Sesler! Mukarrerde zorlandığım ve zail sesler. Sesler! Gâh tebessüm gâh darp eder. Suya günah karıştırmayan, nefsin düşmanı sesler. Hakikatte fikrime huzurdur; lakin bende kusurdur sesler. Derinden bir ah ki, ah!... Fikriyat ve sesler. Duymak istedim o gece tıpkı her gece gibi, yıldızların güneş ile dansı gibi, aydınlanmak istedim, bir yudum ışık istedim ve korktum! Ya gelmezse, ya ben gecenin aydınlığına dahi layık değilsem ki öyleydim. O gece anladım. Güneş geceyi aldatırken benim biçare ve zayıf yanan mumum bile beni terk etti. Hatta veda bile etmeden. Bir dumana bir ise dahi layık olamadım. Güneş geceyi aldattı ve ben hala korku içinde karanlıktayım. İşte bu vakit anlam buldu benim seslere itimatsızlığım ki bu sebebiyetle benim varlığım dahi fazlaydı. Fazlalık bedenin işiydi de, ya ruhumu ne yapmam gerekirdi? Bedenime vurulan prangalar çıkarılmıştı; lakin pranga izleri hüküm sürüyordu bu naçiz varlıkta ve hatırlamama her an yardım ediyordu. Yâd etmemek elde değil. Yanan bir mumum daha beni terk etti. Timsah gözyaşlarını esirgemeden ve yine veda etmeden. Sesler diyorum ve ah kendim! Büzülmüş bedenine ruhunu sakladın seslerden bihaber. Ruhunu aklından sakladın sesleri kendine sır eyledin. Esaret böyle bir şey olsa gerek. Sesler, ruhuma em bilip; lakin süremediğim sesler, münhani mumların damlayan yaşlarını dahi anlayamadığım, gözlerimde yansıyan her ışığı nihai olabileceğini düşünemediğim, her karanlık çöktüğümde üzerime topraktan geri kaldığım, zaman içindeki kendim. Ah sezemediğim sesler ve hayat dâhilindeki sendelemeler. Ah kendim! Son mumdan sonra hayatta terk etti beden diyarımı ve mum ile müşabih noktasında veda bile etmeden. Ve yine ah kendim!