13 Ekim 2008, 11:37 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Gerçek Din Gerçek Din Hangisidir? “Ben nereden geliyorum, nereye gideceğim? Hayatımın anlamı ve amacı nedir? Ölümün mahiyeti nedir? Öldükten sonra bir yaşamın varlığı kesin mi? Cennet ve cehennem var mı? Hayatın kaynağı nedir? Evreni yaratan üstün Yaratıcı nerededir? Bu yüce Yaratıcı bizden tam olarak ne ister? İyi, kötü, doğru, yanlış nelerdir? Bunları nereden öğrenebilirim?"... Bu gibi soruların cevaplarını insanlar çağlar boyu aramışlar, bunlar hakkında düşünmüş ve tartışmışlardır. Oysa bu sorulara her dönemde en doğru cevabı filozoflar değil, Allah katından indirilmiş "gerçek din" vermiştir. Yeryüzünden bugüne kadar insanlar tarafından ortaya atılmış pek çok din gelip geçmiştir. Şintoizm, Budizm, Şamanizm, Paganizm bunlardan bazılarıdır. Fakat bunların hiçbiri Allah tarafından indirilmemiş, bu bakımdan da bir felsefe ya da düşünce akımı olma niteliğini aşamamışlardır. Bir kısmı da sembolik ve kültürel anlamı olmak dışında hiçbir sosyal ya da kişisel sorunu çözme özelliğine sahip olamamışlardır. Bu dinleri ortaya atan kişiler de az önce sorduğumuz sorulara cevaplar aramışlar, kendilerince yanıtlar bulmuşlar, fakat bunların hiçbiri kesin ve köklü bir çözüm sağlayamamıştır. Ancak bir de bunlarla aynı sınıfa koyamayacağımız "Hak dinler" vardır. Hak dinleri diğerlerinden (batıl dinlerden) ayıran en önemli fark ilahi kaynaklı olmalarıdır. Allah hak dinin insanlar tarafından uydurulmuş diğer dinlerden, felsefi ya da sosyolojik sistemlerden üstünlüğünü şöyle bildirmektedir: “Ki O, elçilerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.” (Fetih Suresi, 28)İlahi kaynaklı dinlerden bugün mensubu bulunanlar Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam'dır. Başlangıçta her üçü de Allah katından indirilmiş, fakat Hıristiyanlık ve Musevilik bu dinleri tebliğ eden peygamberlerin (Hz. Musa, Hz. İsa) ölümlerinin ardından bozulmaya uğramışlardır. Hıristiyanlık ve Musevilikteki bozulma, ilk olarak bu dinlerin kitaplarında, yani İncil ve Tevrat'ta yaşanmış, bu ilahi kitaplara eklemeler ve çıkarmalar yapılmış, bunlar sayısız tahrifata uğratılmış, sonuçta birbirinden farklı birçok İncil ve Tevratlar ortaya çıkmıştır. Bu ilahi kitapların orijinalleri ise zamanla kaybolmuş ve unutulmuşlardır. Dolayısıyla bu dinlerin mensupları da Allah'ın başlangıçta gönderdiği ilahi dinden uzaklaşmış, din adamlarının, hahamların, rahiplerin sonradan uydurdukları çarpık bir din anlayışı üzerine inanç ve ibadetlerini, yaşam tarzlarını kurmuşlardır. Bugün de bu inanç ve anlayışlarını devam ettirmektedirler. Fakat tabi oldukları bu bozulmuş dinler, buraya kadar saydığımız sorunları çözmekten, yukarıda bazılarını belirttiğimiz soruları yanıtlamaktan çok uzak kalmışlardır. Bu dinlerin bozulmasının ardından Allah kıyamete kadar geçerli olacak en son ilahi kitap Kuran'ı göndermiş ve onu her türlü bozulmadan, tahrifattan koruyacağını bildirmiştir: “Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (Hicr Suresi, 9)Kuran, Allah'ın koruması ile 14 asırdan beri hiçbir bozulmaya uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kuran'ın ilk yazılı nüshalarıyla bugün elimizde bulunan hali arasında hiçbir fark olmayışı, tek bir harfinin bile değişmemiş olması, dünyanın dört bir yanındaki okunmakta olan Kuran'ların hepsinin birbirinin aynısı olması, bu son ilahi kitabın Allah tarafından özel olarak korunmakta olduğunun en somut delilidir. Allah daha önce de çeşitli dönemlerde katından bir elçi göndererek, bazen de kitap indirerek mesajlarını insanlara iletmiştir. İlk insan olan Hz. Adem de, Allah tarafından elçi olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Diğer bir deyişle ilk insanla birlikte insanlar Allah'ın varlığından haberdar olmuşlardır. Bundan sonra da Allah yeryüzüne pek çok elçi göndermiş, kitaplar indirmiştir. Bu gerçek Kuran'da şöyle haber verilir: “İnsanlar tek bir ümmetti, Allah müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi...” (Bakara Suresi, 213)Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Allah dinini insanlara, kitapları ve elçileri aracılığıyla bildirir. Elçiler insanları bir yandan hesap günü ve sonsuz cehennem azabıyla uyarıp korkuturlarken, diğer yandan da sonsuz cennet hayatıyla müjdelerler. İnsanı yaratan Allah, hiç kuşkusuz onun dünyada nasıl bir düzende, ortamda rahat edeceğini de en iyi bilendir. Bu nedenle kullarından istediği yaşam tarzı ve ahlak modeli aslında onların hem dünyada yaşamlarını en güzel biçimde sürmelerini sağlar, hem de ahiretlerini kazanmalarına vesile olur. Kısaca din, gerek sosyal gerekse kişisel olarak insanların en ideal yapıya kavuşmaları için Allah tarafından rahmet olarak gönderilmiş bir sistemdir. Hak dinler, gönderildikleri dönemlerin ortam ve şartlarına göre farklı hükümler içermiş olsalar da, temelde aynı inanç ve ahlaki modeli insanlara sunmuşlardır. Hepsi, Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları, insanın ve tüm varlıkların yaratılış amaçları, Allah'a nasıl kul olmak gerektiği, Allah'ın beğendiği ideal tavır, davranış ve yaşam biçiminin nasıl olması gerektiği, iyi, kötü, doğru, yanlış kavramlarının neler oldukları, insanın dünyadaki yaşamını nasıl düzenlemesi, sonsuz yaşamı için neler yapması gerektiği ve bunlar gibi konularda aynı temel gerçekleri insanlara aktarmışlardır. Bu açıdan bakıldığında Allah katında hak olan din tektir. Hz. Adem'den bu yana da insanlığa gönderilen hak dinlerin tümünün temeli İslam, yani "Allah'a teslim olmak" tır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir: “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır...” (Al-i İmran Suresi, 19)Her ne kadar daha sonra getirdikleri peygamberlere ithaf olunarak, hak dinlere, "Yahudilik", "Musevilik", "Hıristiyanlık", "İsevilik" gibi isimler takılmışsa da bu peygamberlerin getirdikleri dinler hep aynı hak din yani İslam'dır. Tüm peygamberler de "Müslüman"dırlar. “... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "müslümanlar" olarak isimlendirdi...” (Hac Suresi, 78)Kuran'dan önce kendilerine kitap verilenlerin (Hıristiyan ve Yahudilerin) de gerçekte Müslüman oldukları, onlardan iman edenlerin ağızlarından Kuran'da şöyle aktarılır: “Bu (Kur'an)dan önce, kitap verdiklerimiz buna inanmaktadırlar. Onlara okunduğu zaman: "Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimiz'den olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de müslümanlar idik" derler.” (Kasas Suresi, 52-53)Allah, Hıristiyanların ve Yahudilerin bu konudaki yanlış inançlarının doğrusunu Kuran'da şöyle bildirmiştir: “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran Suresi, 67)Yine Kuran'a baktığımızda, peygamberlerin her devirde aynı temel ibadet ve inanç sistemini tebliğ ettikleri görülür: - Hz. Zekeriya için, "... O mihrapta namaz kılarken..." (Al-i İmran Suresi, 39) - Hz Şuayb için, "Dediler ki: 'Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?'..." (Hud Suresi, 87) - İsmail peygamber için, "Halkına namazı ve zekatı emrediyordu..." (Meryem Suresi, 55), - İshak ve Yakup peygamberler içinse "...onlara hayrı kapsayan fiilleri namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik..." (Enbiya Suresi, 73) şeklinde bahsedilir. -Başka bir ayette de, "Musa ve kardeşine vahyettik: '... evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın...'" (Yunus Suresi, 87) şeklinde bir ifade yer alır. - İsa Peygamber Allah'ın kendisine olan emirlerini sayarken ise şöyle der: " ... Bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti" (Meryem Suresi, 31). - Yine Kuran'da Hz. Lokman oğluna, "Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden sakındır..." (Lokman Suresi, 17) ve "...Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman Suresi, 13) diye öğüt verir. - Hz. Meryem için de, "Meryem Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte ruku et " (Al-i İmran Suresi, 43) şeklinde buyurulur. Bunlar sadece belirli temel ibadetler ve inançlar konusunda Kuran'da aktarılan bazı örneklerdir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Bunun sebebi bütün peygamberlere özde aynı hak dinin vahyedilmiş olmasıdır. Bu hak dinin temel ve değişmez düsturları bir ayette şöyle tekrarlanır: “Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.” (Beyyine Suresi, 5)Sonuçta Allah katında geçerli olan din İslam'dır. Bunun dışında olanlar ise kabul edilmeyeceklerdir. Bu kesin gerçek Kuran'da şöyle haber verilir: “Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.” (Al-i İmran Suresi, 85)
__________________ Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir.. | |
|
13 Ekim 2008, 11:39 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Gerçek Din Dinin Gönderilme Sebepleri Dinin gönderilme sebeplerine geçmeden önce önemli bir noktayı belirtmekte fayda görüyoruz. Her insan yaratılış anından itibaren, kendisini ve etrafındaki tüm varlıkları yaratan Allah'ın varlığını, aklıyla ve vicdanıyla kavrayabilecek kabiliyete sahiptir. Evrenin ve içindeki herşeyin, en küçük detaylarına kadar, sonsuz güç ve ilim sahibi Allah tarafından yaratıldığı açık bir gerçektir. Etrafımızda gördüğümüz herşey Allah'ın varlığının kesin birer delilidir. Gökte uçan kuştan okyanus dibindeki balığa, çöldeki deveden kutuptaki penguene, gözle görülmeyen bir bakteriden vücudumuzdaki hücrelere, meyvelerden bitkilere, bulutlardan gezegenlere, galaksilere kadar herşey ince ince işlenmiş ve muhteşem sistemlerle donatılmışlardır. Aynı şekilde, dünyada yaşamı ayakta tutan tüm sistemler de mükemmel dengeler üzerine kurulmuştur. Bu dengelerde en ufak bir oynama ya da sapma bile söz konusu olsa, yaşamın imkansız hale gelmesi kaçınılmazdır. Bunlar öyle ince dengelerdir ki bu dengeleri biraz inceleyince hepsinde olağanüstü bir hesap ve tasarım olduğu hemen fark edilir. Örneğin, Dünya kendi etrafında biraz daha yavaş dönse, gece ile gündüz arasında korkunç ısı farkları meydana gelir, biraz daha hızlı dönse bu sefer de kasırgalar ve tufanlar yüzünden yaşam sona ererdi. Bunun gibi, dünyadaki yaşamın üzerine kurulu olduğu daha pek çok hassas denge vardır ve bunların tek birinin dahi tesadüfler sonucu, kendi kendine meydana gelmiş olması ihtimal dışıdır. Dolayısıyla aklı başında bir insanın böylesine kritik dengeler ve ince hesaplar üzerine kurulu bir düzeni görüp de bunu tesadüfe vermesi mümkün değildir. Nasıl ki insan, bir araba ya da herhangi bir teknolojik ürün görse bunu tasarlayan, meydana getiren bilinçli insanların varlığından hiçbir kuşku duymuyorsa, bunlardan çok daha üstün, içiçe geçmiş karmaşık sistemlerden, son derece hassas dengelerden oluşan evrenin de kendi kendine var olamayacağı şüphesizdir. Evrendeki her detay, sonsuz kudret ve ilim sahibi Allah'ın varlığını gözler önüne seren açık birer delildir. Kuran'da yaratılışın bu delillerine sık sık dikkat çekilir: “Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek O'ndan, ağaç O'ndandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda düşünebilen bir topluluk için ayetler (deliller) vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler (deliller) vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de. Şüphesiz bunda öğüt alıp, düşünen bir topluluk için ayetler (deliller) vardır... Yaratan hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp, düşünmez misiniz?” (Nahl Suresi, 10-11-17)Din hakkında hiçbir şey bilmeyen bir insanın bile, ayette dikkat çekilen konular hakkında düşünmesi, Allah'ın varlığını anlayabilmesi, O'nun gücünü ve ilmini takdir edebilmesi için yeterlidir. Akıl ve vicdan sahibi bir insanın, yalnızca kendi vücudu hakkında düşünmesi dahi çok üstün bir yaratılışın eseri olduğunu ona gösterir. Vücudumuzun içinde son derece organize, içiçe geçmiş kompleks sistemler vardır. Bu da tüm evren gibi insan vücudunun da üstün bir akıl tarafından tasarlandığını göstermektedir. Sonuçta bir insan, bir elçi ya da gönderilmiş bir kitaptan haberdar olmasa, düşünerek, etrafını gözlemleyerek, bunlardaki anlamı araştırarak Allah'a ulaşabilir. Akıl sahibi insanlar için her yerde Allah'ın delillerinin bulunduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki) "Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."” (Al-i İmran Suresi, 190-191)İşte bu noktada dine neden ihtiyaç olduğu daha iyi ortaya çıkar. Çünkü Rabbi'ni bulan insan, O'nu daha çok tanımak ve kendisinden neler istediğini öğrenmek isteyecek, O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmak için neler yapması, nasıl davranması gerektiğini merak edecektir. Din, insanlara bilmeleri gereken en temel konuları açıklar Allah kullarına Kendisi'ni tanıtmak, isteklerini onlara açıklamak, Kendisi'nin beğendiği tavır, davranış, ahlak ve yaşam biçiminin nasıl olduğunu, iyi, kötü, doğru, yanlış, güzel ve çirkin kavramlarının gerçek manada neler olduklarını, ölümden sonra kendilerini nelerin beklediğini bildirmek, Kendi isteklerini yerine getirip hoşnutluğunu kazananları nasıl bir mükafatın beklediğini müjdelemek, Kendisi'ne isyan edenlerin nasıl bir sonla karşılaşacaklarını haber vermek için her devirde elçilerini ve kitaplarını hak dinle göndermiştir. Bu şekilde, hak dinler vasıtasıyla, ihtiyaç duyacakları her türlü konuyu Allah en hikmetli biçimde insanlara açıklamıştır. Onların dünyada ve ahirette en güzel yaşamı sürebilmeleri, en mutlu ve en huzurlu yapıya kavuşmaları için gereken her türlü bilgiyi vermiştir. Kitap ve elçi vasıtasıyla gönderilen hak dinin bu temel amacı Kuran'ın pek çok ayetinde de belirtilir. Bunlardan bazıları şöyledir: “... Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl Suresi, 89)Din hayatın gerçek amacını açıklar Tarih boyunca milyarlarca insan doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Bu insanların içinden ancak çok azı hayatın gerçek amacını anlamaya çalışmıştır. Büyük bir kısmı ise kendilerini zamanın akışına bırakmış ve belli ihtiyaçlarını karşılamak, nefislerinin çeşitli istek ve tutkularını kovalamak dışında bir amaç gözetmeden ömürlerini tüketmişlerdir. Bu bilinçsiz ve sorumsuz kesim her devirde insan topluluklarının büyük bir çoğunluğunu oluşturmuştur. Her gelen yeni nesil de bazı istisnalar dışında çoğunluğun gittiği bu yola uymuş, çoğunluğun doğrularını, amaçlarını ve değerlerini benimsemiş, bunları kendilerinden sonrakilere miras bırakmıştır. Bu gelenek bugün de aynen devam etmektedir. Bu çoğunluğun her devirde "değişmez" felsefe ve ilkeleri olmuştur: doğarlar, büyürler, yaşlanırlar ve ölürler. Dünyaya bir kere gelinir, ölüm ise herşeyin sonudur. Herkesin belirli bir yaşam süresi vardır ve bunu elinden geldiğince nefsini en çok tatmin edebilecek, hayattan kendince en büyük zevki alabilecek şekilde değerlendirmelidir. İşte insanlar, ellerine bir daha geçmeyeceğini düşündükleri bu fırsatı çoğunluktan miras aldıkları yaşam tarzı ve davranış biçimlerini aynen uygulayarak değerlendirirler. Kendilerine verilen yaşam süresini dünyadaki zevklerin peşinden giderek, ölümü tamamen unutarak, dünyaya yönelik planlar yaparak ve hiçbir kural tanımayarak geçirirler. Dünyanın neresinde, hangi zaman diliminde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi kültüre, hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar bu durum değişmez. Bulundukları toplumda prestijli bir konuma gelmek, iyi bir eğitim almak, zengin olup refah içinde bir yaşam geçirmek, mutlu bir aile kurmak, çeşitli makam ve mevkilere ulaşmak ve bunlar gibi sayısız büyüklü küçüklü hedefler peşinde koşarlar. Bu amaçlar daha yüzlerce madde halinde detaylandırılabilir. Fakat gerçek şudur ki tüm bu insanlar dünyaya gelişlerinin tek ve en önemli amacını arkalarında bırakırlar. Ve bu amaç için kendilerine tanınmış ve bir daha telafi imkanı olmayacak yegane yaşam süresini boşa geçirirler. Bu amaç Allah'a kul olmaktır. Kuran'da bu amaç şöyle bildirilir: “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56)Allah'a nasıl kulluk etmemiz gerektiğini de bize yine hak din öğretir. Allah'a kul olmak, O'nun varlığını ve birliğini kabul etmek, O'nu gereği gibi tanıyıp takdir etmek, O'ndan başka ilah edinmemek ve tüm yaşamını O'nun istediği biçimde geçirmek demektir. Kuran'da bize Allah'ın insanlar için beğendiği ahlak ve yaşam biçimi de detaylı olarak tarif edilir. İnsanlar bu modeli uygulamaya davet edilir. Artık bu amaca uygun, Rabbi'nin razı olduğu biçimde bir ömür süren insan, dünyadaki yaşamı için de ölümünden sonraki hayatı için de müjdelenmiştir. Fakat bu amaçtan sapan, boş gayeler peşinde koşan ve Allah'ın istediği biçimde davranıp yaşamayan, O'na gereği gibi kul olmayan kimseyi de kötü bir son beklemektedir. Tüm bunları bize yine hak din haber verir. Sonsuz yaşamını belirleyecek ölçü kişinin dünya hayatını nasıl geçirdiğidir. Öldükten sonra bir daha hatalarını telafi etme imkanı yoktur. Bu bakımdan sanki dünyaya tesadüfen gelmiş, başıboş bırakılmış ve yaptıklarından hesaba çekilmeyecekmiş gibi bir mantıkla hareket etmek, kişinin kendi geleceği için çok büyük bir kayıp olacaktır. Yaratılış amacını gözardı ederek sorumsuzca bir hayat yaşayan ve bunun sonucundan da endişe etmeyen bu tür kimseler ise ahirette şöyle karşılanırlar: "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 115)Yaratılış amaçlarını gözardı eden bu kimseler aslında bu amaçtan habersiz değildirler. Allah kitapları ve elçileri vasıtasıyla onları bu gerçekten haberdar etmiş ve onlara izlemeleri gereken doğru yolu göstermiştir. Onlara bir ömür boyu da öğüt almaları için süre vermiştir. Artık kendilerine tanınmış bunca fırsatı görmezden gelip, yalnızca nefislerinin istek ve tutkularını amaç edinerek gerçek amaçlarından sapanların ise ebedi pişmanlıkları kendilerine fayda vermeyecektir: “İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.” (Fatır Suresi, 37)Din insanlara Allah’a nasıl kulluk edeceklerini bildirir Madem ki insanlar Allah'a ibadet etmeleri için yaratılmışlardır, öyleyse nasıl ibadet edeceklerini de öğrenmeleri gerekir. İşte Allah insanlara nasıl ibadet etmeleri gerektiğini de din vasıtasıyla bildirmiştir: “Biz her ümmete bir ibadet tarzı (Mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibadet etmektedirler...” (Hac Suresi, 67)Kuran'da müminlere Allah'a nasıl dua etmeleri, O'nu nasıl anmaları gerektiği, namazı, zekatı ve Allah'ın kendilerinden istediği her türlü ibadet şeklini nasıl yerine getirecekleri detaylı olarak açıklanır. Bunların yanı sıra yine Allah'a kul olmanın gerektirdiği güzel ahlak yapısının nasıl olması gerektiği, müminin ne tür vasıfları kazanması ne tür özelliklerden kaçınması gerektiği de Kuran'da ayrıntılı olarak tarif edilir. Tevazu, fedakarlık, dürüstlük, adalet, merhamet, hoşgörü, kararlılık ve bunlar gibi pek çok üstün ahlak özellikleri Allah'a kulluk etmenin temel vasfı olarak Kuran'da belirtilir. Kötü ahlak özellikleri, kötü tavır, davranış ve konuşma biçimleri yine Kuran'da tanıtılmış, müminler bu tür olumsuz şeylerden sakındırılmışlardır. Allah tüm kainatı ve insanı yoktan var etmiştir. Bu varlıklar arasında insana sayısız nimetler vermiş, en önemlisi de onu diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan bir ruhla yaratmıştır. İnsan bu sayede şuurlu bir varlıktır. İnsana verilen nimetler o kadar çoktur ki Allah bunların genelleme yapılsa dahi saymakla bitirilemeyeceğini bildirmektedir. (Nahl Suresi, 18) Bu durumda insanın durup, kendisine verilen bunca nimetin ne amaçla verildiğini, bunların karşılığında kendisinden ne istendiğini düşünmesi gerekir. İnsan, kendisini yoktan var edenin ve sahip olduğu tüm nimetleri verenin Allah olduğunu kendi başına düşünerek bulabilecek kapasitededir. Bunun sonucunda da bu nimetlere karşılık kendisinin de Allah'a şükretmesi gerektiğini rahatça idrak edebilir. Ancak Allah'a olan şükrünü ne şekilde ifade etmesi gerektiğini bilemeyebilir. İşte bir insanın Allah'a nasıl şükredeceğini, O'na ne şekilde kulluk edeceğini bildiren dindir. İnsan din sayesinde kendi Yaratıcısı karşısında nasıl bir davranış göstermesi gerektiğini çok detaylı olarak öğrenir. Allah'ın kulundan en başta istediği onun tüm yaşamı boyunca Allah'ı hoşnut etmeyi gaye edinmesi ve sürekli bu bilinçte olmasıdır. Bunun için de kişinin her olay karşısında, nefsinin isteklerini değil Allah'ın rızasını seçmesi gerekir. Aksi takdirde, Allah'ı değil nefsini ilah edinmiş olur ki ayette bu durum şöyle ifade edilir: "Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü?.." (Furkan Suresi, 43)Dolayısıyla mümin hayatı boyunca karşısına çıkan her olayda, her düşüncede, her tavırda, her eylemde bu alternatifleri değerlendirir ve ayetteki gibi hevasını değil Allah'ın rızasını tercih eder. Sonuçta bu dünyada Allah'a gereği gibi kulluk etmiş olan bir mümin Allah'ın rızasını kazanmış ve Allah'ın rahmetiyle cennetine layık gördüğü seçkin bir kişi haline gelmiş olarak sonsuz mutluluk ve mükafata kavuşmayı umabilir. Bu sonuçtan da anlaşılacağı gibi kişinin Allah'a kulluk etmesinin yalnızca kendisine faydası vardır. Allah'ın hiç kimsenin ibadetlerine, iyiliklerine, güzel ahlaklı olmasına ihtiyacı yoktur. Bu gerçek ayette "Allah alemlerden müstağnidir." (Ankebut Suresi, 6) şeklinde bildirilmiştir. Din, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın ne olduğunu bildirir İnsanlar karşı karşıya geldikleri olayları Kuran'a göre değerlendirmedikleri müddetçe, çok farklı ölçülere sahip olurlar. Olayları değerlendirmedeki bu farklı ölçüler ise bu insanları son derece hatalı ve zararlı sonuçlara sürükler. Örneğin ilk defa suç işlemiş biri diğerlerine göre masumdur. Bir hırsıza göre bir katil kötüdür, ama kendisi iyidir; bir katile sorduğunuzda ise o bunu hayatında bir kere yapmıştır, o nedenle o kadar kötü niyetli değildir. Ona göre bunu meslek haline getirenler kötüdür; profesyonel bir katile soracak olsanız o da kendini belki bir sapıkla kıyas edecek ve masum görecektir. Bu, halk arasında da aynen böyledir. Dedikodu yapan biri belki de sadece tek olumsuz yanının bu olduğunu ama onu da kötü maksatla yapmadığını; kindar biri sadece haklı olduğu anlarda kin güttüğünü aslında iyi kalpli olduğunu iddia edecektir. Bu tür daha pek çok örneğe rastlamak mümkündür. Sonuçta bu insanlar kendilerindeki kötü ahlak özelliklerini kabul etmedikleri gibi, kendilerini oldukça iyi ve masum görürler. Oysa bu sayılan mazeretlerin tümü geçersizdir ve söz konusu insanların tümü önemli bir yanılgı içindedirler. Çünkü bir insanı masum kılan, yalnızca Allah'ın indirdiği Kitap'a uygun davranmasıdır. Bunun aksinde, yani Kuran ahlakına muhalif bir tavır gösterdiğinde, bu insan ne mazeret ortaya atarsa atsın suçludur, hatalıdır. Bilindiği gibi insanın içinde vicdan ve nefis denilen iki mekanizma vardır. Vicdan, insana her zaman iyi ve doğru olanı ilham eder, nefis ise kötü ve Allah'ın razı olmadığı tavırları telkin eder. Vicdanı tam kullanabilmek de ancak güçlü bir iman ve Allah korkusu ile mümkündür. İşte din, insanın doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayacak bu şuur ve vicdanı kazanmasını sağlar. Ancak Allah'ın dininde bildirdiklerine iman ettiği ve gereği gibi uyduğu takdirde bir insanın sağlıklı düşünme, muhakeme yapma ve akletme yetenekleri tam anlamıyla devreye girebilir. Örneğin, Kuran'da tarif edildiği biçimde Allah korkusuna sahip olan bir mümine doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneği verilir: “Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)Tüm insanların gerçek iyiyi ve gerçek kötüyü öğrenebileceği yegane kaynak Kuran'dır: “Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan (doğruyu yanlıştan ayıran)'ı indiren (Allah) ne yücedir.” (Furkan Suresi, 1)Kuran'da nelerin iyilik, nelerin kötülük olduğu ve vicdanımızı nasıl kullanmamız gerektiği tek tek tarif edilir. Örneğin bir ayette gerçek iyilik kavramının çok kapsamlı bir tanımı yapılır: “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara Suresi, 177)İnsanların atalarından, ailelerinden, çevrelerinden duydukları, getirdikleri her türlü inanç Kuran'a uygun olmadığı müddetçe hatalıdır. Mesela, halk arasında bazı tabirler vardır ki bunlarla o insanın ne kadar iyi olduğu ifade edilmek istenir. "Karıncayı bile ezmez" cümlesi bunlardan biridir. Oysa bir insan karınca ezmeyecek kadar hassas olup, Kuran'a uymuyorsa, o gerçekte iyi bir insan değildir. Önemli olan Kuran'da iyilik olarak tarif edilen davranışları yapmak, yine Kuran'da tarif edilen kötülüklerden kaçınmaktır. Kuran'da yazmayan bir şeyden karşılık ummak da yanlış olur. Halk arasında dilenciye para vermek, çocuklara yardım etmek, hasta bir insan görünce acımak dindar olmak için yeterli görülür. Oysa Kuran'da bize bunların tek başına gerçek bir mümin olmak için yeterli olmadığı açıklanmıştır. Gerçek mümin, Kuran'a eksiksiz olarak uyan, tüm yaşamını Allah'ın razı olacağı şekilde geçiren kişidir. Din bize bu dünyanın gerçek mahiyetini öğretir Din bize amacımızın, yalnızca Allah'a kulluk etmek olduğunu bildirirken bu amaç uğrunda deneneceğimizi de haber verir. Dünyanın ise bu deneme için özel olarak hazırlanmış bir imtihan ortamı olduğunu tüm incelikleriyle tarif eder. Dolayısıyla bu imtihanın gereği, dünyada deneme unsuru olarak yaratılmış şeylere kapılıp sapmamak konusunda insanları uyarır ve dünya hayatının "aldatıcı bir meta" (Al-i İmran Suresi, 185) olduğunu bildirir. Kuran'da dünya hayatının gerçek yönünü, açıklayan pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.” (Teğabün Suresi, 15)İnsanlara dünyada farklı derecelerde verilen her türlü makam mevki, sosyal statü, maddi imkan, zenginlik, fakirlik, vs. gibi konumların da yalnızca insanları deneme vasıtası olduğu Kuran'da açıklanmaktadır. Bu konudaki ayetlerden biri şöyledir: “O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enam Suresi, 165)Ölümün ve hayatın yaratılış hikmetinin insanların denenmesi olduğu, yine bize Kuran'da şöyle bildirilmektedir: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 2)Bu dünyada insanın başına gelen her türlü iyilik ve kötülük onun denenmesi içindir (Al-i İmran Suresi, 185; Enbiya Suresi, 35). İnsana verilen ya da kendisinden alınan nimetlerin de hepsi bu imtihanın birer parçasıdırlar: “Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.” (Fecr Suresi, 15-16)Görüldüğü gibi yukarıdaki ayette başına gelen olayların ardındaki hikmetleri kavrayamayan, denendiğinin farkında ollmayan, dünyanın gerçek mahiyetinden habersiz, şuursuz bir kimsenin bakış açısı aktarılmaktadır. Müminler ise şuursuz kimselerle aynı konuma düşmemeleri konusunda Kuran'ın birçok yerinde uyarılırlar ve sürekli olarak gerçek amaçları kendilerine hatırlatılır: “Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” (Taha Suresi, 131)Fakat dinin bildirdiği bu gerçeklerden haberi olmayan ya da bu gerçekleri kavrayamayan cahil kesim kendisine deneme için verilen nimetler karşısında şımarır ve hırsa kapılır. Bu nimetlerden elinden geldiğince faydalanmaya ve hayatı boyunca bunların peşinden koşmaya çabalar. Başına gelen bela ve sıkıntılar karşısında ise ümitsizliğe ve hüsrana düşüp feryat eder. Allah inkar edenlerin bu durumunu Kuran'da şöyle tarif etmektedir: “Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür. Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet taddırsak, kuşkusuz; "Kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir.” (Hud Suresi, 9-10)Herşeyi ve her olayı Allah'ın kendilerine açıkladığı şekilde değerlendiren müminler ise her durumda Allah'a yönelip dönerler ve sürekli ahiret yurdunu anar, gerçek yurtlarına kavuşmanın özlem ve çabası içinde olurlar. Bu yüzden ne nimet karşısında şımarıp azar, Allah'ın sınırlarını aşarlar ne de bir sıkıntı ya da mahrumiyet durumunda üzüntü ve umutsuzluğa kapılırlar. Kendilerine verilen her nimetin ya da her sıkıntının, Allah'ın beğendiği tavırları gösterip göstermemeleri konusunda bir deneme olduğunu bilirler ve Kuran'da kendilerine öğretildiği gibi davranırlar. Başlarına gelen her olayı Kuran'ın şu ayetinin bilinci ile değerlendirirler: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi, 35)İşte bu noktada dinin insanlara gönderilmiş ne kadar büyük bir rahmet olduğu görülmektedir. Çünkü insanlar sözkonusu gerçekleri, Allah katından gelen hak din vasıtasıyla en doğru şekilde öğrenmiş olurlar. Gerçek hayatın ahiret yurdu olduğunu din sayesinde öğreniriz İnsanların algılarının ötesindeki konular hakkında kendi başlarına bilgi sahibi olma imkanları yoktur. "Gelecek" de bunlardan biridir. Kimse yarın ne yapacağını, nerede olacağını, başına neler geleceğini hiçbir zaman kesin olarak bilemeyeceği gibi, gece yattığında uyanabileceğinden, hatta bir dakika sonra hayatta olup olmayacağından emin olamaz. İşte insanlar bu sınırlı algıları dolayısıyla her dönemde gelecek hakkında merak sahibi olmuşlardır. Bu merakın en büyük bölümünü de ölümden sonra bir hayat olup olmadığı, varsa kendilerini bu hayatta nelerin beklediği konuları oluşturmuştur. Elbette ki bu soruların tümünün en doğru cevabını, dünyayı, insanları, ölümü, kıyamet gününü, cenneti, cehennemi,geçmişi ve geleceği, sonsuz ahiret hayatını yaratan Allah Kuran'da bildirmektedir. Allah, evreni ve içindeki tüm varlıkları yoktan var etmiştir ve her an da var olarak tutmaktadır. Evrenin boyutlarından biri olan zamanı da yaratmış ve yarattıklarını zamana bağımlı kılmıştır. Allah, yaratmış olduğu zamandan bağımsızdır; zaman ve mekan kavramlarının ötesindedir. Allah herşeyi zamansızlık boyutunda dilemiş ve belirli bir kader çerçevesinde yaratmıştır. Bizim için geçmiş ya da gelecek olan herşeyi Allah tek bir an olarak bilir ve yaratır. Gelecek de dahil olmak üzere insanın algılarının erişemediği herşey Kuran'da "gayb" (gizli, örtülü) olarak tanımlanır. İşte ahiret de insanlar için bu dünyada bulundukları sürece bir gaybdır. Din insanlara ahiretin varlığını bildirdiği gibi, ahiret hakkında detaylı bilgi de verir. Ölümden sonra neler olduğu konusunda her devirde filozoflar, düşünürler pek çok varsayımlar öne sürmüşlerdir. Ayrıca her toplumun kültüründe bu konuda çok sayıda efsaneler, hurafeler mevcuttur. Ama bu konuda en doğru ve kesin bilgi insanlığa yine hak dinler vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu dünyanın geçici bir deneme yeri olduğunu, gerçek yaşamın ise ebedi olarak ahirette süreceğini insanlara hak dinler haber vermiştir. İnsanların bu dünyada yaptıklarının karşılıklarını ahirette göreceklerini, yapılan hiçbir iyilik ya da kötülüğün karşılıksız kalmayacağını, bize din öğretir. Bu dünyada hak dinin gerektirdiği gibi yaşayan, Allah'ın istediği, beğendiği gibi davrananların ahirette mükafat göreceklerini, dini tanımayan ve dinin hükümlerini yerine getirmeyenlerin ise sonsuz bir cehennem azabına maruz kalacaklarını din sayesinde öğreniriz. Din bize ölüm anından, kıyamet saatine, hesap gününden cennet ve cehennem hayatının en ince detaylarına kadar ahiret konusunda gerekli her türlü bilgiyi verir. En son ilahi kitap olan Kuran’da bize ahiret hayatı çeşitli biçimlerde tarif edilir ve gerçek yurdun ahiret yurdu olduğu hatırlatılır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (Enam Suresi, 32
__________________ Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir.. |
|
Etiketler |
din, gercek |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Sanal gerçeklik, gerçek hayat deneyimini geliştirir mi, yoksa insanları gerçek dünyadan uzaklaştırır mı? | idyllic | IF Ekstra | 3 | 26 Haziran 2024 17:00 |
Gerçek Bir Müzik Efsanesi Metallica Hakkında 9 Gerçek: Nasıl Oldu da Grup Bir Gazete İlanıyla Kuruldu? | Zeytin | Müzik Dünyası | 0 | 15 Kasım 2023 16:59 |
Gerçek Gıdalar Gerçek Enerji Kaynakları | Ecrin | Alternatif Tıp | 0 | 24 Ekim 2014 23:19 |
Argo Kelimelerin Gerçek AnlanmalarıArgo Kelimelerin Gerçek Anlanmaları | Süslü | Genel Paylaşım | 0 | 26 Ekim 2008 20:01 |