10 Kasım 2011, 09:34 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İdeoloji Son yüzyılda ideoloji kavramı pek çok dönüşümlerden geçmiş ve bu kavrama pek çok anlam yüklenmiştir. Bunlardan üçü konumuzu teşkil edenlerdir; 1. İdeoloji, toplumsal gerçeklerin insanların bilinçlerindeki bir yanılsama ile oluşan bilgidir yani yanlış bilinçtir. 2. İdeoloji, toplumdaki farklılıkları birarada tutan ve toplumsal sistemin kendini yeniden üretmesini sağlayan egemen ideolojidir. 3.İdeoloji, belirlenmiş toplumsal düşünce, değer ve anlamaların sabitlenmesidir. İdeoloji, toplumsal yaşamla ilgili düşünce, anlamlar ve sembollik temsillerin alanına işaret eder. İdeoloji, bu noktada kültürle çakışır. Onu kültürden ayıran nokta ideolojinin daha çok, farklı farklı toplumsal anlam ve değerlerin çatıştığı bir alanda oluşan toplumsal düşünce olmasıdır. Bu toplumsal çatışmalar ideoloji ile toplumsal iktidar arasındaki ilişkinin niteliğini sorgulattırıyor. İdeoloji, toplumsal iktidar ilişkilerini oluşturan düşünce ve anlamlardır ve bu toplumsal iktidar ilişkileri sayesinde oluşur. MARX’IN KURAMSAL MiRASI Bilincin oluşumunun temellerini insanın toplumsal pratiklerinde arama tezi Marx’ındır. Bu tez ile düşüncenin kendi içinde tartışma ile elde edilebilecek bir dönüşüm olduğu tezi çürütülmüştür. Yanlış bilincin nedeni insanın toplumsal pratiği ile bilinci arasındaki ilişkidedir. Ancak Marx, bu ilişki için birbirinden farklı açıklamalar yapmıştır. Marx idealist-materyalist felsefe arasında hep bir sınır çizmeye çalışmıştır. Bu yüzden de önermelerinde hep bu polemiğin izleri vardır. Marx’ın ilk tanımlaması insanın toplumsal bilincinin, hem onun üretken güçleri ve üretim ilişkilerinin koşulladığı oluşumundan, hem de bu bilincin doğrudan insanın kendisi tarafından üretilmesinden bahseder. İdeolojinin maddi koşulların yansıması değildir, bu koşulların yanlış bilgisidir. Şu halde ideoloji ile bilim birbirine zıt kavramlardır çünkü ideoloji yanlış bilginin kaynağı iken bilim doğru bilginin kaynağıdır. Marx’a göre ideoloji gerçeklik hakkında bir yanılsama değil, onun bilinç düzeyindeki bir görünümü, yansımasıdır. Yanılsama yerine yansımayı kullanmasının sebebi ideolojik olguların maddi koşulların yansıması ile oluşmasıdır. Marx, egemen sınıfın nesnel çıkarları ile egemen sınıflar arasında doğrusal bir ilişki kurar. Maddi üretim araçlarını kontrol eden egemen sınıf, konumlarından dolayı ideolojik aygıtları da kontrol eder. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç ekonomik düzeydeki sınıf konumlarıyla bunların ideolojik düzeyde temsili arasında açık bir ilişkinin olduğudur. Marx, altyapı-üstyapı metaforunu kullanarak da ideoloji kavramını açıklamaya çalışmıştır. Bu açıklamada ideolojiyi, üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümüne paralel olarak açıklanabilecek, insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir mücadele içinde konumlandıkları alan olarak tanımlamaktadır. İdeoloji, bireylerin kişisel kanaatleri değil, maddi yaşamın çelişkilerinin oluşturduğu toplumsal bilinçtir. Ancak bu tanımından çıkan tartışmalarda: •altyapı-üstyapı metaforu geliştirilmemiş ve yok edilmiştir, •ideolojinin maddi koşullar temelindeki çelişkilerin bir ürünü olarak ve bir mücadele içindeki öznenin kendi konumunun farkına varma bilinci olarak tanımı geliştirilmiş ve Marx’tan sonraki ideoloji kuramlarını etkilemiştir, •İdeoloji ile bilim arasındaki ayırım çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Marx’ın ideolojiyi praxis kavramı bağlamında yaptığı tanımlama, ideolojik formların, nesnel gerçekliğin kendisindeki bir çarpıklığın bilinçlerde yarattığı kaçınılmaz yanılsama olduğu yönündedir. Marx bilinçte tersine dönmüş gibi görünen gerçekliğin aslında gerçek yaşamın kendisinde meydana gelen bir tersine dönme ilişkisine tekabül ettiğini belirtir. Toplumsal pratik, kendi maddi varlığını devam ettirmek için kurduğu toplumsal ilişkilerle bu ilişkiler sonucu ortaya çıkan işbölümü ve kurumlaşmanın doğrudan insanın kendi üzerinde bir egemenlik haline dönüşmesinin sürecidir. İnsanın kendi yaşamını devam ettirme amacıyla ve özgür iradesiyle oluşturduğu bu ilişkiler tersine dönerek insanın kendi yaşam pratiklerine hükmetmeye başlar. Kısaca Marx’ın ideoloji kavramlaştırması temelde iki alt başlıkta incelenir. 1.Bu kuramsal mirasın özellikleri 2.İdeolojik düşünceyi diğer düşüncelerden ayırarak sadece egemen maddi ilişkilerin devamını olanaklı kılan düşünceye ideolojik olarak tanımlamasıdır. HEGAMONYA KAVRAMI VE EGEMEN İDEOLOJİ KURAMI Kapitalizm sadece ekonomik düzeyde incelenmemeli; bir toplumsal sistem olarak dikkate alınmalı ve onun bir sistem olarak krize girmemesi ve kendini yenileyebilmesinin temelindeki nedenler ideolojik alanda da aranmalıdır. Kapitalist sistemin çatışmalı ve çelişik güçlerini birarada tutan yapı politik ve ideolojik düzeylerin işlevlerinden türemektedir. Kapitalist sistem ancak bir egemen ideolojinin yaratılması sayesinde krizden kurtulabilmektedir. Sistemin içinde bir egemen ideolojinin oluşumu da hegamonyanın oluşumundan bahsetmektir. Antonio Gramsci, kapitalist devletin zora dayanan iktidarını vurgulamak yerine, bu zoru görünmez, hatta giderek gereksiz kılacak iktidar biçimlerine dikkati çekmiştir. Bu tür bir iktidar, ideolojinin dolayımı ile olanaklıdır ve hegamonya kavramında somutlaşır. Gramsci’nin kuramsal modelinin temeli, sivil toplum ve devlet arasında kurduğu ilişkiyi tarihsel blok kavramı aracılığıyla hegamonya kavramına bağlamasına dayanır. Devlet ve sivil toplum alanınını esas olarak iki farklı tür iktidar ilişkisine ayırır: devletin zora ve siyasal egemenliğine dayalı iktidar alanına karşılık sivil toplumu onaya dayalı hegamonya alanı. Gramsci’ye göre ideoloji üretim süreçlerinin şekillenmesinde işlevsel olan ve bu sayede altyapıyla üstyapının uyumunu sağlayan temel toplumsal pratiklerden biridir. Hegamonya kavramı bize egemen bir ideolojinin oluşumu sayeseinde olanaklı hale gelen iktidarın alanının sivil toplum olduğunu gösterir. Hegamonya kavramı ilk kez Gramsci tarafından egemen sınıfın bir egemen olma pratiği olarak tanımlanmıştır. Gramsci’ye göre toplumsal sınıfların ideolojik düzeyde temsili mümkündür ve bu ilişkinin temelinde sınıfların maddi çıkarlarından hareketle tanımlanabilecek bir dünya görüşünün varlığı yatar. Egemen sınıflar ile tabi sınıflar arasındaki çıkarkarın birleşik ifadesi “genel evrensel” değerlerdir ve temel toplumsal sınıfın tabi sınıflar üzerindeki hegamonyasını yaratır. Hegamonik bir iktidar kapitalist üretim biçiminin temel sınıflara yapısal bir zorunluluk olarak getirdiği bir nesnellik değil, sınıf mücadelesi içinde toplumsal sınıfların politik ve ideolojikdüzeydeki becerisine bağlı olarak gelişen bir durumdur. Gramsci’nin kuramı hegamonya kavramını kurumsallaştırır ve bu kavram tarihsel blok kavramıyla bağlıdır. Louis Althusser’in kuramsal çabası Gramsci’ye benzer bir biçimde, gelişmiş kapitalist sistem içinde ideoloji ile iktidar arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmaya yöneliktir. Althusser’e göre ideoloji, bireylerin beynindeki manevi bir varoluş biçimi olarak tanımlanmamalıdır. İdeoloji, toplumsal bütünlüğün çeşitli düzeyleri arasındaki işleyişin bireysel bilinçler üzerinde oluşturduğu bir şekillendirmedir. İdeoloji bir temsil sistemidir; bireylerin gerçek dünya ile kurdukları ilişkiyi yaşama biçimlerini belirleyen bir temsiller bütünüdür. Althusser ideolojiyi toplumsal yaşamın organik bir parçası ayrıca insanların gerçek ilişkilerle kendi varoluşları arasında yaşadıkları bir ilişki olarak görür. İdeoloji, gerçekliğin kendi kendine bir yansıması değil, bireyin bu ilişkiyi tahayyül tarzıdır. Althusser’in bu ideoloji tanımı, onu bir yanılsama olarak değil, gerçeklikle hiçbir zaman birebir uyum göstermeyen, büyük ölçüde öznelliğin alanı içinde kurulan anlamsal bir akış olarak ele almayı olanaklı kılar. Althusser’in ikinci açılım noktası öznelerin çağrılması olarak tanımladığı mekanizmadır. Özneler, maddi pratik olarak tanımladığı ritüeller içinde, bu ritüellerin ideolojik gereksinmeleriyle bağlamlandırılmış olarak tanımlanır, adlandırılır, çağrılır ve oluşturulurlar. Üçüncü açılım noktası ise, ideolojik aygıtların işleyişi ve ideolojini kapitalist sistemi yeniden üretme işlevinin çözümlemesi içine sınıf mücadelesi değişkenini sokmasıdır. Sınıf mücadelesinin alanının ideolojik aygıtlar olarak tanımlanmasına karşın artık ideolojini kaynağı ideolojik aygıtlar içindeki toplumsal pratikler değil, sınıfların mücadele pratikleridir. Ernesto Laclau toplumsal sınıfların ideolojik ve politik düzeyde zorunlu bir varoluş tarzının olanaksız olduğunu savunur. Laclau indirgemecilik çıkmazına düşmeyecek bir ideoloji kurumlaştırmasının temelindeki sınıf-ideoloji bağlantısını şu üç noktada kurar. 1.bir ideolojini sınıf karakterini içeriği değil, biçimi verir. 2.eklemleme, üzerinde sınıfsal pratiklerin işlediği hammaddeleri oluşturan sınıfsal olmayan içerikleri gerektirmektedir. 3.bir toplumda sınıflarla ampirik olarak gözlemlenebilen grupların birbirleriyle çakışmak zorunda değildir. Laclau, sınıf ile popüler/demokratik adlandırmalar arasında bie ayırım yapıyor. Sınıf adlandırmaları bir bireyi bir sınıfa ait olarak tanımladıklarından belli bir üretim biçiminin çatışmalarından doğmaktadır. popüler/demokratik adlandırmalar Laclau’nun halk/iktidar bloku olarak tanımladığı ve esas olarak ideolojik ve politik düzeydeki egemenlik ilişkileri çatışmalarını tanımlamaktadır. Popüler/demokratik adlandırmalar ideolojik mücadelenin alanıdırlar. Laclau’nun Chantal Mouffe ile birlikte yazdığı “Hegamonya ve Sosyalist Strateji” adlı kitabında büyük ölçüde Marksist sayılacak önermelerden bir kopuşu gerçekleştirmiştir. Laclau ve Mouffe’nin bu kitapta radikal demokrasi adını verdikleri tezleri post-Marksizmin kurucu metinleri arasında sayılmıştır. Laclau ve Mouffe’nin açıkladıkları yeni merkezsizleştirilmiş kuramları şöyledir: toplumsal bütünlük olanaksızdır. Toplumsal olan ancak söylemin eklemleme ve dikişleme yoluyla oluşturduğu kaçınılmaz olarak kısmi ve geçici bütünsellik anlamında söz konusudur. Toplumda mevcut anlamsal olarak açık alanları eklemeleme ve dikişleme yoluyla bir söylemsel bütünlük haline getirme hiçbir zaman mevcut anlamların hepsini tüketemez. Bu nedenle toplumsal olan, anlamlar üzerinde yürüyen sonsuz sayıdaki mücadelenin alanıdır ve hiçbir söylemsel pratik toplumsal anlamların bütününü tek bir anlamsal merkez etrafında eklemleyemez. Toplum, bütünlük olarak değil, birleştirilmişlikler olarak düşünülmelidir. Birleştirilmişlikler ise nedensellik veya belirlenme mantığı ile değil, olumsallık mantığı ile düşünülmelidir. TOPLUMSALIN SÖYLEMSELLİĞİ VE ANLAMIN KURULUŞU İdeoloji kuramları arasında ortaya çıkan çözümsüzlüklere dilbilim çalışmalarından gelmiştir. Dilbilimin verdiği yanıtın temel önermesi, çözümlenmeye çalışılan toplumsal prtaiklerin ancak ve ankcak insanın dil kullanım özelliği ile dolayımlanmış pratikler olduğu gerçeğinden hareket etmektedir. İdeoloji, dilde üretilen bir öznenin kendi kendisini temsil edebilme yolu ve böylelikle toplumsal bütünde eylemde bulunabilmesini olanaklı kılan dolayım olarak tanımlanır ve temsil edişlerin sabitliği de ideolojinin işlevi olur. Ferdinand de Saussure, dilin kullanım özelliklerinden ve dil yetisinden gelen sorunlarla bilimsel bir çalışmanın nesnesi olacak dili birbirinden ayırmıştır. İlkine söz diyen Saussure dili, onun bireysel kullanımı olan sözün karşısına koymuştur. Saussure için dil, birey tarafından yaratılmamış, onun tarafından değiştirilemeyen, bireyin dışında, kendi içinde kurallara sahip yapısal bir bütünlük olarak bilimin nesnesi haline dönüşür. Roland Barthes’a göre toplumsal olan göstergesi olandır ve toplumsalı anlamak için göstergelerden oluşan dizgelerin anlamlandırmayı nasıl oluşturduğunu çözümlemek gerekir. Göstergebilim dilbilimin önemli bir bölümüdür. Barthes Saussure’ün dil/söz ayrımından yola çıkarak, sözün çözümlemesini dilin çözümlemesini önüne geçirir; dilin evrimini sağlayan sözdür. Dili sözden ayırmak demek, aynı anda anlamla iligili oluşu da ortaya koymak demektir. Söylem, en basit ifade ile, anlamın dil içinde hareket etmesi ile ortaya çıkan şey olarak tanımlanabilir. İdeoloji ise, bu anlamın belli kişi ve gruplar lehine nasıl harekete geçirildiği ile ilgilenir. Söylem, toplumsal pratiğin dilsel bir dolayımla oluşumu gibi kaçınılmaz bir olgu temeline dayandırılıyor. İdeoloji ise, söylem içinde, onun anlamını bir doğrultuya yönlendirme - tahakküm ilişkilerini yaratacak ve çoğaltacak etkiyi yaratma olarak tanımlanıyor. Öyleyse, ideoloji ve söylemin oluşum mekanizmaları aynı ve tektir, bu da toplumsal dil pratiği içinde aranmalıdır tezine bağlı kalmak gerekir. ÇÖZÜMLEME DÜZEYLERİNİ AYRIŞTIRMA İdeoloji ve söylem kavramlarını kullanarak çözümleme yapan kuramsal yaklaşımlar üç ayrı düzeyde kendi kavramsal ve kuramsal çerçevelerini belirlemişlerdir. Marksist ideolojik kuramı, ideolojik olguları en genel tarihsel devinim düzeyinde çözümlemeye çalışmış ve insanların yaşamlarını sürdürmek için yapıp ettiklerinden çıkarak, maddi toplumsal pratik olarak tanımlanan olgusallığın insan bilincinin genel parametrelerini nasıl oluşturduğu sorusunu tartışmıştır İkinci çözümleme düzeyi, toplumsal bilincin parametreleri içinde, sonsuz sayıda olasılık içinde gerçekleşen toplumsallığın hangi somut pratikler ile nasıl belirlendiği sorununa yanıt arandığı düzeydir. Üçüncü düzey ise, doğrudan öznelerin söylem/metin ile nasıl ilişki kurduklarına, yani öznellik ve yorum alanına işaret eder. Bu düzey yorumun bütün olumsallığı ve öznelliğini kavrama ve çözümleme düzeyi olarak kuramsal yaklaşımlara dahil olur. | |
|
Etiketler |
ideoloji, İdeoloji |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İdeoloji | PySSyCaT | Felsefe | 0 | 11 Kasım 2014 13:03 |
İdeoloji Kuramı | Kalemzede | Felsefe | 0 | 05 Nisan 2012 08:10 |