10 Kasım 2011, 10:07 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Kant ın Felsefesi Gelişmesi bakımından Kant’ın felsefesi iki döneme ayrılır : 1.Kritik öncesi dönemi, 2. Kritik dönemi. 1781 yılında yayımlanan “Salt Aklın Kritiği” (Kritik der reinen Vernunft) ile Kant’ın kendisinin olan ve “kritisizm” ya da “kritik felsefe” denen felsefe görüşü başlamıştır. ”Salt Aklın Kritiği” bu görüşün teorik temelini kurmuştur. Kant’ın bu temel üzerinde düşünüp çalıştığı döneme, bundan dolayı “kritik dönem” denmiştir.Bundan önce Kant aşağı yukarı Leibniz-Wolff felsefesinin çerçevesi içinde düşünmektedir.Bu döneminde ilkin doğa bilimi ile ilgili konular üzerinde durmuştur. Bu yıllarında yayımlamış olduğu yazıların birkaçının başlıkları: “Yer, ekseni etrafında dönerken birtakım değişikliklere uğradı mı ?”, “Yer ihtiyarlıyor mu?”, “Ateş üzerine”, “Deprem üzerine”.Bunların hepsinin fizik konuları olduğu görülüyor. Ancak, Kant bu konuları bir fizikçi gibi değil, bir filozof gibi, yani belli bir felsefe görüşü çerçevesinde ele alıp işlemiştir. Kritik öncesi döneminin ikinci kısmında, Kant’ ın daha çok metafizik sorunlar üzerinde, bu arada özellikle de rationel teoloji sorunları üzerinde durduğunu görürüz.Bu yıllarında yayımladığı yapıtlarında bir ikisinin adları: “Der eingize mögliche Beweisgrund zu einer Demonstration des Daeins Gottes. Ein neuer Gottesbeweis” (“Tanrı’ nın Varlığını Tanıtma İçin Mümkün Olan Tek Kanıt. Yeni Bir Tanrı Tanıtlaması”) ; “Die Traeume eines Geistessehers, erlaeutert druch Traume der Metaphysik” (“Bir Spiristin Metafiziğin Rüyaları İle Açıklanmış Olan Rüyaları”). Bütün Bu Çalışmalarında Kant, henüz Leibniz-Wolff metafiziğine dayanmaktadır. Kant’ ın bu düşünce çevresinden ayrılmağa başladığının ilk belirtisi, “Demundi sensibilis atque intelligibilis forma et principiis” (“Duyu Dünyası ile Düşünce Dünyasının Formu ve İlkeleri”) (1770) adlı dissertation’ udur. Bu yapıt, kritik öncesi ilk kritik dönem arasında bir köprü gibidir. Burada “duyu dünyası” ile “düşünce dünyası” birbirinden ayırt edilir; bu iki ayrı dünya için değerleri başka başka olan iki ayrı bilgi ileri sürülür.Buraya kadar bir yenilik yok; bu ayırma öteden, Elealılar’ dan beri var.Bu iki bilgi çeşidinden “düşünce bilgisinin” değerce üstün tutulması da yeni değil, bütün rationalistler böyle düşünür.Yenilik, Kant’ ın “salt” (rein, purus) kavramını genişletmesi ile başlamaktadır. “Salt” deyince, bilen süjede bulunan, deneyden gelmemiş olan bir form öğesini anlarsak, böyle bir şeyin “düşünce bilgisinde” bulunduğu öteden beri ileri sürülmüştür: Rationalistlerin “a priori” ya da “doğuştan” dedikleri kavramlar, bilgiler, ilkeler hep “salt” öğelerdir.İmdi Kant, duyu bilgisinin de salt öğeleri olduğunu ileri sürer. İşte bu anlayış, felsefe tarihi için tamamıyla yenidir. Ona göre, duyu bilgisinin salt öğeleri uzay ile zaman’ dır. Bunlar, duyu bilgisinin oluşmasının koşullarıdır; bunlarsız duyu bilgisi olamaz. Uzay ile zaman kavram değil, birer görü’ dürler (Anschauung, intuitus). Kavram değildirler, çünkü tek tek uzaylar, uzay kavramının altına konamazlar.Tek tek uzayların uzay ile ilintileri, parçaların bütüne olan ilintisi gibidir ; tek tek uzaylar (uzay parçaları) bir ve aynı uzayın içinde yer alırlar. Zaman için de durum böyledir, uzay için söylenenlere paraleldir.Uzay ile zaman pek özel şeylerdir, kavramlarla (düşünme ile) edinilemezler, ancak görülebilirler (anschauen). Örneğin sağ ile solu tanımlayamayız, ancak gösterebiliriz, dolayısıyla bunların bilinmeleri yalnız görü ile olabiliyor. Uzay ile zaman süjenin gözlükleri gibidirler ; bunlarsız duyu dünyasını bilemeyiz. “Salt görünün formları” olan uzay ile zaman, iki kesin bilimimizle ilişkili olmaları dolayısıyla ayrıca önemlidirler. Uzay ile ilişkili olan bilim ise matematik, özellikle de geometridir ; zaman ile ilişkili olan bilim ise teorik mekaniktir. Bu iki bilimi duyarlığın iki a priori formu ile (uzay ve zaman ile) kurduğumuz için kesin olabiliyorlar. Bu “salt görü” (reine Anschauung, intuitus purus) öğretisi, sonra “Salt Aklın Kritiği” nde “Transzendentale Aesthetik” bölümünün konusu olacaktır. Bu bölümün “Salt Aklın Kritiği” nde çok özel bir yeri vardır ; bir çeşit önyapı gibidir ; yapının bütününe ancak bununla girilebilir. Burada geliştirilecek olan uzay-zaman teorisi, 1770 Dissertation’ undakinin aşağı yukarı aynıdır. Asıl kendinin olan görüşlerin ortaya konacağı kritik döneminde Kant, öteki irili ufaklı yapıtlarından başka üç “kritik” yayımlamıştır. Bunlardan ilki olan “Kritik der reinen Vernunft” (“Salt Aklın Kritiği”), yalnız Kant için değil, felsefe için de yeni bir çığır açmıştır. Bu yapıt, “kritik felsefe” nin ekseni, ana dayanağıdır. Eser kendisine “bilginin ne olduğunu ve sınırlarını gösterip kritiğini yapmayı” ödev edinmekte, “şu yada bu bilginin doğru olmak iddiaları haklı mı ?” bunu ayırt etmeyi gözönünde bulundurmaktadır. “Kritik” deyiminden anlaşılan da bu “ayırt etme” işidir, bu “eleştirmedir”. Eserin kuruluşu, önce, öteden beri bilinen bir mantık şemasına uygundur : İlkin bilginin öğeleri, yani kavramlar, yargılar, usavurmalar incelenir (Transzendentale Elemantarlehre), sonra yöntem öğretisi ele alınır (Transzendentale Methodenlehre). Yalnız bu mantık yapısına “duyarlık” ile girilir (Transzendentale Aesthetik) ; “salt görü formları” da bilginin öğeleri arasında yer alır. Eserde başka sınıflama açılarını da buluruz. Bunlardan biri bilimler bakımındandır ; önce matematik ile fizik gözden geçirilir, sonra da “bilimsel” bir metafiziğin olup olmayacağı araştırılır ; burada asıl gözönünde bulundurulan, metafiziğin eleştirilmesidir (Transzendentale Dialektik). Bir başka sınıflandırma şeması da bilgi yetilerine göredir. Bu bakımdan bilginin oluşmasında payları olan yetiler : Duyarlık (Sinnlichkeit), anlık (Verstand) ve akıl (Vernunft) sırasıyla ele alınarak eleştirmeden geçirilir. Kant, aklın gördüğü işi inceleyip eleştirecel yönteme, bu kendi yöntemine, yine kendisinin olan bir deyimle “transcendental” adını vermektedir. “Transcendental yöntem”, şu ya da bu objeye yönelmiş olan bilgiyi değil bilginin kendisini inceleyen yöntemdir ; bilginin kritiğdir, bilgi öğretisidir. “Transcendental” deyimi, bir bakımdan da, “transcendent” in karşıtıdır : “transcendent bilgi” mümkün bilginin sınırlarını aşan bilgidir ; “transcendental bilgi” ise, bu sınırları aşamayıp araştıran bilgidir. Nitekin “Salt Aklın Kritiği” nin sorunu, “insan bilgisinin yapısı ile sınırlarını araştırmak” tır. Yalnız, Kant’ın burada araştırdığı, her türlü bilgi olmayıp yalnız a priori olan bilgidir. Bu çeşitli bilgi de, “duyarlığın verilerinden edinilmemiş olan” bilgidir. Kant’a göre, hem görüde, hem de düşüncede a priori olan bilgi öğeleri vardır ve onu ilgilendiren de, kesin a priori’ dir, yani deney ile hiç bir şekilde karışmamış olan bilgi öğeleridir. Onun a priori’ye bu ilgisi, bir yandan konuları gereği a priori bilgilerle çalışan metafiziği eleştirmeyi asıl gözönünde bulundurduğundandır ; öbür yandan da a priori bilgiyi deney bilgisinden üstün saydığındandır. Çünkü a priori bilgi, “zorunlu” ve “tümel geçerliği” olan bilgidir. A priori bilgiyi a posteriori bilgiden, deneyden türemiş olan bilgiden ayıran da bu ölçüdür (kriterium). A posteriori olan bilgiler sallantılıdırlar, yani gözlemlerle boyuna düzelirler. Buna karşılık, a priori bilgiler zorunludurlar, yani deneyin, bunların başka türlü de olabileceklerini göstermesine olanak yoktur ; bu çeşit yargıların zorunlu oluşu, yalnız benim için değil, bilen süjelerin tümü içindir (tümel gerçeklik). Kant yargıları önce iki bakımdan ikişer ikişer ayırır, sonra da bunları aralarında birleştirir. Bir bakımdan apriori ve a posteriori yargılar, öbür bakımdan da analitik ve sentetik yargılar ayırt edilir. Analitik yargılar, yalnız kavramları “açıklayan”, kavramın tanımında esasen saklı olanı “aydınlatan” yargılardır. “Cisimler yer kaplarlar” yargısında yeni bir şey öğrenemeyiz, çünkü “yer kaplama” zaten cismin tanımının içinde bulunmaktadır. Buna karşılık, sentetik yargılar bilgimizi “genişletirler”, çoğaltırlar ; çünkü bunlarda kavramamızın dışına çıkıp onu başka kavramlar ile birleştiririz (synthesis), onunla başka kavramlar arasında bağlantılar kurarız. “Cisimler ağırdırlar” yargısında yeni bir şey öğrenirim, çünkü “ağır olmak” cisim kavramında kapsanmış değildir ; burada “cisim” kavramı ile “ağırlık” kavramını bir araya getiriyorum, onların arasında bir bağ kuruyorum. Analitik yargılar, karakterleri gereği, hep a priori’dirler, onun için a posteriori olan analitik yargılar olamaz. Buna karşılık, sentetik yargılar içinde a posteriori olanları da, a priori olanları da vardır. Birinciler, yargıların normal halidir, en çok rastlanan formudur. Yeni yeni denemler yaparak kavram kadromuzu boyuna artırırız ; bilgi kadromuzun genişlemesi pek çok bu çeşit yargılarla olur. İkincilere gelince, Kant’ ı ilgilendiren de asıl bunlardır ; hem sentetik hem de a priori olan yargılardır ; onun bütün araştırmasının asıl gözönünde bulundurduğu yargı çeşidi budur. İmdi “sentetik a priori yargı” ne demektir? Eldeki kavramın dışına çıkan (sentetik), ama buna rağmen deneye dayanmayıp a priori olan yargı demektir. A priori bilgi de, zorunlu ve tümel-geçer bir bilgi olduğuna göre, “sentetik a priori yargı” da, hem bilgimizi genişleten (sentetik yönü) hem de zorunlu ve tümel-geçer olan (a priori yönü) bir bilgi olacaktır. Böyle yargılar var mı? Kant’a göre var ve “Salt Aklın Kritiği” nin başlıca ödevi de, bu çeşit yargıların dayandığı temeli, geçerliklerinin (Gültigkeit) nedenini bulup göstermektir. Kant’ ın ana düşüncesi şu : Bilgide kesinlik, ancak salt deney bilgisinin dışına çıkıp bu sentetik a priori yargıları kullanmaya hakkımız olan yerde olabilir. Kant bu gibi yargıların var olup olmadıklarını, “Salt Aklın Kritiği” nde ele alınıp incelenen üç bilim (matematik, fizik ve metafizik) üzerinde göstermeye çalışır. Matematik yargıların hepsi sentetiktir, çünkü bunlar salt tanımlardan çıkarılamazlar. Örneğin “Doğru, iki nokta arasındaki en kısa yoldur” yargısını sırf “doğru” kavramından türetemem, burada yeni bir şey söylenmektedir. Buna rağmen, bu önerme için mutlak olan bir tümel-gerçeklik ileri sürerim ; yani bu, deney ile bozulabilecek bir yargı değildir.O halde yalnız sentetik değil, bir de a priori’dir. Bu gibi yargılara matematik fizik de sa hip olmak iddiasındadır. Örneğin “Her değişmenin bir nedeni vardır” derken, bu önermedeki “değişme” kavramının içinde “neden” kavramı bulunmamaktadır. Burada “değişme” kavramımızın dışına çıkıp onunla bir başka kavram, “neden” kavramı arasında bir bağlantı kuruyoruz. Öyle ise bu yargı analitik değil, sentetiktir ve böyle olduğu halde mutlak geçerlik iddiasındadır. Demek ki, hem sentetiktir, hem de deney ile temellendirilmediğinden a priori’dir. Konusu gereği deneye dayanmayan metafiziğin yargılarının hepsi a priori’dir. Ama metafizikte de, matematik ve fizikte olduğu gibi gerçek bilgilere varmak istersek, yalnız kavram çözümlemelerinde kalmamalı, sentetik yargılarımız da olabilmelidir. İmdi metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü “Salt Aklın Kritiği” nin ana problemi, “Metafizik mümkün müdür?” sorusudur. Kant’a göre, gerçi “doğal bir metafizik” (metaphysica naturalis) vardır ; istesin istemesin insanın aklına metafizik nitelikte birtakım sorular dadanır ; ama bilimsel bir metafiziğe henüz varılamamıştır. Bu son düşünceleri Kant, “Salt Aklın Kritiği” nin araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar : 1.“Matematik nasıl mümkündür?”, 2.”Doğa bilimi nasıl mümkündür?”, 3.”Bir bilim olarak metafizik nasıl mümkündür?”. Sonuncu soruda Kant’ın demek istediği, metafiziğin bir bilim olması mümkün müdür? Ya da tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi? Buna göre, metafiziği güvenilir bir temele dayatmak için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor ; çünkü bu güç problem tek bir formüle bağlanmaktadır : A priori olan sentetik yargılar nasıl mümkündür?. “Salt Aklın Kritiği” için bir çıkış noktası olan bu formülün anlatmak istediği şudur: 1.Varlığı yalnız kavramlarla kavrayamam. Yalnız kavramlarla çalışan klasik rationalizm, örneğin “ruhun ölümsüzlüğünü” şöyle tanıtlar : “Ruh maddi olmayan bir tözdür, maddi olmadığı için yer kaplamaz, yer kaplamayınca bölünemez, bölünemeyince de yok edilemez, dolayısıyla ruh ölümsüzdür”. Bu tanıtlamada “çelişmezlik ilkesi” ne dayanılmaktadır ; bir başka deyişle : önce eldeki kavramın bir tanımı yapılıyor, sonra da bundan kendisiyle çelişik olmayan sonuçlar çıkarılıyor. 2.Kant’a göre, böyle salt düşüncenin içine kapanıp kalmış bir mantığı bırakıp objelere, “mümkün deneye” uzanan bir mantık, bir transcendental mantık (salt düşüncenin bölgesini aşıp öbür yana geçen) bir mantık geliştirmelidir (Kant’ta “transcendental” deyiminin bir anlamı da budur). 3.Bir şey bilmek istersem kavramlarımı görünün salt formları ile duyu verilerine bağlamalıyımdır. Sadece salt olan görüler, kavramlar ve yargılar ile bir şey elde edemem. Burada da salt formların ötesine bir geçiş (transcendere) gerektir. Kısaca : objelerle ilgiler kurmuş kavramlarımız olmalıdır. Demek ki, a priori olan sentetik yargılar, bir yandan yalnız duyuların (duyarlığın), öbür yandan da yalnız düşüncenin (düşünmenin) sağladığından başka türlü olan bilgilere bizi vardırmaktadırlar. Bu çeşit bilgi deneyden gelemez, yoksa ona a priori diyemezdik. Bu bilgi deneyden bağımsızdır ama, her türlü deneyin temelidir, altyapısıdır ; ancak bu türlü bilgi deneye sağlam bir bağlantı kazandırabilir. Örneğin sentetik a priori bir yargı olan şu “Her olayın bir nedeni vardır” önermesi, indüktif olarak temellendirilemez ; onun için a priori’dir. Ama bu önermenin geçerliği varsa, o zaman deney dünyasındaki en küçük bir olay bile bir nedenler zinciri içinde yer alır ; bununla da deney dünyası düzenli bir bütün haline getirilmiş olur. Şimdi Kant’ın kesin bilginin tek kaynağı saydığı bu sentetik a priori yargılarla doğa adını verdiğimiz fenomenler dünyasını bilgide nasıl kurduğumuzu, yani fizik denilen bilimin “nasıl mümkün olduğunu” ana hatları ile görmeye çalışalım. Öteden beri alışılmış olan bir anlayışın tersine olarak Kant, duyu bilgisine temel olan intellektüel bir bilgi kabuk eder. Çünkü, ona göre, bizim deneyden önce olan birtakım ana kavramlarımız (kategorilerimiz) var ; biz bunları deneyin içine yerleştiririz ; deney ancak bu salt kavramlar ile bir düzen kazanıp bir bilgi olur. Kategoriler deneye form bakımından bir çerçeve sağlarlar. “Yeşil’i duyumluyorum” yerine, “Bu, yeşil bir şeydir” demeye olanak verirler. Kategoriler objektif a priori’dirler, yani objeye uyan a priori formlardır. Deneye düşüncenin salt formları bir düzen kazandırıyor, çünkü Kant’ın kendi deyişiyle anlığın (Verstand, intellekt) “kendiliğindenliği” (Spontaneitaet), duyarlığın (Sinnlichkeit) ise “alırlığı” (Rezeptivitaet) vardır. Başka türlü söylendikte : Bilgide etkin olan yön anlık, edilgin olan yön de duyarlıktır ve ancak bu iki bilgi yetisi bir araya gelip birlikte çalıştıklarında bilgi oluşur. Bu anlayışını Kant, şu tanınmış formül ile dile getirmiştir : “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”. “Salt Aklın Kritiği” nin başlıca düşüncelerinden biri ve Kant’ın bilgi konusunda bir temel anlayışı olan bu formülün demek istediği şudur : İçerikleri olmayan, yani içleri görü ile (duyusal öğe ile) dolmamış olan kavramlar, içleri boş birer kabuk gibidirler. Kavramsız görüler ile de bir şey kavranamaz, çünkü bu duyu öğeleri yalnız başlarına şekilsiz bir yığındırlar. Deney sadece a posteriori (duyusal) verilerden ibaret olsaydı, hiçbir formu olmayan bir sıvıya benzer, dolayısıyla kavranamazdı. Bu formsuz sıvıyı ancak önceden hazır olan (a priori) bir kap (anlığın salt formları, kategoriler) içine yerleştirmekle kavrayabiliriz. Onun için Kant, “formel mantık” gibi salt anlığın içinde kapanıp kalmayan, tersine, dışarıya çıkıp objeler alanına, mümkün deneyin dünyasına uzanan bir “transcendental mantık” geliştirir. Yalnız, bu mantık “mümkün olan deneyde” durup kalır, bunun ötesine geçerek “nesnenin kendisine” kadar uzanmaya kalkmaz, yani “transcendent” değildir. Bilginin intellektüel bir temel üzerinde oluştuğu düşüncesini Kant, “Salt anlık (intellekt) fenomenlere yasalarını dikte eder” sözü ile anlatmaya çalışmıştır. O zamana kadar bağlı kalınan bir anlayışı altüst eden bu düşüncesini Kant “Kopernikus devrimi” ne benzetir. Çünkü öteden beri, düşünmenin kendini objelere göre ayarladığı, yani nasıl düşünmesi gerektiğini anlığa objelerin dikte ettiği ileri sürülüyordu. Şimdi Kant, bu oranı tersine çevirerek “objelere formlarını salt anlık dikte eder demektedir. Doğa bilgisinde mümkün deneye, uzay ile zaman’dan başka, birtakım a priori formlar , Kant’ın deyişiyle kategoriler aktararak, deneyin dağınık verilerini ve çeşitliliğini bunların içinde derleyip topluyor, birleştirip düzenliyoruz. Kategorilerin gördüğü iş, deney verilerini birbirine bağlamak, birleştirmek işidir, bu synthesis’tir. Böyle bir görevleri (Funktion) olan kategorileri Kant, Aristoteles’ten beri gelen “Yargılar çizelgesi” ne paralel olarak türetir ve bu çizelgedeki 12 yargının her birinin karşısına belli bir kategori koyar. Bu da, biz deney verilerini 12 bakımdan birbirine bağlıyoruz (synthesis), deneyin ham malzemesini bu 12 kategoriye göre şekillendiriyoruz demektir. Burada, doğa bilgimizin nasıl şekil kazandığını en kestirmeden gösterecek tek bir kategoriyi örnek olarak görelim : Yargıları bağıntı (relation) bakımından aldığımızda, bunların arasında , “kategorik” denilen bir yargı formu vardır. Bunu karşılayan kategori, “töz ve ilinek” (substantia et accidens) kategorisidir. Örneğin “kar eriyor” önermesinde konu (subiectum) olan “kar”, bir nesnedir ; bir “şey”, bir “nesne” olarak da deneyde yoktur ; deneyi sadece gözlemden çıkarılmaz ; düşüncenin bir salt formunu (bir a priori kategoriyi, burada töz-ilinek kategorisini) önceden deneyin içine yerleştirmemiş olsaydık, böyle bir “şey” olmayacaktı. Anlığın salt kavramları (kategoriler) yanında doğa bilgimizi kurmada payı olan ikinci etken de, salt yargılardır. Bunlar da fenomenlerin düzenlenmesine yararlar. Örneğin “Doğada tözün (maddenin) miktarı ne azalır, ne çoğalır” yargısı fenomenleri bir düzen içinde birleştirmekte, onlara bir bağlantı, bir form kazandırmaktadır. Salt yargılar ile de doğa yasalarını kurarız. Bütün bunlarla da, fenomenlerin şekilsiz çokluğu şekli ve birliği olan bir düzen haline gelmektedir. Çünkü önce, “töz-ilinek kategorisi” ile “nesne” (şey, madde) denilen birlik meydana geldi, sonra da bir salt yargı ile “nesneler” arasında bir “bağlantı”, bir “birlik” kuruldu. Bunların olmasıyla da, “doğa” dediğimiz şey meydana gelmiş oldu. Çünkü “doğa” birtakım “nesneler” ile bunlar arasındaki “bağlantılar” dan (yasalar) ibarettir. İşte bütün bunlar, anlığın bir birleştirme, bir bağlama, yapısında yerleşik olan (a priori) bir sentez yeteneği sayesinde olmaktadır. Bu synthesis de a priori olduğu için, doğa bilgimiz de kesin olabiliyor ; çünkü zorunlu ve tümel geçer olması a priori’nin ayırıcı niteliğidir. Düşüncenin yapısını inceleyen “Transzendentale Logik” in birinci bölümünde (Transzendentale Analytik) Kant, fiziğin bilgi teorisini geliştirdikten sonra, ikinci bölümünde (Transzendentale Dialektik) eserin asıl maksadı olan metafiziği daha doğrusu 18. yüzyılın rationalist (Leibniz-Wolff) metafiziğini eleştirmeye geçer. “Duyulur-olmayan” ın, “duyulur-üstü” nün bir bilimi olmak istek ve iddiasında olan bu metafiziğin üç ana konusu vardır : Ruh, evren, Tanrı. İşte Kant da, metafiziği incelerken bu üç konunun eleştirmesini yapacaktır. Onun burada göstermek istediği şudur : Akıl (Vernunft) ile aklın sonuç çıkarmaları (Vernunftschlüsse) ve metafizik arasında içten bir bağlantı vardır. Çünkü akıl, yapısı gereği , metafiziğin üç büyük konusu ile ilgili olan birtakım sonuçlar çıkarır. İmdi Kant’a göre, sağlam bilgi ancak deney verileri ile a priori form öğelerinin karşılaştıkları, birbirleriyle kaynaştıkları yerde meydana geliyordu. Bundan dolayı, metafizik de anlığın boşaltmış olduğu “birleştirmeyi” (synthesis) sonuna (“mutlak”, “koşulsuz” olana) kadar götürürse olumlu bir şey yapmış olur. Kant, böyle bir şeyi denemek, insan aklının yapısı gereğidir der ve metafiziğin insanda “doğal bir yatkınlık” olarak bulunduğunu söyler. Bizim bilgi yetimiz öyle yapılmıştır ki, bu son synthesis denemesine hep girişiriz, bununla da varlığın “son sorunlarını” çözebileceğimizi umarız. Ancak, Kant göstermek ister ki, bu yolda kesşn olarak hiçbir şey bilemeyiz ; bu yolda karşımıza çıkan herşey ancak bir kuruntu, bir boş görünüştür (Schein) ve akıl ister istemez bu kuruntulara düşer. İşte aklın eleştirmesini yapmaktan maksat da onun bu yolda nasıl yanılmakta olduğunu ortaya çıkarmaktır. Onun için “Transzendentale Dialektik” yanlış düşünmenin mantığıdır, yanlış sonuç çıkarmalar öğretisidir. | |
|
Etiketler |
felsefesi, kant, ın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Immanuel Kant’ın Eleştirel Felsefesi 4 | Kalemzede | Felsefe | 1 | 25 Eylül 2011 01:14 |
Immanuel Kant’ın Eleştirel Felsefesi | Kalemzede | Felsefe | 0 | 12 Ağustos 2011 02:36 |
Kant Felsefesi | Phi | Felsefe | 0 | 01 Şubat 2010 19:21 |
Kant'ın felsefesi | PopSy | Felsefe | 0 | 24 Mart 2009 23:17 |