19 Ocak 2016, 11:09 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Bir Siyasal Felsefi İntermezzo (H. İbrahim Türkdoğan) (Bu metin ilk kez 4 Mayıs 2012'de Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı) Duvara karşı yazdığımın farkındayım. Thomas Mann: “Alman halkı kültürsüzlüğe ve kabalığa tapan bir halktır.” Bu analizinden sonra kaba yığınların ülkesini terk eder ve 1939’da Amerika’ya kaçar. Fazıl Say: “Türkiye’de yaşanan çağ, kültürün yok edilme çağıdır.” Yerindedir, doğrudur. Sosyolojik olgudur. Kültürü yok edilen yığınların ülkesini terk etmek zorunda kalırsa, eder ve gerekirse Japonya’ya kaçar. İki ayrı ülkenin iki ayrı insanı, iki ayrı zaman biriminde bu tümceleri ifade etmişlerdir. Nedir iki halkı birleştiren: Ruhsal kabalık. Mann, bu dünyadan göçeli çok oldu. Fazıl Say henüz ayakta. Sanatsal yaratıcılığının önemli devrelerini kaydederken sosyal ve siyasal yaşamın da tam içinde yerini almaktadır. Duvara karşı yazdığımın farkındayım. Dönemin faşizan Alman halkı elinden gelseydi Mann’ı linç edecekti. Mann kaçtı, kovuldu. Kovulmak. Kavramlar ve sözcükler bazen söylendiğinden farklı duyulur Ve Kavramlar ve sözcükler bazen duyulduğundan farklı anlaşılır. Horlanan bir birey dışlanandır. Dışlanan bir birey kovulandır. Platon: “Bir halkı yöneticilerinden tanırsınız.” Bu tümceyi şöyle yazsak, içeriğinde hiçbir şey değişmeyecek: Bir yöneticiyi halkından tanırsınız. Halk: “Çek git.” Yönetici: “Çek git.” Birey ne zaman halk düşmanı ilan edilir? Edebiyattan bir örnek: Kuzeyin öncü düşünür ve sanatçılarından Henrik İbsen’in “Bir Halk Düşmanı” (1882) adlı eserinin protagonisti gerici bir sistem içinde yaşayan halkın çeşitli kurallar ve geleneklerce zehirlendiğini, toplumsal ruhun kokuştuğunu ve halkın hakikatten uzaklaştığını analiz edip sesini duyurunca herkes tarafından halk düşmanı ilan edilip psikolojik açıdan linç edilmeye çalışılır. Ancak protagonist hiç şaşırmadan ve çekinmeden yaşamda hakikati söyleyecek tek kişi de olsam susmayacağım der, çünkü: “Dünyanın en güçlü insanı, tek başına kalabilendir.” Fazıl Say, Âşık Veysel’i hissetti ve hissettirdi. Bir başkası Veysel’i bu kadar otantik, bu kadar orijinale layık, uygun, makul, eşdeğerli yorumlayamadı. Yorumlayanların büyük çoğunluğu ve hatta -dilim varmıyor demeye ama hepsi- sıradan imitasyondur. Fazıl Say, Ömer Hayyam’ı hissetti ve hissettirdi. Bu başarısında tektir. Ekliyorum: Tanrı'yla konuşmalar tanrıtanımazlık değildir, Tanrı'yı tanımak da değildir. Bu mistik bir duygudur, ya duyulur ya duyulmaz. Nasıl demişti Wittgenstein: “Gizem, dünyaya bir bakış açısı değildir, dünyanın kendisi gizemseldir.” Felsefe ve müzik bu duyguyu verebilendir. Bu gizemsellik sadece bireyseldir, toplumsal ya da halksal değildir. Siyasallaşan ve kurumsallaşan bir din hiç değildir. Duvara karşı yazdığımın farkındayım. Halkın çıldırttığı Zerdüşt’ün filozofu şöyle demişti: “Ben bu kulaklara göre ağız değilim.” Duvarlar kırılmalıdır. İnsan ne kadar çok birey bilincine ulaşırsa, o kadar çok duvar kırılır. Bireyi düşman ilan eden yığın irrasyoneldir, us mahkemesi karşısında dinsel ve ideolojik saplantılara sarılıp düşünceyi ve sanatı ayaklarıyla ezmektedir. İbsen’in eseri çoğunluk-azınlık, adalet-adaletsizlik, hakikat-yalan gibi toplumsal yaşamın ana konularını tartışır. Bu tartışmada birey merkezi bir önem taşır, çünkü birey toplumun temel taşıdır ve bireyler toplumu oluşturanlardır. Aşırı hor görüşlü dinsel bir çevrede doğru olanı hakikat adına söyleyen bir bireyin varoluşu daima tehlikede olmakla birlikte, onun yaratıcı gücü de daima yara alabilmektedir. İbsen’in dediği gibi, “sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiş, liberal ve kapalı çoğunluk hakikatin ve özgürlüğün en tehlikeli düşmanıdır.” İkiyüzlü ve bozulmuş politik bir sistem ve irrasyonel öğelerle beslenen bir toplum hakkında söylenen her söz ancak bir hakaret olarak algılanacak ve kişi lanetlenecektir. Peki, bu durumda ne yapmalı? Yığınsal kısır döngü karşısında düşünsel gücünün sınırlarına ulaşan Einstein, bedenselliğini kullanarak bütün dünyaya dilini göstermekle bütün dünya sakinlerinin debil olduğunu en açık şekilde ifade etmiştir. Eminim bu eylem yığınlar tarafından kendilerine yapılmış bütün tarihler için geçerli en büyük hakaret olarak algılanmıştır. Türkiye’de sanat sözcüğünü, düşünce sözcüğünü ağza almak bile hakaret sayılmaktadır. Özgürlük sözcüğü ise sadece belli bir dinin belli bir mezhep özgürlüğüdür. Bir insan ne kadar çok irrasyonel ve ne kadar çok indirgenmiş ise o kadar da debildir. Söylenecek başka bir şey yok.
__________________ Ey iki adımlık yerküre; senin tüm arka bahçelerini gördüm ben. | |
|
Etiketler |
bîr, felsefi, siyasal, türkdoğan, İbrahim, İntermezzo |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Hiç Ve Kendilik ya da Hiç İle Yolda İken (H. İbrahim Türkdoğan) | Mara | Felsefe | 0 | 19 Ocak 2016 11:07 |
İbrahim Tatlıses - Adım İbrahim | Luthien | H, I, İ, J, K, L | 0 | 04 Ağustos 2014 22:59 |
Siyasal felsefe | InTheDarK | Felsefe | 0 | 15 Nisan 2012 14:35 |
Siyasal teoloji | InTheDarK | Felsefe | 0 | 15 Nisan 2012 14:34 |
İbrahim Şevki Atasagun (İbrahim Şevki Atasagun Kimdir? - İbrahim Ş.Atas. Hakkında) | Zen | Tarih / Siyaset | 0 | 20 Şubat 2012 22:19 |