IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29 Mart 2009, 06:28   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Psikiyatri İktidarı




Psikiyatri İktidarı

Çeviren: Selahattin Hilav.
1973-1974 –Psikiyatri İktidarı

İki olgu arasında, hiç kuşkusuz, tarihsel bir karşılıklı bağlantı var:
XVIII. yüzyıldan önce, delilik sistemli bir biçimde bir yere kapatmanın konusu olmuyordu; bir tür yanlış ya da yanılsama olarak düşünülüyordu. Klasik çağın başlarında bile, delilik, bu dünyanın kuruntu-varlıklarından biri olarak görülüyor, onların arasında yaşayabiliyor, ancak aşırı ve tehlikeli biçimler edindiğinde onlardan ayırtlanıyordu.

Bu durumdan, deliliğin hakikatinin ortaya çıkabileceği ve ortaya çıkması gereken ayrıcalıklı yerin hastanenin yapay alanı olmadığı anlaşılır. Benimsenmiş iyileştirme yerlerinin ilki, doğaydı. Çünkü doğa, hakikatin görülebilen formuydu; yanlışı giderebilme, kuruntu-varlıkların ortadan çekilip gitmesini sağlama gücüne sahipti. Bundan ötürü hekimler seyahat etmeyi, dinlenmeyi, gezinmeyi, bir köşeye çekilmeyi, kentin yapay ve boşuna dünyasından uzaklaşmayı öğütlüyorlardı.
Esquirol, bir psikiyatri hastanesinin planlarını tasarladığında, bunu hatırlayacaktı. Nitekim, her avlunun ferah bir biçimde bir bahçeye bakmasını salık veriyordu. Kullanılan bir başka iyileştirme yeri, tersine çevrilmiş doğaydı, yani tiyatroydu. Hastanın önünde kendi deliliğinin komedisi oynanıyordu, bu delilik sahneye konuyor ve ona bir an, kurgusal bir gerçeklik veriliyordu; dekorlar ve kıyafet değiştirmeler yardımıyla, bu delilik, sanki gerçekmiş gibi ortaya konuyordu. Ama böylece tuzağa düşen yanlışlığın, bu yanlışlığa kurban olanın gözü önüne apaçık serilmesi amaçlanıyordu. Bu teknik de, XIX. yüzyıl da henüz tamamen ortadan kalkmamıştı. Orneğin Esquirol, enerjilerini ve mücadeleden tat almalarını harekete geçirmek için, melankoliklere yönelik davalar uydurmayı öğütlüyordu.
XIX. yüzyıl başlarındaki bir yere kapatma uygulaması, deliliğil yanlıştan daha çok düzgün ve normal davranışa oranla ele alınmasıyla zamandaştır. Yani deliliğin, çarpık bir yargı olarak değil de, isteme, tutkuları yaşama, kararlar alma ve özgür olma tarzındaki bir bozukluk olarak görüldüğü; kısacası, hakikat-yanhş-bilinç ekseninde değil de, tutku-istenç-özgürlük ekseni üzerinde yer aldığı dönemle zamandaştır. Bu, Hoffbauer’in ve Esquirol’ün döne midir. “Hezeyanı zar zor görülebilen deliler vardır; tutkuları, manevi duygulanımları çığrından çıkmış, sapık ya da ortadan kalkmış olmayan hiçbir deli yoktur... Hezeyanın azalması, ancak deliler ilk duygulanmalarına geri döndükleri zaman kesin bir iyileşme belirtisidir.’ Gerçekten de, iyileşme süreci nedir? Yanlışın ortadan kalkması ve hakikatin yeniden belirmesi midir? Hayır, bu değildir; ama “makul sınırları içinde manevi duygulanımların geri dönmesidir; dostlarını, çocuklarını görme isteğidir, duyarlığın gözyaşlarıdır, derdini açma, ailesine yeniden kavuşma gereksinimidir; alışkanlıklarını yeniden edinmedir”.
Oyleyse, düzgün davranışlara bu dönüş hareketinde, tımarhanenin rolü ne olacaktır? Kuşkusuz, tımarhane, öncelikle, XVIII. yüzyılın sonunda hastanelere yüklenen işlevi yerine getirecektir. Yani akıl hastalığının hakikatini ortaya çıkarmayı olanaklı kılacak, hastanın çevresinde hastalığı maskeleyen, karman çorman eden, sapmış formlara sokan, sürdüren ve yeniden hızlandıran ne varsa hepsini bir yana itecektir. Ama Esquirol’ün modelini ortaya koyduğu hastane, hastalığın iç yüzünün ortaya çıkarıldığı bir yer olmaktan çok, bir karşı karşıya gelme alanıdır. Bozuk bir irade, sapık bir tutku olan delilik, burada, sağlam bir iradeyle ve ortodoks tutkularla karşılaşmalıdır. Bunların yüz yüze gelmesi, kaçınılmaz ve daha doğrusu arzu edilen çatışması, iki sonuç doğuracaktır: hiçbir hezeyanda dile gelmediği için elle tutulur hale gelemeyebilen hasta istenç, hekimin sağlam istencine karşı gösterdiği dirençle, rahatsız lığını apaçık ortaya çıkaracaktır ve öte yandan, burada ortaya çıkan mücadele, iyi sürdürülürse, sağlıklı istencin zaferi, bozuk istencin baş eğmesi ve kendinden vazgeçmesiyle sonuçlanacaktır. Demek ki burada, bir karşıtlık, mücadele ve boyun eğdirme süreci söz konusu. “Karışıklık yaratacak bir yöntem uygulamak, kasılmayı kasılmayla yok etmek gerekir... Bazı hastaların tüm karakterini boyun duruk altına almak, iddialarını yenilgiye uğratmak, taşkınlıklarını evcilleştirmek, gururlarını kırmak ve bu arada ötekileri uyarmak, yüreklendirmek gerekir”.
XIX. yüzyıl psikiyatri hastanesinin çok acayip işlevi, işte böyle ortaya konur. Bu hastane, teşhis ve sınıflandırma alanıdır; düzenlenimleri büyük bir bostanı alda getiren avluların (bunlarda sınıflandırılmış hastalıklar ayrı ayrı yer alır) oluşturduğu bir botanik bahçesidir. Ama aynı zamanda, karşı karşıya gelmek için kapalı bir alan, kişi kişiye savaş alanı, zaferin ve baş eğmenin söz konusu olduğu kurumsal bir alandır. Tımarhanelerin büyük hekimleri (Leuret, Charcot, Kraepelin gibi), hem hakkında edinmiş olduğu bilgiyle hastalığın hakikatini açıklayabilen ve hem de hastalığı hakikati içinde meydana getiren ve istencinin hasta üzerindeki etkisiyle hastalığa gerçekte boyun eğdiren kişidir.
XIX. yüzyıl tımarhanelerinde uygulanmış bütün tekniklerin ya da yöntemlerin —tecrit, özel ya da açık sorgulama, duş yaptırma gibi uygulamalar, cezalar, ahlaksal görüşmeler (teşvikler ya da uyarmalar), sert disiplin, mecburi çalışma, ödüller, hekim ile bazı hastaları arasındaki tercihli bağıntılar, hastayı hekime bağlayan bağımlılık, elinde tutma, hizmet etme ve kimi zaman da kölelik ilişkileri—, evet bütün bunların işlevi, tıp kişisini “deliliğin efendisi” haline getirmekti. Yani deliliği, saklandığı, gömülü ve sessiz kaldığı zaman hakikati içinde ortaya çıkaran ve deliliğe egemen olan; onu yatıştıran ve hem de ustaca zincirden boşandırdıktan sonra yatıştıran ve gideren kişi haline getirmekti.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Alt 29 Mart 2009, 06:29   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Psikiyatri İktidarı




Öyleyse şematik olarak şunları söyleyebiliriz: Pasteurcü hastanede, hastalığın “hakikatini üretme” işlevi, gittikçe silikleşmişti. Hakikatin üreticisi olan hekim, bir bilgi yapısı içinde gözden kayboluyordu. Buna karşıt olarak Esquirol’ün ya da Charcot’nun hastanesinde, “hakikat üretimi” işlevi, aşırı ölçüde büyür, hekimin kişiliği çevresinde yücelir. Ve burada söz konusu olan, hekimin üstün iktidarı İsterinin keramet taslayıcısı Charcot, bu tip işlevselliğin, hiç kuşkusuz, en simgesel kişisidir.
Bu yüceltme, tıp iktidarının, güvencelerini ve haklı çıkmalarını bilginin ayrıcalıklarında bulduğu bir dönemde ortaya çıkar. Hekim uzmandır artık, hastalıkları ve hastaları bilmektedir; kimya ya da biyoloji bilgininin bilgisi türünden bir bilgisi vardır onun ve müdahale etmesinin ve karar vermesinin dayanağı da budur. Bundan ötürü, tımarhanenin psikiyatra verdiği iktidar, tıp bilimiyle bütünleşebilir fenomenler üreterek kendini haklı çıkarmalıydı ve aynı zamanda, bir temel ve en üst iktidar olarak da maskelemeliydi. İpnotizma ve telkin tekniğinin, hastalığı saklayan uydurma belirtiler sorununun, organik hastalık ile psikolojik hastalık arasında ki ayrımsal teşhisin; psikiyatri uygulamasının ve kuramının merkezinde uzun yıllar (en azından 1860’tan 1890’a kadar) yer alması da bu açıdan bakınca kolayca anlaşılıyor. Bu alanda en yetkin, fazlasıyla mucizeli bir biçimde yetkin noktaya, Charcot’nun servisindeki hastalar, tıpsal iktidar-bilme’nin talebi üzerine, sara hastalığı normuna uyan ve dolayısıyla organik bir hastalığın terimleri içinde okunup çözülmeye, bilinmeye ve tanınmaya elverişli belirtileri üretmeye başladıkları zaman ulaşılmış oldu.
Bu, tımarhanenin iki işlevinin yeniden paylaştırılıp birbirinin üstünde yer aldığı (bu iki işlev, bir yanda hakikatin sınanması ve üretimi, öte yanda fenomenlerin saptanması ve bilgisidir) kesin sonuçlu dönemdir. Artık bundan sonra, hekimin iktidarı, temel özelliği bilgiye tamamen açık fenomenler ortaya koymak olan bir akıl hastalığının gerçekliğini üretme olanağı sağlıyordu. Bu açıdan, isterik kadın, en yetkin hastaydı, çünkü bilinmeye ve tanınmaya açıktı; yani tıp iktidarının etkilerini, hekimin bilimsel bakımdan kabullenilebilir bir söylem uyarınca betimleyebileceği formlar içinde bizzat isteri hastası kadın kopya çekerek ortaya koyuyordu. Bütün bu işlemi okunaklı kılan iktidar bağıntısının belirleyici rolü ise bulunup ortaya çıkarılamazdı. Çünkü, isterinin yüce erdemi, görülmedik bir uysallık ve gerçek bir epistemolojik ermişlik olduğu için, hastalar bu rolü kendiliklerinden yükleniyorlar ve bu durumun sorumluluğunu da kabul ediyorlardı. Bu rol, belirtilerde, hastalıklı bir telkin olayı olarak görülüyordu. Artık bundan sonra, her şey, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki bilgi berraklığı içinde sergileniyordu.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 29 Mart 2009, 06:30   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Psikiyatri İktidarı




Şöyle bir varsayım ileri sürebiliriz: bunalım baş göstermiştir ve karşı-psikiyatrinin henüz belli belirsiz farkedilen çağı, Charcot’nun betimlediği isteri krizlerini, bizzat kendisinin yarattığı konusunda kuşku duyulduğu ve çok geçmeden de bu konuda kesinlik sağlandığı zaman başlamıştır. Burada, Pasteur’ün bir keşfi, yani hekimin, mücadele etmesi gerektiği hastalıkları yarattığı düşüncesiyle eşdeğer bir bulgu söz konusudur.
Ne olursa olsun, XIX. yüzyılın sonundan sonra psikiyatrinin geçirdiği bütün büyük sarsıntılar, aslında, hekimin iktidarını sorguya çekmişe benzemektedir. Yani hekimin bilgisinden ve hastalık konusunda açıkladığı hakikatten çok, hasta üzerinde gerçekleştirdiği etki ve iktidar söz konusudur. Daha açıkça şöyle diyebiliriz
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
ernheim’dan Laing’a ve Basaglia’ya kadar, soru konusu olan şey, hekimin iktidarının söylediği şeyde ne tarzda içerilmiş olduğu ve tersten ele alınınca da, hakikatin, hekimin iktidarı tarafından nasıl üretildiği ve düzenlendiğiydi. Cooper şöyle diyordu: “Bizim sorunumuzun özünde, şiddet yer almaktadır”. Basaglia’nın görüşü ise şöyleydi: “Bu kurumların (okul, fabrika, hastane) ayırt edici özelliği, iktidarı ellerinde tutanlarla ellerinde tutmayanlar arasındaki kesin ayrılıktır.” Yalnızca psikiyatri uygulamasının değil, psikiyatri düşüncesinin de bütün büyük reformları, bu iktidar bağıntısı çevresinde ortaya çıkar. Yani bütün bu reformlar, söz konusu bağıntının yer değiştirmesini, maskelenmesini, bir yana atılmasını ya da ortadan kaldırılmasını gerçekleştirmek için yapılmış girişimlerdir. Karşıpsikiyatriyi, eskiden, hastane alanı içinde hastalığın hakikatini üretme görevini yüklenmiş psikiyatrın rolünü sorgulayan girişim olarak düşünecek olursak, modern psikiyatrinin tümünün, temelinde, karşıpsikiyatrinin at oynattığı bir alan olduğunu söyleye biliriz.

Bundan ötürü, modern psikiyatri alanını bir uçtan öbür uca geçen karşıpsikiyatriler’den söz edilebilir. Ama tarihsel, epistemolojik ve siyasal açıdan birbirinden apaçık biçimde ayrı olan iki süreci titizlikle ayırt etmek belki de daha iyi olacaktır.
Once, “psikiyatrisizleştirme” hareketi ortaya çıktı. Charcot’dan hemen sonra beliren hareket budur. Burada söz konusu olan, hekimin iktidarını ortadan kaldırmaktan çok, bu iktidara, daha sağlam bir bilgi adına yer değiştirtmek; ona başka bir uygulama noktası ve yeni ölçüler sağlamaktır. Amaç, Charcot’nun kafasızlığının (ya da cehaletinin), yanılgılara düşerek hastalıklar, yani sahte hastalıklar üretmeye sürüklediği bir tıp iktidarını, makul etkililiği içinde yeniden kurmak için, akıl hastalıkları tıbbını psikiyatrisizleştirmektir.
1) Psikiyatrisizleştirmenin ilk formlarından biri, bu akımın eleştirici kahramanı olan Babinski ile başlar. Bu anlayışın amacı, hastalığın hakikatini tiyatrovari bir biçimde üretmeye çalışmaktan çok, onu, tıpatıp gerçekliğinin sınırları içine sokmaktır. Çünkü hastalık, çoğunlukla, tiyatrovari bir davranışa kendini bırakmaktan türeyen, yani organik olmayan ve telkinden kaynaklanan bir sonuçtur. Dolayısıyla, hekimin hasta üzerindeki egemenliği, bundan böyle, katılığından bir şey kaybetmeyecek, ama bu katılık, hastalığın, tam anlamıyla asgariye indirgenmesine yönelecektir. Yani hastalığın akıl hastalığı olarak teşhis edilebilmesi için gerekli ve yeterli işaretlere ve bu belirtilerin ortadan kaldırılması için gerekli tekniklere yönelmek söz konusudur.
Başka bir deyişle, burada söz konusu olan, psikiyatri hastanesini, bir tür pastörleştirmek ve Pasteur’ün, hastanelere uyguladığı aynı basitleştirme işlemini uygulamaktır. Yani amaç, teşhis ile tedaviyi, hastalığın doğasının bilgisi ile belirtilerinin ortadan kaldırılmasını, doğrudan doğruya birbirine eklemlemektir. Sınama anı, yani hastalığın, hakikati içinde ortaya çıktığı ve tamamlandığı an, tıp süreci içinde yer almasıdır. Hastane, tıp iktidarının en sağlam biçimde varlığını sürdürdüğü, ama delilikle karşılaşmak ya da onun karşısına çıkmak zorunda olmadığı sakin bir yer haline gelebilir. Psikiyatrisizleştirmenin bu “mikroptan arıtılmış” hastalık belirtisi üretmekten kaçınan formuna, “sıfır üretimli psikiyatri” diyebiliriz. Ruhsal-cerrahi ve farmakolojik psikiyatri bunun en önemli iki formudur.
2) Öncekinin tam tersi olan bir başka psikiyatrisizleştirme formu da vardır. Burada söz konusu olan, deliliği, hakikati içinde en yoğun biçimde üretmektir. Ama bu, hekim ile hasta arasındaki iktidar bağıntıları; tamıtamına bu üretime yatırılacak, ona tam anlamıyla uygun olacak, onun tarafından aşılmayacak ve onu denetim altında tutacak biçimde gerçekleştirilmelidir. “Psikiyatrisizleştirilmiş” tıp iktidarının bu biçiminde sürdürülmesinin ilk koşulu, tımarhane alanına özgü bütün etkilerin devre dışı bırakılmasıdır. Her şeyden önce, Charcot’nun keramet gösterme tavrının içine düştüğü tuzaktan sakınmak gerekir. Hastanedeki boyun eğmenin, tıp otoritesiyle alay etmesinin ve bu suç ortaklıkları ve karanlık kolektif bilgiler alanında, hekimin hüküm yürüten biliminin, istemeyerek ürettiği mekanizmalar içine düşmesinin önlenmesi zorunludur.
Başbaşa konuşma kuralı ve dolayısıyla hekim ile hasta arasındaki özgür sözleşme ve bağıntı etkilerinin yalnızca söylem düzeyiyle sınırlandırılması kuralı (“Senden bir tek şey istiyorum; bu da, aklından geçenleri apaçık bir biçimde söylemendir”) söz konusu dur burada. Bu aynı zamanda, söylemsel özgürlük kuralı (“Hekimini yanılttığın için övünemeyeceksin artık, çünkü sorulara cevap vermeyecek ve aklına geleni söyleyeceksin, bunlar konusunda ne düşündüğümü sormak zorunda da değilsin; bu kurala aykırı davranarak beni aldatmak istersen, gerçekten aldatılmış olmayacağım; kendin tuzağa düşmüş olacaksın, çünkü hakikatin üretilmesini bozmuş olacaksın ve bana birkaç seans daha fazlası için para ödeyeceksin”) ve dolayısıyla, bu ayrıcalıklı yerde ve hekimin iktidarının uygulandığı eşi benzeri olmayan bu saatte yaratılan etkilerden başkasına gerçeklik tanımayan kuralıdır ve tamamen sessizlik ve görülmezlik içine gömüldüğü için, herhangi bir karşı etki altında kalmayan bir iktidardır.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
iktidari, psikiyatri, İktidarı


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Karaciğer Ve Psikiyatri. Katherina Ruh Sağlığı 0 02 Ekim 2012 15:57
Adetten Kesilmiş Kibar O*****nun İktidarı N999 Haber Arşivi 1 06 Haziran 2012 22:51
Onların Gençliğinde AKP İktidarı Yoktu Peki Hangisi Ateist N999 Haber Arşivi 0 03 Şubat 2012 20:48
Kur`an ve Psikiyatri Kalemzede İslamiyet 0 11 Temmuz 2011 16:54
'Psikiyatri okuyacağım' Cemalizim Haber Arşivi 0 22 Ağustos 2008 00:18