IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 14 Mart 2014, 17:17   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Düşsel ortaçağ




UZAK DOĞU RESİM VE CEHENNEMLERİNİN BATI'DA YARATTIĞI EFSANE

Hethoum, İbn Batuta, Marco Polo’nun tanıklıkları.
Ejderha kuyumcusu Guillaume Boucher. Moğol Deccal efsanesi;
Ermenistan’da Kirakos vekayinamesinde;
Batı’da Monte Corelli Ricoldo, Roger Bacon’da.
Dolaysız temaslar ve uyuşmalar.

Uzak bir âlem, kendini Orta Çağa yavaş yavaş ifşa etmişti. Arızi temaslar ve ilk sızmalardan sonra, engeller aniden kalkmıştır. Kapıların açılması ve sınırların Batı yönünde Avrupa kıyılarına kadar ilerlemesi, Uzak Doğu ile Batı arasında yeni bir mübadele dönemi başlatmıştır. Asya’nın tümü keşfedilmiştir, ama seyyahları en çok Çin cezbetmektedir. İlhanlıların sarayı yalnızca bir duraktır. Hind’in harikaları insanları burada tutmaya yetmemektedir. Doğu Asya halkları ile ithal ürünlerin resmedilmesinde Çinliler ilk sırayı almaktadırlar. Kuşkusuz, ticari mallar veya hanların Batılı hükümdarlara yolladıkları armağanlarla birlikte bazı sanat eserleri de gelmiştir. Bu, onların evrensel bir üne sahip oldukları dönemdir.

Sadi, Gülistan’ın (1258) önsözünde, bir Çin resim koleksiyonunu işaret etmek üzere nigârhane-i Çin tabirini kullandığında, bu resimlerin mükemmelliğini belirtmek istemiştir. XIV. Yüzyılın ilk yarısında yaşayan ve vakvak masalını anlatmış olan coğrafyacı İbn el-Vardi, herhangi bir Çinlinin resim ve çizimlerinin diğer halkların ürettiklerinden üstün olduklarını iddia etmektedir. Hethoum, Poiters’de 1307’de kaleme aldığı eserin başında, Kathay krallığının dünyanın en soylu ve zengin krallığı sayıldığını ilan etmektedir…

“Ve Kathaylıların iki gözleriyle, Latinlerin ise tek gözleriyle gördükleri söylenir… Ve gerçekten de bu ülkeden çok ince işçiliği olan çok sayıda tuhaf ve harika şeyler gelmektedir, öylesine ki bunlar dünyanın en ince sanat insanları ve el işçileri olarak görülmektedirler.”

İbn Batuta, 1349’da Çin’den dönüp Tanca’ya vardığında, “resim konusunda, ister Hıristiyan, ister başkası olsun, hiçbir ulus Çinlilerle rekabet edemez” diye yazmıştır. Çinliler ressam bir ulustur.

“Onların şehirlerinden birine girdikten sonra oraya geri dönme fırsatım olduğu her seferinde, kendimin ve arkadaşlarımın portrelerinin duvarlara veya evlere konulan kağıtlara resmedildiklerini gördüm.”

Batılılar da bu sanata Müslümanlar kadar duyarlı olmuşlardır. Marco Polo, Kubilay’ın Hanbalık’taki sarayını tasvir ederken, değerli vazolar ve kraliyet mücevherlerinden hareketle bu güzel resimleri zikretmektedir.

“Sarayın duvarları ve aralıkları altın ve gümüşle parlıyor, buralara çeşitli tarzlarda resimler yapmışlar, ama en çok savaş tarihinin çizgileri yer alıyor; bunları canlı renklerle gösteriyorlar ve herşey altın yaldızla parlıyor.”

Venedikli seyyah bunlardan bir amatör olarak tad alıyordu, ama Rubrouck’un 1254’te Möngke’nin ordo’sunda rastladığı Parisli kuyumcu Guillaume Boucher, bu başyapıtlardan herhalde derinlemesine etkilenmiştir. Karakum’daki merak uyandırıcı faaliyeti konusunda, bizzat Aziz Louis’nin elçisinin tanıklığına sahibiz. Fransız kuyumcusu, bu kentte Büyük Han için, onun sarayının tam karşısında, “kiliseye benzeyen” gümüşten bir ağaç inşa etmiştir; bu ağaçtan çeşitli içecekler dağıtılmaktadır. Tepede flüt çalan bir “melek” yer almaktadır. Bu flütü, herhalde ağacın altındaki büyük bir deliğe gizlenmiş bir körük çaldırmakta, hatta hareket ettirmektedir. Ama “bu yeteri kadar hava vermiyordu”, bu yüzden bir adam çağırmak gerekmiştir. “Herbiri içinden at sütünün çıktığı bir kanala sahip olan” dört aslan, ağacın kaidesini meydana getirmekteydi.

Yukarıda, ağacın gövdesine sarılmış dört “yaldızlı yılan”, şarap, bal şerbeti, caracosmos ve pirinç rakısı tükürmekteydi. Bu ağaçbiçimlı otomatın hayvanbiçimli ayağının bir Batı kandil veya mumluğuna ilham vermiş olması muhtemeldir, ama Uzak Doğu’daki yılanlar çoğu zaman kanatlı olan ejderlerdir. Gautier de Metz’in 1246 tarihli image du monde adlı eserinin içinde yer alan geyikleri yutan Ynde yılanları, 1277 tarihli bir resimde kanatlı ejderler olarak gösterilmiş değiller midir? Bunun tasvirinin, Oderic’in Hanbalık sarayının büyük salonunda bulunan bir havuza ilişkin tasviriyle kıyaslanması gerekir: “Bu havuzun her köşesinde soluk soluğa olan ve kanatlarını (herhalde yarasa kanatları) hızla çırpan bir yılan var, bu yılan bazı borular aracılığıyla kralın sarayına içecek dağıtmaktadır.”

Pekin sarayındaki bu harika havuz, Möngke için kurulan ağacın canavarlarının kökeni ve görünümü hakkındaki kuşkuları yok etmektedir. Zaten üzerinde dört ejderli bir budak bulunan benzer bir ağaç, Çin Türkistan’ındaki Bezelik’te (VI.-VIII. yüzyıl) bulunmaktadır. Üzerinde büyük bir figür (“melek” yerine Padmapâni) bulunan bütünde, Boucher’nin eserinin düzeneklerinin hepsi çoktan yer almıştır. Parisli kuyumcunun yerel sanattan ilham alarak çalıştığı hemen hemen kesindir. Gotik resmin kuyumculukla sınırlı kaldığı bir dönemde ortaya çıkan bu olgunun kendi başına büyük önemi bulunmaktadır. Ve diğer yandan, otomatlara ilişin bu anlatılar, bize Batılıların XIII. ve XIV. Yüzyıllarda gördükleri ejderhalara ilişkin dolaysız tanıklıklar sunmaktadır.

Bir Ming memuru olan ve yeni hükümdarın tahta çıkmasıyla onları yok etmekle görevlendirilen komisyonun üyesi olan Siao Siun’a borçlu oludğumuz Hanbalık’taki Yuan sarayı tasviri bu konuda başka kesinlemeler getirmektedir. Üzerinde kaplanları, göksel iblislerin dans ettikleri; bir koku bulutu salan birbirine dolanmış ejderlerin bulunduğu; çenelerini açıp kapatan ejder biçimli gemilerin yer aldığı birçok otomat söz konusudur. Ejderler, mermer köprüleri süsleyen, akik gibi parlayan birçok yerde çoklu biçimler altında ortaya çıkmaktadırlar. Bazıları, birdenbire suyun üstüne çıkıvermektedirler. Long-Fukong sarayında, bazı duvarlara koyu renkli ipek kumaşlar gerilmiştir ve bunları uçan ejderler aydınlatmaktadırlar. Fransiskenler, işte bu dünyada ve bu dekor içinde ikamet ediyorlardı.

Çin kaynaklı biçimlerin Asya ve Avrupa’da yayılmaları XIII. Yüzyılın ortasından itibaren yoğunlaşmıştır. Hülağü 1256’ya doğru İran’a birçok Çinli sanatçı ve mühendis getirtmiştir. İran minyatürünün hanlar döneminden ne kadar etkilendiği bilinmektedir. Daha önce gördüğümüz üzere, Uzak Doğu temaları aynı tarihlerde Batı sanatına nüfuz etmeye başlamıştır ve bunların akını Yuanların tahta geçmesiyle artmıştır. Moğol devletlerinin kurulması, bir bakıma nehir kapaklarını açmış ve Uzak Doğu unsurlarının Batı’ya doğru ilerlemesinin önündeki engelleri kaldırmıştır.

İlginç bir çelişkinin sonucu olarak, bilgeliğin inceliklerini dünyaya cahil kitleler taşıyacak ve ileride göreceğimiz üzere, kaba bir güç, üstün bir halkın ışıklarını saçmasına hizmet edecektir.

Bu katkıların çeşitliliği, bu hareketin en çarpıcı karakterlerinden biridir. Çin kendini İran’da, resim alanında yarım tonlardan yana zenginliğinin artması, bir nemlilik atmosferinin ve akışkan biçimlerin ortaya çıkması; hat sanatında ise çi tarzından kaynaklanan dalgalı eğrilerin, geniş ay manzaralarının ve klasik ejderha, yağmurlarının efendisi ve anka kuşu gibi bazı temaların ortay çıkması şeklinde göstermiştir. Avrupa’da aynı Moğol unsuru öncelikle yarasa kanatları ve bir şeytan ailesi aracılığıyla aktarılmaktadır. Bu biçimler, temas ettikleri odaklarda hep aynı izleri bırakmamaktadır. Etkileri yerine ve zamanına göre değişmektedir ve bu hareketin özel karakterini belirleyen, koşulların kendine özgü bileşimleri olmuştur.

XIII. yüzyılın ortalarına doğru Batı’da yeni bir efsane doğmuştur. Bu efsane, dünyanın Moğol saldırısı karşısında hissettiği dehşet ile adların uyumundan kaynaklanmıştır. İstilacılar, dünyanın sonunu haber veren iblisler veya hiç değilse onların yardakçıları olarak kabul edilmişler ve binlerce yıllık kâbuslar geri dönmüşlerdir. Efsane, sarı tehlikeyi ilk gören Doğu Hıristiyanları tarafından yayılmıştır. XIII. Yüzyıl Ermeni tarihçisi Kirakos’un bütün Vekayiname’si (Moğolların haça saygılı olduklarını iddia eden de bu kişidir) bu fikrin etkisi altındadır. Deccal’ın devri geri gelmektedir. Daha şimdiden ulus ulusa, krallık krallığa karşı dikilmiştir. (Matta İncili, XXIV, 7): “Herşeyin sona erdiği dönemde sahte İsa’lar ve sahte İsa’lar ve sahte peygamberler çıkacak ve bunlar şeytani işaretlerle iş görecektir” diyen tanrısal öngörü kitabi olarak gerçekleşmektedir. İşte şeytanın harekete geçirdiği, sinsi olayların arkasında yer alan Davud adlı düzmece bir peygamber çıkmıştır bile: Katçen ülkesine buz yağmıştır ve buz parçalarının arasında çok sayıda balık vardır. Gegham Denizinin kenarında ölmüş ve yarı yarıya gömülmüş bir dev bulunmuştur; bunun kalbinin yerinde, içinden kan fışkıran bir delik vardır. Öte yandan, bir tanrı adamı olan Narses (öl. 383), Ermenistan’ın okçu bir halk tarafından yok edileceğini söylememiş midir: “Zaten Tatarların ortaya çıkış nedenleri budur.” Felâketin tasviri, her an Mahşer’i hatırlatmaktadır.
Alıntı

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
düşsel, ortaçağ


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ortaçağ Kudüs Haritası Afrodit Tarih 0 29 Ağustos 2013 20:22
./düşsel Desmont IF Ekstra 0 12 Ocak 2012 22:22
Ortaçağ da Benlik Kalemzede Felsefe 0 23 Eylül 2011 01:57
Düşsel Varsayımlar Başlıyor Kalemzede Felsefe 0 20 Eylül 2011 01:38