IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 05 Temmuz 2011, 16:44   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kendine Aitlik Ve Tekrar




Bizim evrenimiz, genel ve özelin karşıtlığının temel bir rol üstlendiği bir yapı tarzına sahiptir. Empiristler buna karşılık olarak, sadece özel olanın yaşanıp deneylendiğini savunabilirler; ama onlar, içinde sadece özelin olduğu bir evrenin ne bilinebilir ne de egemen olunabilir bir evren olacağını tümüyle unuturlar. Evren, her karesinde yeni bir şey, yeni renkler, yeni sesler, tonlar, yeni görünümlerin çok çeşitli tarzlarda görüntülendiği bir film olsaydı, ne sağın anlamlı bir sözcük, ne de bir kavram kurma olanağı olurdu. Oysa durum hiç de böyle değildir. Evrende tekrar etme ve yenilik vardır. Kuşkusuz bu her ikisi de çeşitli biçimlerde birbirlerine dikkat çekici bir şekilde bağlanırlar ve karışırlar. Yenilik taşımayan hiçbir tekrar yoktur. Örneğin bir meşe ağacında, bitkilerin bağlı olduğu temel bir yasa tekrarlanır, ama bu ağaç özel ve bir defalık bir oluşum olarak, içinde bulunduğu çevrenin raslantısal koşullarına uygun bir gelişme de gösterir. Sadece öğelerin ve süreçlerin kesin bağlılıkları tekrar ettiğinden, bir genel kavram kurma ("meşe") ve yasalar koyma (örneğin Kepler'in gezegenlerle ilgili yasası) olanaklı olmaktadır. Tekrarın vuku bulma tarzı, genel kavram ve yasalarla formüle edilebilir. Örneğin bu süreç, meşe sözkonusu olduğunda, birbirine geçmiş süreçlerin bir araya toplanmasıyla ortaya çıkan öylesine karmaşık bir oluşumdur ki, bu konuda yetkin yasalara ulaşmak hiç de kolay değildir. "Tekrar etme (benzer şekilde ya da aynen tekrar etme)" ve "kendine aitlik (yeni ya da özel olanın kendine aitliği)" arasındaki karşıtlık , "genel" ve "özel" arasındaki karşıtlıkla çok sıkı bir biçimde bağlantılıdır. Bu problemler, uzay ve zamanla ilgili bakış açılarında olduğu gibi, aynı problemin iki yüzü gibidirler; ama bunlar daha çok, bizim yorumlarımız içindeki ideal zaman-uzay sistemi içinde görülmelidirler. Başka bir deyişle, bizler, genel-özel ve tekrar-kendine aitlik boyutlan içine sokamadığımız sürece, deneyimlerimiz üzerine hiçbir anlamlı yoruma ulaşamayız. Bilen (özne) olarak bizler, aslında genele ve tekrar edebilene yöneliriz; özel ve yeni olanda kavranamayan ve irrasyonel olan bir şey kalır daima.
Biz metafizikte, gerçekliğin temel özelliğini yakalamaya çalışırız. Kendimizin bulduğu farklılıkları, gerçeklikteki farklılıklar saymayı denemek, Parmenides'ten N. Hartmann'a kadar çok etkili olmuştur. Ama geneli Platoncuların yaptığı gibi varlık olarak kabul etmekle ne kazandık ki? Sözel varsayımlara dayalı ve bir dil eleştirisi önünde balon gibi sönüveren tezler üzerine sonuçsuz kalan, verimsiz ağız kavgalarından başka hiçbir şey. Biz artık kendi kategorilerimizin varlık kategorileri değil, tersine cum fundamento in re olarak yorum kategorileri olduklarını görmek ve kabul etmek zorundayız. Varlık kategorileri, metafizikçilerin savundukları gibi, ne algılanabilir türdendirler, ne de aklımızla, intellektüel bir görü ya da sezgisel bir anlayış yetisi ile bize açıktırlar. Onlar, gerçekten anlaşılmak isteniyorlarsa, algıya dayalı bir yorum içinde anlaşılamazlar. Onlar bizim doğa ve tarih içinde kazandığımız tüm deneyimlerin bir düzene sokulması için vazgeçilmez koşullardır. Metafizik, artık Aristoteles'ten beri arzu edilegelen şey, yani varolan olarak varlığın bilimi olamaz; o, varlığın anlamı hakkında bir bilme türü olmakla yetinmelidir; yani tüm özel bölümleriyle varlığın ifade ettiği anlam üzerine kapsayıcı bir yorum denemesi olmayı öğrenmelidir.
Bu nedenle, kendine aitlik ve tekrar karşıtlığını varlığın tüm basamaklarında (sfer) izlemek önemli bir metafiziksel görevdir. Ben bu konuyu bir başka konumda araştırmıştım (Archiv für Philosophie, Januar, 1956). Burada sadece vardığım bazı sonuçlan derleyebileceğim. "Yaratma", "yaratıcı gelişim" ve "türlerin ortaya çıkışı" gibi deyimler çözümlenmeye başlandı mı, kendine aitlik ve tekrar olgusunu hemen karşımızda buluruz. Onlar birbirlerine bağlıdırlar ve ancak bir arada anlaşılabilirler. Tekrar edilebilirliğin olduğu yerde mutlaka bir kendine aitlik vardır ve ancak kendine ait olana geri gidilebilen yerde hakiki bir tekrar vardır. Kendine aitlik, bu nedenle zaman içinde belli bir başlangıç olmaktan farklı bir şeydir.

Kendine aitlik (kendi olma), bir ögenin, bir işlevin, bir edimin, bir konumun, kısacası, daha önce orada olmayan bir şeyin yeni bir şey olarak görünüme ya da varoluşa çıkmasıdır.

İşte bir kendine aitliği ya da kökeni-kendinde-olmayı bir başlangıçtan ayiraıı bu özelliktir. Başlangıçta kaos vardı. Ama kendine aitliğin, kökeni-kendinde-olmanın olduğu yerde bir kosmos vardır. Bu, her kendine aitlikte olduğu gibi, türlerin kökeninde yatan olağanüstülüktür. O, gerçekten de bir "sıçrama"dır. Orada birdenbire herşey şekillenir. Doğa ve tarih, derin bir görünüm içinde birarada bir birlik oluştururlar. Burada olduğu gibi orada da kendine aitlik, formların ilk kez ortaya çıkışı ve kuşkusuz öncelikle belirli bir alanın temel formlarının ortaya çıkışı vuku bulmuştur. Çünkü canlı doğanın gözlenemez çokluğu nasıl ki bu doğadaki şekillerin belirli temel formlara bağlı yapısal yasalara göre düzenlendiği söylenerek görülenebiliyorsa, tarihin kaosu da, şimdiki kuşağın yaşam biçimine egemen olan konum ve formlardan kalkılarak, yorum yoluyla bir kosmosa dönüşür. Kendine aitliğin formu gibi, tekrarın formu da alandan alana değişir. Onun ilksel formu, gerçeklikte sadece yaklaşık olarak ve parçalı biçimde bize özdeş görünen şeyin tekrarıdır ve onun en yüksek formu, Kierkegaard'ın "tanrı önünde tekrar kendi olma" dediği varoluşsal tekrardır:

Tüm durumlarda tekrar, zamana bağlı bir yapısal sürecin özdeşliğine işaret eder: Anorganik alanda o, kendini akım, dalga ve yıldızların hareketi olarak gösterir. Dünya bir yılda güneş çevresinde kurala uygun bir. yol çizer. Bunun gibi o, güneşe göre aynı zaman ve yer konumuna sahiptir. Aynı zaman sürecinde kurala uygun bir tarzda çeşitli görünümleri aynı zamansal dilimler ve formlar içersinde tekrarlayan bu ritmik oluşum, organik alanda da, bitki ve hayvanların bu ritmik oluşumdan etkilenmeleriyle sürüp gider. Gündüz-gece ritmi, etkinlik- sükûnet ritmi, ışık-renk ritmi, tek hücreli organizmaların ritmik hareketleri, mevsimlerin ritmi, kış uykusu, kuşların mevsimlik göç uçuşları, baharda bitkilerin açması... Tüm bunlar, kalp atışlarının temel ritminde, ciğerlerin solunum ritminde ya da medüzlerin hareketlerinde tek tek gözlenebilir.

Tekrar, insani alanda da temel bir role sahiptir. Bunu herkes kendi deneyimleriyle bilir. Bu yüzden Freud'un tekrarı psikoterapide bilinçli olarak neden kullandığı da anlaşılabilir. O, Charcot'nun "hipnozla anımsatma" yöntemi yerine "çözümlenebilir tutumları ve davranışları tekrarlatma" yöntemini koyar. Freud şöyle der: "Tekrar, doktor için unutulmuş geçmişin yeniden gün ışığına çıkarılması demek değildir; daha çok, aynı zamanda bugünün de gün ışığına çıkarılmasıdır'. Burada da tekrar ve kendine aitlik bağlamı kendini gerçeklemektedir. Psikosomatik tekrar, konumsal kaldığı ve organizmadan bu konuma bağlı durumunu düzenlediği sürece, yapıcı bir etkinliğe sahiptir. Ama bu tekrar pârçalı kaldığı ve bir nevroz zorlaması ile olduğu sürece kırıp dökücü ve dağıtıcıdır. Böylece, kendine aitlik ve tekrar, sadece gerçekliğe götüren kategoriler değil, aynı zamanda verimli araştırmalar için bir zemindir de.

Bu konuda Hermann Weyl'in simetri üzerine yaptığı incelemelere değinmek yerinde olur (Princeton, 1952). Weyl, simetrinin dayandığı temel konumsal ilkeyi, matematik- sel bir bakış açısından kalkarak araştırmayı denemiştir. O, simetrinin anorganik, organik doğada ve sanatta ne gibi formlar içinde ortaya çıktığını bulmaya çalışmıştır. Buna güre, tüm simetri formlarının temelinde yatan ide, öğelerin şekillendirilmesi (configuration of elements), yani değişmezliktir. Öyle ki, simetri, aslında kendi başına yapıları olan şeylerin transformasyon yoluyla gruplaştırılmasıdır. Weyl, böylece bizler için yönlendirici olan bir bakış açısı sunmaktadır.

Burada geliştirilen metafizik idesi için panperspektivizm denebilir. O, zorunlu olarak birbirlerini bütünleyen perspektitlerden söz etmektedir. Ama o, aynı zamanda perspektiflere bağlı dönüştürmelerde ortaya çıkan değişmezleri de bulmayı denemektedir. Öyle ki, bu değişmezler, aslında varlık olarak araştırılmak istenen şeyi betimlerler. Bizim vardığımız bu sonucu başka bir şekilde ifade etmek de olanaklıdır. Jaspers, varoluş aydınlatmasını, felsefenin temel görevi olarak gösterir. Ama bir varoluş aydınlatması bağlaşık bir 'varlık aydınlatması olmaksızın verimli olabilir mi? İnsan bir yalıtım içinde varolmaz, tersine o, evren bilmecesi üzerine kendine ait bir yanıt verebilir ve o varlığın kendiliğindenliğine ancak bu yolla açıktır. İnsanın metafizik: sel yanıtı varlık aydınlanması içinde oluşur ve bu da ancak, kendine özgü bir varlık olan insanın tüm varlıkla ilişkiye girmesi demektir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
aitlik, kendine, tekrar, ve


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Birini aramadan önce ne söyleyeceğini kendi kendine tekrar ediyor musun? Sır IF Ekstra 11 08 Şubat 2020 15:14
Kendine Aitlik ve Tekrar Kalemzede Felsefe 0 20 Eylül 2011 00:38