25 Aralık 2010, 16:08 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İnsan Vücudu Mucizesi
Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde insanın yaratılışına dikkat çekmiş ve insanları bu yaratılış üzerinde düşünmeye davet etmiştir:
İnsan, Allah tarafından belli bir düzen içinde biçim verilmiş, doğadaki en mükemmel, en karmaşık ve en olağanüstü sistemlere sahip canlılardan biridir. İnsan vücudu, ortalama 60-70 kiloluk bir et ve kemik yığınıdır. Bilindiği gibi et doğadaki en dayanıksız malzemelerden biridir. Açıkta kaldığında bir kaç saatte bozulur, bir-iki gün içinde kurtlanır ve dayanılmaz bir koku yaymaya başlar. Bu çürük malzeme, insanın vücudunun büyük bölümünü oluşturur. Ama onu besleyen kan dolaşımı ve dışarıdaki bakterilerden koruyan deri sayesinde, 70-80 yıl boyunca, bozulmadan, çürümeden saklanır. Vücudun yetenekleri ise hayranlık vericidir. Örneğin beş duyu, ayrı ayrı birer mucizedir. İnsan dış dünyayı bu duyular sayesinde tanır, bu duyulardaki bütünlük sayesinde rahatça yaşamını sürdürebilir. Görme, koklama, dokunma, işitme, tad alma duyuları incelendiğinde karşılaşılan detaylar, ortaya çıkan kusursuz tasarımlar bir Yaratıcı'nın varlığını kanıtlayan deliller olarak karşımıza çıkar. İnsan vücudundaki mucizevi yapılar sadece beş duyu ile sınırlı değildir.Hayatı bize kolaylaştıran bütün organların tümü ayrı birer mucizedir. Hepsi tam ihtiyacı karşılayacak fonksiyonlara sahiptir. Elsiz olarak yaratılmış olsak, ne kadar zor yaşardık bir düşünelim. Bacaklarımız olmasa, vücudumuz deriyle değil de dikenlerle, pullarla veya kabukla kaplı olsaydı neler olurdu? Bu sayılanların yanısıra, insan vücudunun içindeki solunum, beslenme, üreme, savunma gibi karmaşık sistemlerin varlığı ve insan vücudunun estetiği de ayrı ayrı mucizelerdir. Görüldüğü gibi insan vücudu içinde çok sayıda hassas denge vardır. Birbirine tamamen bağlı çalışan sistemlerin, vücuttaki diğer sistemlerle olan kusursuz bağlantısı sayesinde insan hayati fonksiyonlarını hiçbir aksama olmadan gerçekleştirebilmektedir. Üstelik bunları, özel bir çaba göstermeden, hiçbir zorlukla da karşılaşmadan yapmaktadır. Hatta tüm bunlar olup biterken çoğu zaman kişinin bunlardan haberi bile olmaz. Midesindeki sindirimin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğinden, kalbinin ritminden, kanın vücuttaki gerekli yerlere tam da en gereken maddeleri taşımasından, görmesinden, duymasına kadar çoğu şeyden insanın haberi dahi olmaz. İnsan vücudunda kusursuz bir sistem kurulmuştur ve mükemmel bir şekilde işlemektedir. Bu gökten yere her işi evirip düzene koyan Allah'ın yaratmasıdır. Allah evrendeki herşeyi, her detayı tüm canlıları gereken özelliklere sahip olarak yaratmıştır. İnsan vücudu da detaylı incelendiğinde fark edilen tasarım Allah'ın yaratma sanatındaki örneksizliğin ve eksiksizliğin bir delili olarak karşımıza çıkar. Allah evrendeki kusursuzluğa Mülk Suresi'nde şöyle dikkat çeker:
Aynı "hassas ayar" dokunma duyusu için de geçerlidir. İnsan derisinin altında yer alan dokunmaya hassas sinirler, olabilecek en iyi biçimde duyarlılaştırılmış ve vücuda dağıtılmışlardır. En çok sinir ucu, parmak uçlarında, dudaklarda ve cinsel organda yer alır. Buna karşın daha "önemsiz" bölgelerde, örneğin sırt bölgesinde oldukça az sayıda sinir ucu vardır. Bu insana büyük avantajlar sağlar. Bunun aksinin olduğunu düşünelim: Parmak uçlarının son derece duyarsız olduğunu, tüm sinir uçlarının sırtta toplandığını varsayalım. Bu kuşkusuz oldukça zorluk verici olurdu; elimizi doğru düzgün kullanamazken, sırtımıza temas eden en ufak maddeyi bile -mesela elbisemizin kıvrımlarını- hissederdik. Vücudumuzdaki diğer yapıların gelişimi de birer "hassas denge" örneğidir, sözgelimi saç ve kirpikler: Her ikisi de sonuçta birer "kıl" olmasına karşın, geçen zamanda eşit olarak uzamazlar. Kirpiklerin saç kadar uzayıp gözlerimizin önüne düştüğünü bir düşünün. Hem görüşümüzü engelleyecek, hem de göze girerek bizim için hayati önem taşıyan bu organımıza zarar vereceklerdi. Kirpiklerin belirli bir uzunluğu vardır ve bu uzunluk sabit kalır. Yanma ve benzeri bir kaza sonucu kirpiklerimiz kısalırsa, yeniden eski "ideal" boya gelinceye kadar uzar ve yine dururlar. Dahası kirpiklerin şekilleri de çok önemlidir. Hafif yukarı doğru kıvrık olmaları nedeniyle hem gözün görüş alanını daraltmaz, hem de son derece estetik bir görünüm kazandırırlar. Kirpikler göz kapağının ucundan çıkarken burada bulunan özel bezler tarafından yağlanarak kaplanırlar. İşte kirpiklerin fırça gibi sert ve düz olmaması bu özel kaplama sayesindedir. İnsan bedeninin her noktasında, kesinlikle tam bir "ince tasarım" söz konusudur... Bu ölçülü yaratılış, yeni doğan bir bebekte de, gelişme çağındaki insanlarda da kendini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Mesela yeni doğan bir bebeğin kafatası kemikleri çok yumuşaktır. Ve bu kemikler, birbirlerinin üzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı doğumda bir hasar görmez. Eğer kafatası kemikleri doğum sırasında sert bir yapıda olsalardı, anne karnından çıkarken çatlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde büyük hasarlara yol açarlardı. Aynı kusursuzlukla, gelişme çağındaki bir insanda tüm organlar, birbirine uyumlu olarak büyür. Örneğin, gelişen kafa yapısında, beyinle birlikte onu çevreleyen kafatası da büyümektedir. Beyne oranla daha yavaş genişleyen bir kafatası olsaydı, beyni sıkıştıracak ve kısa sürede insanın ölümüne neden olacaktı. Aynı denge kalp ve akciğerlerle göğüs kafesi, göz ile göz çukuru gibi başka organlar için de geçerlidir. Bu nedenle, yaratılıştaki sanatı ve kudreti görebilmek için kendi bedenimizdeki olağanüstü yapıları incelemekte fayda vardır. Üstün bir teknoloji ile donatılmış ve en gelişmiş fabrikalardan daha kusursuz bir yapıya sahip olan bu bedenin her parçası, Allah'ın benzersiz yaratışını göstererek, O'nun tüm bedenimiz üzerindeki egemenliğini ispatlamaktadır. İnsan vücudundaki sistemler ve organlar incelendiğinde kusursuz ve ölçülü bir yaratılışın delilleri daha yakından görülecektir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
İnsan bedeni, yeryüzündeki en karmaşık makinadır. Hayatımız boyunca bu bedenle görür, işitir, nefes alır, yürür, koşar ve zevk alırız. Bedenimiz kemikleri, kasları, damarları, iç organları ile mükemmel bir düzen ve tasarıma sahiptir. Bu tasarımın detayına inildiğinde ise daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşılır. Birbirinden farklı gibi görünen vücut parçalarının tamamı aynı malzemelerden oluşmaktadır. Hücrelerden?. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Vücudumuzdaki herşey milimetrenin binde biri büyüklüğündeki hücrelerden oluşur. Bu hücrelerin kimi biraraya gelerek kemikleri, kimi sinirleri, kimi karaciğeri, kimi midemizin iç yapısını, kimi derimizi, kimi ise gözümüzün kornea tabakasını oluşturur. Hücreler vücudun hangi parçasını oluşturuyorlarsa bu bölgede ihtiyaç duyulan boyuta ve şekle sahip olurlar. Bugün sizin bedeninizi oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücrenin tamamı, tek bir hücreden çoğalarak meydana gelmişlerdir. Şu an sahip olduğunuz hücrelerle aynı bilgiye sahip olan bu tek hücre de, annenizin yumurta hücresi ile babanızın sperm hücresinin birleşimiyle ortaya çıkmıştır. Allah, Kuran'da insanlara, kimi zaman göklerdeki ve yerdeki, kimi zaman da canlılardaki yaratılış mucizelerini, Kendi varlığının delilleri olarak örnek gösterir. Bu delillerin en önemlilerinden biri de, sözünü ettiğimiz konu, bir diğer ifadeyle insanın kendi yaratılışındaki mucizelerdir. Birçok ayette insanın, ibret almak için, bizzat kendi yaratılışına dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl var olduğu, var olurken hangi aşamalardan geçtiği detaylı olarak tarif edilir. Vakıa Suresi'ndeki ayetlerde, insanın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır:
İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi, duyan, gören, işiten ve vücut yapısı olarak oldukça karmaşık bir yapıda olan insanın bir damla sudan meydana gelmesi şüphesiz ki olağanüstü bir gelişimin sonucudur. Bu gelişim ise, elbette başıboş bir sürecin, rastgele oluşan tesadüflerin değil, ancak bilinçli bir Yaratılışın sonucunda gerçekleşmektedir.
Tek Damladan Yaratılış Anne rahmindeki büyüme süreci 9 ay boyunca kusursuzca devam eder. İlk başta tek bir su damlası olarak buraya girmiş olan cenin, giderek tam bir insana dönüşür. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Eğer bu dönüşüm içinde en ufak bir uyumsuzluk olsa, cenin kaçınılmaz şekilde can verebilir. Örneğin eğer beyin, kafatası kemiklerinden daha hızlı büyüse, ceninin beyni sıkışacak ve zarar görecektir. Aynı durum kemik-doku uyumu, gözler, akciğerler, kalp gibi diğer pek çok organ ve bunları çevreleyen kemikler için de geçerlidir. Organların uyumlu gelişimi de çok önemlidir. Eğer dolaşım sistemi oluşurken böbrekler geç kalsa, kan temizlenemeyecek ve vücut zehirlenecektir. Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmez ve dünyaya gözlerini açacak olan genç insan, bir aşamadan bir başka aşamaya kusursuzca geçirilerek yaratılır. Önce sadece tek bir damla su iken onu yaratıp düzgün bir insan kılan tek kudret ise, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Allah, insanı nasıl yarattığını Kuran'da şöyle anlatmaktadır:
Kuşkusuz bu gerçek karşısında insana düşen, kendisini bir damla sudan yaratarak, gören, işiten, düşünen bir insan kılan Rabbine daima şükredici olmaktır. Nitekim Kuran'da insana bu gerçek şöyle hatırlatılır:
Çok yakın bir zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılıyordu. Ancak yapılan son araştırmalar çok farklı ve insanların hiç farkında olmadıkları bir gerçeği ortaya koydu. Embriyodaki kıkırdak doku önce kemikleşmekte, daha sonra kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokulardan seçilerek biraraya gelerek sarmaktaydı. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Oysa bilimin daha yeni keşfettiği bu gerçek, Allah tarafından Kuran'da 1400 sene önce insanlara bildirilmişti.
Ayette 1400 yıl önce haber verilmiş olan bu bilimsel gerçek, "Developing Human" (Gelişen İnsan) adlı bilimsel bir yayında şöyle tarif edilmektedir: 6. haftada kıkırdaklaşmanın devamı olarak ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar. 7. hafta sonunda uzun kemiklerde de kemikleşme başlamıştır. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen dokudan seçilerek kas kitlesini meydana getirirler. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafında ön ve arka kas gruplarına ayrışır. Kısacası insanın Kuran'da tarif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği yüzyıllar öncesinden insanlara bildirmiştir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Sindirimin hemen başında devreye giren tükürük salgısı, besinleri ıslatarak dişler tarafından öğütülmelerini ve yemek borusundan aşağı kaymalarını kolaylaştırır. Bir diğer özelliği kimyasal yapısı sayesinde nişastayı şekere çevirmesidir. Peki ağızda böylesine önemli bir madde olan tükürüğün salgılanmadığını düşünün. Böyle bir durumda ne yediklerimizi yutabilir, ne de ağız kuruluğundan dolayı doğru dürüst konuşabilirdik. Katı hiçbir besin alamaz, sadece sıvı ve sıvıya yakın maddelerle beslenebilirdik. Midedeki sistemde de mükemmel bir denge söz konusudur. Besinlerin midedeki sindirimi, bu organın içindeki hidroklorik asit tarafından gerçekleştirilir. Ancak bu asit o denli güçlüdür ki, yalnız besinleri değil, mide duvarını bile eritebilecek güçtedir. Fakat bunun çözümü yaratılmıştır elbette: Sindirim sırasında salgılanan mukus adlı bir madde midenin tüm duvarlarını kaplar ve asidin parçalayıcı etkisine karşı mükemmel bir koruma sağlar. Böylece midenin kendi kendini yok etmesi engellenmiş olur. Mukusun bileşimindeki bir hata onun koruyucu özelliğini bozabilir. Oysa, gerek midenin sindirim için kullandığı asitte, gerekse o salgıdan mideyi korumak için ortaya çıkan mukusta kusursuz bir uyum vardır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Mide boşken, proteinleri yani et gibi hayvansal gıdaları parçalamakla sorumlu salgı midede bulunmaz. Daha doğrusu mide boşken bu salgı tamamen farklı, parçalayıcı özelliği olmayan bir madde olarak midede mevcuttur. Protein içeren bir besin mideye geldiğinde, mideye salgılanan HCL, bu etkisiz maddeyi çok güçlü bir protein parçalayıcısı haline getirir. Böylece mide boş kaldığında bu güçlü protein parçalayıcı, proteinlerden yapılmış olan mideye zarar vermez. Burada dikkat edilmesi gereken, söz konusu sistemi evrimin hiçbir şekilde açıklayamadığıdır. Çünkü evrim, küçük yapısal değişikliklerin, basamak basamak üst üste eklenmesiyle, ilkel canlılardan bugünkü karmaşık organizmaların oluştuğunu savunur. Oysa açıkça görüldüğü gibi, midedeki sistemin basamak basamak oluşmasına imkan yoktur. Tek bir faktörün bulunmaması canlının sonunu getirir. Evrimin tutarsızlığını daha iyi anlamak için bir örnek yeterli olur. Midesinde ürettiği asitle, kendi midesini eriten bir canlı düşünün; acılar içinde önce midesi parçalanır, daha sonra diğer iç organları bu asit tarafından tahrip edilir. Kendi kendini, canlı canlı yiyerek ölür. Midedeki sıvının, besin geldiğinde parçalayıcı özellik kazanması, bir dizi kimyasal işlem sonucunda gerçekleşir. Sözde evrim süreci içinde, midesinde böylesine planlı kimyasal dönüşüm yapılamayan bir canlı düşünün. Midesindeki sıvı bir türlü parçalayıcı özellik kazanmayan canlı, yediklerini sindiremeyecek, karnında sindirilmemiş bir yiyecek kütlesi olduğu halde, besinsizlikten ölecekti. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Her bir villus yaklaşık olarak 3000 mikrovillusa sahiptir. İnce bağırsağın iç çeperinde bir milimetre karelik alan, 200 milyon kadar mikrovillusla kaplıdır. Bir milimetre karede 200 milyon pompa her an insanın hayatını sürdürmesi için yorulmadan, bozulmadan çalışmaktadır. Bu kadar çok pompa, çok büyük ve geniş bir yüzey buruşturularak, çok küçük bir yere sıkıştırılmıştır. Bu sistem, aldığımız besinlerden vücudumuzun maksimum derecede yararlanmasını, sonuç olarak da hayatımızın devamını sağlar. Konuya bir başka açıdan bakalım. Mide asidini üreten mide hücreleridir. Bu hücreler de, vücudun herhangi bir yerindeki diğer hücreler de (örneğin göz hücreleri) aynı hücrenin anne karnında bölünmesiyle oluşmuş kardeş hücrelerdir. Dahası her ikisi de aynı genetik bilgiye sahiptirler. Yani her iki hücrenin bilgi bankasında hem gözün ihtiyacı olan proteinlerin, hem de midede kullanılan asitin genetik bilgisi bulunur. Fakat nereden geldiği bilinmeyen bir emre uyan göz hücresi, milyonlarca bilgi içinde yalnızca göze ait bilgileri, mide hücresi de mideye ait bilgileri kullanır. Peki, göze ait proteinleri niçin ürettiğini bile bilmedimiz göz hücreleri, bir gün mide asidini üretmeye başlasalar-ki mide asidinin nasıl üretileceğine ait bilgilere gerçekten sahiptirler- sonuç ne olur? İnsan kendi gözünü olduğu yerde eritir ve sindirir. Kendi içimizdeki mükemmel dengeyi incelemeye devam edelim: Sindirim işleminin devamı da aynı derecede planlıdır. Besinlerin sindirim sistemi tarafından parçalanmış, işe yarayan kısımları, ince bağırsak çeperleri tarafından emilerek kana karışır. İnce bağırsağın iç yüzeyi enine kıvrımlarla kaplı olup buruşuk bir kumaşı andırır. Her kıvrımın üzerinde 'villus' adı verilen daha küçük kıvrımlar vardır. Bu kıvrımlar sayesinde emme işlemini yapan bağırsak yüzeyleri muazzam bir şekilde artar. Villusların üzerindeki hücrelerin üst kısımlarında da 'mikrovillus' denilen mikroskobik uzantılar bulunur. Bu uzantılar birer pompa gibi çalışarak besinleri emerler. Dahası bu pompaların içleri, farklı besinler için farklı iletim yollarıyla döşenmiş kusursuz bir iletim sistemiyle dolaşım sistemine bağlanmışlardır. Böylece bu pompaların emdikleri besinler, dolaşım sistemiyle vücudun her yanına ulaştırılırlar. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
İskelet başlı başına bir mühendislik harikasıdır. Vücudun yapısal destek sistemidir. Aynı zamanda beyin, kalp, akciğer gibi hayati organların korumasını yapar, iç organlara destek olur. İnsan vücuduna, hiçbir yapay makina tarafından taklit edilemeyen üstün bir hareket kabiliyeti verir. Dahası kemik dokusu çoğu kimsenin zannettiği gibi cansız değildir. Kemik dokusu vücudun kalsiyum, fosfat ve bir çok önemli mineralinin bankasıdır. Vücudun ihtiyacına göre bu mineralleri depo eder veya daha önceden depo ettiklerini vücuda verir. Bütün bunların yanı sıra kırmızı kan hücrelerinin üretimi kemikler tarafından yapılır. İskelet bütün olarak mükemmel bir işleve sahip olmasının yanında, iskeleti oluşturan kemikler de üstün bir yapıya sahiptirler. Vücudun taşınması ve korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemikler, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasitede ve sağlamlıkta yaratılmışlardır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Vücudun karşılaşacağı zor durumlar da hesaba katılmıştır. Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Peki kemik denen ve bir tek hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz yaratılışında gizlidir. Konuyu daha iyi anlamak için günümüz teknolojisinden bir örnek vermek yerinde olacaktır. Büyük ve yüksek yapıların inşasında kafes sistemleri kullanılır. Bu inşaat tekniğinde yapının taşıyıcı elemanları, yekpare yapıda değil, birbiri içine geçmiş, kafes şeklinde çubuklardan oluşur. Ancak bilgisayarların yapabileceği karmaşık hesaplar sayesinde, büyük köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve daha ucuza inşa edilmektedirler. İşte kemiklerin iç yapısı da, insanların binalarda ve köprülerde kullandığı bu kafes yapı sistemiyle benzer bir yapıdadır. Önemli bir farkla; kemik içindeki sistem, insanların geliştirdiğinden çok daha üstün ve karmaşıktır. Bu sayede kemikler, hem son derece sağlam, hem de rahatlıkla kullanılabilecek hafifliktedirler. Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemik ağırlığı insanın taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı gevrek ve sert olup en küçük bir darbede çatlama ve kırılma yapardı. Kemiklerin esneklikleri zamanla değişebilir. Örneğin kadınlarda leğen kuşağı kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirlerinden biraz ayrılırlar. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı çıkabilir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Kemiklerimizin bu mükemmel tasarımı, bizim son derece rahat bir hayat sürmemizi, çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapabilmemizi sağlamaktadır. Kemiğin yapısının bir başka özelliği de vücudun gerekli bölgelerinde esnek bir yapıya sahip olmasıdır. Örneğin göğüs kafesi; kalp ve akciğer gibi hayati organları korurken, bir yandan da akciğerlere havanın dolmasını ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişler ve büzülür. Kemikteki mucizeler bunlarla da sınırlı kalmaz. Kemikler esneklikleri, dayanıklılıkları ve hafifliklerinin yanı sıra, kendilerini tamir etme özelliğine de sahiptirler.Bu da vücuttaki pek çok işlem gibi, milyonlarca hücrenin beraber çalışmasıyla gerçekleşir. İskeletin hareket kabiliyeti de üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntıdır. Her adım atışımızda omurgamızı oluşturan omurlar birbiri üstünde hareket ederler. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına sebebiyet verecekken bu tehlikeyi önlemek için her bir omur arasına disk denen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisör görevi yaparlar. Dahası her adım atışta, vücut ağırlığından kaynaklanan bir tepki kuvveti yerden vücuda gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez.Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, ortaya çıkan kuvvet direk kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi. Kemiklerin birbirlerine eklendikleri yerlerde de yaratılışın delilleri görülür. Eklemler bir ömür boyunca hareket ettikleri halde yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Biyologlar bunun nedenini araştırdılar: Eklemlerdeki sürtünme nasıl ortadan kalkıyordu? Bilim adamları, olayın "tam bir yaratılış mucizesi" olarak nitelendirilebilecek bir sistemle çözüldüğünü gördüler: Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve bu tabakaların altında ağdalı ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem yüzeyinin "yağ gibi" kaymasını sağlar. Tüm bunlar insan bedeninin çok mükemmel bir tasarımın, daha doğrusu üstün bir yaratışın ürünü olduğunu göstermektedir. İnsan bu mükemmel tasarım sayesinde birbirinden çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlık içinde yerine getirir. Herşeyin bu kadar mükemmel olmadığını mesela tüm bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini düşünün. Yürümek büyük bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile güçleşecek, bu tür hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilecekti. Oysa insanın iskeleti, vücudunun her hareketine kolaylıkla izin verecek bir yapıdadır. İskeletin sahip olduğu tüm özellikleri Allah yaratmıştır ve halen de yaratmaktadır. Allah, yarattığı insanı bu gerçek üzerinde düşünmeye ise şöyle davet eder:
İnsana düşen bu gerçeği düşünmek ve kendisini yaratmış olan Allah'ın gücünü takdir edip, O'na şükretmektir. Bunu yapmadığı takdirde ise büyük bir kayba uğrayacaktır. Kemikleri ilk kez yaratıp sonra da onlara et giydiren Allah, bunu bir kez daha yapmaya kadirdir. Bu gerçek Kuran'da şöyle ifade edilir:
İnsan vücudunda, belli bir amaç için, yani vücudun canlılığının devamlılığı için, bütün sistemler birarada, bağlantılı bir şekilde ve tam bir uyum içinde çalışır. Hergün yaptığımız çok küçük hareketler, mesela nefes almak, gülmek bile insan vücudundaki kusursuz koordinasyonun bir sonucudur. İçimizde her an işleyen, akıl almaz karmaşıklıkta ve büyüklükte bir koordinasyon ağı vardır. Amaç canlılığı devam ettirmektir. Bu koordinasyon özellikle vücudun hareket sisteminde görülür. Çünkü en küçük hareket için bile iskelet sistemi, kaslar ve sinir sistemi mükemmel bir işbirliği içinde çalışmak zorundadır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Vücuttaki koordinasyonun ilk şartı doğru bilgi teminidir. Ancak doğru bilgilerin elde edilmesiyle, yeni değerlendirilmeler yapılabilir bunun için de son derece gelişmiş bir haber alma ağı mevcuttur. Koordine edilmiş bir hareketi yapabilmek için herşeyden önce o hareketle ilgili vücut organlarının konumlarının ve birbirleriyle ilişkilerinin bilinmesi gereklidir. Bu bilgi beyne; gözlerden, iç kulaktaki denge mekanizmasından, kaslardan, eklemlerden ve deriden gelir. Her saniye milyarlarca bilgi işlenir, değerlendirilir ve bunlara göre yeni kararlar verilir. İnsanın ise kendi vücudunda gerçekleşen bu başdöndürücü hızdaki işlemlerden haberi bile yoktur. O yalnızca hareket eder, güler, konuşur, koşar, yemek yer, düşünür. Bu işlemlerin yapılması için hiçbir çabası olmaz. Örneğin basit bir gülümseme için bile on yedi kasın aynı anda çalışması gereklidir. Bu kaslardan birinin çalışmaması veya yanlış çalışması yüz ifadesini tamamen değiştirir. Yürüyebilmek için ise ayaklarda, bacaklarda, kalçada, kasıklarda ve sırtta elli dört ayrı kas uyum içinde çalışmalıdır. Kaslar ve eklemlerin içinde, vücudun o anki konumuna ait bilgileri veren milyarlarca küçük, mikroskobik algılayıcı vardır. Bu algılayıcılardan gelen mesajlar, merkezi sinir sistemine ulaşır ve burada yapılan değerlendirmeye göre, kaslara yeni emirler gönderilir. Vücuttaki koordinasyonun mükemmelliği şu örnekle daha iyi anlaşılacaktır: Yalnızca elinizi havaya kaldırmanız için omuzunuzun bükülmesi, "biceps" ve "triceps" denilen ön ve arka kol kaslarınızın sırayla kasılıp gevşemeleri, dirseğiniz ve bileğiniz arasında bulunan kasların bileği döndürmeleri gerekir. Hareketin her aşamasında, bu kasların içindeki milyarlarca algılayıcı, her an kasların konumlarını merkeze bildirir. Merkezden de kaslara bir an sonra ne yapmaları gerektiği iletilir. Tabii ki insan bütün bunların farkına varmaz, yalnızca elini kaldırmak ister ve kaldırır. Mesela vücudun dik durması için, bacak kaslarında, ayaklarda, sırtta, karında, göğüste, boyunda bulunan milyarlarca algılayıcıdan gelen bilgi değerlendirilir ve bu emirlerin hepsi her saniye kaslara iletilir. Konuşmak için de özel bir çaba harcamayız. İstediğimiz sözcüklerin ağzımızdan dökülmeleri için, ses tellerinin hangi açıklıkta, ne kadar titreşmesi gerektiğini, ağzımızdaki, dilimizdeki, boğazımızdaki yüzlerce kastan hangilerini, hangi sıra ile kaç defa, ne oranda kasıp gevşeteceğimizi, ciğerlerimize kaç santimetreküp hava alıp, bu havayı hangi hız ve aralıklarla boşaltmamız gerektiğini oturup da hesaplamayız. İstesek de bunu yapamayız! Çünkü ağzımızdan çıkan tek bir kelimenin oluşumu, insanın solunum sisteminden sinir sistemine, kaslarından kemiklerine kadar uzanan pekçok yapının uyumlu çalışmasının bir sonucudur. Bu koordinasyonda bir aksaklık olması durumunda neler olur? Gülümsemek isterken yüzümüzde başka bir ifade oluşabilir ya da konuşmak istediğimizde başaramayabiliriz, yürüyemeyebiliriz. Oysa ne zaman istersek güleriz, konuşuruz, yürüyebiliriz, hiçbir aksaklık olmaz. Çünkü burada anlatılan herşey "sonsuz kudret" gerektiren bir Yaratılış sonucunda gerçekleşir. Bu nedenle insan, her zaman için tüm hayatını ve varlığını, kendisini yaratan Allah'a borçlu olduğunu bilmelidir. İnsanın, övünecek, böbürlenecek hiçbir şeyi yoktur. Sahip olduğu güç, sağlık ya da güzellik, kendisinin eseri değildir ve kendisine ebediyen verilmiş de değildir. Mutlaka yaşlanacak, mutlaka sağlığını ve güzelliğini yitirecektir. Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
Eğer bunların çok daha üstününü, ebediyen, ahirette elde etmek istiyorsa; Allah'ın kendine verdiği nimete şükretmeli ve O'nun istediği biçimde hayatına yön vermelidir. Bu örneklerde de görüldüğü gibi insan vücudundaki organların ve sistemlerin hepsi "mucizevi" özelliklere sahiptir. Bu özellikler incelendiğinde insan, varlığının ne denli ince hesaplara dayandığını ve yaratılışındaki mucizeleri görecektir ve Allah'ın sonsuz ilmini ve insan üzerindeki kusursuz sanatını bir kez daha kavrayacaktır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Karın boşluğunun sağ üst kısmında yer alan karaciğer, kan dolaşımı içinde mükemmel bir filtre görevini üstlenmiştir. Suda çözülebilen, vücut artığı basit maddeler böbrekte temizlenirken, ilaçlar ve hormonlar gibi karmaşık yapılı atıkları karaciğer temizler. Savunma sistemini lojistik yönden destekler: Karaciğer sadece beslenme ve metabolizma atıkları için bir filtre olarak kalmamakta, ayrıca bağışıklık maddeleri olan globulinleri ve damar tamir grupları olan enzimleri de üretmektedir. Bakterileri temizler: Karaciğerde bulunan Kupffer hücreleri, buradan geçen, özellikle de bağırsaklardan gelen kanda bulunan önemli miktardaki bakterileri yutarlar. Kupffer hücreleri kandaki parçacıkların ya da öteki yan ürünlerin artması durumunda, bunları kandan filtre edebilmek için kendi sayılarını da arttırırlar. Vücudun enerji kaynaklarını üretir: Karaciğerin özelliklerinden biri de vücudun en önemli enerji kaynağı olan glukozu üretmesidir. Normal beslenme sırasında alınan glukoz, glikojene çevrilerek karaciğerde depolanır. Karaciğer kandaki glukoz oranını devamlı kontrol eder. Yemek aralarında besin alınmadığı ve kandaki glukoz miktarı düşmeye başladığı zaman, karaciğer depoladığı glikojeni tekrar glukoza çevirerek kana verir. Böylece kandaki glukoz düzeyinin fazlaca düşmesi engellenmiş olur. Karaciğer ayrıca yağ asitleri ve amino asitlerden de glukoz üretebildiği gibi, enerji üretiminde kullanılması mümkün olmayan diğer karbonhidratları da glukoza çevirebilir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Kendi kendini onarabilir: Karaciğerin kendi kendisini tamir etme yeteneği de vardır. Bir kısmı tahrip olsa, kalan diğer hücreler hemen çoğalarak eksik kısmı tamamlar. Hatta organın üçte ikisi alınsa bile, kalan kısım karaciğeri bir bütün olarak yeniden meydana getirebilir. Kanı depolar: Karaciğer, genişleyebilen veya küçülebilen bir yapıya sahiptir. Bu özelliği sayesinde kan damarlarındaki kanı depolayabilir veya salabilir. Karaciğer sağlıklı bir vücutta, toplam kanın % 10'unu, yani 450 ml kanı bünyesinde tutar. Bazı durumlarda, örneğin kalp yetmezliği sözkonusu olduğunda vücutta dolaşan kan miktarı, kalbin çalışma temposuna fazla gelecektir. Bu durumda karaciğer kan tutma hacmini iki kat daha arttırarak, 1 litre kanı fazladan depolar. Böylece kalbin, kaldırabileceği bir tempoda çalışmasına fırsat yaratır. Vücutta kan ihtiyacı arttığında ise (örneğin ağır egzersizler sırasında) karaciğer, bünyesinde depoladığı kanı dolaşıma vererek kan ihtiyacını giderir. Ekonomik çalışır: Kaslarda glukoz harcanması sırasında, metabolizma artığı olan laktik asit açığa çıkar. Laktik asit kasta kaldığı sürece acı verir ve çalışmasını engeller. Karaciğer bu asidi kaslardan toplar ve yeniden glukoza döndürebilir. Ölü alyuvarların yenilerini üretir: Karaciğer ve dalak, ölen alyuvarların yerine yenilerinin üretildiği, proteinin büyük bir kısmının parçalandığı ve amino asitler olarak yeniden farklı amaçlar için kullanıldığı yerdir. Karaciğer ayrıca, vücutta önemli işlevleri olan demirin de depolandığı organdır. Bu haliyle vücudun en gelişmiş deposudur. Tüm mineralleri, proteinleri, az miktarda yağı ve vitaminleri karaciğer depolar. İhtiyaç duyulduğunda, depoladığı maddeyi en kısa yoldan gerekli bölgeye verir. Vücudun yeterli enerjiye sahip olup olmadığını hassas bir biçimde denetler, bunun için özel bir haberleşme sistemi geliştirmiştir. Vücuttaki tüm organlar karaciğer ile bağlantılıdır. Organ kendi kendisini onarırken, ölen ve zedelenen hücrelerini ortamdan uzaklaştırır ve yerine yenilerini koyar. Bir karaciğer hücresi, yaklaşık 500'den fazla işlemi yapabilecek yetenektedir. Bu işlemleri, birbiri arkasından değil çoğu kez aynı zamanda başarmaktadır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Metrelerce uzunlukta ama tek parçadan oluşan bir doku düşünün; bu hem ısınmayı, hem de serinlemeyi sağlayacak özelliklere aynı anda sahip olan; sağlam ama aynı zamanda çok estetik, her türlü dış etkiye karşı çok etkin bir koruma sağlayan bir doku olsun. İnsan vücudunu ve diğer tüm canlıların vücutlarını türlere göre bazı değişiklikler göstererek kaplayan deri dokusu yukarıdaki özelliklerin tümüne sahiptir. Deri dokusu da, diğer pek çok yapı gibi, eksikliği durumunda insanın yaşamını tehlikeye atacak kadar önemli bir organdır. Derinin sadece bir bölümünün bile tahrip olması öncelikle vücutta önemli bir su kaybına sebep olacağı için ölüme yol açar. Bu özelliğiyle tek başına deri evrim teorisini çürüten bir organdır. Çünkü her organı tamam ama derisi henüz evrimleşmemiş veya kısmen ortaya çıkmış bir canlının hayatta kalabilmesi mümkün değildir. Bu da bize insanların da, hayvanların da tüm vücut parçalarının eksiksiz ve kusursuz olarak hep birlikte ortaya çıktığını yani yaratılmış olduklarını gösterir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Birbirinden tamamen farklı yapılardan meydana gelen derinin alt kısmında yağdan oluşan bir katman vardır. Bu yağ katmanı ısıya karşı yalıtım görevi görür. Bu tabakanın üstünde deriye esneklik özelliğini veren ve büyük kısmı proteinlerden oluşan başka bir bölüm vardır. Derimizin 1 cm altını kaldırdığımızda karşılaşacağımız manzara; işte bu yağların ve proteinlerin oluşturduğu, çok çeşitli damarların da bulunduğu estetik olmayan, hatta ürkütücü bile sayılabilecek bir görüntü olacaktır. Deri, bütün bu yapıları kapatıcı özelliği sayesinde hem vücudumuza çok önemli bir estetik katkıda bulunurken, hem de tüm dış etkenlerden korunmamızı sağlar ki sadece bu özelliği bile derimizin varlığının ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter. Derinin bütün fonksiyonları hayatidir. İşte bunlardan birkaçı: Vücudun su dengesinin bozulmasını engeller: Üst derinin her iki tarafı da su geçirmez bir yapıya sahiptir. Derinin bu özelliği sayesinde vücuttaki su miktarının kontrolü sağlanır. Deri, kulaktan, burundan hatta gözden bile önemli bir organdır. Diğer duyu organlarımız olmadan yaşayabiliriz. Ama deri olmadan insanın hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü insan vücudunun en hayati sıvısı olan "su"yun deri olmadan vücutta tutulması mümkün değildir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Sıcak havalarda vücudun serinlemesini sağlayan mekanizmaları içerir: Alt deriyi çok ufak kılcal damarlar sarmıştır. Bunlar sadece deriyi beslemezler, aynı zamanda derideki kan miktarını da kontrol ederler. Vücut ısısı arttığında damarlar genişleyerek gereğinden fazla sıcak olan kanın vücudun nispeten serin olan dış kısmından geçmesini ve ısının dışarı verilmesini sağlar. Vücudu serinleten bir başka mekanizma da terdir. İnsan derisi "gözenek" adı verilen deliklerle doludur. Gözenekler ter bezlerinin bulunduğu alt deriye kadar uzanırlar. Bu bezler kandan aldıkları suyu gözeneklerden geçirerek vücudun dışına atarlar. Dışarı atılan sıvı buharlaşmak için vücudun ısısını kullanır, bu da bir serinleme yaratır. Dayanıklı ve esnektir: Üst deri yüzeyindeki hücrelerin önemli bir kısmı ölüdür. Alt deri ise canlı hücrelerden oluşur. Üst deri hücreleri bir süre sonra hücre niteliklerini kaybetmeye başlarlar ve 'keratin' adını verdiğimiz sert bir maddeye dönüşürler. Ölen bu hücreleri keratin maddesi birarada tutar ve vücudu koruyucu bir zırh oluşturur. Derinin daha sert ve kalın olması halinde koruyucu özelliğinin artacağı düşünülebilir. Ancak bu yanıltıcıdır. Eğer bir filin ya da gergedanınki kadar sert ve kalın bir deriye sahip olsaydık, oldukça hareketli olan bedenimiz bu yeteneğini yitirecek ve hantallaşacaktı. Zaten hangi canlı türü olursa olsun deri hiçbir zaman gereğinden kalın olmaz. Derinin yapısında çok ölçülü, çok kontrollü bir plan vardır. Üst deri hücrelerinin sürekli öldüğünü ve bu işlemin belli bir yerde durmadığını düşünelim. Bu durumda derimiz kalınlaşmaya devam edecek bir süre sonra timsah derisi gibi kalın bir hale dönüşecekti. Ama hiçbir zaman böyle olmaz, deri hep gerektiği kalınlıktadır. Peki bu nasıl olur? Deri hücreleri nerede duracaklarını nasıl bilirler? Deri dokusunu oluşturan hücrelerin nerede duracaklarını kendi kendilerine bulduklarını ya da bu sistemin tesadüfi bir şekilde oluştuğunu iddia etmek son derece mantıksız ve komik bir iddia olacaktır. Derinin yapısında apaçık bir bir tasarım vardır. Bu tasarımı oluşturan da hiç kuşkusuz ki alemlerin Rabbi olan, Tek ve Bir olan Allah'tır. Soğuk havalarda vücut sıcaklığını korur: Soğuk havalarda derideki ter bezleri çalışmalarını yavaşlatır ve kan damarları daralır. Böylece deri altında kan dolaşımı azalacağından vücut ısısının dışarı kaçması engellenmiş olur. Tüm bunların bize gösterdiği sonuç, insan derisinin hayatımızı kolaylaştırmak için özel olarak tasarlanmış mükemmel bir organ olduğudur. Deri hem korur, hem "klima" görevi görür, hem de esnekliği sayesinde hareket kolaylığı sağlar. Dahası, son derece estetiktir.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücreyi teker teker gezen dolaşım sisteminin en önemli elemanı, hiç kuşkusuz ki kalptir. Kalp; kirli ve temiz kanın birbirlerine karışmadan vücudun farklı bölgelerine pompalanmasını sağlayan dört farklı odacığıyla, emniyet sübabı görevi yapan kapakçıklarıyla son derece hassas dengeler üzerine kurulmuş bir tasarıma sahiptir. Hiçbir müdahalemiz olmamasına rağmen yaşamımız boyunca belirli bir tempoda hiç ara vermeden atan kalbimiz, Yaratılışın açık delillerinden biridir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Henüz anne karnındayken atmaya başlayan kalp, dakikada 70-100 atışlık bir tempoyla yaşam boyunca hiç ara vermeden çalışır; sadece her çarpma arasında yarım saniye dinlenir ve bir gün içinde yaklaşık 100.000 kez atar. Bu rakamı insan ömrünün uzunluğunu gözönüne alarak değerlendirirsek karşımıza hesaplamakta oldukça zorlanacağımız bir rakam çıkacaktır. İşleyişinde son derece hassas bir düzen olan kalpteki bütün yapılar özel olarak tasarlanmıştır. Kalpte; temiz ve kirli kanın birbirlerine karışmamalarından, vücut basıncının ayarlanmasına, besinlerin tüm vücuda taşınması için gerekli işlemlerden, kanı gerektiği kadar pompalayan sistemlere kadar her detay için farklı bir özellik düşünülmüş ve kalp buna göre dizayn edilmiştir. Bir tasarım harikası olan kalpte; kesinlikle tesadüfen oluşamayacak komplekslikte bir sistem vardır. Bu özelliklerin hepsi de kendilerini tasarlayanı; yani Alemlerin Rabbi olan, kusursuz ve örneksiz Yaratan Allah'ı bize tanıtırlar. İşte kalbin özelliklerinden birkaçı; Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Değişen şartlara göre, gerektiği kadar kan pompalar:Kalbin pompaladığı kan miktarı vücudun ihtiyacına göre değişir. Normal şartlarda kalp dakikada 70 kez atar. Yorucu egzersizler sırasında ise kaslarımız daha çok oksijene ihtiyaç duyduğu için, kalp çalışma temposunu dakikada 180 defaya kadar yükselterek pompaladığı kan miktarını arttırır. Böyle olmasaydı ne olurdu? Vücudun daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğu bir anda, kalp normal bir tempoda çalışsaydı, dengesi bozulacağından vücutta hasarlar meydana gelirdi. Oysa kalbin sahip olduğu mükemmel yapı sayesinde böyle bir şey olmaz. Bizim bir ayarlama yapmamıza gerek kalmadan kalp, pompalanacak kan miktarını kendisi ayarlar. Kalp, vücudun en güvenli yerlerinden birine yerleştirilmiştir: En önemli organlardan olan kalp, yine özel bir tasarımla göğüs kafesinin içinde yer alarak, dışarıdan gelecek darbelere karşı oldukça iyi korunmuştur. Temiz ve kirli kan hiçbir şekilde birbirine karışmaz: Kalpte temiz ve kirli kan sürekli hareket halindedir. Özel bir doku sayesinde kalp 4 farklı özellikte odacığa bölünmüştür. Sol ve sağ kulakçıktan oluşan üst iki bölüm dolum odacıklarıdır. Kendilerine gelen kanı alttaki karıncıklara yollarlar. Buradaki hassas düzen sayesinde kanlar birbirlerine kesinlikle karışmazlar. Kan basıncını organlara zarar vermeyecek şekilde ayarlar: Kalbimiz tek bir pompa gibi değil de yanyana duran iki pompa gibi çalışır. Her pompanın kendi kulakçığı ve karıncığı vardır. Bu bölünme aynı zamanda dolaşım sistemini de ikiye ayırır. Kalbin sağ tarafı kirli kanı nisbeten düşük bir basınçla akciğerlere yollar. Sol taraf ise temiz kanı yüksek bir basınçla tüm vücuda pompalar. Bu basınç ayarı vücut için çok önemlidir, çünkü eğer akciğere giden kan, vücuda yayılan kanla aynı basınçta pompalanmış olsaydı, akciğerler bu basınca dayanamayarak parçalanırlardı. Kalpteki mükemmel denge sayesinde akciğerlerde hiçbir zaman böyle bir problem olmaz. Çünkü kalpte kusursuz bir tasarım vardır. Vücudun ihtiyaç duyduğu, birçok maddenin organlara iletilmesini sağlar:Kalpten gelen temiz kan, aort yoluyla dokulara yollanır ve bütün hücrelere ulaşan damarlar aracılığıyla taşıdığı oksijeni dokulara bırakır. Kan; kılcal damarlardaki bu dolaşım sırasında oksijenden başka içine aldığı hormon, besin ve diğer türden maddeleri de dokulara dağıtır. Kanın akış yönünü düzenleyen ve son derece uyumlu çalışan kapakçıklara sahiptir:Kalpte her odacığın ağzında yer alan ve kanın akım yönünün tersine dönmesini engelleyen kapakçıklar vardır. Kulakçıklarla karıncıklar arasındaki bu kapakçıklar lifsi dokulardan oluşur. Bunlar çok ince kaslar tarafından tutulmaktadır. Bu kaslardan tek bir tanesi çalışmasa kulakçıklara doğru fazla kan akacağından, bu durumda insanı ölüme kadar götüren ağır kalp yetmezliği ortaya çıkardı. Böyle bir problemle ancak bir hastalık durumunda karşılaşırız. Aksi bir durum hiçbir zaman söz konusu olmaz. Kontrolümüz dışında ama gerektiği kadar çalışır: Kalbin pompalayacağı kan miktarını özel bir sinir sistemi kontrol eder. İster uykuda olalım, ister uyanık olalım sinir sistemimiz pompalanması gereken kan miktarı ve kan pompalanış hızını kendiliğinden ayarlar. Nerede, ne zaman, ne kadar kan gerektiğini hiç bir müdahale olmadan ayarlayan kalpteki yapı tek kelimeyle kusursuzdur. Bu sistemi kalp kendi kendine oluşturamayacağına ya da bu mükemmel sistem tesadüfen oluşamayacağına göre, kalp; yaratılmıştır. Sonsuz bir ilim sahibi olan Allah tarafından olabilecek en kusursuz şekilde tasarlanmıştır. Kendine has bir elektriksel sistemle çalışır: Kalbin atmasını sağlayan ve kalp adalesi denen kas, vücudumuzda bulunan diğer kasların tümünden farklıdır. Vücuttaki adale hücreleri sadece sinir sistemi uyarıda bulununca kasılırlar. Oysa kalp adalelerinin hücreleri kendi kendilerine kasılırlar. Bu hücrelerde kendi elektriksel akımlarını başlatma ve yayma özelliği vardır. Her bir hücrenin bu yeteneği olmasına karşın hiçbiri birbirinden bağımsız olarak kasılmaz ve kendilerini kontrol eden elektriksel sistemin talimatına aykırı hareket etmez. Yani biri kasılırken diğeri gevşemek suretiyle kalbin çalışmasını sekteye uğratacak bir kargaşaya düşmezler. Bir zincir halinde duran bu hücreler elektriksel sistemden gelen emirle hep birlikte hareket ederler. Yine kusursuz bir uyum söz konusudur. Bütün özelliklerinde de görüldüğü gibi kalpteki yapı bize ondaki kusursuz tasarımı yani "yaratılmışlığı" gösterir ve kendisini tasarlayanı tanıtır. Kendisi görünmeyen ama yarattığı herşeyde bize kendisini tanıtan, Alemlerin Rabbi olan Allah'ı tanıtır:
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bir çayı karıştırmak, gazetenin sayfalarını çevirmek, yazı yazmak gibi sıradan gördüğümüz işlemleri yürüten elimiz gerçekte inanılmaz bir mühendislik harikası olarak çalışmaktadır. Elin en önemli özelliği, tamamen standart bir yapısı olmasına rağmen birbirinden çok farklı kullanım alanlarında büyük bir verimle işlemesidir. Çok sayıda kas ve sinire sahip olan kollarımız, şartlara göre elimizin kuvvetli veya yumuşak kavramasında yardımcı olurlar. Mesela; insan eli, yumruk sıkılmamış haldeyken bile herhangi bir nesnenin üzerine 45 kilo ağırlığında bir güçle darbe indirebilir; diğer taraftan da başparmak ve işaret parmağı arasına aldığı, milimetrenin onda biri inceliğindeki bir kağıt parçasını da hissedebilir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı niteliklere sahip işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Ama biz, kağıdı alırken de, yumruk atarken de 1 saniye bile nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeyiz, ikisi arasındaki güç farkını ayarlamayı da düşünmeyiz. "Şimdi bir kağıt alacağım en iyisi 500 gramlık bir güç uygulayayım, şimdi de su dolu kovayı kaldıracağım bunun için de 40 kiloluk bir güç uygulayayım" demeyiz. Bunlar aklımıza bile gelmez. Çünkü insan eli bütün bu işlemleri aynı anda yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. El, bütün özellikleriyle birlikte, kendisine bağlı bütün yapılarla birlikte aynı anda yaratılmıştır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Diğer yandan el genelde gözün ortaklığıyla işleyen bir organdır. Gözün algıladığı sinyaller beyne ulaştırılır ve beyinden gelen yeni bir komutla; el, yapacağı işe uygun olarak harekete geçer. Tabii ki bunlar çok kısa sürede ve bizim bu iş için özel bir çaba sarf etmemize gerek kalmadan gerçekleşir. Robot eller ise, ancak ya görme ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilirler. Yapacakları her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3 tanesini bir arada yapabilmektedir ama bu, elin kabiliyetlerinin yanında son derece ilkel kalmaktadır. Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluktadırlar ve en uygun yerdedirler, ayrıca birbirlerine orantılıdırlar. Mesela, normal başparmağa sahip bir elle atılan yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağa sahip elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır. Çünkü başparmak, kendisi için seçilen uygun uzunluk sayesinde diğer parmakların üzerine kıvrılabilmekte, böylece onları destekleyerek güç arttırımını sağlamaktadır. Elin yapısında çok ince detaylar vardır; mesela kas ve sinirlerin yanında bazı küçük yapıları da barındırır. Mesela parmaklarımızın ucundaki tırnaklar kesinlikle gereksiz aksesuarlar değildir. Yere düşmüş bir iğneyi alırken, parmaklarımız kadar tırnaklarımızın da yardımına başvururuz. Elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar sayesinde de küçük şeyleri rahatlıkla kavrarız. Hepsinden önemlisi tırnaklar, parmakların, tuttukları cisme uygulamaları gereken hassas basıncın ayarlanmasında büyük rol oynarlar. Elimizi diğer organlarımızdan ayıran bir başka özelliği de yorulmamasıdır. Tıp ve bilim dünyasının en büyük çabalarından biri; insan elinin bir benzerini yapay olarak üretebilmektir. Yapılan robot eller; güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan dokunmadaki hassasiyet, mükemmel manevra yeteneği ve değişik işler yapabilme yetenekleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Nitekim birçok bilim adamı, insan elinin tüm fonksiyonlarına sahip robot bir elin yapılamayacağını düşünmektedir. "Karlsruhe Eli" olarak adlandırılan robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli bu konuda şunları söylüyor: "Robot eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam, insanların sahip oldukları ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi gerekir." Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır. El, insanlar için Allah tarafından, özel olarak tasarlanmış bir organdır. Her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir.
__________________ Kahpeliğin bahanesi, İhanetin telafisi olmaz. | |
|
Etiketler |
insan, mucizesi, vücudu, İnsan |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İnsan Vücudu Sıcaklığı | Violent | Biyoloji | 0 | 28 Kasım 2013 21:32 |
HTML ve PHP ile İnsan Vücudu | CeSaRCripS | HTML/CSS/JavaScript | 2 | 09 Eylül 2013 12:53 |
'İnsan vücudu internete bağlanacak' | Ezgi | Haber Arşivi | 1 | 29 Eylül 2012 10:23 |
İnsan Vücudu Mucizelerle Dolu | Afrodit | Sağlık Köşesi | 0 | 29 Kasım 2011 18:29 |
Mucize Dolu İnsan Vücudu | Candy | Esrarengiz Olaylar | 0 | 31 Mayıs 2010 18:37 |