IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 22 Mart 2009, 21:11   #21
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




Dua ve Adabı


İnsanın yüce yaratıcıya karşı yapmak zorunda olduğu kulluk görevlerinden biri de DUA'dır. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre "Dua bir ibadettir". (1)
Gerçekten de dinler tarihinin bize ulaştırdığı bilgilerden öğreniyoruz ki insanoğlu yeryüzünde hangi tür inancı taşırsa taşısın, hiçbir zaman dua etmek lüzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği daima üstün bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş biçimidir.
Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "çağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir. Muhammed Hamdi YAZIR dua'yı şöyle tarif etmektedir.
"Dua; küçüğün büyükten, acizin kâadirden hacet ve arzusunu talep ve ricası demektir. (2)
Çağımızın ünlü biyoloji bilgini Alexis Carrel, "dua; kâinatın gayrimaddi olan heyulasına uzanmak" demektedir. Genellikle ya bir şikayet, ya bir bunalma veya bir yardım istemedir. Bazen de eşyada gizli yüce ve edebî prensibi, iç refahı ile nazar ve temaşadır. Dua insanın en yüce hikmet, en yüce kuvvet, en yüce güzellik ile birleşme ve kaynaşma yolunda insanın sarfettiği cehittir. Dua öyle bir takım formüllerle, hafif tertip dinlenmek değildir. Gerçek dua şuurun Allah ile birleşip kaynaştığı giz dolu bir halettir. (3)
Dua, en güzel anlam ve ifadesini, sevgili Peygamberimizin buyurduğu hadislerde kazanmıştır. Bunlardan bir kaç tanesini örnek olarak arzedelim.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar:
"Dua, mü'minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur. Dua, ibadettir. Darlık zamanında Allah'ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin. Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah 'a hoş gelen birşey yoktur. Allah fazl 'u kerem sahibidir. Bir adam ellerini O 'na kaldırırsa, onları boş olarak geri çevirmekten utanır" (4)
Dua etmek için kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de emir ve işaretler vardır. Yüce Allah Mü'min Sûresinde şöyle buyuruyor: "Bana dua edin ki size karşılığını vereyim..". (5)
Bir başka sûrede de "Ey Muhammed kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım, Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar" (6)
Anlamlarını sunduğumuz bu ve bunlara benzer diğer âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki Allah'a dua etmek bir buyruktur ve kulun kulluk vazifesidir. Allah'a dua kişiyi hiçbir zaman küçültmez. Bilakis, insanın Allah'a teslimiyetini ifade eder. İnsanın, Allah'ın azameti ve kudreti karşısında nekadar aciz olduğunu, ancak O'na inandığını, O'na güvendiğini, kulluğunu O'na arzettiğini ifade eder. Çünkü dua eden, ancak Allah'a inandığı için dua etmektedir. Dua eden kimse Allah'ın emrini yerine getirmiş olduğundan sevap kazanır. Zira dua bir ibadettir. Allah Elçisi: "Dua ibadetin özüdür" buyurur. Dua eden kul Allah'ına yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur (7).
Zaten ibadetin aslı da O yüce kudrete yaklaşmak değil midir? Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde geçen dua lafzı, çok kere ibadet anlamında kullanılmıştır(8).
Peygamberimizin ve İslâm bilginlerinin bildirdiklerine göre dua insanın manevi dünyasını zenginleştirmesi, insanı ruh olgunluğuna yüceltmesi bakımından pek çok yararlıdır. Ta ki kişi duayı içtenlikle inanarak, ısrarla ve sürekli olarak yapsın. Zaten Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey insanlar! Allah'ı çok anın, O'nu sabah akşam teşbih edin" (9) "Allah'ı çok anın ki saadete erişesiniz'' (10) anlamlarındaki ayetler, duayı dilimizden eksik etmememizi hatırlatmaktadır. Dua, yüce Allah'a karşı, dilek ve arzumuzu, af ve mağfiret niyazımızı arzetmek olduğu için, kendine özgü bir usûl ve adab içerisinde yapılmalıdır..


(1) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 360.
(2) Hak Dini Kur'ân Dili, M.Hamdi Yazır, c. 3, s. 2194.
(3) İlim- Ahlâk-İman, M.Rahmi Balaban, s. 41.
(4) Büyük Dua Mecmuası, Süleyman Ateş, s. 7-8.
(5) Mü'min Suresi, Âyet: 60.
(6) Bakara Suresi, Âyet: 186.
(7) Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c. 7, s. 3163.
(8) Büyük Dua Mecmuası, s. 10.
(9) Ahzab Suresi, Ayet: 41-42
(10) Cuma Suresi, Ayet: 10.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Alt 22 Mart 2009, 21:19   #22
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




Dua da Dikkat Edilecek Hususlar


İslâmî usûle göre dua yapmak için şu hususlara dikkat etmekte yarar vardır.

Dua, her zaman yapılabilir. Ancak Ramazan, Arefe, Bayram, Cuma günleri özellikle seher vakitleri ile, namaz sonlarında, secde aralarında ve savaş içinde saflar teşkil edildiği sıralarda yapılan dualar daha makbuldür.
Dua yapılırken genellikle kıbleye dönmek, fakat gözleri göğe dikmemek gerekir.
Dua; bağırıp çağırmadan, sesi fazla yükseltmeden huzur ve huşu ile yapılmalıdır. Dua'da kızgınlıkla kötü sözler söylememek, dua ederken Allah'tan başka herşeyi kalpten çıkarıp, yalnız O'nu düşünmek ve O'na güvenmek şarttır.
Dua'nın Allah tarafından kabul edileceğine inanmak, duaya hemen dileğini söyleyerek değil, önce Allah'a hamdederek, Peygamberimize salat ve selam getirerek başlamak lazımdır.
Duanın kabul olması için; hak yememek, kime kötülük yapmışsak ondan helallik almak, herkese iyilik düşünmek, ibadet ve taata yönelmek icabeder.
Yine duanın kabul olması için, ana-babayı kırmamak, onları razı etmek, mazlumun ahından kaçınmak gerekir.
Şunu da hatırlatmak isteriz ki, İslâm'daki dua adabında "Dua ettim, ettim de kabul edilmedi" demek doğru değildir.
Yapılan duanın kabul olup olmaması Allah'ın takdirindedir. Kendimizi ıslah etmemiz, imanımızı yüceltmemiz gerekirken, "Duam kabul olmadı" demek İslâm inanç ve ahlâkına aykırıdır. Unutulmamalıdır ki her dua, Allah katında muhafaza edilir. Karşılığı ya dünyada ya da ahirette verilir. Ne zaman ve nerede verileceğini biz bilemediğimiz için duam kabul olmadı demek hatadır. İnanç zaafından ileri gelir. Allah'a dua etmenin, O'na yakarışta bulunmanın, O'na güvenmenin insan ruhu üzerinde çok olumlu etkisi vardır. Çünkü dua, psikolojik anlamda bir boşalmadır. Kişi, ruhunu sıkan birtakım duygu ve düşüncelerinden arınmak istediği zaman yaratanına sığınmakla, O'na yakarışta bulunmakla hafiflediğini hisseder. Af ve mağfiret dilemekle günahlarından temizlendiğine inanır. Bu inanç dua edene huzur ve sükun verir.

Nitekim konuya ilişkin olarak Dr. Alexis Carrel de şöyle demektedir.
''Dua, zihni ve uzvî bir değişiklik meydana getirir. Bu değişiklik tedrici olur. İnsan ne ise kendisini öylece olduğu gibi görür. Bencilliğini, ihtirasını, hatalarını, kibirini görür. Ahlâkî görevini yapmaya doğru yön alır. Fikri tevazu kazanmaya çalışır. Onda iç sükûnet, ahlakî faaliyetler ahengi, yoksulluğa, iftiraya, gam ve kedere, ızdıraplara karşı daha çetin sabır ve tahammül başlar. Bununla beraber dua, uyuşturucu bir morfin tesiri yapıyor değildir"(1)
Dua ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz'in buyurduğu birkaç hadis mealini sunarak konuyu tamamlayalım..

"Dua ibadetin iliği ve özüdür" (2)

"Şüphesiz ki Allah,ısrar ile dua eden kulunu sever" (3)

"Kim yüce Allah 'a dua etmezse, Allah ona gazap eder" (4)

Ünlü devlet adamı Mahatma Gandhi de şöyle söylemektedir:

"Dua ve ibadet olmasaydı, ben çoktan çıldıracaktım" (5)

(1) İlim Ahlak - İman, s. 45
(2) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 331.
(3) Fethu'I-Kebir, c. l, s. 335.
(4) Kunûz'il-Hakaik, c. 2, s. 120.
(5) Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, c. XI Sayı: 5, s. 292.


Konu noLove tarafından (22 Mart 2009 Saat 21:50 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 21:36   #23
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




KABİRLERE KURBAN ADAMAK


Halkımızdan bazıları belki de bilmeyerek bazı kabir ve türbelere kurban adıyorlar. Bu yanlış bir uygulamadır. Öyleyse doğrusu nedir? Adak ne demektir? Şartları nelerdir? Önce ana hatlarıyla bunu açıklayıp daha sonra da yanlışlığın ne şekilde yapıldığını belirtmeye çalışalım. İslâm dinine göre adak=nezir; "Allah Teâlâ'ya ta'zim için mubah bir fiilin yapılmasını deruhte etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacip kılmaktır" (1)
Bir başka ifade ile, "Bir kimsenin Allah tarafından, yapılması kendisine emrolunmamış bir işi, kendi nefsine vacip kılmasıdır" (2)
Tecrid-i Salih'te ise, "Adak mübah olan bir şeyi Allah rızası için kendi nefsine vacip kılmaktır"diye tanımlanmaktadır. Ahkam-ı Kur'aniye'de de: "Allah tarafından vacip kılınmayan birşey ile kendi kendine borçlanmak, kendini yük altına almaktır" (3) şeklinde ifade edilmiştir.
Ancak adakta en çok dikkat edilecek husus, adak olarak yapılacak işin cinsinden FARZ veya VACİP bir ibadetin bulunması şartına riayet edilmesidir.
Şöyle ki bir kimse, "Allah için bir gün oruç tutayım veya Allah rızası için bir kurban keseyim" derse bu, nezir (adak) geçerlidir. Çünkü oruç nevinden farz, kurban cinsinden vacip bir ibadet vardır. Fakat bir kimse, "Falan hastayı ziyarete gitmeyi nezrediyorum (adıyorum)" dese, bu adağı geçerli değildir. Zira ziyaret farz ve vacip cinsinden bir ibadet değildir.
İslâm dinine göre adak, yerine getirilmesi gereken vacip bir hükümdür. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de: ..Adaklarını ifa etsinler" (Hac, 29) buyrulmaktadır.
Peygamberim Efendimiz de: "Kim Allah'a itaat etmeyi nezretmişse ona itaat etsin, kim de Allah 'a isyan etmeyi nezretmişse ona isyan etmesin"' (4) buyururlar
Adak yapılacak kurbanın kesilmesinin borç olması için aşağıdaki şartların bilinmesi gerekir:
1. Adak kurbanının cinsi dinimizin kabul ettiği hayvan türlerinden olmalıdır. Bunlar; keçi, koyun, sığır, manda ve deve cinsi hayvanlardır. Tavuk, horoz, hindi, ördek, kaz gibi kümes hayvanlarından kurban adağı olmaz. Ama halkımızdan pekçok müslüman, adak olsun diye tavuk ve horoz kesiyorlar. Belirttiğimiz gibi bu hayvanlardan adak kurbanı olmaz.
2. Adanan kurban, kişinin zaten kesmesi gereken kurban olmamalıdır. Mesela: Zengin bir kimse, "Şu işim olursa Kurban Bayramı'nda bir kurban keseyim" diye adakta bulunursa, o kimse işi olunca iki kurban birden kesmesi gerekir. Birisi adağı için, diğeri de zaten kesmesi vacip olan kurbanı için.
3. Adanan kurban Allah'a masiyet (itaatsizlik, günah) olan bir adak olmamalıdır. Mesela: "Şu işim olursa nefsimi hak yolunda kurban edeyim" diye yapılan bir adak gibi. Bu adak değil, intihar olur, cinayet olur.
4. Adanan kurbanın kesilmesi imkânsız olmamalıdır.
5. Adanan kurban, adayanın kendi malından fazla ya da başkasına ait olmamalıdır. Meselâ: Bir kimse başkasının koyununu kesmeyi adasa bu adak geçerli değildir.
6. Bir şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse o şart gerçekleşmeden kurbanı kesemez. Sınıfı geçersem bir kurban keseceğim diyen bir şahıs, ancak sınıfını geçince kurbanını keser.
7. Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan bir kişi, şartın yerine gelmesinden sonra istediği zamanda kurbanını keser.
8. Bir kimse adayacağı kurbanını yalnız Allah için adamalıdır. Allah'tan gayrisi adına kurban kesilmez. (*)
İşte en çok yanlışlık bu hususta yapılmaktadır. Zira İslâm'da bir yatıra, bir kabre, tekkeye veya falan devlet adamına kurban adamak caiz değildir. Çünkü kurban, vacip olan bir ibadet olması hasebiyle yalnız Allah rızası için, Allah adıyla kesilir.
Kabirlere gidip kurban kesme adeti İslâm'dan önceki kavimlerin müşrik adetlerindendir. İslâm dini kabirler üzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır.
Hz. Muhammed Efendimiz (S.A.S.), bir hadislerinde: "Kabirler üzerine kurban kesmek İslamiyette yoktur" (5) buyurmuşlardır. Buna göre İslâm dininde olmayan bir adeti varmış gibi kabul etmek, kötü bir bid'ât olup, büyük bir manevi sorumluluğu vardır.
Bir müslüman kurban adarken dileğinin olmasını Allah'tan değil de bir kabirden veya türbeden beklerse küfre gider. Bu nedenle adak yapmak isteyen bir kişi, adakla ilgili arzettiğimiz şartları dikkate almalı veya bir bilen yetkiliye sormalıdır.
Adak, kabir veya bir yatır başına gitmeden de kesilir. Allah rızası için kesilen kurbanın sevabı, orada yatan zatın ruhuna ithaf olunabilir. Allah'a mağfiret etmesi için dua edilir. Bu caizdir. Ancak, "Kurbanımı şu zatın yüzü suyu hürmetine dileğimin yerine gelmesi için kestim" diyemez.
Şu bilinmelidir ki, İslâm'da Allah'a tazim ve taat için hiçbir aracıya lüzum yoktur. Mü'min, Rabbına karşı şükranını, kulluğunu vasıtasız arzeder. Nitekim beş vakit namazın her rekatında FATİHA sûresini okurken 5. ayette: "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz" deriz. Çünkü İslâm esaslarına göre Allah'tan başkasına kulluk etmek, ilâhi takdiri başkasından beklemek caiz değildir.
Allah'ın takdir ettiği şeyin hiçbir şekilde değişmesine imkan yoktur. Nezir; ilahi iradeyi değiştirmez. Ancak nezredeni cimrilikten kurtarır.
Kabirler ölümü tefekkür, ahireti hatırlatma ve ibret almak için ziyaret edilir. Orada yatanlar için Kur'ân okunur, ruhlarına Allah rızası için bağışlanır. Ancak onların şefaatçi olması ümidiyle mezar başlarında kurban kesilmez.
Çünkü İslâm inancına göre kudsiyet yalnız bir varlık üzerinde toplanmıştır. O da Cenab-ı Hak'tır. Başka hiçbir varlığa kudsiyet vermek caiz değildir. Onun için İslâm anlayışında "Mukaddes hatıra" yoktur. Bir güne, bir adama, bir hatıraya veya başka bir şeye kudsiyet atfetmek puta tapıcılığın şekillerinden birisidir. Müslümanlık ise putperestliğin amansız düşmanıdır (6)Binaenaleyh Müslümanlık Allah'ın emrettiği, Peygamberimizin öğrettiği, İslâm bilginlerinin açıkladığı esaslara uygun olarak yapılır.
Kendi istek ve arzumuza veya falan şahsın keyfine göre hükümler değiştirilemez.


(*) Daha geniş bilgi için, Büyük İslam İlmihali Nezr Maddesine bkz. (34) Fethü'l Kebir, c. 3, s. 347.
(29) Büyük İslam İlmihali, s. 416.
(30) Mufassal Hac Rehberi, M. Saim Yeprem - Talat Karaçizmeli s. 261.
(31) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 227.
(32) Ahkam-ı Kur'âniye, Mehmed Vehbi, s. 380.
(33) Fethü'l Kebir, c. 3, s. 347.
(35) Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, dr. Hikmet Tanyu, s. 14.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 21:48   #24
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




AY VE GÜNEŞ TUTULMASI


Ay ve güneş tutulmasını hurafeye karıştıranlar çıkmıştır. Nitekim bazı yörelerimizde; Ay ve Güneşin şeytanlar tarafından tutulduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle tutulma olayı başlayınca teneke ve davul çalınmakta, bazı yerlerde de silah atılmaktadır. Sebebi ise; şeytan gürültü ve silah sesinden korkarmış. Böylece Ay ve Güneş tutulmaktan kurtulurmuş. Bir başka inanışa göre de "Ay ve Güneşi melekler götürüp bir danaya teslim ederlermiş, o dana da denize batırırmış. Denize batırılan ay ve güneşi de balıklar yutarmış" (1)

Ayrıca ay ve güneş tutulması ile ilgili olarak şu inançlar da yaygın olarak söylenmektedir.

—Ay ve güneş tutulması kıyamet alametidir.

—Ay ve güneş tutulursa o yıl kıtlık olur.

—Ay ve güneş tutulursa savaş ve karışıklıklar çıkar.

—Ay ve güneş tutulması büyük ve ünlü kişilerin ölümüne işarettir.

Hz. Muhammed (S.A.S)'in oğlu İbrahim, 18 aylık iken ölmüştü. İbrahim'in öldüğü gün Güneş tutulmuştu. Bunu gören halktan bazı kimseler, "Güneş, İbrahim öldüğü için tutuldu" demişlerdi. İşte bu inanç, bu olaya dayanarak ileri sürülmüştür. Oysa ay ve güneş tutulmasının yukarıda iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.

Muğire İbn Şu'be (ra)'den gelen bir rivayette şöyle denilmiştir.
"Resulullah (S.A.V) zamanında (Peygamberimizin oğlu) İbrahim (ra) vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk: «Güneş ibrahim'in ölümünden dolayı tutuldu» dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (S.A.V):
"Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölümünden ne de hayatından dolayı tutulmuştur. Bunu görünce hemen namaza durup Allah'a duaya koyulun"' (2) buyurmuştur.
Yine konuyla ilgili olarak bir başka hadislerinde de şöyle söylemiştir: "Şüphesiz ki güneş ile ay insanlardan kimsenin ölümü için tutulacak değildir. Lakin bunlar Allah'ın âyetlerinden (kudretinin delillerinden) iki ayettir. Binaenaleyh bu olayı gördüğünüzde (hemen) kalkıp namaz kıhnız" (3)
Bu hadislerden açıkça anlaşılmaktadır ki, ay ve güneş tutulmasının ölüm olayı ile hiçbir ilgisi yoktur. Hadisin sonundaki "Bu olayı görünce namaz kılınız" buyruğu ise, Cenab-ı Hakk'ın bilinir, bilinmez afet ve belâlara karşı bizlerin koruması, esirgemesi ve yardımını eksik etmemesi, dileğimizi kendisine arzetmek içindir. O, yardım etmezse hiçbir şey yapamayacağımız idrak içindir. Çünkü her şeye kadir olan ancak Yüce Yaratandır. Böyle durumlarda Sevgili Peygamberimiz Allah'a karşı dua ve niyazda bulunmuş. O'nun huzurunda secde ve rüku yaparak namaz kılmıştır. Bizlere de aynı şeyi yapmamızı tavsiye etmişlerdir.
Bilindiği gibi ay ve güneş kainat düzeni içerisinde Allah'ın irade buyurduğu ilâhi kanuna tabi olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır.

"Güneş kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir, İşte bu, güçlü ve bilgin olan Allah 'ın kanunudur. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilal) olur da geri döner. Ne güneşaya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeye (akıp gitmeye) devam ederler" (4)

Ay ve Güneş tutulması ne şeytanın karartması, ne de dananın onu denize atması ile ilgilidir. Ay ve Güneş tutulması, Ay ve Dünyanın güneş etrafındaki hareketlerine bağlı bir oluş biçimidir. Günümüzün astronomi bilginleri için, ay ve güneşin hangi tarihte tutulacağım, tutulma olayının kaç dakika süreceğini ve yeryüzünün nerelerinden görünebileceğini önceden hesap etmek artık bir oyuncak haline gelmiştir. Buna rağmen bu astronomi olayını idrak edemeyenler hâlâ bulunmaktadır.
Ay ve güneş tutulduğu zaman bazı yörelerimizdeki silah atma, teneke çalma adeti, kanaatimizce hadislerde zikredilen, "Namaz kılınız, Allah'a dua ediniz" tavsiyesini, müslümanlara haber vermek için olsa gerektir. Fakat bu uyarı zamanla, "Şeytanları kovalama" şeklinde yanlış bir inanışa dönüşmüştür. Giderek "kıtlık alameti", "savaş işareti", "ünlülerin ölümü" gibi batıl inanışlara kaymıştır.

(1) İslâm'a Sokulan Bid'at ve Hurafeler, Mustafa Uysal, 5. baskı, s. 257(2) Tecrid-i Sarih, c. 3, Hadis No: 547.
(3) Sahih-i Müslim ve Tercümesi, c. 3, s. 87
(4) Yasin Suresi, Âyet: 38-39, 40.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 22 Mart 2009, 23:36   #25
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




önemLi bi konuYa değinmiŞsin sevgiLim
+1

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 23 Mart 2009, 01:43   #26
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




konTes; önemLi bi konuYa değinmiŞsin sevgiLim


tŞk edeRim seWgiLim..

benCe dE önemLi biR KoNu..
İnŞ biRaz daHa deVam etmeK isTiOruM.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 24 Mart 2009, 00:06   #27
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




KUŞ ÖTMESİ VE HAYVAN ULUMASI

Halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunlardan kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. Oysa İslâm esaslarına göre bu tür inançların tümü batıldır. Hurafe inancıdır. Buna rağmen halkımızdan pek çok kişi bunlara inanır. Nitekim konuya ilişkin olarak bir araştırmacı şunları yazıyor.
"Halk inanmalarında ölümü önceden haber verdiği sanılan belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer tutar. Hayvanların insanlarda bulunmayan kimi yetenekleri, sezişleri, biçimsel özellikleri, uğurlu ya da uğursuz sayılmaları bu türden inanmaların oluşmasında ve evrensel bir çizgiye erişmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Evcil ve yabani hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları, yaklaşan bir ölünün ön belirtileri ve işareti olarak yorumlanmaktadır.
Bu tür hayvanlar içerisindeki köpek, kedi, at, koyun, keçi, inek ve öküz gibi evcil olanları; tilki, kurt, çakal, yarasa, yılan gibi yabani olanları; horoz, tavuk kaz gibi kümes hayvanları; baykuş, karga ve leylek gibi yabani kuşları sayabiliriz. Bunların içerisinde özellikle KÖPEK ve BAYKUŞ'la ilgili inanmalar çok yaygındır. Evcil sadık ve sezi yeteneği çok gelişmiş olan köpeğin sadece uluması ile değil uluma biçimi, uluma zamanı ve uluduğu yere de yaklaşan bir ölümü haber verdiğine inanılmaktadır. Köpeğin bu türden ulumasını önlemek için de köpek kovalanır, taşlanır, önüne ekmek doğranır, "başını ye" denir. Baykuşun sesinin de sesinin ve yüzünün sevimsizliği, yıkıntılarda ve terkedilmiş yerlerde yuva yapması bir ölüm kuşu olarak bilinmesinin temelinde yatan nedenlerdendir. Baykuşun da tıpkı köpek gibi salt ötmesi ile değil, aynı zamanda ötüş biçimi, ötme zamanı, konduğu ve öttüğü yerle de ölüm habercisi olduğu görülmektedir(1)
Kuş ve hayvanlarla ilgili olarak söylenenlerden tesbit ettiklerimizden bazıları şunlardır:

—Akşam ve yatsı ezanları okunurken köpek ulursa o civarda biri ölür.

—Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar.

—Tavşan, tilki ve kara kedi yolu keserse, uğursuzluk gelir.

—Bir yere giderken yılan görülürse, uğura işarettir.

—Kara karga kimin evinde öterse, o haneden cenaze çıkar.

—Baykuş kimin evinde öterse o haneden cenaze çıkar.

—Baykuş kimin evinde öterse o haneye ya belâ gelir, ya da ölüm.

—Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde gelir.

—Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar.

Burada şu küçük hatırlatmayı tekrarlayalım. İslâm inancında herhangi bir nesnede veya canlıda uğur ve uğursuzluk kabul etmek doğru değildir. Nitekim Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurmuştur.
"Baykuş ötmesinde şer (kötülük) yoktur. Herhangi bir şeyde uğursuzluk da yoktur" (2)

Peygamberimiz bir başka hadislerinde de, kuşun uçmasında, ötmesinde uğur ve uğursuzluk aramayı, bunlara dayanarak geleceğe dair hükümler çıkarmayı, «sihir ve kehanet nev'inden» görerek yasaklamıştır.
Hayvanlar herhangi bir zamanda herhangi bir sebeple öter veya ulur. Bunu kötüye yorumlamak inancı zaafa uğratır.
İnsanın ölmesi hayvanın ulumasına değil, Allah'ın takdirine bağlıdır. Biz, her canlının vâdesi gelince öleceğine inanınız. Ama insan nerede, nasıl, kaç yaşında ve hangi şekilde ölecek onu bilemeyiz.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Aranızda ölümü takdir eden (keyfiyetini, zamanını, mekanını ve ömrün müddetini tayin eden) biziz. Ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz" (3)
Allah'ın emri ve takdiri değişmez bir yasa olduğuna göre kimse kuş ötmesinden, köpek ulumasından korkmasın.


(1) Türk Halk Bilimi, s. 209. (2) Sahih-i Müslim ve Tercemesi, c. 7, s. 87.
(3) Vakıa Suresi, Âyet: 60.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 24 Mart 2009, 00:19   #28
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




GÜNLERİN UĞURSUZLUĞU İNANCI

Yanlış inanışlarından biri de haftanın bazı günlerinin uğurlu bazı günlerinin de uğursuz sayılmasıdır. Oysa İslâm'da günün güne üstünlüğü yoktur. Günler, gün olması bakımından birbirinin aynıdır. İnsan dilediği günde iş yapar. Dilediği zaman da seyahate çıkar. Akıllı ve inançlı bir müslüman şu gün çalışmaz, şu gün işe başlamaz, hurafelerine kanmamalıdır. Ama ne yazık ki halkımızdan bazıları bu uydurmalara kanmaktadır.

Haftanın bazı günlerini uğurlu, bazı günlerim uğursuz ve bazı günlerinde de çalışmayı günah saymak, uzmanlara göre, yahudi ve hıristiyan adetlerinden geçmiştir. Gerçekten de hıristiyanlar Salı gününü uğursuz, Pazar günü de çalışmayı günah sayarlar. Yahudiler ise Cumartesi günü çalışmazlar.

Halbuki İslâm dininde, sadece istirahat ve ibadet saatları dışında devamlı olarak çalışmak tavsiye edilmiştir. Buna rağmen çalışmaktan en çok kaçar hale de biz gelmişiz. Bir sürü hurafeye kanarak adeta haftanın günlerini çalışmamak için parsellemişiz.

Günlere hurafeler o kadar karışmış ki bazı günlerin hangi saatinde hangi iş yapılmalı veya yapılmamalı o dahi tesbit edilmiştir. İşte böyle hurafe kitaplarından biri olan ve "Seyyid Süleyman El-Hüseynî" tarafından kaleme alınan "KENZ'ÜL-HAVAS" adlı kitaptan naklen M. Şemsettin (Günaltay) şu örneği veriyor.

Pazar gününe ait vakitler hakkında:

Saat l: Güneş saatidir, bu saatte sevgi ve dostluk kabul olup kral ve hükümdarlar nezdine girebilmek için dualar okumak ve yazmak uygundur.Yeni elbiseler giymek münasiptir.

Saat 2: ZÜHRE (Venüs)e mahsus olan kötülenmiş bir saattir. Bu saatte hiçbir şey yapılmamalıdır.

Saat 3: UTARİT saatidir. Bu saatte yola çıkmak iyidir. Ayrıca insanların kalp ve gönüllerim celbetmek ve bunlara benzer işleri yapmak için okuma ve yazma saatidir.

Saat 4: AY saatidir. Bu vakitte bir şey alıp satmak iyi değildir. Hiçbir şeye yaramaz.

Saat 5: ZUHAL (Satürn)e mahsus bir saattir. Tefrika ve fitne çıkarma, arabozma ve düşmanlık yapmak için uygun bir saattir.

Saat 6: MÜŞTERİ (Jüpiter)ye nisbet edilen bir saattir. Bu saat kral, hükümdar ve devlet erkanından ihtiyaç talebinde bulunmaya uygundur.

Saat 7: MERİH (Mars)a ait bir saat olduğundan uğursuzdur. Bu vakitte hiçbir şey yapılmaz.

Saat 8: ŞEMS (Güneş)a ait bir saittir. Bu vakitte her türlü hacetin karşılanması için çalışmak uygundur.

Saat 9: ZÜHRE (Venüs)e aitolup insanların kalp ve gönüllerini celbetmek için dua okumaya ve yazmaya uygun bir saattir.

Saat 10: UTARİT'e nisbet edilen bir vakittir. İyi ve salih olan her şeye uygundur.

Saat 11: AY'a ait güzel bir saat olduğundan o vakitte tılsım ve onunla ilgili şekilleri çizmek ve muska yazmak uygun olur.

Saat 12: ZUHAL (Satürn)'ün saati olduğundan bu saat en büyük uğursuzluk getirir. Bu an zarar getirmekten başka bir şeye yaramadığından o saatte herhangi bir işi yapmaktan sakınmalıdır. (1)

Günlerle ilgili olarak şu hurafeler de halkımızı etkilemiştir:

—Salı günü işe başlanırsa bitmez sallanır.

—Pazar günü çalışmak uğursuzluktur.

—Çarşamba gecesi işe başlanırsa, "Çarşamba karısını" kızdınr ve o eve kötülüğü dokunur.

—Perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur (Kıbrıs).

—Salı günü yeni elbise giyilirse yanar.

—Çarşamba günü süt içmek, ev satın almak iyi değildir.

—Cuma akşamı ve cuma günü ev temizlemek günahtır.

—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.

—Arefe günü dikiş dikmek günahtır.

—Arefe günü dikiş diken kadının ölmüş çocuğu varsa onun derilerini diker vs.

Dikkat edilirse hemen haftanın bütün günleri ya belâya, ya da günaha sebep gösterilmiştir. Sanki müslümanın çalışması suç kabul edilmiştir. Bu inanç, hem dini hem de millî kalkınmaya ihanettir.

Unutulmamalı ki İslâm Peygamberinin en hoşlanmadığı hallerden biri tembelliktir, İslâm Dini tembelliği değil, çalışmayı tavsiye etmiştir. Çalışmayı ibadet derecesine yükseltmiştir. Hz. Muhammed (S.A.S) "îki günü eşit olan zarardadır" buyurur ve "Sekiz gün ömre dokuzgün çalışmayı tavsiye eder." Bir başka buyruklarında da: "Dünyanızı ıslah ediniz, yarın ölecekmiş gibi de ahiretiniz için hazırlık yapınız" (2) demişlerdir. Böylece âhiret mutluluğunun ancak dünyadaki tutum ve çalışmamızla ilgili olduğuna haber vermişlerdir.
Oysa biz, bu uyarılara kulağımızı tıkayalı, gerilemeye başlamışız ve dün hükmettiğimize bugün el açar duruma düşmüşüz. Bunun vebali dinimizde değil kendimizdedir...

Dünyanın hızlı değişimi karşısında ona ayak uydurabilmek istiyorsak, artık şu gün çalışılmaz, şu gün işe başlanmaz safsatasını bırakalım. Bugünü dünden, yarını bugünden daha ileriye götürmeyi ülkü haline getirelim.

Yüce Allah'ın şu buyruğunu da unutmayalım:

"Allah'ın sana verdiği (Maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara, AMA DÜNYADAN NASİBİNİ DE UNUTMA... Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez" (Kasas Suresi: 77)


(1) Hurafattan Hakikate, s. 313
(2) Fethü'l-Kebir, c. l, s. 190

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 24 Mart 2009, 00:31   #29
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




TEMİZLİK VE SAĞLIĞA KARIŞAN HURAFELER

Müslümanlığın en kısa tarifi temizliktir (1) denilebilir. Dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15. asır evvel: "Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilin" sözleriyle konunun önemine dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."

Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz.Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeye bağlıdır. Onun içindir ki Allah Elçisi Peygamberimiz:

"İslâm temizlik üzere kurulmuştur" buyurmuştur. Temizliği imanın yarısıdır diye söylemiştir. Bunun içindir ki, müslüman dedelerimiz vardıkları egemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak "Medreseleri", sağlık kurumları olarak "Darüşşifaları, Bîmarhaneleri" inşa etmişlerdir.

Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır.

—Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,

—Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,

—Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,

—Cuma günü ev süpürmek günahtır,

—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.

—Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,

—Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.

—Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,

—Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir (Kıbrıs),

—Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs),

—Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir (Kıbrıs),

—Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.

—Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.

—Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.

Örneklerini verdiğimiz bu inanışların hepsi hurafedir, İslâmla ilgisi yoktur. Üstelik herbiri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.

Unutulmamalıdır ki, sağlık ve afiyet Yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. Bu nimeti korumak ve kollamak ise insanın ödevidir. Nitekim büyük İmam İmam-ı Şafii Hazretlerinin bu konuda söylediği şu söz ne kadar ibretlidir:

İmam-ı Şafii diyor ki:

"Âlimi olmayanın dini, doktoru olmayanın da sağlığı yoktur." Sağlıklı yaşayabilmek için de her türlü pislikten kaçınmak gerekir.

—Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.

—Kötü bir hastalıktan söz edilirken: "Değirmenden geldim unluyum" denilmezse o hastalık söyleyene bulaşır.

—Sarılık hastalığına tutulan kişinin "izinli" denilen biri tarafından alnı jilet ya da çakı ile çizilir. Akan kan alnına ve burnuna sürülür. Yaradan kan aktıkça hastalıkta akar gider denilir.

—Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.

Konuyu Peygamberimizin temizlik ve sağlık üzerine söylediği hadislerden bazı örnekler sunarak bağlayalım.

Allah Elçisi buyuruyor:

Temizlik imandandır,

—Temizlik imanın yansıdır.

Yemekten önce ve yemekten sonra ellerinizi ve dişlerinizi temizleyiniz.

—Cuma günleri bedeninizi baştan aşağıya yıkayınız.

—Evleririnizin önünü ve etrafını temiz tutunuz,

—Saçı ile sakalı olan bunları temiz tutsun ve daima tarasın.

—Yemek ve et kokusu sinmiş bezleri yattığınız yerlerde tutmayınız(2)
—Bir kimse hakkıyla abdest alırsa, tırnağının altlarına kadar her taraftan günahları dökülür (3)

Ümmetime zahmet vermekten çekinmeseydim, her abdest aldıkça misvak kullanmalarını (ağızlarını, dişlerini temizlemelerini) emrederdim.

—"Cuma günü olunca misvak (diş fırçası) kullanmak, en güzel (en temiz) elbisesini giymek, bir de varsa güzel koku sürünmek her müslümanın vazifelerindendir.

—Dişlerinizi, parmaklarınızın boğum yerlerini temizleyiniz. Zira bu hal temizliktir.Temizlik ise imanı davet eder. iman da sahibi ile beraber cennettedir.

—Elbisenizi yıkayınız, saç, sakal ve bıyığınızın fazlasını alıveriniz, misvak kullanınız, ziynetinizi takınınız, tertemiz olunuz."

—Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir:

—Sünnet olmak, misvak (diş fırçası) kullanmak, (güzel) koku sürünmek ve evlenmek (4)


(1) Sahih-i Müslim Tercemesi, c. l, s. 303
(2) Askere Din Kitabı, A.Hamdi Akseki, s. 112
(3) Riyazü's-Salihin, Hadis No: 1030
(4) Abdest Almanın Önemi, Hasan Hüsnü Erdem, S. 6-14


Konu noLove tarafından (24 Mart 2009 Saat 00:49 ) değiştirilmiştir.
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 24 Mart 2009, 00:47   #30
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yaşayan Hurafeler




KADIN VE HURAFE

Tarih incelendiğinde görülüyor ki kadın, haklar bakımından asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalanna kadar, gerek Avrupa, gerekse Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.

Mesela: Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, ÎRAN'da MEZDEK, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu!.. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Vedaları okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.

Eski Yunanlılarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye malik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.

Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve edebi hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir. (1)

Ortaçağda Bizans'ın en şaşaalı zamanlannda bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi:

Kadın erkeğin malı idi. Onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet metaı addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır,başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni, çocuklara bakmak için lâzımdı. (2)

1788 yıllarına kadar kadın ingiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi.

1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu. "Bundan 100 sene evveline gelinceye kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi.

Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi. (3)

İslâmiyetten önce Arap Yarımadası'nda da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı olan nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine göre fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden ne yapacağını bilemezdi.

Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim onların bu insanlık dışı davranışlarını şöyle anlatır:

"Onlardan birine kız doğumu müjdesi verilince öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Onu utana utana tutsun mu? Toprağa mı gömsün?.." (Nahl Suresi, Âyet, 58,59)

İslama kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak tanınmamıştır.

İslâmdan önce Hz. İsa kadınlar hakkında iyi düşünceliydi, onların hukukunu korumak istedi. Ama kilise Hıristiyanlığın kadınlar hakkında şefkat ve merhamete dayanan ilkelerini istediği biçimde değiştirdi. Hatta Hıristiyan azizlerinin katlettirdiği binlerce kadının acıklı öyküleri tarihte yazılıdır.

İlk âyetinden itibaren dünyada yeni bir çığır açan, dünyaya kurtuluş yollarını gösteren İslâm, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslâm'a göre kadın erkeğinin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz. Muhammed (S.A.S.): "Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur" (4) buyurmuş, onun aile içinde sözsahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.

İslâmda kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Peygamberimiz: "En hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananınızdır" (5) buyuruyorlar.

İslâm esaslarına göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlâk hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir.

Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur. Şöyle ki:


"İslâmda kadın malı, nefsi ve zimmeti üzerine istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hakimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım-satım, kiraya verip alma, bağış yapma, kefil alma, ödünç para verme, şirket kurma, vekalet, sulh ve ibra, dava ve ikrar gibi bilcümle hususlarda erkek gibidir. Erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerinden mal ve vicdan bakımından sorumludur. (6)
Tanıklık ve diyet gibi bir kaç mesele de erkekle eşit tutulmamıştır. Ancak bu insan hakları bakımından değil, kadınların özelliklerinden ötürüdür.

İslâm kadınlara siyasal tercihlerini kullanma hakkını da tanımıştır. Hz. Peygamber kadınların oylarını kabul etmiştir.

İslâm tarihinde hadis, fıkıh, tarih, siyaset ve tıp gibi bilim dallarında yetişmiş pek çok ünlü kadın vardır.

Mesela Hz. Peygamberimizin muhterem eşi Hz. Aişe Kur'an, hadis, edebiyat ve tarih ilminde kaynak kabul edilen bir bilgin hanımdır. Ayrıca fetva veren meselelerin hukuki hükmünü bildiren 7 büyük sahabiden biri olarak kabul edilir.

Üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi'nin kızı Hayzüran, siyasal bilimlerde ünlüdür. Yine Hicri 5. asrın bilgin hanımlarından ŞEHDE, Bağdat Camii'nde devrin en büyük edip ve bilginlerine tarih ve edebiyat konferansları vermiştir. İslâm tarihinde böyle daha pek çok bilgin hanımefendiler vardır. (7)

Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir meta gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "Kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslâm'ın ve sevgili Peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslâm'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.

1789 Fransız Büyük îhtilali'nin, kan akıtarak yazdığı "Hukuku Beşer Beyannamesi" ve ondan çok yıllar sonra, Birleşmiş Milletlerin "İnsan Hakları Beyannamesinden", insanlığın çok uzak olduğu bir dönemde ta 15 asır önce, İslâm'ın kadına tanıdığı haklar hiç de küçümsenecek ölçüde değildir.

İslâm'da kadına saygı bir anlamda Peygamberin buyruklarına saygıdır. Çünkü kadın varlığımızın devamlılığının kaynağıdır.

Sevgili Peygamberimiz Veda hutbesinde:

"Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler.Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele edin. Siz onları Allah'ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah'ın ahdi ile helâl olmuştur" buyurmuşlardır.

İslâm kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hâlâ "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkûm bir varlık gibi muamele görmektedir.

Ancak kadın hakkında söylenen bir sürü hurafenin mevcudiyeti de bir gerçektir.

İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler:

—Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.

—Kısa boylu kadın uğursuzdur.

—Hayızlı (aybaşılı) kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.

—Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.

—Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.

—Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.

—Cuma günü ezan okuyan müezzine kızın başörtüsü veya mendili sallattırılırsa nasibi çıkar.

—Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra "Bunu sana sattım" der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.

—Çocuğu ölen kadın Cuma günü iş yapmaz.

—Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.

—Evde kilitlenen kilit, bayram sabahı veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafından camide açılırsa kızın bahtı açılır.

—Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.

—Aş yeren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.

—Doğum yapan kadın yedigün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.

—Doğuran kadının (lohusanın) bulunduğu yere süpürge, Kur'ân, soğan, sanmsak aşılırsa "alkansı" lohusa ve çocuğa zarar vermez.

—Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa albasmaz.

—Bir hamile kadın ölü yıkanırken suyundan atlarsa çocuğu baygın doğar (Kıbrıs).

—Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir (Kıbrıs Halk İnanışları).

—Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir (Kıbrıs).

—Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur (Kıbrıs).

—Hamileyken anında anahtar açanın doğumu kolay olur (Kıbrıs).


(1) Muhammed Aleyhisselamın Peygamberliği, Muhammed Kemil Hatte, Terc. İsmail Ezherli - M.Asım Koksal, s. ?
(2) Hz. Muhammed ve Hayatı, A.Hemmet Berki-O. Keskioğlu, s. 10
(3) Anglikan Kilisesine Cevap, Abdülaziz Caviş, s. 166 -167
(4) Fethü'l-Kebir, c. 2, s. 330
(5) Fethü'l-Kebir, c. 2, s.95
(6) Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 12
(7) Muhammed Aleyhisselamın Peygamberliği, s. 76

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
hurafeler, yasayan, yaşayan


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Aldatmaya Dair Hurafeler.. PySSyCaT Aşk ve İlişkiler 0 25 Aralık 2018 15:44
Hurafeler ve Kur'anı Kerim Sanem İslamiyet 0 30 Nisan 2018 13:12
Diyanete Göre Hurafeler Listesi Hesna Burçlar, Fallar ve Kehanetler 0 09 Ocak 2010 17:03