Şimdi de kötülük sorununu her bakımdan ortaya koyuyorsunuz. Adaletten söz ettiğimde kötülükle mücadele etme fikrini işin içine katmıştım kötülüğe karşı direnmeme fikrini savunmuyorum. Eğer sorun kendini savunma ise "cellat" yakınındakini tedirgin eden kişidir bu anlamda şiddeti çağırır ve Yüzü yoktur. Ama merkezdeki fikrim "öznelerarasılığın bakışımsızlığı" diye adlandırdığımdır: Ben'in ayrıksı durumu. Bu bakımdan hep Dostoyevski'yi hatırlatıyorum; kişiliklerinden biri şöyle der: Biz hepimiz her şeyden ve herkese karşı suçluyuz ve ben herkesten daha çok suçluyum. Ama bu fikre elbette tersini söylemeksizin üçüncü kişi kaygısını ve böylece adaleti ekliyorum. Burada celladın bütün sorunsallığı açılır; bu açılma onun bana verdiği tedirginlikle değil adaletten ve başka insanın yakınımın savunulmasıyla başlar. Adalet düzeni olmasaydı sorumluluğuma sınır konulamazdı. Adalete dayalı belli ölçüde zorunlu bir şiddet vardır; ama adaletten söz ediliyorsa yargıçları Devlet'le birlikte kurumları yalnızca yüz yüze'nin düzeninde değil vatandaşlar dünyasında yaşamayı kabul etmek gerekir. Ama bunun karşılığında Yüzle olan ilişkiden ya da ötekinin önünde olduğum ölçüde benden yola çıkarak Devlet'in meşruluğundan ya da meşru olmayışından söz edilebilir. Kişilerarası ilişkinin olanaksız olduğu Devlet'in kendi gerekirciliğiyle önceden yönlendirildiği bir Devlet totaliter bir Devlet'tir. Demek ki Devlet'in bir sınırı vardır. Oysa Hobbes'un görüşünde –ki burada Devlet merhametin değil şiddetin sınırlandırılmasından ortaya çıkar– Devlet'e sınır çekilemez.