03 Kasım 2020, 21:41 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (1) | Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini İslam kelimesi, Arapça'da "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Allah tüm insanları, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırmaktadır. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe" (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." Ayette görüldüğü gibi Allah, insanların "güvenliği"nin ancak İslam'a girilmesi, Kur'an ahlakının yaşanmasıyla sağlanabileceğini bildirmektedir. Allah bozgunculuğu lanetlemiştir Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakınmalarını emretmiş; küfrü, fıskı, isyanı, zulmü, zorbalığı, öldürmeyi, kan dökmeyi yasaklamıştır. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça Allah'ın haram kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir. Kur'an'da bu konudaki birçok ayetten sadece iki tanesi şöyledir: "Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir." (Rad, 13/25) "Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas, 28/77) Görüldüğü gibi, Allah, İslam dininde, terör, şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklamış ve bu tür bir eylem içinde olanları lanetlemiştir. Müslüman dünyayı güzelleştiren, imar eden insandır. İslam, düşünce hürriyetini ve hoşgörüyü savunur İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü açıkça sağlayan ve güvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir. Değil terör ve çeşitli şiddet eylemi, İslam, insanların üzerinde fikri olarak bile en ufak bir baskı kurulmasını yasaklamıştır: "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara, 2/256) "Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye, 88/22) İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykıdır. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Elbette Müslümanlar birbirlerini Kur'an'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yönlendirilemez. Bunun aksi bir toplum modeli varsayalım. Örneğin insanların ibadet yapmaya zorlandıklarını farzedelim. Böyle bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır. Allah masum insanların öldürülmesini haram kılmıştır Bir insanı suçsuz yere öldürmek, Kur'an'a göre en büyük günahlardan biridir: "Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır." (Maide, 5/32) "Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır." (Furkan, 25/68) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, masum insanları haksız yere öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber vermiştir. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın değil binlerce masum insanı katletmek, tek bir insana bile zarar verme ihtimali yoktur. Dünyada adaletten kaçarak cezadan kurtulacağını sananlar, öldükten sonra, ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. İşte bu nedenle ölümlerinin ardından Allah'a hesap vereceklerini bilen müminler Allah'ın sınırlarını korumakta büyük bir titizlik gösterirler. Allah, müminlere şefkatli ve merhametli olmalarını emreder Bir ayette Müslüman ahlakı şöyle anlatılmaktadır: "Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled, 90/17-18) Allah'ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına indirdiği ahlakın en önemli özelliklerinden biri ayette görüldüğü gibi "merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak"tır. Kur'an'da tarif edilen İslam son derece modern, aydınlık, ilerici bir yapıya sahiptir. Gerçek Müslüman, her şeyden önce, barışçı, hoşgörülü, demokrat ruhlu, kültürlü, aydın, dürüst, sanattan ve bilimden anlayan, medeni bir kişilik yapısına sahiptir. Kur'an'ın getirdiği güzel ahlakla yetişen bir Müslüman, herkese İslam'ın öngördüğü sevgiyle yaklaşır; her türlü fikre karşı saygılıdır; estetiğe ve sanata değer verir, olaylar karşısında her zaman uzlaştırıcı, gerilimi azaltan, kucaklayıcı, itidalli davranışlar sergiler. Böyle insanların oluşturdukları toplumlarda ise, bugün en modern devletler arasında gösterilen ülkelerden daha gelişmiş bir medeniyet, yüksek bir toplumsal ahlak, neşe, huzur, adalet, güvenlik, bolluk ve bereket hakim olacaktır. Allah Hoşgörü ve Affediciliği Emretmiştir Kur'an-ı Kerim'in Araf Suresi'nin 199. ayet-i kerimesindeki "Sen af yolunu benimse" sözleriyle ifade edilen "affedicilik ve hoşgörü" kavramı, İslam dininin temel kaidelerinden birini oluşturur. İslam tarihine bakıldığında, Müslümanların Kur'an ahlakının bu önemli özelliğini sosyal yaşama nasıl geçirdikleri çok açık bir şekilde görülür. Müslümanlar ulaştıkları her noktada, hatalı uygulamaları ortadan kaldırarak hür ve hoşgörülü bir ortam oluşturmuştur. Din, dil ve kültür bakımından birbirine taban tabana zıt olan halkların aynı çatı altında barış ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlamış, kendisine tabi olanlara da büyük bir ilim, zenginlik ve üstünlük kazandırmıştır. Nitekim büyük bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını yüzyıllarca devam ettirebilmesindeki en önemli nedenlerden biri, İslam'ın getirdiği hoşgörü ve anlayış ortamının yaşanması olmuştur. Asırlardır hoşgörülü ve şefkatli yapılarıyla tanınmış olan Müslümanlar, her zaman dönemlerinin en merhametli ve en adil kişileri olmuşlardır. Bu çok uluslu yapı içerisindeki tüm etnik gruplar, yıllarca mensubu oldukları dinleri özgürce yaşamışlar, üstelik dinlerini ve kültürlerini yaşayabilecekleri tüm imkanlara da sahip olmuşlardır. Gerçek anlamda Müslümanlara mahsus olan hoşgörü, ancak Kur'an'ın emrettiği doğrultuda uygulandığında tüm dünyaya barış ve esenlik getirir. Nitekim Kur'an'da "İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir tarzda(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet, 41/34) ayet-i kerimesi ile bu özelliğe dikkat çekilmiştir. Tüm bunlar, İslam'ın insanlara öğütlediği ahlak özelliklerinin, dünyaya barış, huzur ve adalet getirecek erdemler olduğunu göstermektedir. Şu an dünya gündeminde olan ve adına "İslami terör" denen barbarlık ise, Kur'an ahlakından tamamen uzak, cahil ve bağnaz insanların, dinle gerçekte hiç bir ilgisi olmayan canilerin eseridir. İşledikleri vahşetleri İslam kisvesi altında yürütmeye çalışan bu kişi ve gruplara karşı uygulanacak kültürel çözüm, gerçek İslam ahlakının insanlara öğretilmesidir. Başka bir deyişle, İslam dini ve Kur'an ahlakı, terörizmin ve teröristlerin destekleyicisi değil, yeryüzünü terörizm belasından kurtaracak çaredir. Barış Dini ve Sevgi Peygamberi Peygamberler, dünyayı esenlik ve barış yurdu hâline getirmek için görevlendirilmiş kimselerdir. Onlar, insanlığa "barış ve esenlik" anlamına gelen İslâm dinini ulaştırmak için gönderilmişlerdir. Bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.v.), "Biz peygamberler baba bir kardeşleriz, hepimizin dini birdir." (Buharî, Enbiya, 48) buyurmuştur. Yüce Allah da Kur'ân'da, "Allah katında yegâne geçerli din İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) buyurur ve bütün peygamberlerin bu dini insanlara tanıtmak için geldiğini ve bu konuda peygamberlerin ilk örnekleri insanlara sunduğunu haber verir. İslâm, barış ve esenlik demektir. Müslüman da barış ve esenliğe ermiş, barış ve esenliği hedeflemiş kimse demektir. Yüce Allah'ın bir adı da 'Selâm'dır. Buna göre O, barış ve esenlik kaynağıdır. O'na teslim olan Müslüman, barış ve esenlik kaynağına bağlanmakla önce kendi iç dünyasında huzur ve sükuna kavuşan, sonra da tanıştığı bu huzuru dış dünyasına taşıma sevdasında olan kimse demektir. Gerçekten de iyi Müslüman, en olumsuz şartlarda bile yaşasa, her türlü stres, buhran ve iç huzuru zedeleyen duygulardan uzak kalmaya çalışır. Bu sebeple 'Darü's-Selâm' (barış ve esenlik yurdu) Cennet'e talip olan Müslüman dünyayı, barış yurdu hâline getirmekle görevlendirilmiştir. Bir açıdan bu yüzden de olacak ki ilk insan, dünyaya gelmeden önce Cennet'e konmuş, Cennet'te bir süre yaşayıp Cennet kültürü ile donatıldıktan sonra dünyaya gönderilmiştir. Artık dünyaya gönderilen insan, kaybettiği Cennet'in sevdasıyla yanıp tutuşmakta, önce onu dünyada kurmaya çalışmakta ve hiç olmazsa âhirette ona tekrar kavuşmayı düşlemektedir. Aynı şekilde Müslüman'ın bir adı da 'emniyet ve güven sahibi' anlamında 'Mü’min'dir. Yüce Allah'ın bir adı da 'Mü’min'dir. Dolayısıyla güven kaynağı Yüce Allah'a inanan, O'na bağlanan mü'min, kendi iç dünyasında tutarlı, huzurlu olan ve iç dünyasında kurduğu bu güven ortamını dış dünyaya taşıyan kimse demektir. Bu yüzden inanan insanın varlığı, herkes için hayırdır. Nitekim Kur'ân, İslâm toplumundan bahsederken şöyle buyurur: "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız..." (Âl-i İmran, 3/110) İslâm dininin sahibi olan Yüce Allah'ın bir adı da Vedûd'dur (Hûd 11/90). Vedûd, çokça seven ve sevilen anlamına mubalâğalı ism-i fail kalıbıdır. Evet Yüce Allah, sevgi kaynağıdır. Sevgiyi O yaratmış ve bizim özümüze de "Kendi Ruhu'ndan üflerken" sevgiyi O yerleştirmiştir. İbn Arabî'nin dediği gibi, "Biz sevgiden sudur ettik, sevgi üzerine yaratıldık, sevgiye doğru yöneldik ve sevgiye verdik gönlümüzü." (İbnü'l-Arabî 1998, 38) Nitekim bir âyette şöyle buyurulmuştur: "Rabbim Rahimdir, Vedûddur" (pek merhametlidir, kullarını çok sever)."(Hûd, 11/90) İşte kendisi her bakımdan güzel olan ve güzeli seven Yüce Allah, fıtratlara sevgiyi yerleştirmiş ve onun söz ve davranışlara yansımasını sağlamak için sevgi yumağı peygamberler göndermiş, sevmeyi ve sevilmeyi sağlayan düsturlar mecmuası kitaplar indirmiştir. Son olarak da Hz. Muhammed (s.a.v)'i göndererek, "birbirini yemede sırtlanları geçmiş" olan insanlardan, birbirini seven, başkasını kendisine tercih eden Müslümanlar yetiştirmiştir. Bu konudaki pek çok âyetten ikisi şöyledir: "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız."(Âl-i İmran, 3/103) "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr, 59/9) İslâm'a göre en büyük fetih, barıştır. Nitekim Fetih Sûresi'nin ilk âyeti olan "Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik." âyetindeki "Feth-i Mübin"den kasıt, pek çok tefsirciye göre, Hudeybiye Barış Anlaşmasıdır (Taberî, 26:67-68; İbn Kesîr, 4:183) Neredeyse savaşın eşiğine gelmiş iki grup arasında imzalanan bu anlaşmanın en önemli maddesine göre ise, Müslümanlarla Mekke Müşrikleri on yıl süreyle birbirleriyle savaş yapmayacaklardı. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarından sonra Hicretin 6. yılında yapılan bu anlaşma ile Peygamberimiz (s.a.v.), güven ve barış dini İslâm'ın yayılmasının önündeki savaş engelini kaldırmıştır, bir bakıma, insanlar ile iradî tercihleri ve doğruyu bulma arasındaki engel kaldırılmıştır. Sevgi ve Güven Âbidesi Hz. Muhammed (S.A.V) Hz. Peygamber (s.a.v), varlığı insanlığın hayır ve yararına olan toplumu oluşturmak için çalışmış ve sonuçta böyle bir toplumu oluşturarak bu dünyadan ayrılmıştır. Nitekim, Onun sağlığında Hayber Yahudileri, Müslümanlardan gördükleri adalet ve hakkaniyet karşısında "Herhalde Cennet, Müslümanların eliyle yeryüzünde kuruldu." demekten kendilerini alamamışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.), bizzat kendi hayatıyla bunun en güzel misalini sunmuştur. "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzâb, 33/21) Nitekim O, daha peygamber olmadan Mekke'de sergilediği kırk yıllık örnek hayatında herkesin takdirini kazanmış ve 'Muhammedü'l-Emîn' (Güvenilir Muhammed) denilmeye başlanmıştı. Onun bu güvenilirliği ve saygınlığı kendini, Hz. Hatice (ra)'nin ona uluslararası ticaret işlerini teslim etmesinde, Kâbe'deki Hakemlik olayında ve Mekke'de haksızlıklarla mücadele adına kurulmuş olan Hılfu'l-Fudul cemiyetinin saygın bir üyesi olmasında göstermişti. Yine peygamber olmadan önce yaptığı ticari ortaklıklarda O'nun güvenilirliği ve dürüstlüğü herkesin dikkatini çekmekteydi. O'nun peygamber olmadan önceki hayatı, altmış üç yıllık ömrünün yarısından fazla, kırk yıllık uzun bir süredir. O, bu dönemde Allah'tan vahiy almadan önce de, bir insan olarak tertemiz ve herkes için bir emniyet âbidesi olarak yaşamıştı. Hem de pek çok insanın pek çok erdemden yoksun olduğu bir dönemde. Bu sebeple O'nun, peygamber olmadan önceki ahlâkî güzelliği, olumsuz şartları bahane ederek işledikleri kötülükleri, yahut yapmadıkları güzellikleri örtbas etmeye çalışan günümüz insanı için son derece önemli ve anlamlıdır. O'nun peygamber olmadan önce de güzellikleriyle toplum içerisinde tanınan bir insan olduğunu açıklayan Kur'ân âyetlerinde şöyle buyurulur: "Yoksa peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?" (Mü'minûn, 23/69) "De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Halâ akıl erdiremiyor musunuz?" (Yunus, 10/16) Ben peygamber olmadan önce kırk yıl aranızda yaşadım. Siz benim doğruluğumu, dürüstlüğümü, emanete hıyanet etmeyişimi, ümmiliğimi biliyorsunuz. Ben gençliğimde hiç Allah'a isyan etmedim. Şimdi siz benden, böyle bir şeyi nasıl istersiniz? (Kurtubî, 8:321) O'nun sahip olduğu güzelliklerle ilgili Kur'ân âyetlerinden biri de şöyledir: "Gerçekten Sen çok üstün bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 68/3) Fatiha ve Alâk sûresinden sonra üçüncü sırada inen Kalem sûresinin bu âyeti, O'nun baştan beri sahip bulunduğu faziletleri açık bir şekilde tescil etmektedir. Çünkü henüz onun tüm hayatını kuşatan Kur'ân âyetleri inmemişti; buna rağmen O, büyük bir ahlâk üzere bulunuyordu. Daha sonra O'nun, Kur'ân’la kendi içinde daha da olgunlaşan, mükemmellik içinde mükemmellik kazanan ahlâkî kişiliğini eşi Hz. Ayşe (ra) şöyle özetleyecekti: "Onun ahlâkı Kur'ân'dı." (İ. Hanbel, Müsned, 6:188) Hz. Hatice Vâlidemiz'le evlenirken nikâh merasiminde söz alan amcası Ebû Talip henüz yirmi beş yaşındaki yeğenini şöyle tanımlıyordu: "Doğrusu Muhammed, Kureyş'in hiçbir gencine benzemeyen, onlardan hiçbiriyle bir tutulamayan bir gençtir. Çünkü o, şeref, asalet, erdem ve akıl bakımından onlardan ayrılır." (İ. Hişam, 1/201) Kendisine ilk vahiy geldiğinde, gördüğü manzara karşısında heyecanlanan Hz. Peygamber (s.a.v)'e vefakâr ve fedakâr eşi Hz. Hatice (ra) şöyle diyordu: "Sen rahat ol, üzülme. Allah'a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmayacak, ele güne rezil etmeyecektir. Çünkü sen, akrabalık bağlarını gözetirsin. Hep doğru söylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Sıkıntılara katlanmasını bilirsin, güçsüzlerin elinden tutarsın. Misafir ağırlamayı seversin. Zor durumda kalan mağdurların hakkını korumak için onlara yardım edersin." O'nun sahip olduğu bu erdemler, düşmanları tarafından bile teslim edilmişti. Rum Kisrası, elçi olarak huzurunda bulunan, o zaman henüz iman etmemiş Ebû Süfyan'a Peygamberimiz (s.a.v)’in özellikleri ile ilgili sorular sormuş ve aralarında şöyle bir diyalog geçmişti: - Bundan önce, onun hiç yalan söylediğine şahit oldunuz mu? - Hayır, asla böyle bir şeye şahit olmadık. - İnsanlara yalan söylemeyen, vallahi Allah'a yalan söylemez! Habeşistan'a hicret eden Cafer b. Ebî Talib de Necaşî'nin huzurunda şunları söylemişti: "Ey Kral! Allah içimizden, aramızda yaşadığı kırk yıl doğruluğu, dürüstlüğü, asaleti, emanete riâyetkârlığı ile tanıdığımız bir kimseyi peygamber gönderdi..." (İbn Kesir, Tefsir, 2:411) Peygamberliğinin onuncu yılında müşrik ve kâfirlerin aşırı baskılarına maruz kalan Peygamberimiz (s.a.v), davetini taşımak ve onlardan kendisine arka çıkmalarını sağlamak için Taif'e gitti. Orada on gün kaldı ve ev ev dolaşarak onlara doğruları anlattı. Sonuçta onlar Hz. Muhammed (s.a.v)'le alay ettiler ve onu kovdular ve o çıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd'i ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. O (s.a.v), Taiflilerin elinden kendini bir bağa zor atmış ve orada şöyle dua etmişti: "Allahım! Güçsüz ve zayıflığımı, hor ve hakir görülüşümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve güçsüzlerin Rabbi Sensin, benim Rabbim de! Şimdi beni kime bırakıyorsun. Beni, senden uzak olan düşmanlara mı bırakıyorsun? Eğer bana kızmamışsan, hiç önemli değil, çektiklerim bana hiç dokunmaz. Ben Sana, Senin nuruna sığınırım. Bana gazap etmenden korkarım. Senin af ve merhametin benim için çok geniştir. Her şey Senin rızan içindir. Bütün güç kuvvet Senin elindedir." (Köksal, 5/66-71) İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu toplumu helâk edelim diyen meleğe Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle karşılık vermiştir: "Hayır, hayır. Ben onların helâk edilmelerini istemiyorum. Aksine Allah'ın onların soyundan, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar çıkarmasını diliyorum!" Uhud savaşında yaralanıp dişi kırılınca, O, "Müşriklere beddua etseniz!" diyenlere; "Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ya Rab! Kavmime hidâyet nasip et, çünkü onlar bilmiyorlar."(Buhari, Enbiya, 37) diye dua etmişti. Kısaca O, insanlığa sevdalı, bütün varlığını insanlığın kurtuluşuna adamış bir sevgi ve merhamet peygamberiydi.. Ona göre, bir kişinin hidâyete ermesi, yani gerçekle tanışması, tüm dünya ve içindekilerden çok daha hayırlıydı. Hicretin sekizinci yılında Mekke fethedilmişti. 53 yıllık baba ocağını Peygamberimiz (s.a.v)’e ve O'nunla beraber inananlara dar eden, onlara olmadık işkence ve eziyeti reva gören, onları Mekke'den sürüp çıkaran, bununla da kalmayıp onları Medine'de bile rahat bırakmayan, defalarca Medine'ye saldırılar düzenleyen Mekkeliler Hz. Muhammed (s.a.v) komutasında Mekke'ye giren on bin kişilik orduya beyaz bayrak kaldırıp teslim olmuşlardı. Tüm Mekkelilerin biraz heyecan ve biraz da korkuyla bekledikleri bir sırada Hz. Muhammed (s.a.v), onlara karşı, sevgi, merhamet ve hoşgörüyü zirvede temsil eden insan olarak "Size bugün hiçbir şekilde başa kakma ve kınama yok. Allah sizi yarlıgasın. O, esirgeyicilerin en esirgeyicisidir. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!" diyerek şanına yaraşanı yapmıştır. Allah Resûlü'nün Kur'ân âyetlerinde ve kendi sözlerinde geçen pek çok ismi ve sıfatı, bizim O'nu doğru olarak tanımamızda oldukça önemlidir. O Rahmet Peygamberidir (Rasülü'r-Rahme, Nebiyyü'l-Merhame). O, belli bir kesime değil, tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O, Müjdeci ve Uyarıcıdır (el-Mübeşşir, el-Beşîr; el-Münzir, en-Nezîr) O, apaçık gerçektir (el-Hakku'l-Mübîn). O, tutunulacak en sağlam kulptur (el-Urvetü'l-Vüskâ). O, dosdoğru yoldur (es-Sırâtü'l-Müstakîm) O, ışığıyla etrafını aydınlatan parlak bir yıldızdır (en-Necmü's-Sâkıb). O, aydınlatan bir kandildir (en-Nûr, es-Sirâcü'l-Münîr). O, Allah'a çağıran bir davetçidir (Dâi ilâllah). O, şefaati makbul bir şefaatçidir (eş-Şefî', el-Müşeffe'). O, ıslahatçıdır (el-Muslih). O, Allah'ın sevgilisi ve dostudur (Habîbullah, Halîlürrahman). O, güçlü delil ve kanıt sahibidir (Sâhıbü'l-Hucce ve'l-Bürhân). O, Allah'ın seçtiği seçkin kişidir (el-Mustafa, el-Müctebâ, el-Muhtâr). O, övülmüş, övülmeye lâyık kişidir (Muhammed, Ahmed, Mahmûd, Hâmid). O, Güvenilir Muhammed'dir (Muhammedü'l-Emîn). O, peygamberlerin sonuncusudur (Hâtemü'n-Nebiyyîn) İşte O, sevgi yumağı, güven ve dürüstlük âbidesi seçilmiş, gaye insanı anlamak, her şeyden önce O'nu tanımak, O'nun gibi olmakla ve O'nu sevmekle mümkündür. Zaten O'nu anlamanın anlamı da budur. Nitekim O, "Benim sünnetimi izleyen bendendir, ondan yüz çeviren ise benden değildir." buyurarak, bu gerçeğin altını çizmiştir. Kısaca söylemek gerekirse Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i anlamak ve sevmek, her yönüyle O'nu doğru bir biçimde tanımak, O'na uymak, O'nun adını çokça anmak, O'nun ismine ve bize bıraktığı evrensel değerlere saygı duymak, O'nun sevdiklerini sevip, sevmediklerinden uzak olmak, O'nun ahlâkı olan Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanmakla olur. Peygamberimiz’in Hayatından Sevgi Tabloları 1. Allah Sevgisi: Allah Resûlü (s.a.v), sürekli Allah'ın gözetimi altında bir kul olduğunun şuurundaydı. O'na karşı kulluk görevlerini aksatmadan ve kendine yaraşır bir biçimde yerine getirmeye gayret ediyordu. Bu konuda O'nun hedefi, "Şükreden bir kul olmaktı" (Buharî, "Münafikun," 79) Peygamberimiz (s.a.s), Allah'ı en iyi bilendi. O'nunla irtibat hâlindeydi. O'nun hoşnutluğunu kazanmak tek derdiydi. Ölüm, onun için O'na kavuşmaktı. Nitekim O’nun pek çok sözünde Allah sevgisi, Allah için sevmek ana tema olarak işlenmiştir. Zaten O’nun bir sevgi yumağı oluşunun temelinde de, sevgi kaynağı olan Yüce Allah'a olan bu yakınlık ve irtibatı yatmaktadır. 2. Çocuk Sevgisi: Peygamber Efendimiz (s.a.v), çocukları kucağına alır, öper okşardı. (Buharî, "Edeb", 22) On tane çocuğu olduğu halde hiç birisini alıp öpmediğini söyleyen birisine, "Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim!" buyurmuştu. Çocuklarla ilgilendiği gibi gençlerle de özellikle ilgilenmiş, onları ciddiye almış, onlara değer vermiştir. O'na ilk inananlar arasında gençlerin ayrı ve önemli bir yeri vardı. O, liyakatli gençleri çok büyük sahabilerinin de içinde bulunduğu ordulara kumandan tayin ederek onları taltif etmiştir. O, Tebûk gazvesinde Neccaroğulları sancağını henüz yirmi yaşındaki Zeyd b. Sabit'e vermiş; Bedir savaşında yirmi bir yaşlarındaki Hz. Ali'yi sancaktar tayin etmiş; Kudâaoğulları üzerine gönderilen kırk bin kişilik ordunun başına on sekiz yaşındaki Üsame b. Zeyd'i geçirmiş; yirmi bir yaşındaki Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak göndermişti. 3. Aile ve Akraba Sevgisi: Ailesine düşkün bir ev reisiydi. Ev işlerinde onlara yardım etmekten asla çekinmezdi. Yeri gelince et doğrar, kabak doğrar, sökük dikerdi. Aile bireylerinin Allah'a karşı görevlerini yerine getirme konusunda da onlara çok düşkündü. Çünkü O, "Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir." (Tâhâ, 20/132) emrinin muhatabıydı. O, davetine önce akrabalarından başlamıştı. Çünkü Allah öyle buyurmuştu: "(Önce) en yakın akrabanı uyar." (Şuara, 26/214) Akrabalık ilişkilerini her zaman sürdürmüş ve yakınlarından da bunu istemişti. O, anne baba sevgisi üzerinde ısrarla durmuş, süt annesini, süt kardeşini, baba dostunu sevmeyi ısrarla istemiş, kendisi de onlara gereken ilgiyi göstererek en güzel misali sunmuştu. 4. Arkadaş Sevgisi: Peygamberimiz (s.a.v), cahiliye döneminin karanlıklarında yaşayan insanları her türlü sıkıntıya cefaya katlanarak insanlık tarihinin en mükemmel insanları seviyesine yükseltmiştir. Bir zamanlar kendisine olmadık işkence ve eziyeti yapmış olanları af ve onore etmiştir. "And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 9/128) "Mü’minlere kol kanat ger, onları şefkatle koru!." (Hıcr, 15/88) "Sana tâbi olan mü’minlere kol kanat ger..." (Şuara, 26/215) 5. Ümmet Sevgisi: Hayatını ümmetine adadığı gibi, ahirette de, peygamberlerin bile kendi derdine düşeceği anda O (s.a.v), "Ümmetî, ümmetî! Allah'ım, ümmetimi isterim ümmetimi!" (Ebu Avâne, Müsned, 1:158) diyecektir. 6. İnsan Sevgisi: O, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir (Enbiya, 21/107). Ne kadar kötü de olsa herkesi davetine muhatap olarak kabul eden bir peygamber. İnsanları kurtarmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir peygamber. Ev ev, panayır panayır, şehir şehir dolaşmış, en zor şartlarda ve zamanlarda pek çok yere seferler düzenlemiş bir peygamber. İnanç ayrımı yapmadan konu komşusuna karşı görevlerini yerine getirmiş bir peygamber. Yanlış yere insanların öldürülmesine ve kim olursa olsun onlara eziyet, işkence edilmesine, insanların köleleştirilmesine şiddetle karşı çıkmış bir peygamber. Savaşta bile işkence edilerek insanları öldürmeyi yasaklamış, savaşa katılmayanlara ve Müslüman olduğunu söyleyenlere asla dokunulmamasını emretmiştir. O'nun döneminde yapılan savaşlarda ölen insanların sayısı dört yüzü bulmamaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sevgi ve şefkati ilâhî kaynaklıydı; "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Âl-i İmran, 3/159) 7. Diğer Canlılara ve Çevreye olan Sevgisi: O'nun, insan dışındaki canlılara, hayvan ve bitkilere de büyük değer verdiğini ve temiz bir çevre için elinden gelen her şeyi yaptığını görüyoruz. O, "Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr, 16) buyurarak merhamete erişmeyi, tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir. Bir köpeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip ölümüne sebep olmanın Allah'ın gazabını çektiğini vurgulamıştır. Bir keçiyi sağan adama uğradığında ona şunları söylemiştir: "Sağdığında yavrusu için de süt bırak." Kendisine, "Hayvanlara yapılan iyilik için de mükâfat var mı?" diye soranlara şu cevabı vermiştir: "Evet, her canlıya yapılan iyilik için mükafat vardır." (Buhari, Şürb, 9) O, hayvanları bile keserken, bilenmiş bıçakla ve hayvana fazla eziyet çektirilmeden kesilmelerini özellikle emretmiştir. (Müslim, "Sayd". 57) Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ. Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları söylemiştir: "Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer." (Müslim) "Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağaç filizi bulunan onu mutlaka diksin." (Buharî) Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla çırpan adama şöyle müdahalede bulunmuştu: "Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!" (Üsdü'l-Ğabe, 3:276) Yüce Allah'ın Mekke'yi Harem bölge yaparak bir anlamda sit alanı ilân etmesi yanında, O da (s.a.v), Medine ve Taif'i sit alanı ilân etmişti. "Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir," buyuran Hz. Peygamber (s.a.v)'in Mekke, Medine, Uhud dağı ve başka yerlerin sevgisini dile getiren pek çok hadisi vardır. O, gök cisimleriyle de ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak değerlendirmiştir. Peygamber'i Sevmek Sevgi gönülde yer eden, dış dünyaya söz ve davranışlarla yansıyan bir duygudur. Sevgi bir verme eylemidir. Sevdiğine gönül verme, sevdiği uğruna verilmesini gerekeni vermedir sevgi. Peygamber (s.a.v)'i sevmek, O'na gönül vermek, özveride bulunma, hattâ gerektiğinde O'nun uğruna malını ve canını verme ile olur. Bu ise, O'nu tanımak, O'nu izlemek, O'nun sevdiklerini sevmek, O'nun bize emanetleri olan Kitap ve Sünnet'e saygı duymak ve sahip çıkmak, hiçbir konuda O'nun önüne geçmemekle gerçekleşir. Bilgi olmadan sevgi olmaz. Bu yüzden, O'nu doğru bir şekilde tanımadan lâyıkıyla sevemeyiz. O'nun sevgisini sadece adını taşımak ve adını saygıyla anmak, O'nun özel eşyalarına (Mukaddes Emanetler) saygı duymakla sınırlamak doğru değildir. O'nu sevmek demek, O'nu saygıyla ve çokça anmak demektir. Tevhidi okurken, ona salâvat getirirken, ezan-ı Muhammedî okurken-dinlerken, namazda tahıyyatta "Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ey Nebî!" derken, salli-bârik dualarını okurken O'nu andığımızın farkında olmaktır. Sevilmek için sevmek gerekir. Sevgiyi hak etmek, sevmek ve sevilmek için ise sevgi kaynağı Yüce Allah ile bağlantılı olmakla mümkündür. "İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman, (hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevgili kılacaktır..." (Meryem, 19/96) Sevginin kaynağı, bir adı da Vedûd olan Allah'tır. "De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah'a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmran, 3/31-32) Kaynaklar: Asım Köksal, İslâm Tarihi; Buharî, el-Edebü'l-Müfred; Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi; Ebû Avâne, Müsned; İbn Hişam, es-Sîratü'n-Nebeviyye; İbnü'l-Arabî, İlâhî Aşk, (Çev. Mahmut Kanık), İstanbul, 1998; Kâdî Iyâz, Kitâbü'ş-Şifâ; Ma'mer b. Raşid, el-Cami'; Mehmet Bayraktar, "Asr-ı Saadette Çevre Bilinci", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet'te İslâm; Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları; Münavî, Feyzu'l-Kadîr; Taberî, Tefsîr; İbn Kesîr, Tefsîr; Râzî, Tefsîr; Kurtubî, Tefsîr.
__________________ mazafaka | |
|
03 Kasım 2020, 22:14 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini İslam hoşgörü diniyse eğer iki saat önce niye beni foruma gömmekten, bir daha çıkartamamaktan falan bahsediyordunuz? Hiç duymadığınız şeyleri duyduğunuz an kontrolden çıkıyorsunuz. Sizin sevginiz, hoşgörünüz, barışınız kime? Herkesin ağzında bir hoşgörüdür gidiyor, bir türlü göremiyoruz bu hoşgörüyü. Konu noname tarafından (03 Kasım 2020 Saat 22:18 ) değiştirilmiştir. |
|
04 Kasım 2020, 20:25 | #3 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (1) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
İslamiyete bakış açını değiştirirsen herşeyi daha iyi anlayacaksın.Bu konuyu senin için açtım.Belki seni bir nebze olsun aydınlatmış oluruz. Ben senin fikirlerine değil bakış açına ve art niyetli oluşuna kızdım.Sürekli islami konulara muhalefet oluyor, suçlamaya ve kötü göstermeye çalışıyosun.Bu kez anlamaya çalış diye ilgilenerek konu açtım.
__________________ mazafaka | ||||
|
04 Kasım 2020, 20:53 | #4 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
Zahmet etmişsin. Teşekkür ederim. Ramazan'da TV'de program yapan devlet memuru şarlatanları saymazsak eğer, İslam'ın barış dini, hoşgörü dini olduğunu kimse iddia etmez. İlminin hakkını veren istediğin İslam alimine sorabilirsin bunu. İslam fetih dinidir. Dünya'ya İslam hakim olana kadar savaşmak her müslümanın üzerine farzdır. | ||||
|
04 Kasım 2020, 20:57 | #5 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
Kardes napak hosgoru gösterip sana? :d Ne istiyun ne bekliyün yani forumu üstüne mi yapak? sjssj | ||||
|
04 Kasım 2020, 21:52 | #6 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (1) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
Bugüne kadar gelmiş ve kıyamete kadar gelecek olan insanlardan; Akıl, ilim, irfan, takva ve buna benzer bütün insani vasiflar ve özellikler bakımından en üstünü, en şereflisi, en erdemlisi, en yüksek mertebede olanı ve en önemlisi Allah a en yakın olanı Muhammed Mustafa (s.a.v) islamiyet dinini yayma görevini Allahın izni inayetiyle eksiksiz olarak yerine getirmiştir. Bir insan eğer islam dinine inaniyorsa, iman ediyorsa en büyük görevi şu ahir zamanda kendini kurtarmaktır.İmanini muhafaza etmektir.Sen şu zamanda bunu başarabiliyorsan, Allahın rahmetinin üzerinde olduğundan dolayı çok şükretmelisin.Ümmeti Muhammed içinde dua etmelisin. Dünya ya islam hakim olana kadar dua et, etrafindakilere varsa ilminle telkinler de bulun.Ayetlerde de geçtiği gibi onları hayra ve iyliğe davet et.Çünkü insan bilir ki herşey Allahın kudretindedir.O isterse her yer güllük gülistanlık olur. İslam dinin de bütün ibadetlerin özü dua dır.Birşeylerin daha iyi olmasini istiyorsan veya bunu yapabilecek kudretin yoksa dua etmen gerekiyor.Yaradan bunu emrediyor. "Eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?" (Furkan, 25/77)
__________________ mazafaka | ||||
|
05 Kasım 2020, 03:13 | #7 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
profiline baktım nerde ne tartıştığını göremedim Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. ama ben sana kişilik olarak ve insan olduğun için saygı duyuyorum en azından müslümanım ama şöyle şöyle müslümanım ama böyle böyle diyenlerden değilsin ne istediğini neyden nefret ettiğini bilerek çekinmeden bunu söylemen medeni cesaret ve takdire şayan en azından bazıları gibi değilsin tamamen kontrolden çıkanlar karşısında bayan demeden ana avrat sövenler var en azından böyle biri olmadığın için sana saygım var arkadaşım, birçok düşüncene katılmasamda bunları yanlış düşündüğün konusunda fikirlerimi söyleyebilirim bence bunlar bir hoşgörüdür yeterki birbirimize saygımız olsun son olarak bütün dinler hakkında aamir khanın güzel bir sözü var Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. araştırmak önemli böylece islamiyeti daes üzerinden degerlendirmessin daesi kim eğitti kimler silah verdi bulundukları konumda çıkan karmaşada hangi devletlerin hesabı var ekonomik dini politik vs vs bölgedeki tüm olaylarla birlikte degerlendirmek gerekir ha birde toplum mühendisliği diye bir olay var tıpkı fransanın şuan müslümanları şeytan olarak göstermeye çalışması gibi bu tür propogandist şeylere kanmamak gerekir
__________________ Konu AftieL tarafından (05 Kasım 2020 Saat 03:24 ) değiştirilmiştir. | ||||
|
05 Kasım 2020, 09:10 | #8 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
👏👏👏cok haklisin forumda ilk defa medeni bir şekilde tartisana denk geldim..@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] seni tebrik ediyum Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. | ||||
|
05 Kasım 2020, 19:37 | #9 | ||||
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini
Peygamberin hayatına, Kur'an ve Sünnete bakarsan geleneksel İslam'a IŞİD'in daha çok uyduğunu net bir şekilde görürsün. Işid o katliamları, o infazları kafasına göre yapmıyor. Delilini sorarsan ya kuran'dan ya sünnetten hemen çıkartıp gösterirler. İlk aklıma gelenler; Peygamber de Beni Kureyza aşiretinin 800-900 yahudisinin kafalarını kestirip karılarını cariye/köle yapıp mallarını müsadere etmiştir. Peygamber de kendisiyle alay eden şairleri(Esma bint Mervan) öldürtmüştür, bugün karikatürist öldüren El Kaideliler gibi. Türkiye gibi hem laik hem müslüman ülkede doğup büyüdüğün için İslam'ı IŞİD üstünden değerlendirme diyebiliyorsun. Senin hoşgörü sandığın, İslam'ın nuru sandığın şeyler aslında laikliğin nimetleri. Bugün Türkiye'de sen gibi ben gibi kişiler birbiriyle dalaşmadan yaşayabiliyorsa bunu laikliğe borçluyuz, İslam hoşgörüsüne değil. Ki, Türkiye'de Türk ve Sünni olmayanların nasıl baskılar gördüğünü, toplum tarafından nasıl dışlandığını söylememe bile gerek yok. Bugün Anadolunun herhangi bir yerinde elinde sigara ve mini etekle ramazan günü dolaşamazsın bile. Işid'i geçtim, İslam'ın hangi yorumunu alırsan al, ondan hoşgörü çıkmaz. Türkiye'nin bütün cemaatleri tarikatleri birbirlerinden nefret ederler. Hepsi diğerinin yanlış yolda olduğunu düşünür, beyan eder. Tek doğrunun kendileri olduğunu söylerler. Müslümanın, müslümana bile hoşgörüsü yoktur yani. Tüm dinler hoşgörüsüzlük üzerine kurulmuştur. Kin, nefret ve düşmanlık üretirler. Muhammed de Mekke'de güçlendikten sonra putları kırıp dökmüş, başkalarının dinine hoşgörü göstermemiştir. Sadece İslam'dan değil, hiçbir dinden hoşgörü çıkmaz, çıkartamazsınız. Ahlak da çıkmaz. Fransa'ya gelince, Fransa'nın İslam düşmanlığı falan yaptığı yok, İslamcılığa düşmanlar.(ben de düşmanım) Fransa'nın göbeğinde, ifade özgürlüğünü anlatan öğretmeni cemaatin ortak kararıyla katledersen, İslam hakkında duymak istemeyeceğin şeyler duyabilirsin. Macron'un veya Fransa'nın İslam düşmanlığını yaptığı söylemek çok abes olur. Bence gayet makul açıklamalar yapıyorlar ve güzel bir dil kullanıyorlar. Hatta geçen gün karikatürler hakkında "Bu karikatürlerin müslümanlar için ağır olduğunu biliyorum ama şiddete başvurmak için gerekçe gösterilemez" dedi. Macron aslına bakarsan davarın tekidir, Fransa gibi bir ülkeyi yönetecek adam da değildir. Ama bu meseledeki tavrını gayet yerinde buluyorum. Diğer postta da yazdım, Fransızlar 230 sene önce kiliseye ve mutlak monarşiye karşı ayaklanıp devrim yapmış bir millettir. 2020 yılında üç beş geri kafalıya pabuç bırakmazlar. Fransa, Hristiyanlığa yaptığı düşmanlığın, karşı koymanın %1'ini bile İslam'a karşı yapmıyor. Adamlar bağnazlığa karşı, dini inaca karşı değiller. Fransız devriminin sloganı "Son kralı, papazın bağırsağıyla as" idi. Yani demek istediğim 230 sene önce dinlere haddini bildirmiş, onlara sınırlarını çizmiş bir milletten başka bir tavır bekleyemezsin. Gericiliğe müsamaha göstermezler. İşin en üzücü yanı, Türkiye gibi bir ülkeden böyle terör saldırlarına karşı hiçbir ses çıkmamasıdır. Ne devletimiz, ne milletimiz, ne diyanetimiz "ulan böyle din mi olur, peygamberle alay etti diye insan mı öldürülür" demiyor. Hatta aksine saldırılara destek olan, ölen öğretmen için üzülmediğini söyleyen insanlar görüyoruz. Çok üzücü... bu mesaja tepki gösterdi. | ||||
|
05 Kasım 2020, 19:58 | #10 | ||||
Çevrimdışı ~ Lafazan.Net ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Sevgi, Barış Ve Hoşgörü Dini Yetkililer uyumasaniz su yorumlara arada goz atsaniz Kelalaka yine nickinin hakkini veriyor. Kafasinin basmadigi konularda yorumlar yaparak ve hatta haddini asip DAES ile Islami bagdastirmasi kabul edilemez. Yorum ve fikir ozgurlugu hic bir dini asagilamayi hakli gosteremez.
__________________ Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. | ||||
|
Etiketler |
#bariş, #din, #hoşgörü, #islam, #islamdini |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Sevgi ve Hoşgörü | mahseri | Makaleler | 2 | 06 Ağustos 2017 17:01 |
İslamiyet: Sevgi Barış ve Hoşgörü Dinidir!. | Sevda | İslamiyet | 0 | 29 Temmuz 2013 17:57 |
Barış Dini İslam | Kalemzede | İslamiyet | 0 | 05 Ağustos 2011 02:20 |