniz basina oturmayi huy edinmisti, kölesi onun yanina girince ona «Yâ Lokman, devamli yalniz basina oturuyorsun, oysa eger insanlar ile düsüp kalksan senin için daha eglendirici olurdu» dedi.

Lokman (A.S) da kölesinin bu sözlerine «uzun yalnizlik devamli düsünmeyi saglar, uzun süreli düsünce de cennet yolunun kilavuzudur.» diye karsilik verdi.

Veheb Ibni Münebbih (R.A.) der ki; "Uzun düsünce mutlaka bilgiyi gelistirir, bilgi de insani mutlaka amel islemeye götürür."

Ömer ibni Abdüiâziz (R.A.) der ki; «Allah (C.C.)'in nimetler: hakkinda düsünmek, en üstün ibadetlerdendir.»

Abdullah Ibni Mübarek bir gün suskun ve düsünceye dalmis gördügü Seni Ibni Ali'ye (R.A.) «Nereye ulastin» diye sorar. O da «sirata» diye karsilik verir.

Bisr (R.A.) der ki: «insanlar Allah (C.C.)'in ululugu hakkinda akil yürütseler, O'na asla karsi gelmezlerdi.»

Ibni Abbas (R. Anhuma) der ki. «Düsüne tasina kilinan iki rek'atlik namaz, havaî bir kalb ile yapilan bir gecelik namazdan üstündür.»

Ebu Süreye (R.A.) bir gün yolda yürürken ansizin yere çöker, obasina bürünür ve aglameya baslar. Görenler ona «Niye agliyorsun?» diye sorarlar. O da söyle cevap verir, «ömrümün gitmesi, amelimin azligi ve ölümümün yaklasmasi üzerine düsünceye daldim da ondan agliyorum.»

Ebu Süleyman (R.A.) der ki. «Gözlerinizi aglamaya ve kalblerinizi düsünmeye alistiriniz.»

Dünya hakkinda düsünmek. Âhiret ile araya giren bir perde ve Allâh (C.C) dostlarina verilmis agir bir cezadir. Âhiret hakkinda düsünmek ise hikmet kazandirir ve kalbi diri tutar.»

Hatem-ül Esâm (R.A.) der ki. «ibret bilgiyi, zikir muhabbeti ve düsünce de Allah (C.C.) korkusunu çogaltir.»

Ibni Abbas (R.A.) der ki; «Iyilik hakkinda düsünmek, onu islemeye yol açar, kötülükten pisman olmak, ondan vazgeçmeye sevkeder.»

Söylendigine göre ulu Allah (C.C.) kitablanndan birinde buyurur:

«— Ben her hikmet sahibinin sözünü kabul etmem. Onun hedefine ve arzusuna bakarim. Hedefi ve arzusu ben olunca sususunu düsünce ve hiç konusmasa bile sözünü hamd yaparim.»

Hasan-ül Basrî (R.A.) der ki; «Akli basinda kimseler zikirden düsünceye ve düsünceden zikre geçerek kalblerini dile gelmeye sevkederler. O da sonunda hikmet konusur.»

isak Ibni Halef (R.A.) der ki. «Dâvûd-üd Taî bir gece ay isigi altinda evinin damina çikar ve bakislarini semaya dikerek göklerin ve yerin azameti hakkinda düsünceye dalar. Bir yandan da göz yasi döker. Bu halde iken kendisini kaybederek damdan yuvarlanir ve komsunun evinin içine düser. Komsusu da eve hirsiz girdigini sanarak yatagindan çirilçiplak siçrar ve kilicina sarilir. Fakat Davud ile karsilasinca kendini geri çekerek kilicini indirir ve komsusuna «seni damdan kim düsürdü» diye sorar.
Dâvûd da ona «farkinda degilim» diye cevap verir.

Cüneyd-ül Bagdadî (R.A.) der ki. «Meclislerin en sereflisi, en üstünü Tevhid meydaninda düsünceye dalarak oturmak, ma'rifet yeli ile serinlenmek, muhabbet kâsesi ile dostluk deryasindan içmek ve hüsn-ü zan ile Allah (C.C.)'a bakmaktir.
Böyle bir oturum, ne muhtesem ve böyle bir sarap ne tatlidir, nasip olanlara müjdeler olsun!»

Imam-i Safii (R.A.) der ki; "Konusmayi susmak devresi iie ve ilmî arastirmayi düsünce ile destekleyiniz."

Meselelere saglikli acidan bakmak, aldanmaktan kurtarir. Kanaat edinmede titizlik göstermek, asiriliktan ve pismanliga düsmekten kurtarir, görüs keskinligi ve düsünce anlayisi ve zekâyi meydana ckarir. Bilginlere danismak, vicdana istikrar ve basirete güc kazandirir. Buna göre ise girismeden düsün, tesebbüs etmeden önce tedbirini al, adim atmadan önce danis.

Faziletler dörttür:

Birincisi hikmettir ki, dayanagi düsüncedir.

Ikincisi iffettir ki, dayanagi sehvete hâkim olmaktir.

Üçüncüsü kuvvettir ki, dayanagi öfkeyi yenmektir.

Dördüncüsü adalettir ki, dayanagi psikolojik güçler orasinda denge saglamaktir.»

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 07:40   #1019
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
CENNET İÇİN YARATILMIŞ İKEN NEDEN DÜNYADAYIZ




İNSANIN DÜNYADA BULUNMASININ SEBEBİ

Biliniz ki dünya, din yolunun konaklarından bir konak, yolcuları Allahü Teâlâ'ya götüren bir yol, misafirlerin azıklarını alabilmeleri için açıkta kurulmuş süslü bir pazardır. Dünya ve âhiret, senin iki hâlinden ibarettir: Ölümden Önce olup, ama ona çok yakın olana «DÜNYA», ölümden sonra olana ise «AHÎRET» denir.

Dünyadan maksat, âhiret için azık toplamaktır. Çünkü, insan yaratıldığı zaman sade ve noksan [eksik] yaratılmıştır. Fakat, kemâle gelmek ve meleklerin hâlini kalbine nakşetmek liyakatindedir. Böylece Allahü Teâlâ'ya lâyık kul olur. Bu; hidâyete kavuşmak, yahut Allahü Teâlâ'nm cemâlini seyredenlerden olur mânâsındadır. Onun nihaî saadeti budur. Cenneti budur ve o, bunun için yaratılmıştır. Gözü açılmayınca seyredemez ve O cemâli idrak edemez [anlayamaz]. Bu ise marifetle elde edilir.

Allahü Teâlâ'nın cemâlinin marifetinin anahtarı, onun sun'undaki [yaptığı, yarattığındaki şaşılacak] hâllerin bilinmesidir. Bu sun'unun anahtarı, Önce insanın duygularıdır. Bu hisler [duygular] ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar. O hâlde, bunun için su ve toprak âlemine düştü.

Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allahü Teâlâ'yı tanımaya kavuşur. Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye, «Dünyadadır», derler. Hislere veda edip kendi [zâtı] ve zâtına ait sıfatları [kendine ait hususiyetleri] kalınca ona, «Ahirete gitti», derler. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 18 Mart 2022, 08:56   #1020
Çevrimdışı
Jkl
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
BİR ÇANAKKALE HATIRASI




DEFOL GİT

Bugün “maneviyat” tarafım ağır basıyor…
Buyrun size muhteşem bir sahne:

“Çanakkaleliyim ve tarih öğretmeniyim.
Tarihimizin en şanlı zaferlerinden birinin yaşandığı yerde olmam ve mesleğimin de gereği Çanakkale ile alakalı her yazıyı ve bilgiyi takip ediyordum.

Öğretmenliğe yeni başladığım yıllarda Süleyman Efendi’nin yurtlarından birine gelip gidiyordum. Oradaki faaliyetler, sohbet programları ilgimi çekiyor, zaman zaman personelle de sohbet imkânı buluyordum.

Bir gün oradaki vazifeli personelle Çanakkale zaferi üzerine sohbet ederken hocalarımızdan biri, Üstazı (hocası) Süleyman Efendi’nin Çanakkale Savaşları sırasında General Hamilton’u ensesinden tutup denize sokup çıkararak…

“Yeter bu kadar Müslüman kanı akıttığın artık buralardan defol git!” dediğini söyledi.
Ben Süleyman Efendi’nin hizmetlerini takdir ediyorum fakat bunu biraz abartılı buldum…
Bununla birlikte hocalara bir şey söylemedim.

O günlerde Hürriyet gazetesinde General Hamilton’un günlüklerinin yayınlanacağını öğrenince heyecanla beklemeye başladım. Günlükler yayınlanmaya başladı ve birkaç gün sonra aşağıdaki yazıya rastladım.

İngiliz General Jean Hamilton’un Rüyası;

-2 Eylül 1915, Dün gece korkunç bir rüya gördüm.
Aslında bu bir rüya değil kâbustu. İmroz’da istirahata çekilmiştim.
Birden kendimi Helles (Seddülbahir) kıyılarında buldum.
Boğazımdan demir bir kıskaç gibi sıkan sert bir el, beni suyun dibine doğru batırıyordu!
Sular başımı aşıyordu, boğulmak üzereydim.

Kendime geldiğim zaman ter içindeydim ve titriyordum.
Çadırımda yabancı birisinin varlığını hissediyordum.
O meşum (uğursuz) şey uzun süre sanki yanımdan ayrılmadı!
Şimdiye kadar böyle korkunç bir şey yaşamamıştım.

Gelibolu’nun meşum (uğursuz) bir yer olduğu fikri kafamda yer etmeye başladı. Yaşadığım hadisenin etkisinden saatlerce kurtulamadım.
Sanki biz bu topraklara daha gelmeden akıbetimiz kararlaştırılmıştı.” (Gelibolu Günlüğü. Jean Hamilton Hürriyet yayınları 1972)

Bu yazıyı daha okurken hocamın sözlerini hatırladım ve hizmetlerini bildiğim Süleyman Efendi’nin büyüklüğünü, hizmetlerinin muhtevasını daha iyi anladım ve daha önceki düşüncemden dolayı kendimden utandım, talebesi olmak da bu vesileyle nasip oldu…

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi bu toprakların sahibi ve koruyucusu yalnız üzerindeki diriler değildir.
Yüce Allah’ın Bakara süresinin 154. Ayeti kerimesinde buyurduğu gibi
“Allâh yolunda öldürülenlere, ‘ölüler’ demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız.”
Evliyaullah, biz hak ettiğimiz sürece, zora düştüğümüz her anda yanımızda daima hazır şekilde yer alacaktır.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
40 yil, a.s, abdest, açlık ve tokluk zarar ve faydaları, adalet - hikaye, aff, ahde vefa- dini hikayeler, ahde vefa-insanlık-, ahir zaman, ahireti tanımak, ahlaki çöküntü, aksırma, akıl, akıllı sözler- nükteler, aldulhamid han, alemler, allah a itaat, allah a yakın olmak, allah buyuruyor ki, allah c.c ve peygamber sav i sevmek, allah cc buyuruyor ki, allah cc diyor ki, allah diyor, allah diyor ki, allah diyorki, allah dostları, allah korkusu, allah nizami-şeriat, allah sevgisi, allah tan umut kesmek, allah ı bilmek, allah ı düşünmek, allah ı tanımak, allah ın tanımak, allah ın tecellisi, amel ve niyet, ankara savaşı-maneviyat erleri- tarih, anne baba hakkı, anne hakkı-baba hakkı, anne-baba- hürmet, ateş, ayet, ayet hadis dua, ayet-hadis -dua, ayet-hadis-dua, ayetler, azap, aşk masalı, baba hakk dini hikayeler, baba hakkı, bağışlama, bayram duası, beden, bela ve musibetler, berat gecesi, bilgi, bilmediklerimiz, bir dil bir millet, büyü, büyüklerden öğütler, cami adabı, çanakkale hatıraları, çanakkale şehitleri, cehennem, cehennem ehli, cennet, cennet cennet çarşıları, cennet nimetleri, cennetin anahtarı, cennette gece -gündüz, cerh ve tadil, ceza.többe, cihad, cihad- şehidlik, cuma sohbetleri, cömertlik, dejavu, din büyükleri, din düşmanlığı, din tarihi, dini hikaye, dini hikayeler, dini kıssa, dini nikah, dini şiir, dirayet, doğal ilaçlar, doğru beslenme, doğru yemekler, doĞruluk, dostluk mesajları, dua, dua adabı, dua da yöntem, dünya hırsından vazgeçmek, dünya nın varoluş sebebi, dünyâ sevgisi, dünya sevgisinden uzak durmak, dünya sevgisinin zararı, dünya ve ahiret, dünyayı tanımak, ebedi ateş, ebu bekr sıddık, ecellerin tayini-şaban ayı, edep, edep - saygı, edep-dini hikayeler, edep-haya, ehli sünnet itikadi, emir sultan hazretleri, erkekte örtünme, evlat yetiştirme, evlilik, evlilik-iyi eş, evliya, evliya hayatlarından, evliya ikliminden, evliya öğütleri, evliyalar dan öğütler, evliyalardan nasihatler, eş-hitap-muhabbet, fakirin hakkı, fatiha suresi .french, fazla konuşmanın zararları, feraset, fitne, fıkra, fısk-nifak-allah ı unutmak, fıtrat -yaratılış - insan hakikati, gam, gerçek hikayeler, gerçek hikayeler -ilginç olaylar, gerçek olaylar, gerçek olaylarçanakkler, gizli duygular, gizli şirk, günah- dilin afetleri, günahlardan sakınmak, günün duası, günün sözü, gıybet-hadis, güzel ahlak, güzel ahlak- hayırlı işler, güzel söz, güzel söz-nükte, güzel söz. hz. ali k.a.v, güzel sözler, hadis, hain, halife ler, haramı terk, hastalık günahlara kefarettir, haya, haya -edep, hayat bilgileri, hayat dersleri, hayır -alamet, hayır ve şer, hayırlı işler, hazır cevap, hazır cevap nükteler, hazır cevap sözler, hazır cevap-güzel söz, hazır cevap-nükte, hazır cevaplar, hazır cevaplar - nükteler, hazırcevap, helal haram, hesap, hesap- nizam, hikaye, hikaye -cihad, hikaye-karacoğlan ve elif, hikayeler, hizmet etmek, hırs- edep, hz. muhammed mustada sav mucizeleri, hz. muhammed sav mucize ler, hz. zülkarneyn (a.s), hz. ömer r.a, ibadet, ibadetler, ibretlik hadiseler, ibretlik hikayeler, ibretlik olaylar, ibretlk olaylar, icmek, iflas, ihanet, ihlas, ilahi aşk, ilginç olaylar, imam azam - akıllı sözler, imam azam r.a, iman, iman - sınav, iman hakikati, iman ve amel, iman-amel, imtihan, insan - hakikat, insan - melek- iyilik, insan hakikati-kendini tanımak, insan ilişkileri - edep, insanın bedene ihtiyacı, insanın hakkati, iptila-bağımlkılık-düşkünlük, irşad, isa, islam bekçileri, islam moda ayrımı, islamda gerçek dost, islami yaşam, islamn büyüklerinden öğütler, islamın geldiği nokta, itaaat, itaat - iman, iyilik, iyilik etmek, iyilik ve kötülük, iyilik-halis niyet, kabir hayatı, kabir ve sonrası, kabul olunan dua, kader, kadın erkek ilişkileri, kadın gaziler, kadın hakları, kadın hakları- boşanma- nikah, kadın sahabeler -hz. esma r.a, kadınlar - islamda kadın, kadının değeri-annelik, kahve, kainat - yaratılış, kainatın yaratılışı - big bang, kalbi tanımak, kalbin enteresan hallleri, kalbin halleri, kalbin halleri(zekat ve cimrilik), kalbin halleri-kibir, kalbin halleri-sabır-hastalık, kalbin halleri-zekat, kalbin halleri-zina, kalbin hallleri, kalbin ince halleri, kalbin ince işleri, kalbin incelikleri, kalp, kalp haller- emanet, kalp halleri, kalp halleri-anne baba hakkı, kalp halleri-aşırı ihtiras, kalp oyunu, kalp ve ilim, kalp ve ince meseleler, kalp-gıybet, kamil iman, kanaat, kaza namazları hakkında hüküm, kazanc, kendini bilmek, kendini tanımak, kendini tanımak - acziyet, kendini tanımak - ilim, kendini tanımak -allah ı bilmek, kendini tanımak -kalp alemi, kendini tanımak nefsini blmek, korku ve ümit, kul hakkı- mahşer yeri hesap günü, kuran, kuran hakkında, kutlama, küfre yaklaştıran fakirlik, küfür, kısa hikaye, kıssadan hisse, kıstas, kıstaslar, kıyamet ve alametleri, kıyamet-ahiret, kıyamet-isa a.s ın nuzülü, lafazan yayın, lafazan.fm, love, mağfiret, mahşer ve hesap, mahşer-mizan, malın temizlenmesi, maneviyat, mardin, mehdi a.s, merhamet, mermahet, mezhepler, miraç gecesi-miraç kandili, misafir ağırlama, misafire ikram, mizah, mizan, murakabe, mücadele etmek, mümin-kabir hayatı, münacaat- dua, müracaat, mürid mürşid ilişkisi, müslümanların kötü hali, namaz, namaz - huşu - hudu, nasihat, nasihat- evlilik, nasihatler, nazar duası, nebi . istihaze, nefis muhasebeleri-imam gazali, nefis terbiyesi, nefis ve halleri, nefs, nefs - şeytan, nefs in sıfatları, nefs terbiyesi, nefs ve halleri, nefsini tanımak-kendini bilmek, nezaket, niyet, nükteler, nükteli sözler, okuryazarblog, olayların dili, oyun ve dans hakkında, paylaşmak, peygamber ahlakı, peygamber sevgisi, pişmanlık, rahman-rahim-bağışlama, reca, recep ayı faziletleri, recep ayı zikirleri, regaip gecesi, regaip gecesi ibadetleri, résimléri, riyazet-şehvet, ruh, rüya, rüya . rüya tabirleri, rüya tabiri, rüya tabirleri, rüya tabirleri -rüyada balık görmek, rüya tabirleri _ elbise giymek, rüya tabirleri- ay görmek, rüya tabirleri- rüyada nar görmek, rüya tabirleri-doğum, rüya tabirleri-kabir, rüya tabirleri-rüyada karpuz kavun, rüya tabirleri-rüyada su içmek, rüyada uçmak, rüyalar, rıza, rızık, sağlık, sağlıkl beslenme, sakınmak, salavat, saliha kadın- evlilik, samimiyet, sevgi pıtırcığı, sevgi-kalp halleri, sigara . sağlık. tiryaki, slow, song, sosyal arkadaşlıklar, suc, sıhhat, söz, söz - şeref, sözler, tabir, takva, tam bağlılık, tasadduk-allah yolunda infak-ahirete yatırım, tatlı, tatlı tarifi, tatlı tarifleri, taviz, tesadÜf, teslimiyet-itaat, tevbe, tövbe, ulubatlı hasan, umut, utanc, vaktin ihyası, vatan hizmeti, vazife, veciz sözler, vefa, vefa duygusu, veli, yahudi mezalimi, yahudiler-tevrat, yaratma - ve tabiatın gücü, yaratılış hakikati, yazılan tarih, yaŞam, yaşlıya hürmet, üç aylar - recep ayı, yeme adabı, yemek, yemek tarifi, yemek tarifleri, Ümit, ümmet-i dâvet, üstün ameller, zekat, Öğüt, Öğütler, öğütler-önemli bilgiler, ölüm, ölüm e hazırlanmak, ölüm gerçeği, ölüm hakikati, ölüm ve ötesi, ölüm- hesap günü, ölüm- mahşer, ölümü istemek, öpütler, Örtünme, şahadet, şehit.maneviyat erleri, Şehvet, şetyanın hileleri, şeytan ın hileleri, şeytanın hileleri, şifa, Şiir, şiir - necip fazıl kısakürek, şiir -necip fazıl kısakürek, şiir(feridüddin-i attar), şiir- necip fazıl kısakürek, şiir- necipfazıl kısakürek, şiir- suamanın faydaları, şiir-islam büyükleri-nabi, şiir-necip fazıl kısakürek


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Fotoğraf paylaşımları hk. M Duyuru Arşivi 1 21 Ağustos 2019 13:03
Günün Müzik Paylaşımları AsiRuh Albüm Tanıtımları 0 02 Mart 2018 12:12
Günün Müzik Paylaşımları AsiRuh Albüm Tanıtımları 0 23 Şubat 2018 10:56