31 Mart 2018, 05:55 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Locke'a Göre Toplum ve Devlet Anlayışı J. Locke – Hükümet Üzerine İkinci İnceleme - I Locke da Hobbes’un uğraştığı problemlerle uğraşmıştır. İncelemelerinde benzer kavramları merkeze almıştır. Ancak Hobbes’tan farklı çözüm önerileri getirmiştir. Uzlaştıkları nokta, toplumsal sözleşme fikridir. Toplumsal yaşamı anlamak için toplum öncesi dönemi iyi bilmek, doğruya yakın bir tasarım oluşturmak gerektiğini belirtir. Ona göre, Hobbes doğa durumunu yanlış tasarlamıştır. İnsanların doğa durumunda özgür ve eşit olduğu konusunda ise anlaşırlar. Hobbes insan konusunda karamsardır. Kötüye eğilimli olduğuna inanır. Bu, insanın doğal yapısından kaynaklanır. Locke ise insan konusunda karamsar değildir. Kötülük istisnai olarak ortaya çıkan bir durumdur, ona göre. İnsan doğa durumunda özgürdür, çünkü onu engelleyecek olan hiçbir otorite yoktur. Örneğin toplum, devlet, din, hukuk gibi. Otoritenin olmaması bizi hem özgür hem de eşit kılar. Hiçbir insanın diğer insanlar üzerinde yaptırım gücü olmadığı için, hepsi eşit ve özgürdürler. Doğa durumunun bir kargaşa ortamı olduğunu söyleyen Hobbes’a karşı, doğa durumunun tam tersine bir barış durumu olduğunu belirtir. Hobbes yasaların, hakkın, adalet fikrinin toplumsal yaşamla birlikte ortaya çıktığını söylerken, Locke insan aklında “doğa yasası”nın bulunduğunu, bu nedenle de doğa durumunun da bir başıbozukluk durumu olmadığını söyler. Ona göre her akıl sahibi varlık, bu yasanın farkındadır. Akıl yasası, aklın buyurduğu doğa yasası şunu söyler: “Herkes eşit ve özgürdür, bundan dolayı kimseye zarar veremez”. Ortada insanlar tarafından oluşturulmuş ve yazılmış bir yasa olmasa bile, akıl sahibi herkes bunun farkındadır. Locke şöyle düşünür: Doğa durumu aslında bu yasanın hüküm sürdüğü durumdur. Locke doğa durumunda esas olan barış durumdur, savaş durumu istisnadır derken, düşüncesine destek aldığı, bu kabulüdür. Herkes bu yasaya uymak zorundadır, uymayanlar diğer insanlar tarafından cezalandırılır. Locke'a göre bu yasayı ihlal etmek, diğer insanlara karşı, insanlığa, insan türüne karşı, türünün devamlılığına karşı savaş ilan etmektir. İnsanlığa zarar vermeyi göze alanlar, insanlara savaş açmışlardır. Savaş durumunu ortaya çıkaran da, ancak bu şekilde davranan birkaç kişidir. Her insanın böyle davranan kişileri cezalandırma hakkı vardır. Bu yetkiyi onlara akıl verir. Bu durum neden Locke tarafından “savaş durumu” diye adlandırılır? Locke şöyle düşünür: Yasayı ihlal eden kişi bu yasayı belirli bir amaçla ihlal eder. Bir başkasını kendi çıkarı için kullanmak üzere o kişinin yaşamına, özgürlüğüne, varlığına, mülkiyetine kast eder. Bir insan bir yasayı ihlal ediyorsa aslında bu, ona iktidar uygulama arzusunun bir görünümüdür. Aralarında bir tür köle-efendi ilişkisi kurmayı amaçlar. Locke'a göre nasıl devletler kendi iktidarını uygulamak için savaş durumuna geçiyorsa, insanlar da kendi iktidarını uygulamak için kimi zaman diğerlerine savaş açar. Ancak bu insan türünün varlığı için tehlike oluşturan bir ilişki biçimidir. İnsan türünün devamı, bu özgürlüğü, eşitliği koruyabildiğimiz sürece mümkündür. Bu düşüncelerinden Locke şu sonucu çıkaracaktır: Devlet doğa durumunu ortadan kaldırmak için kurulmaz. Tam tersine, doğa durumunu korumak için kurulur. Bu bakımdan da Hobbes’la ters düşer. Savaş durumu Locke 'a göre biri bir başkasını köleleştirmeye çalıştığında ortaya çıkar. Yalnızca iktidar mücadelesi savaş durumunu yaratır. Köleleştirmeye çalışan kişi, hiçbir zaman güvende olmaz; çünkü herkes için özgürlük esastır ve köleleştirilmeye çalışılan herkes sonuna kadar direnecektir. Toplumun ne kuruluş aşamasında ne de özünde köle-efendi ilişkisi vardır ona göre. Köle-efendi ilişkisinden, toplum değil, savaş durumu ortaya çıkar. Köleleştirilmeye çalışılan kişi bunu gerçekleştirmek isteyen kişiyi ortadan kaldırdığında tekrar barış durumu olur.
__________________ ~ P .İ .R ~ | |
|
31 Mart 2018, 05:56 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Locke'a Göre Toplum ve Devlet Anlayışı Peki doğa durumu aslında bir özgürlük ve eşitlik durumuysa, neden insanlar doğa durumunu terk edip toplumsal duruma geçtiler? Bu, yanıtlanması gereken bir soru olarak önümüzde durur. Locke şu yanıtları verir: Doğa durumunda insanlar eşit olduğu ve üzerlerinde bir otorite olmadığı için, doğa yasasını ihlal edenleri her seferinde cezalandırabilmek mümkün olmayacaktır. Üst otorite olmadığı için, daha güçlü olanlar daha çok güç elde etmek için doğa yasasını ihlal etmeye meyilli olurlar. Bu az sayıdaki kötü niyetli kişinin önünü kesebilmek için doğa durumundan toplum durumuna geçilir. Doğa durumunda uğradığımız her haksızlığı biz cezalandırmak zorunda olacağımız için, enerjimiz, üretimsiz bir biçimde, gereksiz yere tükenecektir. Ama toplum durumunda bizim adımıza bizim hakkımızı başkası arar. İnsanlar bu konfor arzusundan dolayı toplumsal duruma geçmeyi makul bulurlar. Gerekçeler şu iki maddeyle özetlenebilir: 1- Hakkımız çiğnendiğinde hakkımızı alabilmek için, 2- Hakkımızı kendimiz tek başımıza koruyamayacağımız için toplumsal duruma geçilir. Dolayısıyla Locke için devletin görevi, Hobbes’un aksine, insanın özgürlüğüne sınırlamalar getirmek ve toplumsal yaşamda hiyerarşik bir yapı yaratmak değil, doğa durumunda varolan eşitliği ve özgürlüğü korumaktır. Sınır, doğa yasasını tanımayanların bu yöndeki eylemlerine getirilir. Özgürlüğe değil. * Doğal olarak bu noktada şu soru ortaya çıkar: Devlet insanların özgürlüğünü ve eşitliğini sağlamak için kurulduğuna göre, bugünkü durumu nasıl ifade ederiz? Locke’un dönemi de bizim dönemimiz de bir eşitlik çağı değildir. Mülkiyet dolayısıyla insanlar arasında hiyerarşik bölünmeler ortaya çıkmıştır. Bu eşitsizliğin temelinde ne vardır diye baktığımızda, özel mülkiyet olgusuyla karşı karşıya kalırız Buna karşın Locke özel mülkiyetin en büyük savunucularındandır. Eşitsizliği ortadan kaldırmak için özel mülkiyeti ortadan kaldırmak gerektiğine inananların karşısındadır. Çünkü ona göre insanlığın (ya da Batı’nın) ulaştığı uygarlık düzeyinin temel taşıyıcısı, “özel mülkiyet hakkı”nın varlığıdır. Özel mülkiyet hakkından habersiz topluluklar (Kızılderililer gibi), doğayı olduğu gibi kabul ederek, onu dönüştürmeden, verdikleriyle yetinip bir şey üretmeden, insanlık sahnesine nasıl çıktılarsa hep o düzeyi koruyarak varlıklarını sürdürecek ve yok olup gideceklerdir. Locke şöyle düşünür: Özel mülkiyet meşrudur, çünkü yalnızca özel mülkiyetimizde olan şeylerin kullanım hakkına sahibiz. “Özel mülkiyet” kavramını geniş bir içerikle kullanır Locke. Bizler daha çok onu “taşınmazlar”la ya da üretim araçlarıyla sınırlayarak düşünürüz. Ancak o yiyecek, giysi, barınak, hayvanlarımız ve aklımıza gelebilecek herşeyi özel mülkiyet kavramının içine sokar. Gereksinimlerimiz için kullanabileceğimiz herşey, bu kapsamın içindedir, ona göre. Bu kavramın, zaten özellikle ihtiyaçlarımızla ilişkisinde anlamı vardır. * Doğa durumunda bütün insanlar doğa üzerinde eşit haklara sahiptir. Örneğin; bir elma ağacı varsa o ağaçtan herkes elma alabilir. Ama her yediğim elma bir başkasına bir haksızlık olacaktır. Çünkü her elmada her bireyin “doğal”, herkes kadar bir hakkı vardır. Doğa durumunda haksızlık yapmadan bunları nasıl kullanacağız? Locke’a göre bu sıkıntı “emek”le aşılır. Doğal bir nesneyi herkesin olmaktan çıkaran, ona kattığımız emektir. Emek bir nesneyi doğallığından çıkarma işidir. Emek, kattığı aracılığıyla, o nesneyi bir kişinin yapar. Locke tam da bu bakımdan nesneleri iki temel gruba ayırır: 1- Doğal olanlar (herkesindir). 2- Yapay olanlar (Doğallıktan çıkaranlarındır). Emek, doğal olanı yapay olana dönüştürmektir. Gelinen durumda, neredeyse doğal olan hiçbir şey kalmamıştır. Dünyamız birilerinin ürettiği, dönüştürdüğü, değiştirdiği nesnelerle doludur. Halen doğallığını koruyan az miktarda nesneyse, zaten kullanım, tüketim değeri olmayan, insanların işine yaramayan şeylerdir. Tam bu noktada şu soruyu da araya katmak uygun olacaktır: Emeği bu kadar kudretli kılan nedir? Doğal nesneler insan tüketimi için uygun değildir. Onu tüketebileceğimiz bir kılığa sokmamız gerekir. Doğal nesne insanlar için çok birşey ifade etmez. İnsan emeğinden, emeğin dolayımından geçmesi gerekir. Doğal nesnelerin değeri 1 ise; insan emeğiyle dönüşen nesnelerin değeri 100'dür. Emek dediğimiz şeyin değeri, doğal olanla ölçülemeyecek kadar büyüktür. Locke'a göre özel mülkiyete önem vermezsek doğayı kendi haline terketmiş oluruz. Doğayı insan için özenli hale getirmek için özel mülkiyet önemlidir ve güvence altına alınmalıdır. Örneğin Kızılderililer özel mülkiyeti tanımadığı için ilkeldir, ama Avrupa'ya baktığımızda özel mülkiyeti önemsedikleri ve dolayısıyla ileri gittikleri görülür. Bu nedenlerle, Locke’a göre, özel mülkiyet hakkının tanınması dolayısıyla bugün ortaya çıkan eşitsizlikler meşrudur. Eşitsizlik, türün ve topluluğun varlığını tehlikeye sokmadığı oranda, kabul edilebilir. Çünkü insanlığın kazanımlarının hareket ettirici gücü budur. Locke'a göre devlet ve toplum mülkiyetimizi korumak için vardır. Mülkiyete sadece nesneler girmez, sağlığımız, bedenimiz, özgürlüğümüz de girer. Devletin görevi mülkiyetimizi, sahip olduğumuz şeyleri korumaktır.
__________________ ~ P .İ .R ~ |
|
Etiketler |
devletvetoplumanlayışı, locke, toplumvefelsefe |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Platonun Toplum ve Devlet anlayışı II | Funda | Felsefe | 2 | 31 Mart 2018 05:47 |
Platonun Devlet ve Toplum Anlayışı I | Funda | Felsefe | 5 | 31 Mart 2018 05:40 |
Toplum Temelli Bakım Anlayışı | Ecrin | Makale - Araştırma - Ve Bilimsel Yazılar | 0 | 07 Mart 2012 22:07 |
Öyleyse Locke'a göre fikirlerimizin ve bilgilerimizin kaynağı nedir? | Kalemzede | Felsefe | 0 | 04 Ekim 2011 23:09 |