07 Eylül 2015, 15:31 | #41 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Bu fotografın hıkayesını biliyor muydunuz? Kevin Carter, Afrika'da zayıflıktan ölmek üzere olan Siyah küçük kız çocuğu ile Onun arkasında durup çocuğun ölmesini bekleyen Akbabanın fotoğrafını çekmişti. Bu fotoğraf 1994 yılında fotoğraf dalında Politzer ödülü kazandırmıştı Carter'e. Ödülü aldıktan 3 ay sonra intihar etti. Şöyle diyordu geride bıraktığı mektubunda: "Çocuğu kurtarabilirdim, Makinamı bırakıp onu kucağıma alıp Yardım çadırına götürebilirdim. O an sadece gazeteci olduğumu düşünüyordum, Şimdiyse önce insan olduğumu" . [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
|
10 Eylül 2015, 13:29 | #42 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Nefsin Ölümsüzlüğü "-Peki, dedi Sokrat, hayat bir zıtta sahip değil midir? -Tabi ki dedi Cebes. -Ve zıttı nedir? -Ölüm. -Hayat ve ölüm, eğer zıt iseler o zaman birbirlerinden doğarlar ve birinden diğerine doğru giderek kuşaklar o ikisi arasında oluşmuyor mu? -Başka türlü nasıl olur ki? -Benim için, dedi Sokrat, sana bahsettiğim bu zıtların ikili ilişkisini açıklayacağım ve birini diğerine geçiren iki kuşaktan bahsedeceğim. Bir taraftan uykuyu alalım ve diğer taraftan da uyanıklığı, bunlar hakkında diyorum ki uykudan uyanıklık doğar ve uyanıklıktan da uyku; uykuyu üreten uykuya dalma eylemidir ve uyanıklığınki de uyanmadır. Senin için bu yeterli midir, evet mi veya hayır mı? -Tamamen, kuşkusuz -Bana söyler misin, diye ekledi Sokrat, hayat ve ölüm için de mi aynıdır? Ölümün hayatın zıttı olduğunu söylemiyor musun? -Söylüyorum. -Demek ki birbirlerinden doğuyorlar? -Evet. -Ve yaşayandan ne doğuyor? -ölüm. -Ölü olandan ne doğar, dedi Sokrat. -Zorunlu olarak itiraf etmek gerekir ki hayat, dedi Cebes. -... -Cevap ver bana, dedi Sokrat, bedeni canlı kılan nedir? -Nefisdir, dedi Cebes. -Her zaman böyle midir? -Başka nasıl olabilir ki, dedi Cebes? -Nefis girdiği bedene her ne olursa olsun her zaman hayat veriyor mu? -Muhakkak bunu ona veriyor. -Hayata zıt bir şey var mıdır yoksa hiç bir şey yok mudur? -Bir şey var. -Nedir o? -Ölüm. -Nefis demek ki biraz önce kabul ettiklerimize göre, her zaman beraberinde getirdiği ile zıt bir şey kabul edemez? -Bir sonuçtur, diye cevap verdi Cebes, uyumsuz ve haksız. -Neyse. Ve ölümü kabul etmeyene ne isim verilir? -Ölümsüz olan, dedi Cebes. -Demek ki nefis ölümü kabul etmiyor? -Hayır. -Demek ki nefis ölümsüzdür. -Ölümsüzdür ..." NEFSİN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ (PLATON’un PHAIDON’undan alıntı) |
|
10 Eylül 2015, 13:34 | #43 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalinin canli yayinina konuktur... Küstah bir spiker vardir ve Barış Manço ile dalga geçmektedir... Sürekli, "iste Türk, yani barbar, vahsi vs..." demektedir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere "yaninizda kâgit para var mi?" diye sorar! Bu soruya spiker sasirir ve "evet var ama n'olacak" der... Barış Manço israr edince spiker cebindeki kâgit paraları çikartir... Bu olaydan az önce Barış Manço canli yayinda "Anahtar" adlı sarkisini söylemistir... Bu sarkinin bir bölümü söyledir: "Bes Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, bes Fatih-bir Mevlana, iki Mevlana-bir Sinan" (Baris Manço / Anahtar sarkisi / Darisi Basiniza Albümü / 1992) Bu sarki bir matematik sorusudur ve sarkida adi geçen kisiler o dönemdeki Türk parası olan banknotlarin arkasinda fotografi olan kisilerdir... Baris Manço spikere sorar: "Bu paranizda fotografi olan kisi kim?" Spiker: "General......." Barış Manço diger paralardaki fotograflari olan kisileri de sorar,spikerin verdigi cevaplar hep aynidir "General.......", "Amiral...........", "Komutan............." Spikerin bu "falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabyndan sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarini çikarir... Spikere der ki: "Bu parada fotografi olan kisi Mehmet Akif Ersoy'dur. sairdir... Bu fotograftaki kisi Mevlana'dir. Düsünürdür... Bu paradaki fotografi olan kisi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür... Bu paradaki kisi ise Atatürk'tür. "Yurtta baris, dünyada baris" diyen kisidir... Bizim paralarimiz bunlar... Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar oldugumuz için paralarimizin arkasına "sairlerimizin", "düsünürlerimizin","bilim adamalarimizin" fotograflarini bastik... Siz Fransizlar kendiniz barbar, vahsi oldugunuz için paralarinizin arkasina hep savas Adamlarinin fotograflarini basmisiniz!" der... Barış Manço nun bu müthis cevabindan sonra televizyon yöneticileri Canli yayini keserler ve spikeri oradan kovarlar, baska bir spiker yerine gelir ve canli yayin yeniden baslar, yeni spiker Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir... |
|
10 Eylül 2015, 13:37 | #44 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Hayatınız Değeri Ne?? Uzak diyarlardan birinde bir ülkede, yemyeşil tepelerin arasında, kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile, baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı. Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi "büyülü vadi" olarak anılırdı. Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkân ile, bu dükkânda yaşananlardı. Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkânın adı "büyü dükkânı" idi. Büyü dükkânı�nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı. Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi. Bu nedenle dükkânın dışarıdan görüntüsü, tıpkı bir ev gibiydi. Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu, tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya, bir verandadan giriliyordu. İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz. Büyük bir kütüphane, üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar, masa ve konsollar, dükkânın dört bir tarafını kaplıyordu. Ancak bu kalabalık görüntü içinde çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu. Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu. Büyü dükkânını çevreleyen pencereler, içerdeyken bile günün aydınlığına ve vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu. Dükkânın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı. Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu. Dükkâna gelen müşteriler, arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi. Her insanın yaşamında çok istediği ancak sahip olamadığı birşeyler vardır ya da sahip olup kaybettiği şeyler. Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler. İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için, büyü dükkânına gelme nedeniydi. Bu dükkânda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz. Müşteriler, hayal edebildikleri her şeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler. Tabii, bedelini ödedikleri takdirde. Her yerde olduğu gibi bu dükkânda da almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı, dükkân sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, büyü dükkânında yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve pek çok müşteriyi şaşırtırdı. Dükkân sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar, kendine büyük bir fincan kahve yapar ve bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkânıyla gurur duyarak kahvesini yudumlardı. Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da pencerenin perdelerini sonuna kadar açarak, sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının yardımıyla okumaya başlardı. Büyü dükkânında satıcı olmak bilgelik isterdi. O güne kadar dükkâna gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemisti dükkân sahibi. Herkes, çok istediği birşeye sahip olmak uğruna onca yolu göze alarak gelir ve mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı. Ama genellikle aldığı şey, istediği şeydençok farklı olurdu. Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır, yolu gören pencereye bir göz atardı. Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü. Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi. Büyü dükkânı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı. Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu. Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu. Nedense işsizlik içini ürpertmişti. Tam o sırada uzakta bir karartı gördü. Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında, bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı. İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup, müşterisini beklemeye koyuldu. Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş, yorgun düşmüş olmalıydı. Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu. İyice kulak kabarttı. Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı.Beklediği kişinin ayak sesleri, ikinci basamakta kesilirdi. Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam. Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup, bir kez daha düşünürdü. Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı. Sonunda kapı çalındı. Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü. "İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri. Dükkân sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra, ısınması için ona bir kahve ikram etti. Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam, karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri olduğunu düşündü. Herhalde o da müşterisini anlar, onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi. Acaba büyü dükkânından çıkarken istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı? Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi. Belki de dükkân sahibinin birşeyler söylemesi gerekirdi. Ancak karşısında sabırlı bir ifade ile müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının, alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı. Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret hem de yumuşak bir etki oluşturdu. Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu. Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi; "Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya. İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkânınızda bulabileceğimi söylediler. Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım." "İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?" "Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?" "Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkânımda her şey mevcut. Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için, bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?" Dükkân sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü. Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaş***** ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu. Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde birbirlerine karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar. Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri, yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi; "Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım. Bunlar için pişmanlık duyuyorum. Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım. Zamanı hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor. Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım. Dostlarımla konuşmayı denedim. Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu, yardım etmeye çalışanlar da. Ama hiçbiri kâr etmedi. Kendimi çok mutsuz hissediyordum. Derken, bir gün birisi bana sizden ve büyü dükkânından söz etti. Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen elli beş yılımı bana geri verin." "Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?" "Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil. Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum. Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım." "Herhalde bunu çok istiyorsunuz." "Evet, hem de her şeyimi verecek kadar." "Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında siz bana ne verebilirsiniz?" "Ne isterseniz?" "Sanki bunun için her şeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz." "Hiç kuşkunuz olmasın. Şu anda sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin." Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken, kendinisallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı. Bir süre düşündü. Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi. Büyü dükkânına gelen kişiler, genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi. Bu nedenle, yaşlıadam, pazarlığın başındaki düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı. Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu. Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı; "Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız da, ben sizden bir tek şey isteyecegim." "Dileyin benden ne dilerseniz." "Belleğinizi..." "Anlamadım?" "Belleğinizi dedim. Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum." "Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum. Tamam alın belleğimi." "Emin misiniz?" "Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım." "Belleğinizi, içindeki her şeyle birlikte bu dükkânda bırakıp gideceksiniz. Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız, buraya neden geldiğinizi bile." "Daha iyi ya. Her şeye yeniden başlayacağım. Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki." "O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz. Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur." "Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp elli beş yılımı geri alacağım ve dükkânınızı bir daha dönmemek üzere terk edeceğim. Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım hataların hiçbirini tekrar etmeyeceğim." "İsterseniz başka sözler vermeyin. Çünkü, az sonra, belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz." Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı. "Nasıl yani? Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarimızı bile, öyle mi?" ".................................." "Yani hiçbir şeyi mi? Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta..." "Ne yazık ki!" Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu. Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü. Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve bekledi. Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi. Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri, yaşlı satıcı için, sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi. Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı; "Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum. Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum. Belleğimden vazgeçemem. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına. Çok ilginç bir insansınız. Bana, büyü dukkanından almak istediğimden çok farklı birşeyle çıkacağımı söylemişlerdi de inanmamıştım. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim, ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum. Size teşekkür ederim." "Birşey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşçakalın." |
|
26 Eylül 2015, 13:20 | #45 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Kral Dionysios, ARISTIPPOS'a sorar: "Nedendir acaba, her gün filozoflar hükümdarları ziyaret ederler de, hiçbir hükümdar kalkıp bir filozofu ziyarete gitmez?" Aristippos, "Bunda şaşacak bir şey yok hükümdarım" der, "Hekimler, yatağından kalkamayacak durumdaki hastalara giderler, çünkü o hastaların hekimlere gitmeleri mümkün değildir.." |
|
26 Eylül 2015, 13:28 | #46 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Bir pâdişâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun bir takım sıkıntıları ve zorlukları vardı. Köle, gemi limandan ayrıldığı andan îtibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler. Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; "Müsâde ederseniz ben onu susturayım" dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi. O zât, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sâkin oturdu. Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yaşıyan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilmez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilmez" dedi. * SADİ ŞİRAZİ |
|
26 Eylül 2015, 13:40 | #47 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Kızılderili kabile reisine bütün beyazlara neden deli gözüyle baktığını sordum ... Kafalarıyla düşündüklerini söylüyorlar! diye cevapladı ... Tabiki öyle yapacaklar ...! Dedim şaşırarak ... Siz neyle düşünürsünüz ...? Kalbini göstererek Burasıyla ...! Dedi ... Uzun bir süre susup düşündüm ... Hayatımda ilk defa biri bana gerçek beyaz adamın resmini çizmişti ... * Carl Gustav Jung |
|
26 Eylül 2015, 13:42 | #48 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler MUTLULUK GÖNÜLDEN VERMEKTİR Vermekten hoşlanmıyorsan, sana verilmesini de engelle...rsin. Verilmekten hoşlanmıyorsan vermeyi de bilemezsin. Ne vereyim, ne versinler diyorsan Sadece alıyorsun. Mutluluk içinde başlar, çünkü mutluluk içten, özden verebilme yetisini kazanmakla başlar. İnsanların çoğu neden mutsuz, en azından mutlu değil? Vermeden almayı ya da önce alıp sonra vermeyi düşündükleri için. Bir gezgin, dağ bayır gezerken bir akarsuyun içinde değerli bir taş bulur. Ertesi gün yolda bir adamla karşılaşır. Adam çok açtır. Gezgin torbasındaki yiyeceği karşılaştığı bu kişiyle paylaştırır. Ama erzak çantasını açarken adamın gözü çantadaki değerli taşa ilişir. Gezginden bu değerli taşı kendisine vermesini ister. Gezgin hiç duraksamadan değerli taşı adama uzatır. Adam başına konan talih kuşundan memnun, aceleyle oradan uzaklaşır. Artık kendisine ömür boyu maddi güvence sağlayacak değerli taşın sahibidir. Bir kaç gün sonra gezgin, arkasından koşarak kendisine yaklaşan adamı görür. Adam nefes nefese değerli taşı gezgine uzatır. "Senden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündüm. Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Ama onu sana geri vermek senden daha değerli bir şey almak istiyorum. Bu taşı bana rahatlıkla vermeni sağlayan o içindeki şey her ne ise ondan istiyorum" Sahip olduğun maddi şeyleri vermek, vermenin en kolay yoludur. Ama burada bile takılı kalan ne çok insan var. Gerçek vermek, kişinin kendinden, özünden vermesidir. Emerson'un dediği gibi: "Yüzükler ve mücevherler armağan değildir. Gerçek armağanı veremediğin için dilenen özürdür. Gerçek armağan kendinden bir parçayı verebilmektir." Çocuklarına sevgi yerine, ayıramadıkları zaman yerine onları oyuncaklara boğan, pahalı okullara gönderen, altlarına araba çeken anne babaları düşün. Eşlerine ayıramadıkları zamanın, gösteremedikleri sevginin bedelini armağanlarla telafi etmeye çalışan eşleri düşün. Vermeyi bilmedikleri sevgiyi, maddi olanaklarla telafi edebileceklerini düşünenler, sadece kendilerini aldatır, suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışır. Ama çocukların, eşlerin yüreklerindeki yarayı azdırmaktan, öfkeyi büyütmekten başka bir işe yaramaz bu ucuz armağanlar. Gerçek armağan olan sevgi ve ilginin yanında en pahalı mücevher bile ucuz kalır. Dünyaya sahip olduğunun en iyisini ver, en iyi sana geri gelecektir. Kendinin en iyisini vermeye bugün başla. Sevdiklerine zamanını ver, dikkatini ver, ilgini ver, bilgini ver, pozitif bakış açını ver, onlara değer ver. Yüreğindeki armağanları ver, sevgini, anlayışını, neşeni, şefkatini ver, affediciliğini ver. Zihnindeki armağanları ver, rüyalarını, fikirlerini, yaratıcılığını, yeteneklerini sun dünyaya. Yüreğini sunduğunda kendini iyi hissedersin, kendine olan güvenin artar, en önemlisi kendine verdiğin sevgi ve değer artar. Ne verirsen kendine veriyorsun. Şunu daima hatırla: Kendine sakladığın, kaybetmekten korktuğun her ne ise onu kaybedersin. Verdiklerin ise senindir... Alıntıdır.. |
|
07 Ekim 2015, 14:42 | #49 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler ''Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy. Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker. Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa. Beyniniz atıl kalmasın. Atıl kafa, iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, “alzheimer”dır. Küçük şeylerden zevk almaya bakın. Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi; aile, kedi, köpek, kuş, balık, yadigarlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa. Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, komşu illerde ya da dış ülkelerde dolaşın; ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin. Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta. Unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.'' * George Carlin |
|
07 Ekim 2015, 14:42 | #50 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Felsefik Hikayeler Zengin ve Cimri Adam Çok zengin ama cimri bir adam, bir bilgenin yanına gidip nasihat almak istedi. Bilge onu pencerenin yanına götürüp sordu: “Pencereye baktığında ne görüyorsun?” “Yoldan gelip geçen insanlar görüyorum. Bir de yolun kenar...ında oturmuş dilenen fakir bir adam var.” Bilge, başka bir odaya gidip elinde büyük bir aynayla döndü ve sordu: “Peki bu aynaya baktığında ne görüyorsun?” “Kendimi.” “Yani artık başkalarını görmüyorsun!" "Farkında mısın, pencere camı da aynı da maddeden, yani camdan yapılmıştır. Ama aynanın camının üstüne incecik bir gümüş tabakası kaplandığı için, ona baktığında kendinden başkasını göremiyorsun.” “İşte, insan kalbi de cam gibi aslında şeffaftır, başkalarını görmemize engel değil vesile olur. Onlara merhamet besleriz o zaman. Ama ne zaman ki altın gümüş gibi dünya süsleriyle kalbimizi kaplarsak o zaman sadece kendimizi görürüz. Kalbimizden de merhamet çekilip atılır. "Yapman gereken şey kalbini temizlemek." "Altınları ve gümüşleri cebinde taşı, kalbinde değil. O zaman bencillikten kurtulup başkalarına merhamet beslemeye başlarsın.” * Alıntı |
|
Etiketler |
felsefik, hikayeler |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Önerileriniz... (Felsefik Kitaplar) | SimHa | Felsefe | 0 | 06 Şubat 2018 21:42 |
Resulullah'tan Hikâyeler - Peygamberimizden hikayeler | Luthien | İslamiyet | 0 | 15 Eylül 2014 00:40 |
Bilgelere Sorular ve Cevapları (Felsefik) | Ecrin | Felsefe | 0 | 29 Temmuz 2012 23:48 |
Resimli Felsefik Sözler. | Afrodit | Felsefe | 0 | 23 Ağustos 2010 01:23 |
Güzel Bir Felsefik Hikaye | Hesna | Felsefe | 0 | 23 Ocak 2010 14:24 |