03 Şubat 2013, 21:25 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İçimizdeki Karşı Konulmaz Dürtü Şeytan ya da içimizdeki femme fatale Tolstoy Anna Karenina’yı bitirdikten yaklaşık on yıl sonra, 1898 Kasımı’nda, Şeytan adlı uzun öyküsünü kaleme almıştır. İlk bakışta, Kreutzer Sonat (1890) ile dolaylı da olsa tematik bir bağlantısı bulunan bu uzun öykü, okuru oldukça düşündürecek tuhaf bir “kara delik” çevresinde dönmektedir. Bizim kültürümüzün tanımıyla, genç bir “köy ağası” babasından kalma çiftliği işletmek üzere köye yerleşir ve orada, kocası şehirde yaşayan genç, hayat dolu köylü bir kadınla bir tür “ihtiyaç giderme ilişkisi” kurar. Derken, kendi sosyal katmanından orta halli bir kızla evlenir. Tuhaf olan, Yevgeni’nin başına, köylü kadının değil de, içinde ona duyduğu bastırılmaz arzunun bela olmasıdır. Bu sürükleniş, bizi sınırlı da olsa Tolstoy evrenine sokmakta, orada, onun “aile mitosuna” ve özellikle de kaynağı Schopenhauer’in metafiziğinde de yatan cinsel dürtü anlayışına bir göz atmamıza yol açabilecek bir anahtar gibi görünmektedir. (...) Şeytan, Anna Karenina’nın bitişinden yaklaşık on yıl sonra kaleme alınmıştır. Bu uzun öykü, ilginç bir şekilde Tolstoy’un “aile sorunsalı”na ışık tutmakla kalmayıp, cinsel dürtünün egemenliği konusunda, felsefi değinmeler bile içermektedir. Dikkatli okur, Aşkın Metafiziği, A. Schopenhauer ve Varolmanın Acısı, Schopenhauer Felsefesine Giriş kitaplarındaki, cinsel dürtünün, dolayısıyla da iradenin, insanı köleleştirme tezinin sınırlı bir uygulamasını da Şeytan’da bulduğunu düşünebilecektir. Tolstoy’un, bütün eserlerinin mutlaka Rusça’ya çevrilmesini istediği Schopenhauer, varoluşun kökeni “irade”ye bağlayıp, bu iradenin hayatın sürmesinden öteye hiçbir amacı olmadığının altını çizmiştir. İrade, türün bireylerini, cinsel dürtünün baskısıyla üremeye mecbur kılar. Şeytan’da babadan kalma çiftliği, fabrikayı ve koruluğu borçlarıyla birlikte devralan Yevgeni, Tolstoy’un aile mitos’unun küçük bir modelini temsil eder. Ne var ki, kocası şehirde oturan ve evlilik öncesinde Yevgeni’nin “ihtiyacını” karşılamış olan köylü kadın, adeta görüntüsüyle ya da uzaktan etkisiyle, Yevgeni’yi vehimlerin paranoyaya dönüştüğü, aklın, iradenin hükümlerini yitirdikleri bir cehenneme doğru sürüklemeye başlar. Tuhaf bir durumdur bu. Yevgeni, kadından hiç etkilenmediğini sanmakta, etkilenmemeye söz vermekte, ama onunla en ufak bir temas, onu şöyle uzaktan görme hali bile, içindeki arzuların kabarmasına neden olmaktadır. Yevgeni, bugünün kültürünün diliyle söyleyecek olursak, bir femme fatale, bir şeytan kadının kurbanı değildir; çünkü bir kere köylü kadın, gerek statüsüyle, gerek entelektüel birikimiyle, bir “femme fatale” niteliğini hak etmemekte, çağrılınca gelen, buluşma yerinde Yevgeni’yi bulamayınca sesini çıkartmadan çekip giden, edilgen, kendi dünyasında ve koşullarında varolan bir tür uyarımcı “nesnedir”. Şeytan, femme fatale, erkeğin kendi içinde, adı konmayacak bir derinliktedir: Ya da “şeytan” Aşkın Metafiziği”ndeki, o sinsi, hilebaz “iradedir”. Baştan çıkartıcı gibi görünen köylü kadının, Stpanida’nın, bu yönde hiçbir özel gayretinin bulunmayışı “şeytan”ı erkeğin içine yerleştirme kaygısıyla bütünleşmektedir. Doğallığı iyice öne çıkmış bu köylü kadın, cinsel dürtü şekline girmiş karşı konulmaz “doğanın” bir aracıdır sanki. Öyleyse Tolstoy’un, aile mitosunun çerçevesinde, kadını evcilleştirme ve ona ideal aile organizasyonu içinde doğurgan anne işlevi yükleme talebine, karşı cinsten duyduğu örtük korkuyu, sık sık sözünü ettiği ve kötülük diye tanımladığı “frengi” korkusunun şeytan kavramıyla örtüşmesini, hemen her romanında kendini ele veren ödipal boyutu (burada anne oğlu ilişkisi) eklemek gerekir. Şeytan’ın iki sonu var. Her iki son da, doktorların, Yevgeni’nin deli olduğuna ilişkin görüş birliğine yazarın auktorial bir müdahaleyle karşı çıkışıyla bitiyor. Özetle, “ O deli değildi” diyor. Bizce bu eser bir kez daha dönemin tıbbının ya da hakim psikoloji paradigmasının, içimizdeki o büyük baştan çıkartıcıyı, Freud’un her türlü dürtünün üstüne yerleştirdiği cinsel dürtünün hegomanyasını kabul etmeme zaafına yollama yapıyor; bu yönüyle de, Schopenhauer’den Freud’a uzanan zincirin bir halkasını oluşturuyor.
__________________ Kırk yılda bir gibisin... | |
|
Etiketler |
dürtü, karşı, konulmaz, İçimizdeki |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Karşı cinste karşı konulmaz bulduklarımız | Sue | Aşk ve Sevgi Köşesi | 0 | 08 Temmuz 2012 14:22 |
Kadınların karşı cins de karşı konulmaz buldukları! | Kalemzede | Ah Kadınlar | 0 | 10 Mayıs 2012 20:25 |
Karşı konulmaz yedi erkek tipi | Sue | Aşk ve Sevgi Köşesi | 0 | 04 Mayıs 2012 21:41 |
Temel Dürtü | JB | IF Ekstra | 1 | 21 Ağustos 2010 15:44 |
Dürtü savunma ekolü | YapraK | Felsefe | 0 | 29 Mart 2009 17:53 |