IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  digitalpanel

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 12 Aralık 2008, 01:42   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ben Yunusu Biçareyim




MAKALE :
BEN YUNUSU BİÇAREYİM


Türkler Orta asyadan yola çıktı.

Yollara meftun Türk boyları, İslamla buluştuktan sonra alp’liklerine erenlik katarak Alperen kimliğine büründüler. Türkler Horasan erenlerinden tasavvufi sevgiyi öğrendiler. Horasan da onların nefesi sayesinde kendi içinde bir Türk veliyi; Ahmet YESEVİ’yi çıkarmıştı. Ahmet YESEVİ Yusuf Hamedani’den terbiye olmuştu çünkü. Şeyhinden icazet alıır almaz tasavvufi aşkı Türk boylarına aşılamaya başladı. Bu aşk ile irşad olan TÜRK BOYLARI BİZANS SAHALARINA KADAR UZANARAK ileride Büyük Selçuklu Devletini kurdular. Selçuklu, Malazgirt zaferiyle güç kazandı ve böylece Anadolu Horasan erenlerinin elinde kutlu bir vatan oldu.

Öyleki vatan olmanın ötesinde Anadolu baştanbaşa medreselerle, camiilerle, kervansaraylarla, çeşmelerle vs. donandı. Hâsılı Anadolu medeniyet merkezine dönüşüverdi. Ta ki bu medeniyet Moğol ordusu bir kara bulut misali ufku kaplayıncaya kadar devam etti. XIII. yüzyıl Selçuklu’nun sonu demekti. Neyse ki Moğol kasırgası Anadolu güneşini batırma noktasına getirdiği anda Yunus doğa geliverdi. Bu sefer Anadolu kiliminin bir elinden Yunus, diğer elinden Mevlana tuttu. Böylece yeniden Anadolu’yu kiliminin işlendiği yere taşıdılar. Birde bunlara Moğol zulmünden kaçıp Anadolunun sınır uçlarına sığınan âlimler, Şeyhler, dervişler, müderrisler eklenince Anadolu tam bir renk gümbüşüne dönüşüverdi. Yunus bu medreselerin birinde bir nebzede olsa nasiplenmişti. Fakat Yunus’un ruhunun susuzluğunu giderecek güç bu medreselerden geçmiyordu. Sadece öğrendikleri ilim açlığını doyurmaktan ibaretti, ötesi ise buralarda yok gibiydi. Sonunda dayanamadı, yerinden doğrulup ayağa kalktı ve içindeki özleyişe kapılıp köyüne döndü. Millet Yunus’u bundan böyle artık, kâh bir su kıyısında, kâh kuru bir ağacın altında, ya da saatlerce dökük mezar taşlarının altında gezinen ve kendi kendine konuşan bir divane gönül olarak görüyordu. Kimsede kınamazdı bu halini, söylenmeye başladığında bülbül misali şakırdardı. Sözünün lezzetine doyum olmazdı.

Bu arada Moğol’un istilası yaklaşınca Anadolu’nun her yanın da kıtlık hüküm sürdü, yokluk ve acı sarmaya başlamıştı bile. Hatta bu topraklarda yaşayan herkes gelecekten ümitsizdi. Kimi açlıktan, kimi hastalıktan, kimi asılarak, kimi vurularak onlarca insan can vermişti bu topraklarda. Yunus ise bu hüzün verici manzara karşısında irkiliyor, peşpeşe gelen haberlerle sarsılıyor ve üzülüyordu. Kendi kendine karar verdi; varmak gerekti bir kapıya. Nitekim Anadolu’da yaraları saran dergâhlar vardı. İnsana kol kanat geren gönülleri sulayan buralarda ulu evliyalar vardı. Yunus daha önce duymuştu ki Anadolu insanı akın akın bu dergâhlara sığınıyor diye. O halde Yunus ne yapmalıydı acaba. Bu gidişe dur demeliydi galiba, ininden çıkıp İnzivaya çekildiği bu köyden kendini dışarı atmalıydı belki de. O da öyle yaptı zaten. Ansızın uzun bir yürüyüşe koyuldu. Sanki bir ses onu çekiyordu içten içe. Yorgunluk bilmeden yürüyordu habire Yunus. Sordu soruşturdu ve derken nihayet Tekkeyi buldu. Dergâhın kapısına varınca omuzundan heybesini indirdi ve Şeyhin huzuruna çıkarıldı. Rivayetlere göre bu Şeyh Hünkâr Hacı Bektaşı Veli olsa gerektir. Elinde ki alıçlardan O Yüce Zata ikram etti. Dergâhta misafir edildi... Üç günlük misafirlik boyunca Yunus yedi, içti, en iyi şekilde misafir edildi, üç gün boyunca ara sıra da olsa seyre daldı ve en çokta aklı uzaklarda idi, yani köyünü ve aç insanları düşündü. Dayanamadı Şeyh’ten müşkülünün halledilmesini istedi ve müridlerine çoluk cocuğun gözleri yolda beklediğini söylemesini arzı endam eyledi. Tabi ki Şeyh’ten cevap gecikmedi.

Şeyh söyleyin ona:

—Buğday mı ister yoksa himmet mi?

Yunus cevaben:

— Ben himmeti neyleyim bana buğday gerek. Evde çoluk çocuk açken ben neyleyim nefesi. Yunus’un cevabı Şeyh’e bildirildi.

Şeyh nefeste kararlıydı:

—Varın Yunus’a deyin beraberinde getirdiği alıçların her tanesi için bir nefes vereyim.

Yunus:

—Nefes karın doyurmaz ki, lutf edip buğday versinler... Dedi.

Şeyh tekrar:

—Varın söyleyin her alıç çekirdeğine on nefes verelim.

Yunus bir türlü gönül yolunda olduğunu anlayamadı, anlayamazdı da. O bir kere kafasında canlandırdığı köyün dramatik hüznü ile:

— Ben nefesi nideyim, bana buğday gerek dedi.

Yunus’un bineğine buğday yüklendi, derken telaş içinde yola koyuldu. İstediği buğdaydı zaten Yunus’un... Nitekim aklını çelememişti nefesin soluğu.

Bu kez kimsesiz bir dağ yamacında kendisiyle nefis muhasebesine giriverdi, derken nefsi ile olan savaşını kazandı, buğday kaygısını yendi, kararını verdi ve Şeyhin eteğine yapışmak için geri dönmeye. Kapıya vardığında Şeyh’e pişmanlık dilekleri ulaşınca Şeyh onun için;

—Himmet vermek bizden geçti artık. Onun nasibi Sakarya illerinde ki TABDUK EMRE elinde, varsın ona gitsin, dedi.

Yunus’un gönlüne bu sefer başka bir aşk yangını düşmüştü. Hakikat derdiyle içindeki tufanı dindirme adına yine yollara revan oldu. Arayan bulur zaten, yeterki ara. Gerçekten bu arayışın neticesinde bir mürşit buldu da. Yunus’un ilk eğitimi dağda başladı böylece.

Tabduk, ilk iş olarak Yunus’a dağlarda odun toplama görevi verdi. Zira O sabahtan akşama kadar dağda tek başına odun seçecek, kesecek, yığacak ve topladıkları odunları dergâha getirecekti. Yunus hizmetin semeresini görmeye başlamıştı bile, öyle ki nefsi her geçen gün dağda gözyaşlarına yenik düştü, gözyaşı döktükçe gönlü yumuşadı, dağ adeta Yunus’u Musa’nın Tur’u Sinası gibi günden güne ALLAH’A yaklaştırdı. Bu nefis terbiyesi ile Yunus aşkın tadını, kokusunu duymaya başladı biranda. Öyle bir sevgi yakaladı ki; Senin dergâhına eğri odun yaraşamaz diyecek kadar yüreği olgunlaşmıştı bile.

Tabduk:

—Yunus dağda hiç eğri odun yokmudur ki yıllardır getirdiğin odunların hepsi dümdüz.

Yunus:

—Bu dergâha değil insanın eğrisi, odunun eğrisi bile yanaşamaz diyen bir ince ruhla cevap verdi. Müritler ilk etapta Yunus’un bu halini anlayamadılar. Dedikodu kısa zamanda sardı etrafı... Olsa olsa Yunus Tabduk’un kızını almak, hatta Tabduk’un yerine geçmek için bunları yapıyor dediler. Dergâhta fitne kazanı kaynamaya başlayınca ister istemez Tabduk duydu dedikoduları. Şeyh soğukkanlı bir tavırla fesada son vermek için kızını Yunus’a vereceğini duyurdu. Dervişler bu duyuru ile ‘Tam dediğimiz gibi çıktı’ diyecekleri sırada bu seferde Yunus’un tavrı oyunların bozacak nitelikteydi. Nitekim:

—Ben şeyhimin kızına layık değilim, sözleri dedikodu kazanının fiyaskoyla sonuçlanmasına yetti bile.

Yunus bütün benliğini aşka boyamak istiyordu çünkü. Onun aradığı aşk zahiri aşk değil, ilahi aşktı.

Bu sefer ki düşüncesi gurbete düşmekti. Kendinden ve şeyhinden uzaklaşmak istiyordu. Tabduk’un gösterdiği ufka bir türlü varamamıştı. Şeyhine söylemese nefesi tıkanacaktı, ama 30–40 yıl bu kapıda tam en üst doruğa çıkacakken dergâhı terk etmek kararı neyin nesiydi acaba? Yunus yıllar önceden vatanını ve sevdiklerini terk-i diyar eylemişti. Medreseye girince okuduklarını, öğrendiklerini, bildiklerini terk etmişti. Şimdi de dergâhta tam en üst basamağa çıkmak üzereyken seyr-i süluku terk, yani dergâhı terk, bu ruh tufanını anlamak mümkün değildi. Anlamak için galiba Yunus olmak gerekti.

Selçuklu çökerken bile dergâhın kapısı dip diriydi. Tabduk haklıydı, gürültüsüz irşadı metod edinmişti, sessiz çalışarak gönülleri feth ediyordu, Yunus ise ruhen coşmak, kendi kabını aşmak istiyordu, hatta benliğinde ötelere taşmak niyetini taşıyordu. Yunus niyetle kalmadı, hemen uygulamaya koyuldu ve yıllarca bu küçük tekkede geçirdiği hayatı terki diyar edip yapayalnız bir dünyaya çıkıyordu... Yürüyecekti yine uzaklara doğru. Yunus yürüye yürüye bir derya ile karşılaştı. Bu deryadan haberi olmayan yoktu zaten. O deryayı ummanın adı hiç şüphesiz Mevlana idi.

Yunus sordu:

—Mesnevi sana ait mi?

Mevlana:

—Evet dedi.

Yunus:

—Çok uzun yazmışsın, senin yerinde olsam “Ete kemiğe bürünürdüm, Yunus diye görünürdüm” der olur biterdi, dedi. Mevlana bu gönül dolu sohbetten etkilendi. Mevlana Yunus’u uğurlarken ardından; “Manevi mertebelerden hangisine yükseldiysem, şu Türkmen hocası Yunus’un izini önümde buldum onu geçemedim”diyerek Yunus’un kıymet ölçüsünü ortaya koydu.

Yunus’un fikirleri Mevlana ile hep örtüştü. Hatta her ikisinin de açtığı aşk meşalesi kısa zamanda Anadolu’yu aydınlamaya yetecekte.

Yunus’un her geçtiği yer sevgi bulutu ile kaplanıyordu. Yunus bu aşkla yürüdükçe yürüyordu. Bir gün birkaç dervişle yolu çakıştı... Dervişler birlikte yola devam etmeyi teklif ettiler. Akşam olduğunda dervişin biri ellerini açıp dua ediyor ve ALLAH’IN İZNİ İLE önlerine sofra geliyordu. Ertesi akşam diğer dervişte ellerini açıp dua edince birbirinden güzel taamlarla sofra kuruldu, derken üçüncü günü geldiğinde dervişler Yunus’a; artık sıra sende dediler. Yunus, yapamam diyemezdi, hala dergâhtan kaçışının ezikliği içinde üzerine sinen suçluluk duygusuyla mağaranın bir köşesine çekilip ellerini semaya açıp: “YA RABBİ YÜZÜMÜ KARA ÇIKARMA, ONLAR KİMİN HÜRMETİNE DUA EDİYORLARSA, ONUN HÜRMETİNE BENİ DE UTANDIRMA”niyazında bulunarak taam için yalvardı. O akşam diğer günlerin iki katı sofra geldi önlerine. Yol arkadaşları farkı görünce: ALLAH aşkına söyle nasıl dua ettin, hadi anlat bizlere.

Yunus:

—Önce siz söyleyin.

Dervişler:

-“Biz Tabduk Emre dergâhında 30 sene hizmet eden Yunus’un hürmetine dua ediyorduk” dediler.

Yunus bu sözleri duyunca şoke oldu ve aldığı işaret ona yetmişti. Tabduk’un dergâhına varmalıydı, affını dilemeliydi... Öylede yaptı... Sonunda o ilahi iradeye teslim olmuştu...

Yunus kimseye görünmeden durumunu Şeyhin hanımına arzetti...

Kadıncağız:

—Ey Yunus! Şeyhinin gözleri görmüyor artık. Sadece kalp gözü açıktır. Üzülme yinede bir ümit bir çare var elbet. Tabduk namaz için evden çıkacağı sıra sen eşiğe yatmış olarak bulun ve kapıyı açıp çıkacağı anda ayağı sana dokunacaktır.

Tabduk:

—Bu kimdir? Diye sorduğunda, cevaben;

—Yunus dediğim de,

Tabduk:

—Bizim Yunus mu? Derse anla ki gönlünden çıkmamışsın... Yok eğer;

— Hangi Yunus? Derse vay haline... Artık kendine derman ara...

Yunus kalbi sıkışarak eşiğe başını koydu. Yunus’ta İsmail’in İbrahim’in bıçağına boynunu uzatışı gibi başını eşiğe uzatmış bekliyordu o anı. Tabduk adımını attığında Yunus’a dokundu, bu kim dedi.

Yaşlı kadın;

—Yunus dedi.

Tabduk:

— Bizim Yunus mu? Deyince

Kadıncağız;

—Evet.

Yunus’un gönlü ferahlamıştı artık, derin bir nefes çekip şükreyledi kendi kendine..

Evet; bu yol zaten bir gönlün içine girmektir. Nitekim de gönle girdi de.

Artık Tabduk’una kavuşmuştu... Fakat Tabduk’ta Rabbine kavuşmak üzere idi...

Tabduk:

—Yunus artık vaktin erişmiştir. İşte ben, işte asa, elimdeki asayı atıyorum. Haydi, şimdi attığım asanın peşinden koşma zamanı, var ötelere yol al. Vakta ki asa her nereye düşerse orada ruhunu teslim et ve Allah’la bir ol. Yolun açık olsun oğul dedi.

Aslında Şeyh ruhunu teslim etmeden önceki vasiyetiyle Yunus’a bambaşka bir yol açmıştı... Şeyhinin emri ve izniyle açılmış bir yoldu. O güne deyin Yunus sıradan bir dervişti. Artık Yunus’un yoluna abidler, zahitler, fakihler, müftüler, mollalar vs. dikilecekti. Tabduk ölmeden Yunus’a bunlara karşı savunma tekniklerini öğretmişti bu yüzden.

Nihayet, Tabduk elindeki asayı fırlattı Yunus yeniden asanın peşinden yollara revan oldu. Her gittiği yerde o yörenin halkı Yunus’un şiirlerini duydukça sanki ruhunu terennüm ediyordu. Şiirlerini kana kana yudumlayıp kendinden geçiyordu halk. Yunus kendine miskin diyordu, ama hiçte miskin bir hal görünmüyordu, bilakis her söylediği altın değerinde şiirleri halkın ruhunu tetikliyordu. Anlaşılan kendine miskin demesi tevazudanmış meğer. Şiirleri sevgi içerikliydi. Zaten sevginin fethedemediği kale yoktu. Nitekim insanlık bu sevgi içerikli şiirlerle fethedilmişti bile.

O sevgi uğruna Anadoluyu karış karış taradı, dur durak bilmeden yorulmadan, usanmadan, yürüdü, yürüdü ve yürüdükçe yolunu yol bildi. Çünkü asanın peşinden koş demişti üstadı. Belli ki bu asa sıradan bir asa değilmiş, içerisinde bilmediğimiz nice hikmetler taşıyan bir asa olsa gerektir. Asanın peşinden koştukça insanlara sevgiyi dostluğu aşıladı hep...

Yunus artık sevgiliye kavuşma günlerini sayıyordu. Son demlerini dua ve sohbetle geçirdi. Bu kez kendi ölümünün sözlerini söylüyordu:



AZRAİL ALIR CANIMIZ KUSUR DAMARDA KANIMIZ

YUYUCAĞIN KEFENİMİZ SARANLARA SELAM OLSUN

BİZ DÜNYADAN GİDER OLDUK KALANLARA SELAM OLSUN

BİZİM İÇİN HAYIR DUA EDENLERE SELAM OLSUN



Molla Kasım Yunus’un şiirlerinden rahatsız oluyordu... Neye acaba? Zira Yunus ardından üç bin kadar şiir bırakmıştı çünkü. Oysa dilden dile, gönüllerden gönüllere yayılan sevgi hazinesiydi her bir şiiri.

Bir gün üçbin sahifelik şiirleri eline aldı, tek tek okumaya karar verdi, ama okuduğu her bir şiiri buruşturup atıyor ve şeriata aykırı zannıyla değerlendirip yakıyordu habire.. Derken bu sefer Molla Kasım’ın bir anda gözleri bir şiire takılmıştı. Son okuduğu mısralara odaklandı o anda, okudukça hayreti arttı, şaşkına dönmüştü adeta. Bu şiiri kurda kuşa yem olsun diye atamazdı, titreyip kendisi ile muhasebeye giriyor ve her ne oluyorsa orada oluyor ve bu son okuduğu şiir onu hizaya getiriyordu nihayet. Şöyle ki:

‘’DERVİŞ YUNUS BU SÖZÜ EĞRİ BÜĞRÜ SÖYLEME

SENİ SİGAYA ÇEKEN BİR MOLLA KASIM GELİR..’’ mısraları can evinden vurmaya yetmişti bile.

Molla Kasım suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi Yunus’un şiiri karşısında eriyip dona kaldı. Belli ki bir gizli el onun elinden şiirleri rüzgârlara, suya, balıklara, kuşlara, taksim ettiriliyordu. Hatta taksim edilen sahifeleri balıklar ve melekler ezberledi dersek yeğdir. Hâsılı Şiirlerden bütün varlıklar payını aldı da. Kasım kelimesi de zaten taksim eden demekti... O da farkında ya da farkında olmayarak taksim etmişti tüm mahlûkata, bütün varlıklar şiirlerden nasibini almıştı böylece.

Yunus şimdi gönüllerde idi. Anadolu’nun birçok yerinde Yunus adına türbeler yapıldı, yapılacakta Neden derseniz, Yunusun hemen hemen Anadoluda dolaşmadığı yer kalmamıştı. Bu yüzden herkes Yunus burada meftundur deyip sahipleniyordu. Kısaca Yunus tüm Anadolu’nun, hatta tüm insanlığın remzi... Yaratılanı sev Yaratandan ötürü diyen bir gönül abidesini kim sahiplenmez ki?

ALPEREN GÜRBÜZER

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet sohbet
Cevapla

Etiketler
ben, biçareyim, yunusu


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Zıpkınla vurdukları yavru yunusu yemeye çalışmışlar Desmont Haber Arşivi 0 25 Ocak 2015 16:39
Balıkçı Ağına Takılan Yunusu Deniz Polisi Kurtardı Thetis Haber Arşivi 0 05 Mayıs 2012 16:15
Yunusu yakarak öldürdüler Angel Haber Arşivi 0 17 Ekim 2008 12:23