IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  digitalpanel

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29 Mart 2009, 05:52   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Sinema ve Felsefe - 2




Sinema ve Felsefe - 2


Leon (1994)
Dir: Luc Besson
Wrt: Luc Besson


Drama türünde bir yapıt olan Leon için kurabileceğim en sağlıklı cümle muhtemelen bu filmin "ders" niteliği taşımasıdır; karakter nasıl yazılır, nasıl görsele aktarılır ve nasıl işlenir üzerine... Film özellikle 3 ana karakterin etrafında dönüyor.
Film başlıyor. Koca göbekli, jilet gibi giyinmiş, bizim kültürümüzün tabiriyle "kıro" görünümlü, etrafına emirler yağdırmasından fark ettiğiniz üzere egosu şişkin mafya babası veya uyuşturucu taciriyle açılıyoruz. Dikkat ederseniz biz de yapılan filmlerin aksine karakterle ilgili hiç bir sözle bilgi verilmiyor. Tamamıyla görselden kolayca çıkarılan sonuçlar bunlar. Kocaman bir göbek. Yani bu adam haddinden fazla yiyor. Belli ki sonradan görme, saati en geniş planda bile kendini gösteriyor, üzerindeki takım "ben pahalıyım" diye bağırıyor ve boynundaki altın kolye ise bunu göremeyenlerin gözüne sokmak için takılmış. Ancak bütün bunlar bir kiralık katili global ahlak ilkeleri doğrultusunda aklamaya yeterli değil. O yüzden bu koca göbekli adamımız sandiviçini adeta kusar gibi yiyor, uyuşturucuya kafasını gömüyor ve son olarak yatağında onu bekleyen kadına doğru ilerlemeye başlıyor. İşte tüm bunları destekleyen en önemli öğe bu "kadın"ın aslında bir çocuk olması. Seyircinin gözünde o kadar aşağılanıyor ve nefret ettiriliyor ki bu adam, seyirci bu adamdan intikam almaya şartlanıyor. İşte tam bu sırada süper kahramanımız Leon sahneye çıkıyor. Luc Besson'un bize verdiği karakter, soğukkanlılıkla adam öldüren bir cani. Ancak seyirci onu öyle görmüyor. Genel ahlaka ters düşen bir canavarı korkudan titreten, öldürmeyen ama öldürmekten beter eden ve daha filmde göründüğü ilk sahnede "bu filmin kahramanı benim diyen" bir görsel tasvir ve sanat yönetimiyle bezenmiş halk kahramınını selamlıyor seyirci.
Leon'un giyimi de bu özellikleri destekliyor. Basit bir kazak, ceket ve pantolon. Sefil değil, zengin değil. Siyah ağırlıklı, daha doğrusu kamufle renkler ve kafasında bere. Kirli sakalı var. Stil olsun diye bırakmamış sakalı. Ne çok fazla kendine önem veriyor ne de olması gerekenden daha az ve unutulmaz güneş gözlükleri bu sıradan, özdeşleşilmesi çok kolay "tip"i karizmatik bir havaya sokuyor. Filmin ilk sahnesinde baş karakterimizin kim olduğunu böylece öğreniyoruz.
İkinci sahne Leon'un da yaşadığı apartman dairesinde. Küçük Mathilda apartman holünde bacaklarını aşağı sarkıtmış oturmakta, çiçekli böcekli veya tam hatırlamıyorum çizgi film kahramanlarının da oluşturduğu muhtemel çorabıyla gerçek yaşını belli ediyor ancak bu karakteri bize sevdiren en önemli özelliği olan "haykırış" ya da "isyan" manasına gelen sigarasıyla süslüyor. Tıpkı Leon karakterinde olduğu gibi gene ahlaki bir bozulum meşrulaşıyor.
Koridordan kızın evine geçiyoruz ve Mathilda'nın merdivenlerde bize verdiği izlenimin sebeplerini net biçimde görürken Besson bize filmin bu 3. sahnesinde 3. karakterini de tanıtıyor: Polis şefi Stansfield. Mathilda'nın babası atletiyle aylak, doğru düzgün bir işte çalışmayan, uyuşturucudan kolay para kazanma yolunu seçmiş ve mizansen gereği belli ki ailesini de bu tehlike yolun içine itmiş bir profili daha ilk bakışta veriyor. Özellikle üzerinde duruyorum, bizdekinin aksine karakteri tanıtıcı hiç bir diyalog yok. Bütün bu bilgileri sadece Prodüksiyon Tasarımı'ndan ediniyoruz. Anne fahişe, abla ise sadece güzelliği ve fiziğinin derdine düşmüş başka bir şeyi önemsemeyen aeorobi programı fanatiği. Mathilda'ın ailesinde tek değer verdiği, isyanına ortak ettiği ise küçük erkek kardeşi. Sadece onunla bu dünyada yanlız olmadığını hissedebiliyor. Tekrar dönüyoruz sigara meselesine. Bir kez daha sigara meselesi isyan bayrağı gibi gözümüze sokuluyor. Pek bu kimin isyanı? Tabii ki seyircinin ve bu isyanlarını Mathilda'da buluyorlar.
Ve Stansfield. Giyimi, kuşamı ve sessizliği bize hiç bir bilgi vermiyor başlangıçta. Çok ilginç bir karakter. Filmin başındaki kötü adam gibi değil. Aşağılık, iğrenç, toplumun hemen taşlamak isteyeceği türde bir adam değil. Beethoven dinliyor. Sadece uyuşturucu bir hap kullandığı sahne vardır, izleyenler hatırlar. Sanki içindeki şeytanı dizginlemeye çalışır gibi kafasını yukarı kaldırır ve kaslarının bütün gücünü kullanarak onu bastırır gibi bir hareket yapar ve seyircide "bu adam çok tehlikeli" izlenimini yaratır.
Bize şu ana kadar kağıt üstünde hiç bir şey anlatmayan Besson aslında filmin konusunu da anlatmış oluyor. Film, olması gerektiği gibi, daha önce izlenmiş filmlerden edinilmiş kurgu, kendi sosyal hayatımızdaki değer yargılarını kullanarak, bize vermediği bir bilgiyi, bizim kendi belleklerimizde canlandırarak, filmin konusunu anlatmış oluyor bize, üstelik daha filmin 6. ya da 7. dakikasında. "Bir şekilde süper kahramanımız Leon ve Mathilda arasında bir bağ oluşacak, ancak belli ki bu kötü adam da bunların peşine düşecek, ve eyvah bu adamdan nasıl kurtulacaklar" gibi. İşte bu, filmin metnine dahile edilmesine gerek olmayan bilgileri kullanmadan, Besson hız kesmeden, ilgiyi maksimum düzeyde tutarak tekrar kızın evine dönüyor ve ailesini öldürtüyor. Kızımız şanslı ki o sırada bakkalda. Mathilda'nın ailesinin katledilmesine üzülmüyoruz, zira babası da annesi de, kız kardeşi de haketmişti ölümlerini tezi son derece meşru. İlginçtir küçük erkek kardeşin ölümünü görmüyoruz. Nihayet Mathilda, elinde alışveriş poşeti, ağlayarak ancak ağladığını belli etmeyerek, ve kapıda duran kötü adamlara aldırmadan kendi dairesinin yanındn geçerken gördüğü kan ve katliam izlerine aldırmadan hemen yan dairenin, Leon'un dairesinin zilini çalıyor.
Uzun süreli bekleyiş çok işlevli. Gerilimi arttırıp dikkati yoğunlaştırıyor. Böylece hem bakkal hem de katliam sahnelerinde biraz gevşemiş olan kaslar tekrar sıklaşıyor, hem kafalarda sonradan oluşabilecek "e bu kızın niye öldürmediler" gibi muhtemel sorulara cevap veriliyor hem de kaçışın başka yolu olmadığı için Leon ile Mathilda'nın kaderlerinin kesişmesi meşrulaşıyor ya da doğallaşıyor. Ve Leon kapıyı açtığında gene ilginçtir ki bir yandan kapının aksi istikametinde olan camlardan gelmesi muhtemel olan ışık, bizi gene de bu realiteden söküp, fantastik ya da ilahi bir ışık gördüğümüz hissine sokuveriyor. Gerçekten de Batı edebiyatının kökündeki "kader" kavramının kullanıma hem muhteşem bir örnek oluyor, hem de bunun realiteyle ne kadar içli dışlı sunulabileceğinden bir örnek vermiş oluyor.
Bütün bunlar filmin ilk 15 dakikası içinde olan bitenler. İşte bizim de sanatla uğraşanlarmızda olması gereken bu detaylandırma, bu emek ve bu uğraş olmalıdır. Ancak ne yazık ki belki kültürden belki şanstan, film çekebilecek konumda olanların büyük çoğu bu detayları önemsemeyerek sosyal içerik adı altında karşılık konuşmalar üzerinden ilerleyen, tek katmanlı filmler yapıp satıyorlar.
Bunlardan ziyade Besson'un filmdeki esas esprisi bu 15 dakikalık girişten sonra başlıyor. 12 yaşında bir kızla 30 küsür yaşını bitirmek üzere olan bir adamın aşkı meselesi şüphesiz herkesin dikkatini çekmiştir. İşte Besson tüm hikayesini ve sanatını bunun üzerine kuruyor. Biz Stansfield'a koca göbekli uyuşturucu tacirine bakmaktan, kendi ahlaki değerlerimizde şiddetle yadırgayacağımız böyle bir ilişkiyi hem meşru görmeye başlıyoruz hem de bunun gerçekleşmesi için temenni de bulunuyoruz, ancak ister istemez "bu işte bir terslik mi var yahu" diyen beyinlerin şüphesini gidermek için Besson kahramınızı öldürerek bu aşkı ölümsüzleştiriyor ve halkın görmeyi istediği yerde bulutların üzerinde bir peri masalı haline getiriyor. Üstelik bunları yaparken de reel zemin üzerinden hiç ayrılmıyor. İşin en eğlenceli kısmı ise seyircinin ahlak anlayışıyla ve değer yargılarıyla adeta alay ediyor. Besson bize ne gösterirse satın alıyoruz, alt yapısını o kadar güçlü kuruyor ki, bizle dalga geçtiğinde farkına bile varmıyoruz.
Hatırlasanız otel sahnesinde Mathilda, otel müdürüne "o benim babam değil, sevgilim" der. Ve seyirci buna güler. Küçük bir kızın hayal dünyasıymış gibi. Halbuki burada Mathilda gerçeği söyler ve otel müdürü şaşırmış bakakalır. Aslında o şaşkın ördek gibi bakan seyircinin bizzat kendisidir. İşte bu yüzden, kendini onun yerine koymadığı için seyirci, adamın haline güler ve bunu yaparken aslında kendine güldüğünün farkında bile değildir.
Tamamen reel bir zeminin üzerine inşa edilmiş olan Leon, bence değer yargılarımızı alt üst eden ve bunu son derece başarıyla uygulayan bir başyapıttır. Sinemasal elementlerinin dışında fantastik-felsefi bir söylem getiren, "aslında hiç bir şey göründüğü gibi değildir" tezini Mathilda'nın sigarası gibi ikon haline getirmiş bir sinema şaheseridir.

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet sohbet
Cevapla

Etiketler
felsefe, sinema


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Felsefe Nedir? Felsefe Ne Değildir? Felsefe İle İlgili Her Şey Kalemzede Felsefe 0 13 Ocak 2021 18:13