14 Nisan 2009, 16:42 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Modernizmden postmodernist söylemlere doğru MODERNİZMDEN POSTMODERNİST SÖYLEMLERE DOĞRU 18. yüzyıl Aydınlanma Dönemi ile başlayan Akıl Çağı modernizm (modern) kavramını gündeme getirerek bu yüzyıldan günümüze dek gelen çağların modern çağlar olarak nitelenmesine yol açmıştır. Modernizm ya da modern çağlan betimleyen temel olgular/kavramlar şunlar olmuştur; rasyonellik; aklın egemenliği, mantık, bilimsel/evrensel doğrular, bilimsellik, algoritmik, sistematik düşünme, pozitivizm.... "Modernin" kelime anlamı; çağcıl, çağdaş, yeni; asrî olup "modernizm" de çağcıllık; yenilikçilik demektir. Modern teriminin içeriği her çağda her dönemde `yeni' olan şeylerle değişmekle birlikte eskiden yeniye geçişi ifade etmekte; çağcıl yeni olan şeyleri irdelemek için kullanılmaktadır. Bu nedenle belirli çağlan içerdikleri yenilikler açısından değerlendirirken kendilerinden önceki çağlara göre modernlik niteliği atfetmekteyiz. Sözgelimi 18. yüzyıl Rönesans dönemine göre modern bir yüzyıldır ya da 1990'lann Türkiye'si 1980'lerin Türkiyesi'nden daha moderndir denilebilmektedir. Ayrıca tarihsel çizgi içinde Ortaçağ'dan sonraki çağları modern olarak niteleme eğilimi de vardır. Bunun da nedeni insanın Ortaçağda yüklendiği dinsel kulluk görevini modern çağlarda bırakıp kendini; rasyonalitesini merkeze alması bilimin, bilimsel düşüncenin, pozitivizmin yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmesidir (N. Kale; 1997, s. 282). Modern yeninin ya da yakın zamanın eşanlamlısı hâline gelirken, ister olumlu isterse olumsuz değerlendirilsinler gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara da modern denilmektedir. Aslında modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı adlandırır; sözgelimi tarımsal dünyanın yerini endüstriyel; sanayileşmiş bir modern dünya almıştır. Hatta geç V. yüzyılda ortaya çıkan Latince modernus terimi puta tapma karşısında yükselen Hıristiyanlık gerçeğini nitelemiştir (Enis Batur; 1997, s. 64). Modern olmak; düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir. Modern çağlarda, yerel olan ilişkilerin çözülmesi, kıtalar arası iletişimi sağlayacak araçların yaygınlaşması, kültürel alışverişin hızlanması yerel değerlerle evrensel değerlerin yoğrularak yeni yaşam biçimlerinin oluşturulması hedeflenmiştir. Aydınlanma düşüncesi ilerleme fıkrine kucak açarken her şeyde aklı egemen kılarak insanları kaderci yaklaşımdan kurtarmak istemiş ve bilimsel, kültürel, teknik ve endüstriyel devrimlere öncülük etmiştir. Modernlik 18. yüzyılda Aydınlanma düşünürlerinin nesnel bir bilim, evrensel bir ahlâk ve yasalarla özerk bir sanat geliştirme amacı güden düşünceleriyle biçimlenmiştir. Condorcetgibi kimi fılozoflar bu özelleşmiş kültür birikimini gündelik yaşamı zenginleştirmek adına kullanmak istediler; sanatlara ve bilimlere hem doğal güçleri denetim altına alına hem de dünyanın, insanın, ahlâksal ilerlemenin, kuramların doğruluğunun ve hatta insanın mutluluğunun anlaşılmasını sağlama işlevleri yüklediler. Modernizm, Aydınlanma felsefesiyle ortaya çıkan; insanlığı içinde bulunduğu bağnazlıktan hurafelerden; geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan; toplum bilimlerinde insan uygarlığının genellikle sanayileşme ve laikleşme aracılığıyla uğradığı ekonomik, siyasal ve toplumsal bir dönüşümdür ve ilerleme olgusunu temel alarak insanlığın gittikçe daha iyi ve üstün amaca doğru hareket ettiğini kabul eder. Modern çağlarda her alanda ortaya çıkmış olan doğrular; kuramlar, sis- temler tartışılmaz niteliğe bürünmüş, bireysellikler, bireysel nitelikler bu sistemler içinde eridiği için ön plana çıkamamışlardır. Sözgelimi sanat bunun en tipik örneklerinin görüldüğü bir alandır; örneğin müzikte barok çağın yaşandığı dönemde tüm sanatçılar barokun kalıplarına uygun müzik bestelemek durumundaydılar. Bu kalıplar öylesine yaygınlaşmıştı ki çoğu zaman ülke ya da ulus sınırlarını aşmışlardır. Vivaldi, Lully, Purcell'in farklı uluslardan oluşları yaptıkları müziğin özdeşliğini engelleyememiştir. Yine normatif eylem kalıpları sistemi söz konusu olduğundan sözgelimi gotik mimarlığın içerdiği kişisel çizgileri saptayamamaktayız. Aynı çağda aynı coğrafyada inşa edilen gotik yapılar özdeş nitelikler göstermektedir. Böylesi bir düzende bireysellik ancak kısıtlı bir çerçevede söz konusudur. Normatif sistemler o denli bağlayıcıdırlar ki, geçerli oldukları dönem boyunca herkesi kendilerine katılmaya zorunlu kılarlar. Bu sistemlerin ikna edici güçleri olağanüstü yüksek olduğu için muhâlifleri yoktur" (E. Batur; s. 66). Modern sanatçı da gerçekliği önceden belirlenmiş sanat normları çerçevesinden aktardığı için büyük kitlelerle arasına sınırlar koymuştur, ancak kendisi gibi seçkin bir kitleye hitap eder; modern sanatçı seçkin bir sanat; bir üst kültür yaratır. Modern dönemlerde aşama aşama her alan kurumsallaştırıldı; bilim, ahlâk ve sanat yaşam dünyasından kopmuş, özerk, otoriter alanlar durumuna getirildi. Bilişsel araçlar, ahlaksal kılgısal ve estetik anlatım ve uslamlama yapılan özel uzmanların denetimi altına girdi. Ortaçağda Tanrının, dinin kulluğunda olan insan bu sefer de modern çağın yücelttiği olguların, otoritelerin kulluğuna soyunmuş oldu. Daniel Belle göre; "Modernlst kültür gündelik yaşamın değerlerine hastalık bulaştırmıştır". Bu hastalığı da empirik olarak doğrulanabilir gerçeklik anlayışının yüceltilmesi olarak tanımlayabiliriz. Modernizmin dayattığı bu gerçeklik anlayışıyla kurumlar ve bireyler arasında sınırlandırıcı usçulukla çözülemez karşılıklı bağımlılıkların oluştuğu tek biçimleştirici sıra düzenleri/uzamlar; olgular yaratılmıştır. Modern felsefeye göre; bilgiden kuşku duyulmaz, bilgi toplumlara ve zamana göre değişmez (temelcilik) . Önermenin betimlediği olgu gerçekten var ise önerme doğru yoksa önerme yanlıştır (tekabülcülük) . Dildeki sözcükler dilden bağımsız olarak algılanan nesneleri adlandırır: sözcüğün adlandırıldığı nesne onun anlamıdır (temsilcilik). Ortaçağda papazın yerini modern çağda bilim adamı almıştır. O artık ussallığın temsilcisidir; ön yargılardan kaçınan dogmatikliğe saplanmayan kişidir (H. Ünder; 1994, s. 81). Modern ussallık, genel olarak kabul edilebilir bilginin şartlarını belirlemiştir; öncelikle bu bilgiler başkalarının da ulaşabileceği kanıtlara dayanmalı; kanıtlama yolu empirik araştırma, matematiksel ve mantıksal uslamlama olmalıdır. Ayrıca yapılacak çıkarımların açık ve tutarlı olması gerekmektedir. Çünkü pozitivist düşüncedeki temel olgu doğru bilginin gerçeği yansıttığı ve bunun da evrensel geçerliliğinin olmasıdır. Modern felsefe denilince, Descartes ile başlayan Aydınlanma'dan geçerek Kant'a ve oradan mantıkçı pozitivizme gelen bir düşünce zinciri anlaşılır. Dönem olarak 17. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yansına kadar olan. süreyi kapsar. Romantizm ve hermeneutik (yorumsama) gibi zamanın ruhuna aykırı olguları bir kenara bırakılırsa buraya kadar sözünü ettiğimiz nitelikleri dönemin düşünürlerinde yoğun olarak bulmaktayız. Modernizmde bilim bilgisinin kültür ve gelenekten bağımsız ve öznellikten arınmış olduğuna inanılır. Bu bilgi kişiden kişiye, toplumdan topluma ya da kültürden kültüre değişmez: Nesnel ve evrenseldir: Kültürler ve özneler üstüdür. Bir bilgi formu olarak entelektüel disiplinler hiyerarşisinde yeri en üst basamaktır; sanat, din, ahlâk felsefe vb. disiplinlerin yeri ise daha alt basamaklardadır. Din ve gelenek gerçekliğe ulaşmayı engelleyen bir hurafeler ve ön yargılar yığınıdır. Pozitivizm; kültür, etik, din, yaşamın anlamı; felsefe gibi konulan ussal söylemin dışında bırakmıştır ya dâ bunlar üzerinde konuşmayı anlamsızlaştırmıştır. Çünkü bu konularda nesnel, matematiksel, mantıksal uslamlama yapılarak bir uzlaşmaya varılamaz tersine bu konularda uzlaşmazlığa düşülmektedir. İşte, postmodern söylemleri olan Lyotardbilimsel bilgilere meta anlatılar, ama temeli özgürleşim, adalet, mutluluk, yücelik, haz vb. anlatımlarla bezenmiş bilgilere de anlatısal bilgiler adını verir. Ancak bu bilgilerin meşrulaştırım kaynaklan bilimsel bilginin kazandığı güç ve itibarla tüketilmiştir. Çünkü; bu anlatısal bilgilerin yeterliliğini, işlerliğini kanıtlama olanağı olmadığı gibi bunlar ne, bir teknik üretebilirler ne de bir teknoloji (Lyotard; 1990, s. 3). POSTMODERNİZM İşte Max Weber'e göre tüm bu durumlara yol açan rasyonelleşme ve entelektüelleşmeyle dünyanın büyüsü yitirilmiştir; Daniel Bell'e göre de gündelik yaşam değerleri "anlatısal bilgiler" zedelenmiştir ki bu modern dünyanın yazgısıdır. Modernizme bir tepki olarak ortaya çıkıp 1950'lerden itibaren kendinden söz ettirmeye başlayan postmodernizm 1980'lerin başlarına yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur. Ancak, Arnold Toynbee "Bir Tarih İncelemesi" (1933) adlı eserinde modern dönemin I. Dünya Savaşıyla sona erdiğini bundan sonraki dönemin Postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez postmodern terimini kullanmıştır (S. Erinç; 1994, s. 31). Yine 1934 yılında Amerika'da yayınlanan bir şiir antolojisinde postmodern sözcüğü yer almıştır (O. Menteşe; 1995, s.273). Postmodernizm; Kuzey Amerika'nın Kıta Avrupa'sından evlat edindiği, ağırlıklı olarak Fransız ve Alman kökenli bir çocuktur. Postmodernizme asıl esin veren fılozoflar Nietzsche ve Heidegger'dir. Bu düşünsel mirasa rağmen postmodernizmin en sert eleştiricileri çağdaş Alman fılozofları .... özellikle de Jürgen Habermas'dır. Postmodernist aydınlar olumlayıcılar ve şüpheciler olarak ikiye ayrılırlar. Olumlayıcılar modernizme karşıt olsalar da onun her düşüncesini yabana atmazlar; şüpheciler ise modernizmin en küçük ayrıntısına bile karşı çıkıp radikal tavırlar takınırlar (P.M. Rosenau; 1998 ). "Postmodernizm tartışmalar belli başlı üç farklı yaklaşımdan kaynaklanmaktadır; 1. İçinde gelecek kestirimleri de olan yeni durum ya da aşama saptamalarıdır. İnsanı ve toplumu belli bir tarihsellik içinde açıklamak iddiasında olan kuramların asık ya da dolaylı olarak ifade edilmiş bir gelecek kestirimleri bulunmaktadır (Sözgelimi Marksizmde; tarihi kavramak, açıklamak ve bu çerçevede içinde de geleceği açıklamak iddiası vardır). Bu tip postmodern çözümlemeler çoklukla teknolojik gelişme değişkenini esas almışlardır. Sözgelimi; Baudrillard'ın çözümlemelerinde teknolojik gelişme toplumların geleceğini belirleyen ana değişkendir. Yine Amerikalı toplum bilimci Daniel Bell"ideolojilerin" sonu adlı kitabında; teknolojik gelişmelerden hareketle yakın bir gelecekte sosyalizm, liberalizm gibi ideolojilerin anlam ve etkisini yitireceğini, teknolojik gelişmeyi yakalayan toplumların benzer yapı ve kültüre sahip olacağını ileri sürer. 2. Postmodernizm çözümlemelerine kaynaklık eden ikinci yaklaşımlar; kültür ve sanatsal estetik alanında ortaya çıkmıştır. Postmodernizm yaygın ve etkin biçimde 1960'lı yıllarda sanat çevrelerinde kullanılmaya başlanmış, özellikle New York'taki sanat tartışmalarında bu yıllarda artık yeni bir estetik anlayışına gerek duyulmuştur. 3. Postmodernizm söyleminin üçüncü kaynağı; bilime ve bilgiye yaklaşımların radikal bir kritiği ya da başka deyişle epistemolojinin sorgulanması olmuştur. Postmodern eleştiri ve sorgulamaların düğüm noktasını asıl bu olgu oluşturmaktadır (Gencay Şaylan; 1999, s. 32-33). Postmodernizmin, Aydınlanma çağıyla gündeme oturan modernizmin bilgi; bilim anlayışına getirdiği eleştiriler dolayısıyla bu düşünceyi yaratan koşullar şu şekilde özetlenebilir; aydınlanma çağı bilime, akla duyduğu sonsuz güven dolayısıyla bilim aracılığıyla insanların her sorununu çözmeyi adeta onlara yeryüzünde bir cennet kurmayı vadetmiş ama birçok gelişmeye rağmen açlık, savaş, yoksulluk, baskılar gibi sorunlar aşılamamış yani bilim her derde deva bir olgu hâline gelememiştir. Bu da akla, bilime uygarlığa bir güvensizlik oluşturmuştur. Gerçi bu eleştiriler II. Dünya Savaşı öncesi önemli temsilcileri Horkheimer, Adorno ve Marcuseolan Frankfurt okulu tarafından da yapılmıştır, bugün bu okulun en önemli temsilcisi Jurgen Habermas'tır. Habermas; dile dayalı bir uzlaşımı gündeme getirir. Ona göre Modernlik hâlâ bitmemiştir; tamamlanmamış bir projedir. Aydınlanma tarihî kesintilerle sürmektedir. Öncelikle İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası Nazi rejiminin sebep olduğu kitlesel kıyımlar; sonraları soğuk savaş yıllarında süper güçler arası silah yarışının yarattığı nükleer tehdit ve topyekûn yok olma korkusu, Batı insanında Batı kültür ve uygarlığına özellikle endüstri devrimi ile ortaya atılan ve uygarlığın sürekli daha iyiye doğru gittiği düşüncesine inançsızlığı getirmiştir. Bunun yanısıra bilimdeki gelişmeler, örneğin "quantum" fıziğinin getirdiği "belirsizlik" kuramı, Einstein'in ortaya attığı Relativite kuramına göre "doğru"nun ancak belli koşullarda ve de göreceli olarak "doğru" olduğu fıkı-i; kısaca tekno-bilimin bize evrenin bir sistemler karmaşasından oluştuğunu ve tüm evrenin durmaksızın genişleyerek yok olmaya doğru gittiğini söylemesi, "gerçek'' tanımını bir kez daha değiştirdiği gibi evrensel değişmezliğe olan inancı bir kez daha yıkmış, insanın "biyolojik" ve "doğal" ortamında da güvensiz olduğunu vurgulamıştır. Postmodernizm öncelikle evrenin bir kaos olduğunu, bu kaosa bir anlam verilemeyeceğini ve de hiçbir formülle açıklanamayacağını söyler. Eğer doğrular varsa evrenin ancak bir parçası için doğru olabilecektir; anlam varsa, evrenin ancak bir parçası için geçerli olabilecektir. Evrenin tümünü tek formülle açıklamak yani tek bir anlam bulmak olanaksızdır; çünkü ne doğada ne de evrende bizi böylesi bir açıklamaya götürecek hiçbir ipucu yoktur. Postmodernizm, modernizmde görülen gerçeğin insan zihninde hiç değilse belli bir bakış açısından kısmen algılanabileceği veya insan zihninin gerçeği gördüğü şekilleri ile yapıtında yansıtabileceği fıkrini de yadsır. Toplumsal düzlemde de bir sistemler karmaşası vardır. Sosyal kurumlar, insanla doğa arasındaki çatışma sonucu ortaya çıkarlar. Kurumlaşmak doğal olanı alıp, disiplin altına sokmak ve onu sistemleştirmek demektir. Görüldüğü gibi Postmodernizmde sistemlerin tümüne bir güvensizlik söz konusudur. O hâlde sosyal ve kültürel kurumlar doğanın kendisinde tartışılmaz doğrular olarak yoktur. Tüm kurumlar ve onların getirdiği sistem, kavram ve doğrular kurmacadır. Gerçeklikleri göreceli ve tartışmaya açıktır. Gerçek varsa her zaman insana ancak yorumlan ile ulaşmıştır. Tüm kavramlar kurmaca oldukları gibi, ait oldukları söylence grubuna göre de farklılık gösterirler, her farklı dil grubu her söylence kendi kavramlarını dolayısı ile kendi doğrularını, ve yaşam deneyimini yaratır. Yani tüm kavramlar ideolojiktir. O hâlde tüm insanların bağlayıcı bir kavramdan söz etmesi mümkün değildir. Yine Postmodern görüşe göre, bugün insanın hiçbir konuda "gerçek"i en doğru şekli ile bildiğinden söz etmesi mümkün olamaz. İnsan doğrulan veya genel anlamda ve de herhangi bir bağlamda gerçeği hiçbir zaman bilmemiş- tir, ancak onun kurmaca şekillerini görmüştür; çünkü "mitos"lardan günümüze, bize gerçeği anlattığını savunan her türlü yapıt ve anlatım türü sadece gerçeğin yorumu ve kurmaca anlatımından başka bir Şey değildir. Günümüzün karmaşık kültüründe bu iş daha da zorlaşmıştır. Çağdaş bir örnekle açıklamak gerekirse; medya en doğruyu yansıttığını iddia ederken aslında belli bir görüşün grup veya kişinin bakış açısından ve de o görüş, grup veya kişinin söylencesi içinden gerçeği verir, gerçeğin sadece yorumunu yaptığı için ikinci bir kurmaca gerçeği yaratmış olur. Günümüzde artık yorumun doğruluğu değil de inandırıcılığı önemli olduğu için gerçek belki de hiç bilinmeden kalmaktadır. Böylece postmodernizm, gerçeklerin kurmaca yapılarını gösterip, doğruların doğadan, doğal olarak gelmediğini kültür tarafından kabul ettirildiğini; dünyanın kültürümüzün söyleminden sosyal olarak kabul edilmiş anlamlar sisteminden tanıtıldığını irdeler" (O. Menteşe; s. 278 ). Postmodernizm tam olarak nedir? sorusuna birden fazla yanıtı bir arada vermek mümkün görünmektedir. Postmodernizm bazılarına göre, bir dönemin adıdır, aynı zamanda bir felsefenin yeni bir düşüncenin; üslubun yeni bir usçuluğun (modern usçuluğu aşan farklı üslupta bir usçuluğun) yeni bir söylemin adıdır. Sözgelimi bazı yazarlara göre 1943 yılı modernitenin bittiği sayılan tarihtir. Bu dönemde modernitenin ülküleri ihlâl edilmiştir; bilim, teknik, sanat, siyasal özgürlükler adına yapılan her şeyin ortak amacı insanın özgürleşmesidir (E. Batur; s. 21). Kendini karşı-modernlik olarak sunan Postmodernizmin söylemini kısaca şöyle özetlemek mümkün; genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin reddedilmesi, dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim adamı topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi, farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp, benimsenmesi; gerçeklik; hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi, mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek; korkmamak; güvensizlik duymamak gerçeği olabildiğince (sonsuz) yorumlamak, belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü özerkliği içinde anlamaya çalışmak, insanı ruh- beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak. Bu söylemde artık önemli olan hakikat/doğru nedir? sorusu değil hakikatin/doğrunun nasıl kurulduğu sorusudur ya da önemli olan daha doğru bilginin araştırılması değil yeni doğruların oluşturulmasıdır. Genel ahlâksal anlayışlar; ilkeler artık geçerliliğini yitirmiştir; ahlâksal normların kaynağı yaşanan koşullardır; çağın, zamanın gerekleridir. Postmodernizmdeki post-eki "sonra" anlamına gelmekle birlikte modernizm/den devam eden, hatta onldan kaynaklanan ama ondan ayrılan anlamına gelmektedir. Modernizmdeki hemen tüm olgulara bir tepki olarak ortaya çıkan Postmodernizm; mimari, sanat, politika, ekonomi, eğitim, toplum gibi çok farklı alanlara ilişkin yeni söylemler üretir. Eco'ya göre bu söylem, ironi ve eğlence olarak çift anlamlılık taşır. Hem modernizm üzerine yargılarda bulunur hem de sonrası için imlemeler yapar (S. Erinç; s. 35). Bu bağlamda Postmodernizmde eklektiklik, çoğulculuk, çeşitlilik en temel olgulardır (eklektiklik, farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerden yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak). David Harvey'e göre "Postmodernizm hem bir üslup hem de belli ülkelerde hayâl güçlerimizi belli bir süre ile etkisi altına alan tarihsel bir hareket olup, Kapitalist ülkelerde 1960 ile 70'li yıllarda ortaya çıkıp 1990'larda zayıflamıştır". Peki bu Postmodernizm nereden çıkmıştır? Savaş sonrası kapitalizm 1973-75 yıllan arasında ilk büyük ölçekli krizini yaşamış, öncelikle kapitalist ülkelerdeki daha sonra da bu ülkelerin etkisi altındaki ülke insanlarını kökten değiştirmişti. (Dünya ABD'nin askerî ve ekonomik hegemonyası altında, soğuk savaşın ortaya çıkardığı kesin bölünmelere dayanarak yaratılmıştı. Seri üretim, kitlesel tüketime (Fordist), müdahâleci devlet, sermaye ve ulus devlet içinde yer alan güç sistemlerine dayalı politikalar etkiliydi). Belli rahatsızlıklarına rağmen yine de hâkim güce dayalı güvenli bir dünyaydı bu. Fakat 1979-81 kriziyle tüm belirli istikrar unsurları hemen dağılıverdi; Berlin duvarı yıkıldı; SSCB dağıldı. Soğuk savaş sona erdi, üretim Japonya ve yeni sanayileşen ülkelere doğru kaydı ve sonuç olarak paranın değerindeki hızlı değişmeler, artan bir hızla çeşitlilik arayışları hem politik olarak (yeni yeni gelişen feminizm, ekoloji, ırkçılık aleyhtarı hareketler, kültürel bağımsızlık hareketleri) hem de tüketim kalıplan açısından gitgide daha rekabetçi hâle gelen bir dünyada tüketicilerin daha güvenli dallar arayışı insanların maddî refaha ve üretime erişme araçlarına ilişkin konumlarını derinden etkilemiştir. Bunun sonucunda ise kendimize tanımladığımız kimlik elimizden kayıvermiştir; toplumsal yaşamın koordinatları sağlam bir zemine oturmayıp kum tanecikleri gibi dağılmıştır. Zaman ve mekân tanımı; bireysel ya da toplu kimlik yaratım açısından temel bir önem taşımaktadır. Kimliğimizi, sırtımızı güvenilir zaman-mekân koordinatlarına dayanarak tanımlarız; ama bu koordinatlar kaydığında ya da güvenilir olma özelliğini yitirdiğinde kim olduğumuzu tanımlamamız güçleşir. Çoğunun söylediğinin tersine özne "ölmedi" ama kesinlikle dayanaklarını yitirdi. Dünya olaylarının zaman ve mekânında kayma meydana geldiği ve dünyaya ilişkin konumumuz değiştiği için kimliğimizi yeniden kurma arayışı içindeyiz. Uluslararası borsacılığın ve küresel ticaretin hâkim olduğu bugünün dünyası, dünyada üretilen ürünlere ve farklı mekânlara erişebilirliğimizdeki hızlı değişim (kitle turizminin yaygınlaşması, uzaklık engelinin kalmaması), modadaki ve yaşam tarzlarındaki değişmeler, insanların değerleri ve zaman-mekân içinde başkalarıyla kurdukları ilişkiler gibi temel konularda büyük bir belirsizlik ve kişisel güvensizlik yarattı ki yaşananların böylesine yoğunlaşmasınâ zaman-mekân sıkışması (space-time compresion) denilebilir (D. Harvey; 1993, s. 55-59). İşte Harvey'e göre postmodernizm bu sıkışmaya duyulan tepkiden ortaya çıkıp; insanlığın kimlik arayışına ilişkin kapsamlı önermeler dizisidir. Hem postmodernizmin sundukları hem de postmodernizme yönelik eleştirilerin bu kadar çeşitlilik göstermesi zaman-mekân ufuklan değişen bir dünyadaki kimlik arayışı ile açıklanabilir. Çünkü kimlik, güvenilir zaman-mekân koordinatlarına dayanılarak tanımlanabilmektedir. Bu sıkışmadan sıkılanlar, yeni açılımlar sunan postmodernizmle kendilerini yeni bir imajla yeniden yaratabilme fırsatını elde ettiler. Ekonomide devrimci türde girişimcilikten sanattaki benzer yeniliklere dek uzanan yeni yaratıcı çabaların ortaya çıkışı bu çabalar içinde yer alanlar açısından kesinlikle heyecan vericiydi. Bu akımın hem özgürleştirici hem de yeni şeyler müjdeleyen tarafları da vardı. Bu dönemlerde toplumun, mekânın, politikanın, ekolojinin ne olduğuna ilişkin ciddi arayışlar insan çabasının olumlu yanlarını kanıtlamıştır. Yine de postmodernizmin OLUMSUZ YANLARI da oldukça güçlüydü; -Dar anlamda girişimcilikle ve parasal değerlerle içli dışlı olması; kültürel üretiminborsanın bir şubesinden başka bir şey değilmişçesine, geçici olan şeylere bu denli bağlanması, sanki gerçek tarih ve coğrafyayı, çoğu kez en ağır şartlar altında yaşanan ve yitirilen hayatların mücadelesi değil de süper market raflarındaki metaforlarmışçasına birkaç fıkir ve görüntü uğruna talan etmesidir. -Yitirilen zaman-mekân anlayışının yerine sahte ve taklitçi bir zaman-mekân anlayışı koymaya çabalamış, kültür mirasıyla alay etmiş, dar kapsamlı bir yerellik politikasına saplanıp kalmıştır. -Eklektizmi; kültürel, politik ve toplumsal farklılıkların uzlaştırılması çabalarıyla karıştırmıştır. -Postmodernizmin; farklılığın, çeşitliliğin önemini irdeleyip, dünyayı betimlediğimiz dil ve söylem üzerinde önemle kafa yormamız gerektiği üzerinde durması pozitif yanı olmakla birlikte, farklılıkları üretken biçimde nasıl birbiriyle uzlaştırabileceğimizi belirtmemiş; her birimiz karşımızdakinin dilini parçalarına böldükten sonra nasıl birbirimizle iletişim kurabileceğimiz konusunda hiçbir ipucu vermemiştir. Postmodernizmi zayıflatan hatta bazı yazarlara göre öldüren niteliklerinden bazıları şunlar olmuştur; tüketim ekonomisi tarafından benimsenip kullanılması; postmodernizm konusunda bitmeyen akademik tartışmalar, yeni bir şey yaratmayıp durmadan geçmişi -varolanı tekrarlayıp yıkmaya çalışması; bölünmeye oradan da yok olmaya gidişi, iç çelişkileri, yapıtların rahatsız edici oluşu; özellikle medyanın ve tüketim ekonomisinin eline geçtikten sonra şiddet ve çirkinlikle beslenmesi. KAYNAKÇA Atakan Nancy, (1998) Arayışlar, YK Yay. İstanbul. Batur Enis, (1997), Modernizmin Serüveni YKY, İstanbul. Erinç Sıtkı, (1994) "Postmodemizmin Tanımı", Anadolu Sanaı Anadolu Ünv. G. S. F.Yay. s. 2. Germaner Sema, (1997) I960 Sonrası Sanat,.Kabalcı Yay, İstanbul. Gombrich E. H. (1992) Sanatın Öyküsü, Remız Yayın, İstanbul Harvey David, (1989) The Condition of Postmodernity, Blackwell, Oxford Harvey David, (1993) Postmodernizme Bir Bakışı ev. O. Işık, Birikim Dergisi, Eylül s. 53. Hesapçıoglu Muhsin,(1998) Postmodern Çağda Eğitim Yönetimi, Kültür Koleji E. Yay. İstanbul. Kale, Nesrin, (1997) "Postmodernizm Hermeneutik ve Eğitim " A.Ü. Eğitim. Bil. Fak. Der. c. 28. Lyotard F. (1990) Postmodern Durum, çev. A. Çiğdem, Ara Yay. İstanbul. Menteşe, Oya (1995) "Sanatta ve Edebiyatta Postmodernizm", Türk Dili s. 519. Ötgün Cebrail, (1997) "Pop Sanat ve Andy Warhol", Anadolu Sanat Dergisi, S. 7, Eskişehir. Rona Zeynep, (1999) "Mimaride 20. yüzyılın Son Başyapıtı mı?", Sanat Dünyamız, s. 71. Rosenau P. M. (1998) Postmodernizm ve Toplum Bilimleri, Çev. T. Birkan Ark Yay, Ankara. Rust Val de, (1993) "Postmodernizm ve Eğitime Yansımaları," Çev. K. İnal Birikim Mayıs. Sanat Dünyamız 1999, sayı: 71, İstanbul. Sözen M, -Tanyeli U, (1992) Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, RemziYay., İstanbul. Şaylan Gencay ( 1999) Postmodernizm, İmge Yay. Ankara. Ünder Hasan, (1994) "Modernizm Postmodernizm ve İslamcılık", Mürekkep, Güz, 81. , Yılmaz Selçuk, (1997) "Postmodern Yaklaşımın Heykele Yansıması", Anadolu Sanat S. 71. Zeka, Necmi, ( 1990) Postmodernizm, Kıyı Yay. İstanbul. Alıntı. | |
|
Etiketler |
doğru, dogru, modernizmden, postmodernist, soylemlere, söylemlere |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Bilime Postmodernist Bir Tehdit: Felsefeleşme | Kalemzede | Felsefe | 0 | 10 Ağustos 2011 14:48 |
Bilime postmodernist bir tehdit: Felsefeleşme | YapraK | Felsefe | 0 | 14 Nisan 2009 14:36 |