23 Ekim 2011, 09:49 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cins Ayırımcılığının Olmadığı Bir Toplum Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği gidermek belki de geleceğin toplumunu yaratmada aşılması en temel ve en zor sorundur. Bir başka deyişle “eşitsizlerin eşitlenmesi”nin kolay olmayacağı birçok düşünür tarafından da ifade edilmektedir. Hatta bazı sosyalist düşünürlere göre bu durum sosyalist toplumda bile giderilemeyecektir. Bu görüşü yadırgamamak gerekir. Çünkü tahakkümün tam anlamıyla kaldırılmadığı toplumlarda herhangi bir eşitsizliğin köklü olarak giderilmesi mümkün değildir. Burada çekirdek ailenin çözülüşüne (başka bir yazıda ele alınacağı için) değinmeyerek; kısaca yaşanmış bazı komün deneylerine göz atalım. Ekim devrimi sonrası Sovyetler Birliği’nde kadın istediği mesleği seçme, dilediği işi seçme ve çocuk bakımını kurumlara yükleme gibi haklar elde etmiştir. Ancak cins ayrımcılığının kaldırılması ve kadının gerçekten özgürleşmesi yolunda fazla yol kat edildiği söylenemez. Firestone gibi bazı kadın düşünürler bunun nedenini kuram ve deneyim eksikliğine, bireyin ve toplumun bu konudaki eğitim eksikleri gibi nedenlere bağlıyorlar. Ancak burada asıl vurgulanması gereken Marksist- Leninist düşüncede kadının kendini ne kadar bulduğudur. 20.yy’da sözü edilen bir başka komünal yaşam örneği de İsrail’deki Kibutzlardır. Kibutzlar, özel tarımsal amaçları geliştirmek için kurulmuş sınırlı bir komüncük olarak tanımlanıyor. Kibutz köktenci bir komün deneyi değildir. Firestone, “Cinselliğin Diyalektiği” adlı kitabında 1973’te Kibutzlara yaptığı ziyarette cinsel rol ayrımının açıkça yaşatıldığına işaret ediyor. Örneğin, orada kadın ve erkek işleri farklıdır. Mutfak, çamaşır yıkama, çocuk bakımı gibi belli hizmetler kadının sorumluluğudur ve kadının kamusal alandaki katılımını sınırlamaktadır. Ona göre Kibutz kadını sevimli ve yumuşak kadın rolünde olup giyime, modaya ve makyaja olan düşkünlüğüyle burjuva kadından farksızdır. Hatta Kibutz’daki ev biçimleri ve sokaklar Amerika’nın Kaliforniya eyaletindeki zengin semtlerini anımsatır. Ancak Kibutzlar’daki çocuklar endüstriyel toplumdaki çocuklardan daha yaratıcı ve daha girişkendirler. Geleceğe ilişkin bize umut veren tarafı ise Kibutz deneyiminin derinlikten yoksun olmasına karşın bu kadar başarılı yol kat edebilmesidir. Demek ki, iş bölümünün, bunun sonucunda cinsel ayrımın ve mülkiyet fikrinin birazcık bile zayıflatılmasından önemli bir toplumsal sinerji doğmaktadır. Bu arada 21. yy.’da Filistinlilere yaşama hakkı bile tanımayan bugünün siyonist İsrail’inde Kibutz’un ne kadar ilerici rol oynadığı elbette sorgulanmalıdır. ... eşitlikçi topluma doğru ilerlemek için kadının yalnızca ekonomik olarak özgürleşmesi yeterli değildir. Kadının politik arenada ve karar alma mekanizmalarında da etkin olması gerekir. Bunun için toplumsal projelerin her yapı taşında köklü bir hazırlık yapmak gerektiği açıktır. Cemal’in yukarıda bahsedilen kitabında ilginç eşitlikçi toplum örneklerine değinilmektedir. Örneğin, Eskimolar avlanmaya kadınlarıyla giderler. Av sürecinde belli bir iş bölümü vardır (erkek zıpkını fırlatırken kadının kayığı kontrol etmesi gibi). Avcılığın değil, sadece toplayıcılığın yapıldığı toplumlar örneğin, Hindistan’ın güneyindeki “Chencu” ve “Kadar” toplumları kötü de olsa buna bir örnek teşkil edebilir. Chencu’lar önceden avlanarak yaşarlarmış. Ancak daha sonra avlanmak hükümet tarafından yasaklanmış olduğundan toplayıcılık yapmaya zorunlu bırakılmışlar. Fakat her iki cins aynı işi ayrı bir yordamla yapar olmuşlar. İşin zorluğuna göre burada da bir farklılaşma görülüyor. Erkekler tepelerde yuvalanmış bal peteklerine ulaşmaya çalışırken kadınlar alçak yuvalardan bal topluyorlar. Hem erkekler hem de kadınlar demir uçlu çubuklarla yer elması topluyorlar. Bu iş süreci erkeklerin avcılık yapması engellenmiş olduğundan ayrıca özel bir farklılaşmaya zorlamıyor. Fakat geleneksel iş bölümünün uzantısı olarak iki cins aynı işi birbirinden yalıtık durarak yapıyor (6). Görüldüğü gibi bu örneklerde iş bölümü her iki cinsin birbirini tamamlaması ve bütünlüğün korunması şeklindedir. Cinsiyetçi ayrımın sorgulanmasıyla erkek egemen kültürün yüceltilmesi zayıflamaya başlayacaktır. Örneğin, düğünlerde kadınların cinsel dokunulmamışlıklarını gösteren beyaz gelinlik tarihe karışacaktır. Evlilik kurumunun ortadan kalkmasıyla kadının mülk edinilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu tür fiziksel düzenlemeyi yaratan kurumlar; evlenme/boşanma kurumları, soyadı değiştirme, vb. tarihin çöplüğünü boylayacaktır. Kısacası özgün bir cinselliğin yaşandığı bir toplumda insanlar hem ruhsal hem de fiziksel olarak özgür olabilirler. Reich’ın söz ettiği gibi insanlar, özlemini duydukları topluma ulaşmaya aynı zamanda büyük bir korku da duymaktadırlar. Oysa kendi doğalarına ters düşen mülkiyetçi yaşama biçimidir. Her ne olursa olsun eşitlikçi topluma doğru ilerlemek için kadının yalnızca ekonomik olarak özgürleşmesi yeterli değildir. Kadının politik arenada ve karar alma mekanizmalarında da etkin olması gerekir. Bunun için toplumsal projelerin her yapı taşında köklü bir hazırlık yapmak gerektiği açıktır. ... kadın özgürlüğü eğitim sisteminden, kent planlamasına, yeni ev tasarımına ve hatta yeni kent mimarilerine kadar yansıtılmalıdır. Günümüzün Bush rejimi altındaki dünyada, sivil hakların budanmaya çalışıldığı ortamda (bir dizi kadın haklarının da geri çekilmeye çalışıldığı ortamda) bunlar kolay olmayacak Erkek egemen toplumda eşit olmayan her iki cins, gerçek anlamda yaşamı farklı pencerelerden görmeseler de hayatın gerçeklerini farklı yaşıyorlar. Toplumsal ekolojik açıdan bakıldığında kadının özgürleşmesi yalnızca bir kültürün yeniden düzenlenmesini değil, aynı zamanda adeta doğanın yeniden düzenlenişini de zorunlu kılar. Bu durum özel ve kamusal alanda her şeyin yeniden gözden geçirilip düzenlenmesini gerektirir. Öylesine ki; kadın özgürlüğü eğitim sisteminden, kent planlamasına, yeni ev tasarımına ve hatta yeni kent mimarilerine kadar yansıtılmalıdır. Günümüzün Bush rejimi altındaki dünyada, sivil hakların budanmaya çalışıldığı ortamda (bir dizi kadın haklarının da geri çekilmeye çalışıldığı ortamda) bunlar kolay olmayacak. Örneğin, bugün en temel hak olan kadının ne zaman çocuk sahibi olmaya karar verebileceği gibi, vücudu üzerinde yalnızca kendisinin tasarruf hakkı olmasını gerektiren kürtaj hakkı gibi (ki; yarım asra varan bir mücadeleyle kazanılmıştır).... Ailenin ön plana çıkarıldığı ve özelleştirmenin alıp başını gittiği ekonomik küreselleşme ortamında işler ve sosyal güvenceler kısılırken ilk olarak kadın alanlarına saldırılıyor. Sonuç olarak; kapitalist-endüstriyalist toplumun perçinlemeye çalıştığı cinsiyetçi roller kadının gerçek potansiyelini keşfetmesi önünde bile büyük bir engeldir.. Ancak bu sorunun çözülüş umutlarının kıvılcımlarını bugünden görmek bile bize güç veriyor. Yukarıda bahsedilen güçlüklere rağmen cinsiyete dayalı iş bölümünün ortadan kaldırılması yolunda çabalar yok değil. Toplumsal ve doğal zenginliğin üretme, dağıtma ve yararlanma biçimlerini belirli bir zümrenin, grubun veya bireyin denetimine veren erkek egemen toplum ve ilişkileri daha etraflı ve güçlü olarak sorgulanmalıdır. Çünkü eşitlikçi topluma giden yolda yalnızca kadının üzerindeki baskı kalkmayacak; erkeğe biçilen soğuk ve katı demir perdenin aralanması erkekleri de rahatlatacaktır. Kadının özel ve kamusal alanda yalnızca temsili biçimde “çeşni” olarak görülmediği bir topluma doğru ilerlemek gerekiyor. Gerçek anlamda kadının varlığı doğrudan demokrasi deneyimleriyle yaratılabilecektir. Kadınlar ancak o zaman sadece kendi renkleriyle değil, gerçek anlamda kendi sesleriyle de var olabileceklerdir. Emet Değirmenci Kaynakça: (1). M. Antoniette Stanford, The Feminist Critique of Hegel on Women and the Family [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 2). Chris Beasley, What is Feminism Anyway (1999 Allen&Unwin Press, St Leonards, NSW 1590 Australia). (3). Tanita Ritchie, Women In Astronomy From Anchient Greece to Modern Australia. (Woman’s Handbook NOWSA 2004). (4). Jean Bethke Eshtain, Public Man Private Woman (Princeton N.J, Princeton University Press, 1981). (5). Shulamith Firestone, The Dialectic of ***(London, The Women’s Press, 1979) - Eserin Türkçesi; Cinselliğin Diyalektiği Çeviren: Yurdanur Salman (İstanbul, Payel Yayınları, 1979). (6). Mustafa Cemal, Eşitlikçi Toplumlar ( İstanbul, Belge Uluslarası Yayıncılık, 1996).
__________________ English Preparatory Department School of Foreign Languages Assistant English Teacher Ankara Baskent University 2017-18 “Benim, senden öncem ve senden sonram yok, yalnızca sen varsın...” C.A - 31.12.2010 - ∞ English Language and Literature Faculty of Humanities and Letters Ankara Bilkent University 2010-15 | |
|
Etiketler |
ayırımcılığının, bir, cins, olmadığı, toplum |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Cins | PySSyCaT | Felsefe | 0 | 10 Kasım 2014 23:33 |
Cins hesabi | Süslü | Komik Loglar | 4 | 05 Mart 2009 11:42 |