IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet odaları

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 23 Eylül 2011, 01:18   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Matrix Felsefesi




"Dünyada yaşadığımız hayatın birer parçası olan tüm olaylar insanlar binalar şehirler arabalar mevkiler kısacası hayatımız boyunca gördüğümüz tuttuğumuz dokunduğumuz kokladığımız tattığımız dinlediğimiz herşey gerçekte beynimizde oluşan görüntü ve hislerdir.
Biz bize verilen telkinle bunların beynimizin dışındaki bir dünyada sabit olduklarını her birinin maddesel varlıklar olduklarını ve bizim bu nedenle bunların asıllarını gördüğümüzü hissettiğimizi zannederiz. Oysa biz hiçbir varlığın aslını asla göremeyiz ve bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız. Kısacası bizim hayatımız boyunca madde sandığımız herşey aslında bir hayal olarak beynimizde meydana gelen görüntülerden oluşmaktadır.
Bugün tıp biyoloji fizik nöroloji beyin ve ilgili tüm alanlarda uzman olan hangi bilim adamına "biz dünyayı nasıl ve nerede görüyoruz?" diye sorulsa verdikleri tek cevap vardır: tüm dünyayı beynimizdeki görme merkezinde görürüz.
"Eğer tüm dünya hayatımız beynimizde meydana gelen görüntüler ise bu görüntüleri beynimizde oluşturan kimdir? Beynimizde oluşan bu görüntüleri beynimizin içinde bir gözü olmadan izleyen ve izlediklerinden zevk alan sevinen heyecan duyan kimdir?
Hayatımız boyunca aldığımız telkinle tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan pencerelerimizdir" diye biliriz. Oysa görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek böyle değildir; çünkü biz gözlerimizle görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz sadece "görme olayının" gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler. Görme olayının nasıl gerçekleştiğini lise bilgilerimizden hatırlayacak olursak bu gerçeği daha kolay fark edebiliriz.
Biz hayatımız boyunca dünyayı bizim dışımızda zannederiz. Oysa dünya herşeyiyle bizim içimizdedir. Biz dışımızda sandığımız dünyayı aslında içimizde beynimizdeki küçücük bir noktada görürüz.
Sonuç olarak şu bir gerçektir ki her insan hayatı boyunca gördüğü herşeyi beyninde görür ve hiçbir zaman gördüklerinin asıllarına ulaşamaz. Gördükleri dışarıda var olduğunu varsaydığı görüntülerin beyninde oluşan birer kopyasıdır. Bu kopyanın aslına uygun olup olmadığı dahası bir aslının var olup olmadığı ise bizim bilgimizin dışındadır.
Bir materyalist olmasına rağmen Alman psikiyatri ve nöroloji profesörü Hoimar von Ditfurth bu bilimsel gerçek hakkında şunları söyler:
Argümanlarımızın hareket ettirici kolunu nereye yerleştirirsek yerleştirelim sonuç değişmiyor: Etiyle kemiğiyle karşımızda duran gözümüzün gördüğü şey "dünya" değildir sadece onun imgesidir; bir benzeridir; orjinalle ne kadar örtüştüğü tartışılır bir izdüşümüdür.
Gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir nokta daha vardır; kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin bulunduğu yer kapkaranlıktır dolayısıyla beynin ışığın kendisiyle muhatap olması asla mümkün değildir. Ancak siz mucizevi bir şekilde bu zifiri karanlıkta ışıklı pırıl pırıl bir dünyayı seyredersiniz. Rengarenk bir doğa ışıl ışıl bir manzara yeşilin her tonu meyvelerin renkleri çiçeklerin desenleri güneşin parıltısı kalabalık bir sokaktaki tüm insanlar trafikte hızla yol alan araçlar bir alışveriş merkezindeki yüzlerce çeşit kıyafet olmak üzere herşey bu zifiri karanlık yerde oluşur.
Buradaki ilginç durumu bir örnekle açıklayalım. Karşımızda alev alev yanan bir mangal ateşi olduğunu düşünelim. Bu mangalın karşısına geçip onu uzun süre izleyebiliriz. Ama bu süre boyunca beynimiz mangaldan gelen ışığın parıltının ve sıcaklığın aslı ile hiçbir zaman muhatap olamaz. Mangaldaki alevin ışığını ve sıcaklığını hissettiğimiz anda bile kafamızın ve beynimizin içi kapkaranlıktır ve ısısı hiç değişmez. Kapkaranlık beynin içinde elektrik sinyallerinin rengarenk ışıltılı aydınlık bir görüntüye dönüşmesi olağanüstü büyük bir mucizedir. Bu olayın üzerinde derin düşünen insan karşılaştığı harikuladelik karşısında büyük bir hayranlık duyacaktır.
Yapay uyarılarla bir dünya oluşturulabileceği gerçeğine verilebilecek en iyi örneklerden biri de hipnoz tekniğidir. Bilindiği gibi hipnozda hipnotize edilen kişiye bir dizi telkin yapılır ve bu kişinin gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede inandırıcı birtakım olayları yaşaması sağlanır. Söz konusu kişi bulunduğu odada olmayan görüntüleri kişileri veya manzarayı görür sesleri duyar kokuları ve tatları alır. Bu sırada yaşadığı olaylardan dolayı sevinir üzülür heyecanlanır sıkılır endişelenir telaşlanır. Hatta hipnoz altındaki kişinin yaşadığı olayların etkileri dışarıdan fiziksel olarak da izlenebilir; yapılan telkinle doğru orantılı olarak kişide nabız artışı tansiyon artışı cildinde kızarıklık oluşması ateşinin yükselmesi mevcut ağrıyı veya acıyı hissetmemesi gibi belirtiler meydana gelebilmektedir.
Örneğin hipnoz uygulanan bir deneyde bir kişiye bir hastanede bulunduğu ve bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu söylenmiş ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle son derece hızlı olarak 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Ve böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır. Hipnoz yapılan kişi kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan ne insanlar ne de olaylar vardır.
Bir diğer deneyde ise normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır
Bir diğer deneyde ise normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır.20 Burada çok önemli bir nokta dikkat çekmektedir. İnsan vücudunda terlemenin oluşması için bazı etkilerin meydana gelmesi gerekir. Bu hipnoz olayında karşımıza çıkan gerçek ise şudur: Hipnotize edilen kişi dışarıda terlemeye sebep olacak hiçbir etken bulunmadığı halde terlemiştir. Bu örnek açıkça göstermektedir ki bir mekanda bulunmak ya da bir ortamı hissetmek için o ortamın ya da mekanın fiziki varlığı şart değildir. Suni uyarılar veya telkin yoluyla benzer etkilerin oluşturulması mümkündür.
Ulusal Hipnoterapi Derneği Ulusal Psikoterapistler Derneği Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts da bir makalesinde hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda nefes alamama durumu oluşmuşsa olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta hatta bir süre için tamamen durmaktadır. Watts hipnoz altındayken küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.
Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı Anne O. isimli kişiye hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir.Bourru ve Burot isimli araştırmacılar ise hipnoz altındaki bir kişiye kolunun kesildiğini telkin ederek yumuşak bir kalemle çizilen hafif bir çizginin ardından kan sızdığını görmüşlerdir.
J. A. Hadfield ise hipnotize ettiği bir denizciye koluna kızgın bir demir bastığını ve o bölgenin yanacağını söylemiştir. Halbuki sadece parmağının ucunu şöyle bir dokunmuştur. Ardından da üzerini sarmıştır. 6 saat sonra sargılar açıldığında o bölgede gerçekten hafif bir kızarıklık ve kabarıklık görülmüştür. Hadfield "ertesi gün kabarık hayli büyümüştü ve tıpkı yanık yeri gibi su toplamıştı" diye belirtmiştir.
Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler görme duyma dokunma işitme acı ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir. Örneğin dış dünyada kızgın bir demir olmamasına rağmen bu telkini alan kişinin kolunda yanık izi oluşabilmektedir.
Tüm bu örneklerden de anlaşıldığı gibi hem görüntünün nasıl oluştuğunu incelediğimizde hem teknolojik gelişmeleri takip ettiğimizde hem de hipnoz gibi telkin yöntemlerini bu bilgilere eklediğimizde ortaya kesin bir gerçek çıkmaktadır: İnsan ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zanneder. Halbuki dünya dediğimiz herşey algı merkezlerimize ulaşan sinyalleri beynimizin yorumlamasıdır. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne var bunu asla bilemeyiz. Beyne ulaşan sinyallerin kaynağının dışarıda mevcut bulunan maddi varlıklar olduğunu iddia edemeyiz. Bugün bu konu en temel bilimsel kitaplarda yer alan ve lise çağlarından itibaren insanlara öğretilen kesin bir gerçektir. Sorun insanların bu gerçek üzerinde düşünmemeleridir.
İnsan dış dünya olmadan da tüm algıları bütün canlılığı ile yaşayabilir ve buna verilebilecek en açık örnek daha önce de bahsettiğimiz gibi rüyalardır. Bir insan rüyası sırasında gözleri kapalı olarak yatağında yatar. Ancak buna rağmen gerçek hayatında karşılaştığı olayların yaşadığı hislerin uyarıların tamamını rüyalarında gerçeklerinden ayırt edilemeyecek kadar gerçekçi olarak algılar. Bu gerçeğe bu kitabı okuyan insanların tamamı bizzat kendi uykularında sık sık şahit olurlar. Örneğin gece yatağında sessiz ve sakin bir ortamda çevresinde ikinci bir kişi dahi yokken yatan bir insan rüyasında kendisini çok kalabalık bir mekanda bir tehlike içinde görebilir. Can havliyle bu tehlikeden kaçtığını bir duvarın arkasına sığındığını gerçekmiş gibi yaşayabilir. Hatta rüyasında gördükleri o kadar gerçekçidir ki korku ve panik duygusunu gerçekten tehlikeli bir ortam varmış gibi aynısı ile hisseder. Her gürültüde yüreği ağzına gelir korkudan titrer kalbi hızla atar terler insan bedeni tehlike anlarında neler hissederse fiziksel olarak ne tepkiler verirse hepsini aynen yaşar. Oysa zihninin dışında gördüklerinin hiçbirinin bir karşılığı yoktur.
Rüyasında yüksek bir yerden aşağı düşen bir insan da bunu bütün vücudu ile hisseder. Oysa o anda yatağında hiç kıpırdamadan yatmaktadır. Ya da rüyasında ayağı kayıp su birikintisinin içine düştüğünü gören bir insan tüm kıyafetlerinin ıslandığını çıkan rüzgar nedeniyle üşüdüğünü hissedebilir. Ancak bulunduğu yerde ne bir su birikintisi ne de rüzgar yoktur. Hatta çok sıcak bir odada uyuyor olmasına rağmen ıslaklığı ve üşümeyi aynı uyanıkken olduğu gibi yaşar.
Veya rüyasında maddenin aslı ila muhatap olduğunu iddia eden bir kişi kendinden son derece emin olabilir. Kendisine "maddenin hayal olduğunu" "dış dünyanın aslıyla muhatap olmanın mümkün olmadığını" anlatan arkadaşının omzuna elini koyarak "Şimdi ben bir hayal miyim? Sen elimi omzunda hissetmiyor musun? O zaman nasıl hayal olabiliyorsun? Nereden çıkarıyorsun bu iddiaları? Gel seninle bir Boğaz turu yapalım hem bu konuyu konuşuruz bir de böyle bir konuya neden inanıyorsun bana anlatırsın" diyebilir. Derinleşen uykusunda gördüğü bu rüya o kadar nettir ki keyifle arabanın kontağını açıp motora yavaş yavaş gaz verir ve sonra aniden pedala basıp arabayı adeta sıçratır. Yolda hızla giderken ağaçlar ve yol çizgileri süratten adeta blok bir görüntü oluşturur. Bir yandan da temiz Boğaz havasını alır. Tam arkadaşına itiraz etmeye o anda yaşadıklarının hayal olmadığını anlatmaya hazırlanırken saatinin ziliyle uyanır. Ancak ne ilginçtir ki rüyasında gördüklerinin hayal olduğuna itiraz eden bu insan uyanıkken de gördüklerinin zihninde oluşan kopya görüntüler olduğunu anlatan bir arkadaşı yanında olsa ona da aynı şekilde itiraz edecektir.
İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar ama "uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat" dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç kuşkulanmazlar. Oysa "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri algılayış şeklimiz rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen aynıdır. Her ikisini de zihnimizde görürüz. Ve rüyalarımızdan uyandırılmadığımız sürece onların bir hayal olduğunu anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim bir rüyaymış" deriz. Öyle ise şu anda gördüklerimizin bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Sadece henüz uyandırılmamış olduğumuz için içinde bulunduğumuz anı gerçek zannediyor olabiliriz. Her gece gördüğümüz rüyalardan daha uzun süren bu rüyadan bir gün uyandırıldığımızda bu gerçekle karşılaşacak olabiliriz. Ve bunun aksini söyleyerek ispatlayabileceğimiz hiçbir delilimiz yoktur.
Dünya hayatının bir rüya gibi olduğu bu rüyadan "büyük bir uyanış" ile uyanıldığında ancak insanların rüya gibi bir alemde yaşadıklarını anlayacakları İslam alimleri tarafından da dile getirilen bir gerçektir. Üstün ilmi nedeniyle Şeyh-i Ekber (En Büyük Şeyh) olarak anılan büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi bir sözünde Peygamber Efendimizin bir hadisini aktararak dünya hayatını rüyalarımıza şöyle benzetmiştir:
Hazreti Muhammed Aleyhisselam "insanlar uykudadır öldükleri vakit uyanırlar" buyurmuştur. Demek ki dünya hayatında gördüğü şeyler uyuyan kimsenin rüyasında gördüğü şeyler gibidir. Yani hayaldir.
Bir ayette ise insanların kıyamet gününde tekrar diriltildiklerinde şöyle diyecekleri bildirilmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi 52)
Ayette de görüldüğü gibi insanlar kıyamet günü aynı bir rüyadan uyanır gibi uyanmaktadırlar. Bir insan ağır bir uykuya daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında kendisini uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa bu insanlar da aynı şekilde kendilerini kimin uyandırdığını sormaktadırlar. Bu ayette de dikkat çekildiği gibi dünya hayatı gördüğümüz bir rüya gibidir ve her insan bu rüyadan uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair görüntüleri görmeye başlayacaktır."

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
felsefesi, matrix


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Orta Çağ Felsefesi: İslam Felsefesinde El Kindi'de Bilgi Felsefesi Özellikleri Nedir? Kalemzede Felsefe 0 26 Aralık 2021 23:23
Orta Çağ Felsefesi: İslam Felsefesi Nedir? Ne Değildir? İslam Felsefesi A-Z Her Şey Kalemzede Felsefe 0 26 Aralık 2021 23:13
Orta Çağ Felsefesi: Din Felsefesi Nedir? Ne Değildir? Din Felsefesi A-Z Her Şey Kalemzede Felsefe 0 26 Aralık 2021 18:16
Matrix Felsefesi ve Maddenin Gerçeği Spammer Felsefe 0 09 Temmuz 2009 02:30