IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26 Ocak 2016, 23:20   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yaşama sanatının iki ilkesi nedir? (Foucault makalesi)




Cinsellikle ilgili ket vurmalar ile diğer ket vurma biçimleri arasında çok önemli bir fark vardır.

Cinselliğin kuralları, ödevleri, Yasakları, cinsellikle bağlantılı ket vurmalar ve kısıtlamalar üzerine çalışmaya başladığım zaman, izin verilen ve yasaklanan edimlerle sınırlamadım kendimi. İfade edilen duygular, düşünceler, bire, yin duyabileceği arzular, benlik içinde saklanmış her türlü duygu, nefsin herhangi bir hareketi, aldatıcı kılıklara bürünmüş her türlü arzuyu arama güdüleriyle de ilgilendim.
Cinsellikle ilgili ket vurmalar ile diğer ket vurma biçimleri arasında çok önemli bir fark vardır. Cinsel ket vurmalar, diğerlerinden farklı olarak, değişmez bir biçim, de kişinin kendisi hakkındaki gerçeği söyleme zorunluluğuyla bağlantılıdır.
Bu belirlemeye iki itiraz yapılabilir: Birincisi, cezai ve dini kurumlarda, yalnız cinsel suçlarda değil, bütün suçlarda, itirafın önemli bir rol oynamasıdır. Ne var ki, kişinin cinsel arzusunu tahlil etmesi, başka herhangi bir günahı tahlil etmesinden daima daha önemlidir.
İkinci itirazın da farkındayım: Cinsel davranış gizlilik, terbiye ve edep zorunluluğu kurallarına, başka her şeyden çok daha fazla boyun eğer.
Demek ki, cinsellik garip ve karmaşık bir şekilde, hem sözel yasaklamaya, hem gerçeği söylemeye, hem yaptığını gizlemeye ve hem de kişinin kim olduğunu deşifre etme zorunluluğuna bağlıdır.
Konuşma üzerindeki yasaklama ile güçlü ket vurmaların bütünleşmesi, kültürümüzün değişmez bir parçasıdır. Bedensel isteklerden vazgeçme teması, keşişin başrahibe yaptığı itirafla, kafasından geçen her şeyi ona söylemesiyle bağlantılıdır.
Şöyle bir proje tasarladım: Cinsel davranışın evrimini değil de, gerçeği söyleme zorunluluğu ile cinselliğe konan yasaklar arasındaki bağın tarihini ortaya çıkarmaya yönelik bir çalışma.
Herhangi bir şeyden vazgeçmeyi istemesi için, kişinin kendi hakkında bilmesi gereken nedir?

Sorduğum soru şuydu: Özne nasıl olmuştu da, yasaklanan fiil hususunda kendisini deşifre etmeye zorlanmıştı? Bu, çilecilik ile hakikat arasındaki ilişkiye dair bir sorudur.
Bu soruyu Max Weber şöyle sormuştu: Eğer bir insan, rasyonel biçimde davranmak ve edimini gerçek ilkelere uygun olarak düzenlemek isterse, benliğinin hangi parçasından vazgeçmelidir? Akıl yürütmenin çileci bedeli nedir? Kişi ne tür çileciliğe teslim olmalıdır? .
Bense bunun zıddı bir soru sordum: Belirli türde ket vurmalar nasıl olur da, kişinin kendisi hakkında belirli tür bilgilerinin bedelini gerektirir? Herhangi bir şeyden vazgeçmeyi istemesi için, kişinin kendi hakkında bilmesi gereken nedir?
Ve böylece, putperestliğin ve erken Hıristiyanlığın fiili uygulamalarında benlik teknolojilerinin yorumsamasına (hermeneutics :insanın tarihselliği içinde felsefe açısından kendini anlaması; insanın, varoluşuna yönelerek felsefe yoluyla açıklanması ve yorumlanması yöntemi - ç.n. ) ulaştım. Bu uygulamalar pek bilinmediği için, bu araştırmada çeşitli güçlüklerle karşılaştım.
Bu güçlüklerin ilki, Hıristiyanlığın hep fiili uygulamaların tarihinden ziyade, inançların tarihiyle ilgilenmiş olmasıydı.
ikincisi, böyle bir yorumsama, bir doktrin külliyatı içinde birleştirilmemişti.
Üçüncüsü, benliğin yorumsaması, her zaman ruh teolojileriyle -şehvet, günah ve cennetten kovulma- karıştırılmıştı.
Insanların kendilerini anlamakta kullandıkları teknikler nelerdir?

Dördüncüsü, benliğin yorumsaması Batı kültürüne sayısız kanallardan yayılmış, çeşitli tutum, davranış ve deneyim biçimleriyle öylesine bütünleşmiştir ki, onu bizim anlık, spontan deneyimlerimizden soyutlamak ve ayırmak zordur.

Dört teknoloji dört egemenlik tipi

Yirmibeş yılı aşkın bir süredir hedefim, insanlarınkendilerine ilişkin bilgilerini geliştirdikleri farklı yöntemlerin -ekonomi, biyoloji, psikiyatri, tıp ve ceza bilimi- bir tarihini resmetmek oldu.
Buradaki temel nokta, söz konusu bilgiyi görünürdeki haliyle kabul etmeyip, bu sözde bilimleri, insanların kendilerini anlamakta kullandıkları spesifik teknikIere bağlı, son derece spesifik "gerçek oyunlar" olarak tahlil etmektir.
Bir bağlam olarak, bu "teknolojiler"in her birinin pratik aklın içinde şekillendiği dört ana tipi bulunduğunu kavramamız gerekiyor.
1. Nesneleri üretmemize, dönüştürmemize veya kullanmamıza imkan veren üretim teknolojileri.
2. işaretleri, değerleri, simgeleri ya da anlamı kullanmamıza imkan veren işaret sistemleri teknolojileri.
3. Bireylerin hareket tarzını belirleyen ve onları belirli sonlara ya da egemenliğe boyun eğdiren, özneyi nesneleştiren iktidar teknolojileri.
4. Bireylerin kendi bedenleri ve ruhları, düşünceleri, hareket tarzları ve varoluş biçimleri üzerinde, kendi imkanları ya da başkalarının yardımıyla bir dizi operasyon yapmalarını ve böylece belirli bir mutluluk, arınmışlık, bilgelik, kusursuzluk ya da ölümsüzlük haline ulaşmak üzere kendilerini dönüştürmelerini sağlayan benlik teknolojileri.

Tahakküm teknolojileri ile benlik teknolojileri arasında irtibat vardır.


Bu dört tip teknoloji, nadiren ayrı ayrı işlev görürlerse de, her biri belirli bir egemenlik tipiyle bütünleşmiştir. Her biri, yalnız belirli beceriler edinme gibi apaçık bir anlamda değil, ama aynı zamanda belirli tutumlar edin' me anlamında da, bireylerin belirli bir eğitilme ve değiştirilme tarzını ima eder.
Ben, bu teknolojilerin hem spesifik doğasını hem de değişmez etkileşimlerini göstermek istedim. Örneğin, Karl Marx'ın "Kapital"inde nesnelerin kullanımı ile ege' menlik arasındaki ilişki görülebilir; burada her üretim tekniği bireysel hareket tarzında -yalnız becerilerde değil, aynı zamanda tutumlarda da- değişiklikleri gerektirir.

Bir Özeleştiri

İlk iki teknoloji, genellikle bilim ve linguistik araştırmalarında kullanılır. Benim en çok ilgimi çekenler ise diğer teknolojiler, yani tahakküm ve benlik teknolojileri. Gerek tahakküm, gerekse benlik açısından bilginin organize edilmesinin tarihini oluşturmaya çalışıyorum.
Söz gelimi, delilik üzerine yaptığım araştırma, resmi bilimlerin ölçütlerine dayanmıyordu. Amacım, bu tuhaf söylem vasıtasıyla akıl hastaneleri içinde ve dışında bireylerin ne şekilde sevk ve idare edilebileceğini göstermekti. Tahakküm teknolojileri ile benlik teknolojileri arasındaki bu irtibatı, yönetsellik olarak adlandırıyorum.
Çalışmalarımda tahakküm ve iktidar teknolojilerini biraz fazla vurguladım galiba. Ama giderek daha çok bireyin kendisiyle ve öteki insanlarla etkileşimiyle, bireysel egemenliğin teknolojileriyle, bireyin kendisi üzerindeki tasarrufunun tarihi ve benlik teknolojisiyle ilgilenmeye başladım.
Kendine dikkat etmek, kendinle ilgilenmek, kendine özen göstermek ... Yani "epimelesthai sautou" yaşama sanatının temel kurallanndan biriydi.



iki düstur, iki bağlam

Benlik yorumsamasının gelişimini, tarihsel açıdan birbiri ne yakın olan iki farklı bağlamda ele almak istiyorum:
1.Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerindeki -M.S. ilk iki yüzyıldaki- Grekoromen felsefesi.
2. Roma İmparatorluğu'nun daha sonraki dönemlerinde -4. ve 5. yüzyıllarda- gelişen Hıristiyan ruhaniliği ve keşişlik ilkeleri.
Dahası, bu konuyu yalnız teoride değil, geç antik döne~ min bir dizi uygulamalarıyla da bağlantılı olarak tartışmak istiyorum.
Bu uygulamalar Yunancada "epimelesthai sautou", yani "kendine dikkat etmek", "kendinle ilgilenmek", "kendine özen göstermek" olarak adlandırılıyordu.
"Kendinle ilgilenmek" kuralı, Yunanlıların gözünde yalnızca kent düzeninin temel ilkelerinden değil, aynı za~ manda toplumsal ve kişisel davral1lş biçiminin ve yaşama sanatının temel kurallarından biriydi.
Bugün, bilim için bu kavram bir hayli karanlığa gömülmüş, yitip gitmiş durumdadır. Birine "antik felsefede en önemli ahlak ilkesi nedir?" diye sorulduğunda, derhal vereceği yanıt "kendine dikkat etmek" değil, "gnothi sauton" ("kendini bilmek") şeklindeki Delfik ilke olacaktır.
Belki felsefe geleneğimiz "kendini bilmek" ilkesini biraz fazla vurgulamış ve "kendine dikkat etmek" ilkesini unutturmuş olabilir.
"Kendini bilmek" düsturunu işleme sokan, "kendine dikkat etme" ihtiyacıydı.

"Kendini bilmek" ilkesi, yaşamla ilgili soyut bir ilke değildi aslında; kahine danışırken izlenmesi gereken bir kural, teknik bir nasihatti. "Kendini bil"in anlamı, "kendini tanrı zannetme" idi. Bazı başka yorumcular da, bunun "kahine danışmaya gittiğin zaman gerçekten neyi sonnan gerektiğinin farkında ol" anlamına geldiğini öne sürüyorlar.

Sokratesin Çağrısı

Yunanca ve Latince metinlerde, "kendini bilmek" buyruğu daima "kendine dikkat etmek" şeklindeki öteki ilkeyle bütünleşmiş durumdaydı ve "kendini bilmek" düsturunu işleme sokan, "kendine dikkat etme" ihtiyacıydı.

Bu, tüm Yunan ve Roma kültüründe örtük olarak vardır; Plato'nun Alkibiades'inden beri de ayan beyandır. Sokrates'in konuşmalannda, Ksenephon'da, Hippokrates'te ve Albinus'tan başlayarak yeni-Platoncu gelenekte, kişi, kendisine dikkat etmek zorundaydı. "Kendini bilmek" ilkesinin hayata geçirilmesinden önce, kişi kendi kendiSiyle ilgilenrnek zorundaydı. İkinci ilkenin, ilkine tabi olması söz konusuydu. Bunun birkaç örneğini vereceğim.

Platon'un "Apology - 29"unda, Sokrates kendisini yargıçlara "epimeleia beautou" ustası olarak tanıtır. Onlara, "siz" der, "mal-mülk edinmekten, şan ve şerefi önemsemekten utanmıyorsunuz, ama kendi kendinizle, yani 'sağduyu, gerçek ve ruhun kusursuzlaşması' ile ilgilenmiyorsunuz". Öte yandan, Sokrates, yurttaşların kendi kendileriyle ilgilenmelerini sağlamak için uğraşmaktadır.
"Insanlara kendi kendileriyle ilgilenmelerini öğretmek, onlara kentle ilgilenmeyi öğretmiş olmaktır.

Sokrates, başkalarını kendi kendileriyle ilgilenmeye yönelik çağrısının üç önemli yönü olduğunu söyler:
(1) Sokrates'in misyonu, ona tannlar tarafından veril, miştir ve son nefesine dek bu görevden vazgeçmeyecektir.
(2) Bu ödevin karşılığında hiçbir ödül beklememektedirj karşılık istememekte, bunu iyilik adına yapmaktadır.
(3) Misyonu kent için -Atinalıların Olimpia'daki askeri başarılarından bile daha fazla- yararlıdır, çünkü in' sanlara kendi kendileriyle ilgilenmelerini öğretmekle, onlara kentle ilgilenmeyi öğretmiş olmaktadır.

Sokratesten sekiz yüz yıl sonra

Sekiz yüzyıl sonra, Nyssalı Gregorius'un "Bekaret Üzerine" (On Virginity) adlı risalesinde aynı kavrama ve ay' nı ibareye, tümüyle farklı bir anlamda rastlıyoruz.
Gregarius, bununla kişinin kendisine ve kentine dik, kat etmesini sağlamasını kastetmiyordu. Kastettiği, kişinin dünyadan ve evlilikten vazgeçmesi, kendisini etin' den ayırması, yüreğinin ve bedeninin temizliğiyle, yok, sun kaldığı ölümsüzlüğe yeniden kavuşmasıydı. Gümüş para kıssasıni* (Luka 15:8- ıo: Yahut hangi kadının on gümüş parası olur da, birini kaybederse. ışık yakıp evi süpürmez, onu buluncaya kadar iyice araştırmaz? Ve onu bulunca dost ve komşu kadınları çağırıp der: Benimle beraber sevinin çünkü kaybettiğim parayı buldum. )yorumlarken Gregarius, kişiyi, lambayı yakıp karanlık bir köşede parlayan parayı buluncaya değin evi iyice aramaya teşvik eder. Tanrı'nın kişinin ruhuna verdiği, bedenin ise pırıltısını söndürdüğü etkinliği onarmak için, kişinin kendisine dikkat etmesi ve ruhunun her köşesini araştırması gerekir. (De Virg. 12)

Hıristiyan çileciliğinin de kendisini, tıpkı antik felsefe gibi, "kendi kendine dikkat etme" işareti altına yerleştirdiğini görüyoruz. Kişinin kendini bilmesi zorunluluğu ise temel uğraşının unsurlarından biridir. Bu iki uç arasında -Sokrates ve Nyssalı Gregorius- kendine dikkat etme, yalnız bir ilkeyi değil, değişmez bir uygulamayı oluşturur.

Günlük yaşama ilişkin öğretiler, "kendine dikkat etme" ilkesinin çerçevesinde örgütleniyordu.
İki örneğim daha var. llki, bir ahlak kılavuzu olarak hizmet eden ilk Epikurosçu metin, "Menoeceus'a Mektup" (Diogenes Laertius lO, 122-38). Epikür, kişinin kendi ruhuyla ilgilenmesi için asla çok erken ve asla çok geç olmadığını söyler. İnsan gençken olduğu gibi, yaşlanınca da felsefe yapmalıdır.
Bu, bütün yaşam boyunca sürdürülmesi gereken bir ödevdi. Grubun her üyesinin karşılıklı selamet çabası için birbirine yardımcı olması maksadıyla, günlük yaşama ilişkin öğretiler, "kendine dikkat etme" ilkesini.n çerçevesinde örgütleniyordu.

Diğer örnek ise, İskenderiye li Philon'un "Düşünce Yaşamı Üzerine" başlıklı metninden geliyor. Philon, Therapeutae adında, sofuluğuyla nam salmış, Helenistik ve İbrani kültürlerin sınırlarında yer alan karanlık, esrarengiz bir topluluğu betimler.

Bu topluluk, kendini okumaya, şifacı meditasyona, bireysel ve kollektif ibadete ve ruhsal ziyafetler (agape, "şölen") için toplanmaya adamış, katı kurallarla yaşayan bir cemaatti. Bu uygulamalar, "kendine dikkat etmek" şeklindeki temel ödevden kaynaklanıyordu (De Vita Cont. 36).

İşte burası, antik kültürde "kendine dikkat etme"ye yönelik mümkün bir çözümlemenin başlangıç noktasıdır. Dikkat, özen ve "kendini bilme" arasındaki ilişkiyi, Grekoromen ve Hıristiyan geleneklerinde kendine dikkat etme - özen gösterme ile çok ünlü "kendini bilme" ilkesi arasındaki ili§kiyi çözümlemnek isterdim. Tıpkı dikkatin farklı biçimleri olduğu gibi, benliğin de farklı biçimleri vardır.

Kişi, benliğine -ahlakın temeli olarak benliğine- nasıl saygı duyabilir?



"Kendini bilme" ilkesinin "kendine dikkat etme"yi gölgede bırakmasının çe§itli nedenleri var. En ba§ta, Batı toplumunun ahlak ilkelerinde ortaya çıkan derin bir dönüşüm söz konusu. Katı bir ahlakı ve sert ilkeleri, "kendimize dünyadaki her §eyden çok dikkat etmemiz gerektiği" kuralı üzerine inşa etmekte zorlanıyoruz.

İki Miras

Biz kendimize dikkat etmeyi bir ahlaksızlık olarak, tüm muhtemel kurallardan bir kaçış aracı olarak görmeye daha çok eğilimliyiz. Selamet koşulunun, kendinden vazgeçmeye bağlı olduğu Hıristiyan ahlak geleneğini miras aldık. Kendinden vazgeçişin yolu da, paradoksal bir biçimde, kendini bilmekti.
Bunun yanı sıra, dışsal bir yasaya ahlakın temeli olarak saygı gösteren bir laik geleneği de miras aldık. Bu durumda, kişi, ahlakın temeli olarak benliğine nasıl saygı duyabilir?
Bizler, kabul edilebilir davranışın kurallarını, başkalarıyla olan ilişkilerde arayan toplumsal bir ahlakın varisleriyiz. 16. yüzyıldan bu yana, yerleşik ahlaka yönelik eleştiriler, benliğin tanınması ve bilinmesinin önemi adına yürütülüyor.
Bu nedenle, kendine dikkat etmenin ahlakla bağdaşabilir yanını görmek çok güç. "Kendini bil" ilkesi, "Kendine dikkat et" ilkesini gölgede bıraktı, çünkü bir çilecilik ahlakı olan ahlakımız, benliğin kişinin reddedebileceği bir şey olduğu konusunda ısrarcı.
Kişinin kendini bilmesi, kendine dikkat etmesinin bir sonucu olarak görülüyordu.

ikinci neden, Descartes'tan Husserl'e değin, kuramsal felsefede, benlik bilgisinin (düşünen özne), bilgi kuramında ilk adım olarak gittikçe artan bir önem kazanmasıdır.
Özetlemek gerekirse: Antik çağın iki ilkesi olan "kendine dikkat etme" ile "kendini bilme" ilkelerinin hiyerarşisinde bir yer değiştirme ortaya çıkmış bulunuyor. Grekoromen kültürde kişinin kendini bilmesi, kendine dikkat etmesinin bir sonucu olarak görülüyordu. Modem dünyada ise kişinin kendini bilmesi temel ilkeyi oluşturuyor.

__________________
Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
foucault, iki, ilkesi, makalesi, nedir, sanatının, yaşama


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Yaşama Hakkı Nedir? Amelia Ödev ve Tezler 0 02 Eylül 2014 19:30
Tarih ve toplum gelişmesinin temel ilkesi nedir? xena Felsefe 0 20 Mayıs 2014 17:18
Foucault Sarkacı - Leon Foucault’un Deneyi Afrodit Tarih 0 18 Ocak 2013 12:05
Özdeşlik ilkesi InTheDarK Felsefe 0 09 Nisan 2012 20:06
Yaşama Sorunu Nedir? PopSy Felsefe 0 24 Mart 2009 00:23