19 Eylül 2011, 01:28 | #1 | |
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Akıl – Bir Makine mi? İnsan beyninin kavranışı modern bilimin doğuşu ve kapitalist toplumun ortaya çıkışından bu yana geçen son 300 yılda önemli ölçüde değişti. Beyinin algılanış tarzı tarihsel olarak mevcut dinsel ve felsefi önyargılarla bezenmiştir. Kilise için akıl “Tanrının evi” idi. 18. yüzyılın mekanik materyalizmi aklı saat mekanizması gibi işleyen bir makine olarak görüyordu. Son zamanlarda ise akıl olasılıksal olayların olası olmayan bir toplamı olarak tanımlanmıştır. Katolik ideolojinin her şeye egemen olduğu Ortaçağda ruhun bedenin bütün parçalarına sızmış olduğu söylendi; beyin beden akıl ya da madde ayrıştırılamazdı. Copernicus Galileo ve nihayet Newton ve Descartes’ın mekanik materyalist görüşlerle ortaya çıkmasıyla bu bakış açısında bir kayma oldu. Descartes için dünya makine benzeri bir şey ve canlı organizmalar da yalnızca özel tipte saatimsi ya da hidrolik makinelerdi. Bilime egemen olan ve makineyi canlı organizmalar için bir model olarak alan özgün bir dünya görüşünü meşrulaştıran temel metafor işlevi gören de bu Kartezyen makine imgesidir. Beden parçalara ayrıldığında özsel niteliğini yitiren ayrıştırılamaz bir bütündür. Tam tersine makinelerse anlaşılmaları için sökülebilirler ve sonra tekrar bir araya getirilebilirler. Her parça ayrı ve çözümlenebilir bir işlevi yerine getirir ve bütün birbiri üzerine etkisi olan ayrı parçaların işleyişiyle tanımlanabilen düzenli bir tarzda işler. Beyin imgesi her aşamada o dönemin biliminin sınırlarını sadakatle yansıtmıştır. 18. yüzyılın mekanik dünya görüşü günün en ileri biliminin mekanik olduğu gerçeğini yansıtıyordu. Büyük Newton tüm evreni mekaniğin yasalarıyla açıklamamış mıydı? O halde neden insan bedeni ve aklı başka tarzda işliyor olsundu? Descartes insan bedenini bir tür kendi kendine işleyen makine olarak tanımladığında bu bakış açısını benimsemişti. Ama Descartes dindar bir Katolik olduğundan ölümsüz ruhun bu makinenin bir parçası olduğunu kabul edemezdi. Ruh beynin pineal bezi denilen özel bölgesinde yer alan bütünüyle ayrı bir şeydi. Ruh bedendeki geçici konaklamasını sürdürdüğü beynin bu kuytu köşesinden makineye hayat veriyordu. Steven Rose şöyle diyor: Batı bilimsel düşüncesindeki kaçınılmaz ama ölümcül kopukluk böylelikle gelişti. Descartes’ta ve onun takipçilerinde “düalizm” olarak bilinen bu dogma göreceğimiz gibi insanların sonuçta moleküllerin hareketinden “başka bir şey olmadığını” kabul etmek istemeyen her türden indirgemeci materyalizmin kaçınılmaz sonucu olan bir dogmaydı. Düalizm dinin ve indirgemeci bilimin iki yüzyıl boyunca ideolojik üstünlük elde ederek diğerini alt etmek için kaçınılmaz olarak büyük bir çekişme içine girmelerini mümkün kılan mekanizmin paradoksuna bir çözümdü. O günün kapitalist düzeniyle uyumlu bir çözümdü bu çünkü bu bakış açısı işgünlerinde insanların nesneleştirilmiş ve çelişkisizce sömürülme yeteneğinde olan salt birer fiziksel mekanizma olarak görülmesini mümkün kılıyordu. Beri yandan Pazar günlerinde bedenin çalıştığı günlerde maruz kaldığı travmalardan etkilenmeyen sınırlanmamış ve bedensiz bir ruhun ölümsüzlüğü ve özgür iradesi ileri sürülerek ideolojik kontrol pekiştirilebilirdi.[3] 18. ve 19. yüzyıllarda aklın “makinedeki hayalet” biçimindeki tasarımı değişti. Elektriğin keşfiyle beyin ve sinir sistemi bir elektrik şebekesi olarak algılandı. Yüzyıl dönümünde beynin farklı organlardan gelen mesajları işlediği telefon santrali analojisi doğdu. Kitlesel üretim çağıyla birlikte de bir çocuk ansiklopedisindeki şu alıntıda tipikleşen iş organizasyonu modeli çıka geldi: Beynimizi büyük bir şirketin yönetim birimi olarak düşünün. O burada gördüğümüz gibi bölümlere ayrılmıştır. Merkez ofisteki büyük masada tüm bölümlere telefon hatlarıyla bağlı olan Genel Müdür –kendi bilinciniz– oturur. Çevrenizde baş yardımcılarınız vardır; görme tatma koku duyma ve dokunma gibi Gelen Mesaj Amirleri (son ikisi merkez ofisin arkasında gizlidir). Bu amirlerin yanında da konuşmayı ve kolları bacakları ve bedenin tüm diğer parçalarını kontrol eden Giden Mesaj Amirleri bulunur. Elbette sadece en önemli mesajlar sizin ofisinize ulaşır. Kalbi ciğerleri ve mideyi çalıştırmak gibi rutin görevler ya da kasların çalışmasının küçük ayrıntılarının gözetlenmesi Medulla Oblongatadaki* Otomatik İşlemler Müdürleri ve Beyincikteki Refleks İşlemleri Müdürü tarafından yürütülürler. Tüm diğer bölümler bilimcilerin serebrum** dedikleri şeyi oluştururlar. Hayret verici hesapları yapabilen bilgisayarın keşfiyle birlikte beyinle paralellik kurulması kaçınılmaz hale geldi. Bilgisayarların bilgi depolama biçimine bellek denildi. Gittikçe daha güçlü bilgisayarlar yapıldı. Bir bilgisayar insan beynine ne kadar yaklaşabilirdi? Nihayet bilim-kurgu bilgisayarların insan zekâsını geçtiği ve dünyayı ele geçirmek için savaştıkları Terminatör filmlerini önümüze getirdi. Oysa Steven Rose son kitabında şöyle açıklıyor: Beyin bilgisayardaki gibi bilgiyle değil anlamla çalışır. Ve anlam doğal ve toplumsal çevreleriyle etkileşim içindeki bireyler tarafından ifade edilen tarihsel ve gelişimsel olarak şekillenmiş bir süreçtir. Gerçekten de belleği incelemenin sorunlarından birisi onun kesinlikle diyalektik bir olgu olmasıdır. Zira bizler her hatırlayışımızda bazı bakımlardan anılarımız üzerinde işlem yapar ve onları dönüştürürüz; onlar basitçe depodan çağrılıp bir kez danışılıp değişmemiş olarak yerlerine konmazlar. Anılarımız onları her hatırladığımızda yeniden yaratılırlar.[4] | |
|
Etiketler |
akıl, bir, makine, mi, – |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Buna Akıl Derler Akıl! | Burce | Fıkra | 0 | 19 Mayıs 2012 22:42 |
Akıl bir makine mi? | Kalemzede | Felsefe | 0 | 10 Ekim 2011 22:53 |
Erkekler/Kadınlar, Erkek akıl/Dişi akıl | Wick | Felsefe | 0 | 17 Mayıs 2010 12:09 |