26 Mayıs 2014, 21:05 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Geleneğin Sosyolojik Paradigması Sosyoloji modernliğin ürünü bir bilimdir ve temel ilgisi modernlik üzerinedir[1]. Bu durum bizatihi sosyolojinin kendisini problematikleştirmiştir ve sosyolojinin ortaya çıkışı sosyolojinin önemli konularının başında gelmektedir. Sosyoloji, kendisini ortaya çıkaran koşulları ve bu arada modernliği konu edinirken bir kopuş nosyonuna dayanır. Tarihsel/toplumsal anlamda bir kırılma, bu anlamda da bir kopuş gerçekleşmiş ve “süreklilik” kaybolarak yeni bir süreç başlamıştır. Bu bağlamda sosyoloji hem kendisini hem de konusunu bir dizi “süreksizlikler” üzerine inşa etmiştir. Sosyolojik paradigmanin karakteristigi niteligini tasiyan süreksizlikler üzerine insa hem toplumsal alanda hem de tarihsel dönemlendirmelerde yaptigi kavramsallastirmalari belirlemistir. Bu dogrultuda “gelenek” sosyolojik paradigma baglaminda en sorunlu fenomenlerin basinda gelmektedir. Tarihsel olarak degerlendirildiginde sosyolojinin gelenegi konu edinmesi ve ortaya koydugu kavramsallastirma ile günümüz sosyolojisinin gelenegi yeniden konu etmesi ve kavramsallastirma çabasi; sosyolojik paradigmanin yeniden insasi anlaminda önemli bir problematiktir. Günümüz sosyolojisi yeniden gelenekselin sonunun ve yine gelenegin olmadigi bir toplum modelinin yer aldigi teorik tartismalar içindedir. Yeni tartismalarin gelenekle birlikte “toplum” fenomeni üzerinde de yogunlasmis olmasi, sosyolojik paradigmanin yeniden insa gayretinin göstergesi olma niteligini tasimaktadir. Gelenek gibi “toplum” fenomeni de modernligin ürünüdür. Toplumdan söz etmek modernlikten, geleneksellik disindan söz etmektir[2]. Bu baglamda sosyoloji; modernligi, kendi arastirma nesnesi olan “toplum”un ortaya çikisi çerçevesinde ele almis ve “toplum öncesi”ni geleneksellik olarak degerlendirmistir[3]. “Tönnies’in tanimladigi cemaatsel yasam, bu arketipin modern-geleneksel baglaminda, gelenekseli temsil eden kismi olarak, moderni açiklamanin bir aynasi gibi kullanilmistir.”(Yelken,1999,56) Sosyolojinin toplumsal degismeyi; tarima dayali geleneksel dinsel düsüncenin hakim oldugu bir dünyadan -Gemeinschaft- (topluluk) sanayiye dayali modern aklin ve bilimin hakim oldugu seküler bir dünyaya -Gesellschaft- (Toplum) geçis seklinde çözümlemesi yaninda bu tarz ikiye ayirarak tiplestirme mantigi, basindan bu yana zamansal olarak bir dönemlestirme gelenegini de içinde barindirarak sürmüstür. Sonuçta Gemeinschaft-Gesellschaft üzerine kurulu dikotomi, Gemeinschaft’in geleneksel toplumun disinda, modern toplumda da varligini koruyabilecegi imkanini çekinceli bir hale getirmistir. Bu harita çerçevesinde gelenek modernlikle birlikte varolus kosullarini kaybetmistir. Modernlik gelenegin çözücüsüdür ve bu anlamiyla da devrimci karakteristiklidir. Geleneksellik ise modernlige göre duragan, degismeye kapali bir yapi olarak tanimlanmistir. Söz konusu toplum haritasi sosyoloji disiplini içinde klasik dönem sonrasi ortaya çikan teorik yaklasimlarin da omurgasini olusturmustur. Sosyolojinin klasik dönemine ait “toplum haritasi” günümüzde, günümüz toplumunu açiklamada karsilasilan önemli sorunlarin da kaynagi olarak degerlendirilmektedir. Bu çerçevede Giddens klasik sosyolojinin ortaya koydugu toplum[4] ve gelenek kavramsallastirmasina itiraz eder. Süreç içinde modernlik, gelenegin otoritesini yok etme amacini gütmüs ve ancak kismen basarili olabilmistir. Bu süreçte toplumun bazi kesimleri arasinda gelenekleri korumaya ya da adapte etmeye yönelik uyumlu çabalar görülmüstür[5]. Bu gerçeklik karsisinda toplumda geleneklere ihtiyaç duyuldugunu kabul etmek tamamen akilci bir düsüncedir. Ve gelenekler yasamin sürekliligini ve biçimini verir. (Giddens,2000,58) Giddens’e göre; modernlik düsüncesinin özünde gelenek ile bir karsitlik vardir. Ancak somut toplumsal ortamlarda gelenek ile modernligin bir çok birlesimi bulunabilir. Açiktir ki, geleneksel ile modern arasinda süreklilikler vardir ve bunlar birbirinden tamamen ayri parçalar degildir; geleneksel ve moderni çok genel bir biçimde karsilastirmanin ne kadar yaniltici oldugu da iyi bilinmektedir (Giddens,1994a,12). Giddens’in kavramsallastirmasiyla “geleneksel-sonrasi toplum”; gelenegin merkeze alinarak yapilan üç ayri toplum tipinin sonuncusudur; “Geleneksel Toplum”, “Erken Modern Toplum” ve “Geleneksel-Sonrasi Toplum”. Buna göre gelenek “erken modern toplum”un önemli bir parçasidir[6], küresellesme[7] erken modern toplumu “geleneksizlestirmekte” ve geleneksel-sonrasi topluma ulasilmaktadir. Buna göre “geleneksel-sonrasi toplum” disaridakilerin olmadigi ilk “küresel toplum”dur ve geleneksel-sonrasi zamanlarda toplum giderek daha çok düsünümsellesecektir.[8] Giddens’in gelenek kavramlastirmasinin belirleyici argümani; “sayet bir inanç veya bir uygulama geleneksel ise, degisimin darbelerine dayanan bir saglamlik ve süreklilik barindirdigi”dir. “Gelenekler organik nitelige sahiptirler: Gelisirler ve olgunlasirlar, veya zayiflar (güçsüzlesir) ve “ölürler”. Bu nedenle, bir gelenegin bütünlügü veya özgünlügü, gelenegin ne kadar süredir var oldugundan ziyade onun gelenek olarak belirlenmesi için önemlidir. Sadece yazinin kullanildigi/yaziyi kullanan toplumlarda -ki bunlar bu nedenle daha az “geleneksel” hale gelmislerdir- genellikle gelenege ait unsurlarin çok uzun süredir var olduklarinin kanitlarini görebildigimize dikkat edilmelidir. Antropologlar daima sözlü kültürlerin çok yüksek oranda geleneksel olduklarini görmüslerdir, ancak durumun dogal olarak gerektirdigi sekilde gözlemledikleri “geleneksel uygulamalar”in bir çok nesil boyunca devam ettigini dogrulayacak bir kanit yoktur.” (Giddens,1994b,63) Giddens gelenegi “hafiza” olarak, özellikle de Maurice Halbwacshs’in ifadesiyle “toplu hafiza” ile yakindan alakali görür. Gelenek ritüel içerir; bunun gerçegin hakikat nosyonu olarak adlandirdigi seyle ilgisi vardir, gelenegin muhafizlari vardir; ve adetten farkli olarak hem ahlaki hem de duygusal içerigi olan baglayici bir gücü vardir. Hafiza, gelenek gibi -bir anlamda- geçmisi gelecege bagli olarak düzenlemektir. “Bütün gelenekler normatif veya ahlaki içerige sahiptirler, bu da onlara baglayici bir nitelik kazandirir. Geleneklerin ahlaki dogasi geçmisin ve günümüzün (bir çizgide) siralanmasinda araci olan yorumsal süreçlerle yakindan baglantilidir. Gelenek toplumda sadece yapilmis “olan”i degil, ayni zamanda yapilmasi “gereken”i de temsil eder. Elbette bundan gelenegin kuralci unsurlarinin açiklanmasi zorunlulugu bulundugu sonucuna varilmaz. Çogunlukla bunlar açiklanmazlar; muhafizlarin faaliyetleri veya talimatlari içinde yorumlanir. (Giddens,1994b,65) Bu anlamda geleneksel bir toplum kaçinilmaz olarak, yukarida belirtildigi gibi gelenegin baskin bir rolünün oldugu bir toplumdur. Gelenegin gelenek olarak anlasilmadiginda daha çok çarpicilik içerdigi söylenebilir. Bu anlamda küçük kültürlerin “gelenek” için belli bir kelimelerinin olmayisinin nedeni anlasilirdir. Gelenek diger tutum ve davranis biçimlerinden ayirtedilemeyecek kadar nüfuz edicidir. Giddens bu çerçevede modernligin zorlayici özelliklerine odaklanmak için bagimlilik ile gelenegi yan yana koyar. Giddens’a göre bagimlilik konusu geleneksel sonrasi düzenin niteliklerinin baslica aydinlaticisidir. “Modern öncesi toplumlarda gelenek ve gündelik davranisin rutinlesmesi birbirleriyle çok siki bag içindedir. Geleneksel sonrasi toplumda ise, tam aksine rutinlesme, eger kurumsal düsünümsellik süreçlerine yarayacak biçimde düzenlenmedikçe anlamsiz bir sey haline gelir. Birinin dün yaptigini bizim bugün yapmamizda mantik veya ahlaki samimiyet yoktur; ancak iste bunlar gelenegin gerçek özüdür (gelenegi gelenek yapan seydir). Bugün herhangi birseye -hayat tarzinin herhangi bir yönüne- bagimli hale gelmemiz gelenegin çözülmesinin kapsamini isaret etmektedir (gelenegin geleneksel biçimi içinde çözülmesinin kapsamini isaret etmektedir). Bagimliligin ilerleyisi modern sonrasi ‘toplumsal evren’in basli basina bir niteligidir, ancak bu ayni zamanda toplumun geleneksizlesmesi sürecinin de negatif göstergesidir.” (Giddens,1994b,71) Giddens’in geleneksel sonrasi toplumdan söz ederken ilgi çekici olan “kazi” olarak adlandirdigi kavramdir. Kazi, arkeolojik kazida oldugu gibi bir arastirma ve ayni zamanda bir tahliyedir. Eski kemikler toprak altindan çikarilir, birbirleri ile olan iliskileri tespit edilir, ama ayni zamanda mezarlarindan çikarilirlar, kazi alani temizlenir ve esyalar alinip götürülür. Kazi, geçmisin kalintilarini alip götürmek için girisilen derin bir çabadir. Bu islemde etkenler çok çesitlidir; birincisi gelenek zayifladiginda geçmis duygusal atalet haline gelir. Ikincisi, modern öncesi toplumlarda oldugu gibi, geçmis öylece silinip ortadan kaldirilamaz, geçmisin simdiki zamanda yeniden insa edilmesi gereklidir. Üçüncüsü, geleneksel sonrasi dünyada gündelik hayatin temel niteliklerinden biri olan benligin dönüslü kendi projeksiyonu duygusal anatominin önemli bir sinirina dayanmaktadir. Dördüncüsü, ilk (prototypical) geleneksel sonrasi kisisel iliskiler -saf iliski- toplumsal etkilesimin modern öncesi baglamlarinin genel niteliginde olmayan bir biçimde samimiyete dayanir. Geleneksel sembollerin ve uygulamalarin aktarilmasinin en önemli araçlarindan biri olan nesillerin birbirini izleyisinin, modern öncesi düzenlerde sahip oldugu hayati öneminden kopartilmistir. Geleneksel sonrasi baglamlarda nasil olunacagini ve nasil davranilacagini seçmekten baska seçeneginiz yoktur. Bu açidan bagimliliklar bile birer seçenektir. Bunlar dogru bir sekilde bakildiginda gündelik hayatin bütün yönlerinde bulunan/sunulan ihtimaller çoklugu ile bas edebilmenin yollaridir. Bununla birlikte zorlama ve güç ile ilgili üçüncü bir neden daha vardir: Hayat tarzi seçeneklerini olusturan seçimler çogunlukla etkiledikleri bireyin veya bireylerin kontrolünde olmayan etkenlere baglidir. Günlük deneyler, seçenekleri idare etmenin yollaridir ve bu anlamda kesinlikle “aktif”tirler. Ancak söz konusu olan seçeneklerin dogasi açikça degiskendir. Giddens bu baglamda geleneksel sonrasi düzeni kavramak için seçenekler ve seçimler arasinda bir ayrima gider. Ona göre, gündelik faaliyetlerimizin pekçogu seçenege açik hale gelmistir ya da daha dogrusu seçim zorunlu hale gelmistir. Bu durum günümüzde gündelik hayat hakkinda saglam bir iddiadir. Analitik olarak, toplumsal faaliyetin bütün alanlarinin kararlar -çogunlukla ama evrensel olarak degil, o ya da bu tür bir bilgi sahipligine dayanilarak gerçeklestirilen kararlar- tarafindan yönetildigini söylemek daha dogrudur. Bu kararlari kim alir ve nasil alir, bu durum esas olarak güç ile ilgilidir. Bir karar birisinin seçimidir ve en sefil veya açikça güçsüzlerin yaptiklari seçimler de dahil genel olarak bütün seçimler, önceden var olan güç iliskilerine yansir. O halde toplumsal hayatin karar-vermeye açilmasi, bu nedenle çogulculukla karistirilmamalidir. (Gidddens,1994b,76) Giddens’a göre; karar vermenin ilerlemesi söz konusu oldugunda, gelenek ile doga arasinda çok önemli olan dogrudan bir paralellik görürüz. Modern öncesi toplumlarda gelenek göreceli olarak daha belirli bir gelecek vaadediyordu. Bunun yaninda gelenek özellikle muhafizlarin süzgeçinden geçmis aktif yeniden yapilandirma süreçlerini içerir. Bu anlamda da gelenegin özünü muhafazakar olarak görmek yaygindir, ancak bunun yerine, insan faaliyetlerinin disindaki pek çok seyi meydana getirdigi söylenmelidir. Ritüel dengeleyici etkisi ile birlestirildiginde hakikat “oyundisi” olan sonsuz sayida ihtimaller gerektirir. Doga olarak gelenek, gelenek olarak doga: bu denklik kulaga asiri abartili geldigi kadar abartili degildir. “Dogal” olan, insan müdahalesinin disinda kalan ne ise odur. Gelenek daima “içerideki” ve “öteki” arasinda ayrim yapar, çünkü ritüele katilim ve hakikatin kabulü varliginin geregidir. “Öteki” disarida olan herhangi bir veya herkestir. Gelenekler, ötekilerden ayri olmayi ayiklanmis olmayi gerektirir, çünkü içerdeki olmak için bu hayati önemdedir. Dolayisiyla gelenek kimligin bir aracidir. Kisisel veya toplu olsun, kimlik anlam içerir; ancak ayni zamanda yinelemeyi ve tekrar yorumlama süreçlerinin sürekliligini de içerir. Kimlik zaman üzerinde düsünce saglamliliginin ürünüdür ki, geçmisin beklenen gelecekle kesismesinin ta kendisidir. Bütün toplumlarda kisisel kimligin korunmasi/devamliliginin saglanmasi ve bunun daha genis diger toplumsal kimliklerle olan baglantisi ontolojik güvenligin öncelikli geregidir. Bunun karsisinda çok açiktir ki, en geleneksel toplumlarda bile her sey geleneksel degildir. Özellikle ritüel ve seremoniden daha fazla uzaklasmis olan beceriler ve görevlerin çogu seküler uzmanligin biçimleridir. “Gelenek zamanin özel bir görünümünü sahiplenir/sahip oldugunu iddia eder, ama ayni iddiayi mekan için de yapma egilimindedir. Ayricalikli mekan, geleneksel inanislarin ve uygulamalarin farkliliklarini saglayan/devam ettiren seydir. Gelenek daima köken ve merkezi yerleri baglamlarinda kök salmistir.” (Giddden,1994b,80) Bu baglamda Giddens “modernlikte gelenek” konusuna giris yapmak için geleneksel uygarliklarin belli karakteristiklerini siralar: “Modern öncesi uygarliklarda, siyasi merkezin faaliyetleri hiç bir zaman yerel cemaatin gündelik hayatina tam olarak nüfuz etmemistir. Geleneksel uygarliklar parçali ve düalistiktir. Nüfusun büyük çogunlugu, Marx’in deyisiyle, “patates çuvali” olusturur gibi yerel tarim cemaatlerinde yasarlardi. Gelenekler bu düalizme dahil olurlar ve bunu ifade ederlerdi. “Büyük gelenekler” her seyden önce, kutsal metinlerin varligina bagli bir süreç olan dinin rasyonellesmesini çagristirir. Burada rasyonellesme gelenege zit degildir; tam aksine, kanit hazir olmasa bile rasyonellesmenin, tamamiyle (sadece) sözlü olan kültürlerde bulunabileceginin çok ötesinde, özel geleneksel biçimlerinin uzun süreli varligini mümkün kildigini tahmin edebiliriz. Ilk kez bir gelenek kendisinin “çok eski zamandan” beridir var oldugunu bilecek, büyük anitlar insa ettikleri için maddi anlamda, ama ayrica, beden disi (ruhsal) anlamda klasik metinlerin güçlerinin bir kaniti olmasi bakimindan da büyük gelenekler heybetliydiler.”(Giddens,1994b,92) Bununla birlikte, bu uygarliklarin yapisal niteliginden dolayi büyük gelenekler, hakimiyetlerinin zayif oldugu yerel cemaate sadece eksik biçimde aktarilmistir. Her halükarda, yerel cemaatler, sözlü toplumlar olarak kaldilar. Bunlar daha rasyonellesmis sistemlerin asagi süzülmesinden ya uzak kalmis ya da faal olarak mücadele etmis çesitli gelenekler gelistirdiler. Bundan ötürü, gelenegin içeriginin çok büyük bir bölümü yerel cemaatin seviyesinde kalmaya devam etmistir. Bu gibi “küçük gelenekler” genellikle rasyonellesmis dinlerin muhafizlari tarafindan etkilenmisler ama ayrica çesitli yerel sartlara da cevap vermislerdir. Çogunlukla yerel cemaatler ile merkezi elitler arasinda linguistik farkliliklar ve de kültürel bölünmeler olmustur. Ulus-devletin gelismesi ve yayginlastigi dönem ayrica, genel nüfusun yerel cemaat düzlemini kestirmeden geçen birlesme sistemlerine daha fazla dahil oldugu bir zaman olmustur. Kurumsal düsünümsellik gelenegin bas düsmani haline gelmistir; faaliyetin yerel baglamlarinin tahliyesi, artan zaman-mekan uzaklasmasi ile es zamanli olmustur. Ancak bu karmasik bir süreçtir. Erken modern kurumlar sadece önceden var olan geleneklere dayanmadi, ayrica yenilerini de yaratmistir. Hakikat ve alakali ritüeller, yeni alanlara hizmete zorlandi -bunlarin en önemlisi “ulus”un sembolik etki alanidir. Bu çerçevede “Erken Modernlik ile Gelenek” arasindaki baglantilar kisaca söyle tanimlanir: Birincisi, eski ve yeni, geleneklerin modernligin erken gelisiminde önemli olusu, tekrar modern toplumun “disiplinle ilgili model”inin sinirliliklarina isaret etmektedir. Gözetim mekanizmalari genel olarak, etkinlikleri için duygusal kontrolün veya vicdanin içsellestirilmesine dayanmistir. Ortaya çikan duygusal eksen, zorlayicilik ile ortaya çikan utanç korkusunu birlestiren bir eksen olmustur. Ikincisi, genelde pozitivist bir tarzda anlasilan bilimin rolünün mesruiyeti, her halükarda popüler kültürde, hakikat ile siki baglari olan dogruluk fikirlerini devam ettirmistir. “Bilim ve din” arasindaki mücadeleler, sorgulanmamis “yetki”ye sahiplik iddialarinin çeliskili niteligini gizlemistir. Nitekim bundan ötürü pek çok uzman fiilen muhafizdilar ve uygun itaat biçimleri meydana getirdiler. Üçüncüsü, modernligin zorlayici dogasi karsisinda, tamamen gizli kalan veya karsi koyulmayan bir sey kalmadi. Dördüncüsü, modernligin zorlayiciligi kökeninden itibaren cinsiyet-ayirimlidir. Besincisi, özellikle generasyon ve tekrar generasyon gözönüne alindiginda gelenek, kisisel ve toplu kimlikten beklenir. Kimligin sürdürülmesi, modernligin kurumlarinin olgunlasmasiyla temel bir problem olarak terkedildi -ama daha gerilimli ve çeliskili biçimlerde- bu sorun gelenegin otoritesinin kullanilmasiyla “çözüldü”. (Örnegin isci sinifi mahallelerinin cemaat anlayisi bir ölçüde gelenegin tekrar insasi biçimini aldi; ulusalciligin devlet düzleminde aldigi gibi) Bu temellendirmeden itibaren Giddens gelenek ve küresellesme iliskisine yönelir: Burada da temel sorusu; “küresellesmeyi geleneksel eylem baglamlarinin kazi süreçlerine baglayan”in ne oldugu üzerinedir. “Baglanti, soyut sistemlerin yersizlestiren sonuçlaridir. Burada nedensel etkiler karmasiktir ve modernligin çok boyutlu karakteri ile yakindan baglantilidir. Gelenek zamanin ve dolayisiyla da mekanin organizasyonu ile alakalidir; küresellesme de böyledir, yalniz biri digerine karsittir. Gelenek, zamani kontrol etme araciligiyla mekani kontrol ederken, küresellesme tam tersini yapar. Küresellesme özünde “uzaktan eylem”dir; mevcut olmama, mevcut olmaya baskindir, zamanin tortulasmasinda degil mekanin tekrar insasi nedeniyle böyledir. Bundan dolayi geleneksel sonrasi toplum ilk küresel toplumdur. Yakin zamana dek, dünyanin büyük bölümü gelenekselligin pek çok genis çevrili bölgelerinin direndigi parçali bir durumdaydi. Bu alanlarda ve endüstriyel olarak daha gelismis ülkelerin bazi bölgelerinde ve baglamlarinda yerel cemaat güçlü olmayi sürdürdü. Son birkaç onyilda, özellikle ani küresel elektronik haberlesmenin gelismesi ile bu durum radikla biçimde degisti. Kimsenin “disarida” olmadigi/kalamadigi bir dünya, önceden var olan geleneklerin sadece baskalariyla degil, ayni zamanda çok çesitli yasam biçimleriyle de karsilasmaktan kaçamayacagi dünyadir. Ayni sekilde bu dünya artik “öteki”nin etkisiz olarak görülemeyecegi bir dünyadir. Mesele sadece ötekinin cevap vermesi degil, ayrica karsilikli sorgulamanin mümkün olmasidir.”(Giddens,1994b,96) Geleneksel sonrasi düzende, Richard Rorty’nin hatirlanacak ifadesiyle, insanoglunun kozmopolit bir sohbetinin olusumunu hazir bir gerçeklikten ziyade bir ihtimal olarak görürüz. Bunun nedeni gelenegin devam eden rolünün siddet potansiyeli ile çevrelendigi bir toplumsal düzendir. Günümüzde gelismis toplumlarda yerel cemaatlerin yikimi en üst noktasina ulasmistir. Modern toplumsal gelismenin erken/önceki asamalarinda hayatta kalmis veya etkin sekilde yaratilmis olan küçük gelenekler artan ölçüde kültürel tahliyenin etkilerine teslim olmuslardir. Bazi modern öncesi toplumlarda binlerce yil var olan büyük ve küçük gelenekler arasindaki fark, bugün neredeyse tamamen ortadan kalkmistir. Daha önce oldugu gibi, yerel cemaatin çözülmesi, yerel hayatin veya yerel uygulamalarin yok olmasi ile ayni sey degildir. Bununla beraber, mekan/yer, uzak tesirler yerel alanda kullanildigi ölçüde artan boyutta yeniden sekillenir. Böylece var olan yerel adetler degisik anlamlar gelistirme egilimi gösterirler. Bunlar ya kutsal emanetlere ya da aliskanliklara dönüsürler. Aliskanliklar rutinnlesmenin tamamen kisisel biçimleri olabilirler. Pek çok aliskanlik, degistirme ile sekillendiklerinden veya kurumsal düsünümselligin genellestirilebilir etkilerinin nedeniyle basariyla toplu hale gelebilirler. Bir alanda veya cemaatte bulunan etkiler tarafindan yaratildiklarinda yerel adetler, daha hakiki toplu adetlerdir; ama daha geleneksel uygulamalarin kalintilari olanlarin bazilarinin yasayan müze dedigi parçalara dönüsmeleri muhtemeldir. Ister kisisel özellikler olsun isterse toplumsal adetlerle daha yakindan bagli olsun, aliskanliklar gelenegin hakikati ile olan bagini yitirmistir. Yine bir zamanlar geleneksel düzende hem büyük hem de küçük geleneklerle özdeslestirilen el ürünleri, kalinti haline gelme egilimindedir. Buna ragmen “kalinti” sadece maddi objeleri degil, daha fazlasini içerecek sekilde genis anlasilmalidir. Kalintilar bu anlamda sadece zayiflamis ya da yitmis geleneklerin kalintisi olarak yasayan objeler veya uygulamalar degillerdir: Kalintilara asilmis/ötesine geçilmis bir geçmisin örnekleri olarak anlam yüklenmistir. Kalintilar gelismesi olmayan bir geçmisin isaretçileridir ya da en azindan günümüze olan nedensel baglari, kalintilara kimliklerini kazandiran seyin bir parçasi degildir. Kalintilar vitrinde bir teshir nesnesidirler ve korunmus kalintilar veya tamir edilmis saraylar, kaleler “gerçek abideler”den farkli degildir. Maddi bir kalinti”oldugu yerde kalan” bir seymis gibi görünebilir -etrafindaki degisim heveslerince dokunulmadan duran. Tersini söylemek daha dogru olur; bir kalintinin bulundugu alan ile etkili bir iliskisi yoktur ama her kim görmek için geldiginde, gözlem için görülebilir bir ikon olarak ortaya çikar. Bir kalinti ortak yapilarindan yoksun birakilmis bir “hafiza kaydi” gibidir. Yasayan bir müze, bu gibi hafiza kayitlarinin kamuya teshir edildigi herhangi bir kolajdir. Aliskanlik haline gelmedikleri müddetçe adetler bu kategoriye girebilir. Bugün kalintilarla ilgili husus onlara önem kazandiran seyin sadece geçmiste (ve simdi) dini geleneklerde yaygindi ama oldukça farkli bir önemleri vardi; önemleri tek basina geçmisle bir iliskiden degil, kutsal alana katilimindan kaynaklaniyordu. Gelenek, farkli degerler ile farkli yasam biçimleri arasindaki çatismalari etkili bir biçimde yatistirma yoludur. Geleneksel toplumun dünyasi, kültürel çogulculugun, -herbiri ayricalikli mekanda yasayan- ahlak ve adetlerin farkliliginin olaganüstü biçimini aldigi- bir geleneksel toplumlar dünyasidir. Geleneksel sonrasi toplum ise oldukça farklidir. Özünde küreseldir ancak ayrica küresellesmenin yogunlasmasini da yansitir. Geleneksel sonrasi düzende, ister süregelen ister icat edilmis gelenekler içeriyor olsun, kültürel çogulculuk artik daha fazla yerlestirilmis gücün ayrilmis merkezleri biçimini alamazlar. “Geleneksel sonrasi toplum sonlaniyor; ama bu ayrica faaliyet ve deneyimden olusan hakiki, yeni bir toplumsal evrenin baslangici. Bu nasil bir toplumsal düzen türü, ya da nasil bir tür olacak? Bu dünya toplumu anlaminda degil ama belirsiz/sinirsiz mekan anlaminda bir küresel toplum. Bu toplum, toplumsal baglarin geçmisten miras alindigi degil, etkili olarak yapilmasi gerektigi toplumdur. Bireysel ve daha toplu düzeyde bu, tedirgin edici ve zor bir giirisimdir ama ayni zamanda büyük ödüller vaadeden bir toplumdur. Yetkililer bakimindan merkezdisidir ama firsatlar ve ikilemler bakimindan tekrar merkezidir, çünkü birbirine bagimliligin yeni biçimlerine odaklanmistir. Narsizmi ve hatta bireyselciligi geleneksel sonrasi düzenin özü olarak düsünmek, özellikle gelecek için barindirdigi potansiyeller bakimindan bir hatadir. Bireyler arasi hayat alaninda, ötekine açilmak toplumsal dayanismanin geregidir; daha genis ölçekte, küresel kozmopolit bir düzende “dost eli”nin uzatilmasi, bu tartismanin sorgulanmayanidir.”(Giddens,1994b,106-107) Buna karsin potansiyellik ve gerçeklik iki çok farkli seylerdir. Radikal süphe korkuyu besler, toplumsal olarak yaratilan belirsizlikler oldugundan daha kaygi verici görünürler; hem yerel hem küresel düzeylerde zengin ile fakir arasindaki mesafe giderek açilmaktadir. Yinede zorlayiciligin ötesinde, hakikate çok az sey borçlu olan ama gelenegin savunusunun önemli bir rolünün bulundugu hakiki insan yasami biçimleri gelistirme sansi yatmaktadir. Son olarak Giddens daha sonraki çalismalarinda “geleneksel sonrasi toplum” fikrini söyle özetlemis ve kismi ekler yapmistir; "Bu gün küresellesmenin etkisiyle iki temel degisiklik meydana gelmektedir. Bati ülkelerinde yalnizca kamusal kurumlar degil, gündelik yasam da gelenegin kiskacindan kurtulmaktadir. Daha geleneksel kalan dünyanin diger toplumlari geleneklerinden uzaklasma sürecine girmistir. Yeni ortaya çikan "küresel kozmopolit toplum”un özünde yatan degisim budur." (Giddens,2001,57) Geleneksel dünyada farkli kültürler ayri olarak varliklarini sürdürmüslerdi, geleneksel sonrasi küresellesmis dünyada kültürlerin ayri bulunma olasiligi yoktur. Geleneksel-sonrasi toplum, gelenegin bitisinden sonra yasamini sürdüren bir toplumdur. Gelenegin bitisi, Aydinlanma düsünürlerinin olmasini istedikleri gibi gelenegin ortadan kalkmasi anlamina gelmez. Tam tersine, gelenek farkli versiyonlariyla her yerde gelisip serpilmeye devam edecektir. Fakat gelenegin giderek daha az geleneksel biçimlerde yasanmasi söz konusudur. Geleneksel yol bu anlamda geleneksel faaliyetlerin kendi ritüel ve sembolizmleriyle, kendi iç hakikat iddialariyla savunulmasi demektir. Bu çerçevede gelenegin rolü degistikçe yasamimiza yeni dinamikler girmektedir. Bunlar bir yanda eylemin özerkligi ve zorlayiciligi ile öbür yanda kozmopolitlik ve fundamentalizm arasindaki bir gerilim olarak özetlenebilir. Bu çerçevede de gelenek ve göreneklerin etkisi dünya düzeyinde gerilerken, özkimligimizin (benlik duygumuzun) temeli de degisiyor ve fundamentalizm, küresellestirici etkilere karsi tepki olarak ortaya çikmistir, bu anlamda fanatiklik ya da otoriteryanizmle ayni sey degildir. Fundamentalistler, literal bir anlamda yorumlanmasi beklenen temel metinlere geri dönme özlemi içindedir ve böyle bir okuma biçiminden çikarilan ögretilerin toplumsal, ekonomik ya da siyasal yasama uygulanmasini önermektedirler. Bu baglamda fundamentalistler gelenegin koruyuculuguna yeni bir canlilik ve önem kazandirmislardir. (Giddens,2000,61) Fundamentalizm, kusatilmis gelenektir. Nedenlerin pesine düsmüs küresellesen bir dünyada geleneksel yollarla savunulan gelenektir. Dolayisiyla, fundamentalizmin dinsel ya da baska inançlarla bir iliskisi yoktur. Önemli olan, inançlarina dayali hakikatin nasil savunuldugu ya da ortaya atildigidir. Fundamentalizm insanlarin inandigi seylerle degil, daha genelde gelenek gibi onlara niçin inandiklari ve nasil mesru kilmaya çalistiklariyla ilgilidir. (Giddens,2000,62) Fundamentalizm küresellesmenin bir çocugudur ve hem ona karsi bir tepkidir, hem de ondan yararlanir. Bu dogrultuda fundamentalizm kendisini asil siddete yönelme ihtimaliyle gösterir ve kozmopolit degerlerin düsmanidir. Yine de fundamentalizm, küresellestirici modernligin sadece antitezi olmakla kalmaz, onun önüne bir takim sorular da koyar. En temel soru sudur; Hiçbir seyin kutsal olmadigi bir dünyada yasayabilir miyiz? Gelenek geleneksel olmayan bir yolla savunulabilir ve gelecekte yapilmasi gereken budur. (Giddens,2000,58) Buna göre: “Din ve gelenek her zaman yakindan iliskili olagelmistir ve gelenek, ona tam karsit olusturan modern toplumsal yasamin düsünümselligi tarafindan dinden çok daha ciddi biçimde baltalanmaktadir.” (Giddens,1994b,100) Sonuç olarak Giddens teorik insasinin merkezine gelenegi yerlestirmesine karsin gelenegin kökeni üzerinde durmaz. Ona göre tüm gelenekler icat edilmis geleneklerdir. Giddens bu argümaninda Eric Hobsbawm’in “icat edilmis gelenek” kavramina yaslanir. Bu durum sosyolojik paradigmanin karakteristik niteliginden kaynaklanan bir açmaz olarak karsimizdadir.
__________________ Kırk yılda bir gibisin... | |
|
Etiketler |
geleneğin, paradigması, sosyolojik |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Sosyolojik Yöntem ve İlkeleri | Ecrin | Makale - Araştırma - Ve Bilimsel Yazılar | 0 | 29 Ağustos 2013 19:04 |
Geleneğin Belirlediği Aşk Psikolojisi ve Sevgili Tipi... | Sevda | Divan Edebiyatı | 0 | 23 Kasım 2012 02:51 |
Psikolojik, Sosyolojik ve Ekonomik Tezler | InTheDarK | Felsefe | 0 | 01 Mayıs 2012 18:55 |
Dua'nın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları | Burce | Kuran-ı Kerim | 0 | 04 Nisan 2012 23:07 |