24 Mart 2009, 23:11 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Zeka Nedir? :: Zeka Nedir? Kavramlar ve algılar yardımıyla soyut ya da somut nesneler arasındaki ilişkiyi kavrayabilme, soyut düşünme, muhakeme etme ve bu zihinsel işlevleri uyumlu şekilde bir amaca yönelik olarak kullanabilme yetenekleri zeka olarak adlandırılmaktadır. Zekanın farklı tanımlarının olmasına karşılık zekaya ilişkin kuramların tümü zekanın geliştirilebilecek bir kapasite ya da potansiyel olduğu ve biyolojik temellerinin bulunduğu noktalarında birleşir. Buna göre zeka, bireyin doğuştan sahip olduğu, kalıtımla kuşaktan kuşağa geçen ve merkez sinir sisteminin işlevlerini kapsayan; deneyim, öğrenme ve çevreden kaynaklanan etkenlerle biçimlenen bir bileşimdir. Zeka bir çok zihinsel yeteneğin değişik durum ve koşullarda kullanılmasını içerir. Bu yetenekler arasında başlıcaları: Sözel Anlayış: sözcükleri tanıma ve anlama, Sözel Akıcılık: sözel ve yazılı olarak sözcük ve ifadeleri çabucak bulabilme, Sayısal Yetenek: aritmetiksel işlemleri çabuk ve doğru olarak yapabilme, Alansal ve Uzay ilişkileri: iki ve üç boyutlu görsel algılamayı yapabilme, Bellek: işitsel ve görsel olarak belleme gücü, Algısal Hız: karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme, zemin şekil ilişkisini ayırt edebilme, benzerlik ve farklılıkları doğru olarak algılayabilme, Mantıklı düşünme: muhakeme yürütebilme, olarak sayılabilir. Bir kişinin zeka seviyesi diğer koşullar eşit tutulduğunda ne kadar zor işler başardığı, veya aynı güçlükteki işlerden ne kadar çoğunu başarabildiği, veya ne kadar kısa sürede doğru sonuca ulaşabildiği ile belli olur. ^ :: Zekanın Biyolojik Temelleri Zeka ile beyin arasıda çok yakın bir ilişki vardır. Zekanın beyinde yer aldığı kabul edilir. Bir insan beyninde 10 milyardan fazla sinir hücresi bulunmakta, her bir hücre ortalama 10.000 hücre ile bağlantı içerisinde çalışmaktadır. Nöron adı verilen bu sinir hücrelerinde sinyaller çok karmaşık elektro-kimyasal olaylar zinciriyle oluşan ve sayısı saniyede 1000 taneye kadar çıkabilen titreşimler halinde iletilmektedir. Beynin ne biçimde çalıştığı henüz çözümlenebilmiş değildir. Belleğin işleyiş mekanizması, beyin algılama yaparken gösterdiği esneklik yeteneği gibi konular bilim adamlarını yıllarca uğraştırmış hala da uğraştırmaktadır. Bir kısım bilim adamları belirli işlerden beynin belirli bölgelerindeki hücreleri sorumlu tutarak konuya açıklama getirirken, ünlü nörolog Karl Pribram hologram teorisini beyinle bağdaştırmak üzere yaptığı çalışmalarda beynin çevresi hakkındaki bilgileri sınıflandırılmamış bir karmaşık düzen içerisinde aldığı, alınan bu bilgilerin holografik, yani üst üste bindirilmiş dalgalar ve onların girişimleriyle oluşan modele dayalı bir biçimde kaydedildiği ve daha sonra dışarıdan gelen frekanslara göre bilgilerin alışkın olduğumuz mekan-zaman için düzenlenerek, bilinen algı dünyasının oluştuğunu söylemektedir. ^ :: Zekanın Yaşa Göre Gelişimi Zeka yaşamın ilk on yılında büyük bir gelişme kaydetmektedir. Bu süre içinde en hızlı gelişme ilk iki yılda gerçekleşir. Başlangıçta davranışı birkaç refleksten oluşan insan, iki yıl sonunda kendi başına yürüyebilen, konuşabilen, bazı basit problemleri çözebilen, neden sonuç ilişkisi kurabilen, basit planlamalar yapabilen, hatırlayabilen bir kişi hale gelir. Sembollerle düşünebilme 11 yaşında başlar. 12 yaştan sonra zekanın hızında azalma olsa da gelişmeye devam eder. Gelişmenin en üst düzeyine 14-18 yaşlar arasında varılır. Zihinsel güç 30 yaşa kadar bu düzeyde kalır. Daha sonraki yaşlarda yeni malzeme öğrenmedeki başarı yavaş olarak azalmaya başlar, ancak öğrenilen bilgiler kaybolmaz tam tersine yaş ilerledikçe, deneyimden dolayı edinilen bilgiyi kullanmadaki beceri artar. ^ :: Zekanın Soyaçekim ile İlgisi Doğuştan gelen zekanın değerlendirilmesi için bilinen bir yöntem yoktur. Kalıtımla çevre arasındaki ilişki birbirinden ayrı ve uzakta yetiştirilen ikizlerin davranış ve başarılarının incelenmesiyle bir ölçüye kadar belirlenebilir. Tek yumurta ikizlerinin kalıtımı, birbirlerinin aynıdır. Doğumdan itibaren birbirlerinden farklı çevrelerde yetişen tek yumurta ikizlerinin ve aynı evde yetişen çift yumurta ikizlerinin zeka puanlarının karşılaştırıldığı bir araştırmada, değişik çevrelerde yetişseler bile, kalıtımı aynı olan tek yumurta ikizlerinin zekalarının, aynı çevrede yetişip, kalıtımları birbirinden farklı olan çift yumurta ikizlerinin zekalarından daha çok birbirlerine benzediği ortaya çıkmıştır. Bir başka araştırmada ise, bebek iken evlat edinilen çocukların zekalarını, üvey anne-babalarının zekaları ve ayrıca doğal anne-babalarının zekaları ile karşılaştırmışlar ve bu çocukların zeka puanlarının doğal ana-babalarınkine daha çok benzediği görülmüştür. Bunun gibi çok sayıda yapılan araştırmalar, kalıtımın zeka gelişmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koymuştur. ^ :: Zeka ve Çevre Zekanın kalıtımla ilişkisi çok belirgindir, ancak çevrenin de zekaya önemli etkisi vardır. Tek yumurta ikizleri birbirinden ne kadar farklı çevrelerde yetişirlerse aralarındaki zeka farkı da o denli fazla olmaktadır. Ana-baba evi zihinsel gelişmeyi etkilediği istatistiklerle gösterilmiştir. Çeşitli eğitim seviyesine sahip ailelerden gelen çocukların bir arada okudukları okullarda yapılan araştırmalarda, yüksek eğitim düzeyli ailelerden gelen çocukların diğerlerine göre daha başarılı oldukları saptanmıştır. 1700 ve 1910 yılları arasında yaşayan 4421 ünlü kişinin kökenini inceleyen bir araştırma sonucunda bu kişilerin % 83'ünün üst tabakadan ve ancak %16'sının alt tabakadan geldiğinin ortaya çıkması, çevre faktörünün önceki yüzyıllarda çok daha önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar başarı ve zeka birbirinden farklı olsa da, başarıda zekanın önemli bir payı olduğu göz önüne alınacak olursa bu bize zeka hakkında da bilgi verir. Zekaya çevrenin etkilerinin arasında çevreden etkilenen kişilik yapısı, sosyo-psikolojik çevre, dil yeteneği ve güdü sayılabilir. Kaygılı ve korkak çocuklar problem çözerken yapılan işe dikkatlerini vermede güçlük çekerler ve dolayısı ile zeka testlerindeki başarı düşük olur. Bir başka etken de, ailelerinin beklentilerinden dolayı orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocukların diğerlerine göre daha güdülü olmaları ve test sırasında daha fazla gayret sarf etmeleridir. Diğer koşullar eşit tutulduğunda orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeyden gelen kişilerin zeka puanları, düşük sosyo-ekonomik düzeyden gelen kişilere kıyasla daha yüksek olmaktadır. En düşük ile en yüksek sosyo-ekonomik düzey arasındaki puan farkı 20'ye kadar çıkmaktadır. Zekası yüksek kişiler daha iyi eğitim görmekte, kazançlı meslek sahibi olarak daha yüksek bir ekonomik düzeye erişmektedir. Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek ailelerin çocukları daha fazla öğrenme olanağına sahiptir, bunlar ilerisi için daha iyi başlangıç koşulları elde edebilmektedir. Zeka testlerinde sözel bölümlerin bulunması, eğitim seviyesi yüksek kişilerin daha yüksek puan almasına yardım etmektedir. Dolayısı ile burada hem kalıtımsal hem de yetişme tarzından gelen bir avantaj söz konusudur. ^ :: Zeka ve Başarı Üstün zekalı bir bireyin toplumda bununla orantılı olarak başarılı olacağı varsayılırsa da, kimi zaman denetlenemeyen dış etkenler nedeniyle uzun vadeli tahminler geçersiz çıkabilir. Zekanın toplumsal başarıya dönüştürülebilmesini sağlayan mekanizma henüz yeterince anlaşılamamıştır. Çocukluk döneminde yapılan başarı testlerinin aynı dönemde yapılan IQ testleri ile benzer sonuçlar verdiği görülürse de, yaşamın ileri ki yıllarında ortaya çıkacak davranış kalıplarının tamamen bu sonuçlarla belirlenmesi mümkün değildir. ^ :: Çeşitli Zeka Alanları Günümüzde en yaygın testler olan Stanford-Binet ve WAIS-R testlerinde zeka ölçümü için Binet'in geliştirdiği yöntem kullanılmasına karşın, zekanın ne olduğunun tanımlanmasında eksiklikler bulunmaktadır. Binet ekolünde zeka, kişinin test sonuçlarında aldığı derece ile ölçülmektedir. Bu zekayı ölçmek için pratik bir yaklaşımdır ve kişilerin performanslarını anlamaya yöneliktir, ancak bu testler zekanın doğasını anlamak için fazla ipucu vermezler. Araştırmacılar zekanın doğasını anlamak üzere de çalışmaktadırlar. En çok sorulan sorulardan biri zekanın tek bir faktörden mi yoksa bir kaç bileşenin bir araya gelmesiyle mi oluştuğudur. İlk psikologlar, zekanın ve genel bir g-faktörü olarak adlandırılan genel bir mental faktörden oluştuğunu varsayıyorlardı. Bu faktörün, zekanın her bir yöndeki performansını etkilediğini varsayarak, zeka testinin bu g-faktörünü ölçmeye yönelik olduğunu kabul ediyorlardı. Daha sonraki araştırmacılar akıcı zeka ve kristalize zeka olmak üzere zekanın iki çeşidi bulunduğunu öne sürdüler. Akıcı zeka, yeni problemleri ve durumları başarıyla ele alabilme yeteneğini, kristalize zeka ise bilginin saklanması, beceriler, akışkan zekanın kullanılması ve tecrübelerden elde edinilen stratejileri kapsamaktadır. Diğer bir kısım bilim adamı ise zekanın daha çok bölümlerden oluştuğunu ileri sürmüştür. Örneğin, Howard Gardner belirli alanlarda olağandışı başarılar sergileyen insanların yeteneklerini inceleyerek yedi değişik zeka alanı olduğunu savunmuştur. Aşağıda açıklanan bu zeka alanlarının her biri diğerinden bağımsız olmasına karşın, herhangi bir aktivite bu zeka alanlarından bir kaçının aynı anda aktif hale geçirilmesiyle oluşmaktadır: 1. Müziksel Zeka: Müzik alanlarındaki beceri. 2. Bedensel Kinestetik Zeka: Tüm bedenin veya çeşitli bölümlerinin bir problemin çözümünde, bir üretim veya gösteri sırasında kullanılması ile ilgili becerilerdir; dans etme, atletizm, aktörlük, operatörlük gibi beceriler buna örnek gösterilebilir. 3. Mantık-Matematik Zekası: Problem çözme ve bilişsel düşünmedeki beceriler. 4. Dilsel Zeka: Bir dilin kullanımı ve o dilde eserler üretme ile ilgili beceriler. 5. Uzaysal-Konum Zeka: Mimarların, ressamların, heykeltıraşların veya uzay-konum durumlarını anlamadaki becerileri. 6. Kişiler Arası Iletişim: Diğer kişilerle etkileşimde diğerinin ruh halini, isteklerini, niyetlerini anlamadaki beceriler. 7. İçeyönelik Zeka: Bir kişinin iç dünyasındaki yönelimlerini anlaması, duygularına erişebilmesi becerisidir. Gardner'in her bir zeka alanını açıklamak üzere verdiği örnekler arasında Yehudi Menuhin, T.S. Elliot, Anne Sullivan, Virginia Wolf gibi ünlüler yer almaktadır. Yehudi Menuhin San Fransisco Orkestrasının konser salonuna gizlice sokulduğunda 3 yaşındaymış. Orada Louis Persinger'in violin çalışından çok etkilenen Menuhin, yaş gününde bir violin alınması ve Louis Persinger'in hocası olması için inatla direnmiş. Her ikisini de elde eden Menuhin, 10 yaşına geldiğinde uluslararası üne sahip bir yorumcu olmuştu. T.S. Eliot 10 yaşındayken, Fireside adında bir magazini tek başına çıkarmış, üç günlük bir kış tatili sırasında derginin 8 sayısını hazırlamıştı. Anne Sullivan sağır ve kör Helen Keller'in eğitimine başladığında bu iş, diğer kişilerin yıllarca vaktini alacak zorluktaydı. Bu işe girişmesinden daha iki hafta sonra büyük ilerleme kaydetti, bu süre içerisinde vahşi bir yaratık narin bir çocuğa dönüşmüştü. Virginia Wolf "A sketch of the Past" adlı eserinde, kendi iç yaşamına bakışın iyi bir örneğini sergilemekte, bu eserinde çocukluğundan kalan ve olgunlaşmasına rağmen hala şok etkisinden kurtulamadığı bir çok özel anısına yönelip, onlara karşı tepkilerini başarılı bir biçimde açıklamaktadır. ^ :: Üstün Zeka Nedir? Zeka dağılım eğrisinin bir ucunda zeka geriliği gösteren kişiler yer alırken diğer ucunda ise üstün zekalı kişiler yer almaktadır. Toplumu oluşturan kişilerin ancak %2'lik bir bölümü 130 ve üstündeki IQ derecesine sahiptir. IQ derecesi 140'ın üzerine çıkıldığında bu oran % 0.2 ye düşmektedir. Üstün zekalıların tipik örnekleri onları sakar, utangaç, sosyal açıdan akranlarıyla uyumsuz gibi gösterse de bir çok araştırma onların tam tersine bir çok şeyi ortalama insandan çok daha iyi yapabilen, iyi uyumlu, sevilen kişiler olduğunu ortaya koymuştur. Lewis Terman tarafından yapılan ve 1920 yılında başlatılan bir çalışma halen devam etmektedir. Bu çalışmada IQ derecesi 140'ın üzerinde olan 1500 üstün zekalı çocuktan oluşan bir grup 60 yıl boyunca düzenli aralıklarla takip edilmektedir. Başından itibaren bu gruptaki kişiler fiziksel, akademik ve sosyal açıdan, normal akranlarına göre daha ileride olmuşlardır. Genellikle daha sağlıklı, daha uzun, daha ağır ve daha kuvvetli oldukları gözlenmiş, okulda daha başarılı olmuşlar ve normal kişilere göre daha iyi sosyal uyum sergilemişlerdir. Bütün bu avantajlar, kariyer başarısına dönüşmüş, bu kişiler normal insanlara göre daha çok ödül almış, daha fazla maddi gelir elde etmiş, sanat ve edebiyata daha fazla katkıda bulunmuşlardır. Örneğin bu gruptaki kişiler 40 yaşına geldiklerinde, toplam olarak 90 kitap, 375 oyun ve kısa hikaye, 2000 makale yazmışlar, 200 üzerinde patente imza atmışlardır. Hepsinden önemlisi bu kişiler hayattan tatmin olduklarını diğer kişilere göre daha fazla belirtmişlerdir. Bu çalışma diğer yandan, üstün zekalı olmanın her zaman başarılı bir grafik çizmeyi garantileyemeyeceğini de göstermiştir. Terman'ın incelediği grupta bazı önemli başarısızlıklara da rastlanmıştır. Başka çalışmalardan da anlaşıldığı üzere üstün zeka her alanda düzgün bir dağılım göstermemektedir. Yüksek IQ derecesine sahip bir kişinin akademik konularda ille de başarı göstermesi gerekmemekte, ancak konulardan bir veya bir kaçında olağandışı bir üstünlük sergileyebilmektedir. Yüksek bir IQ derecesi, her şeyde başarı anlamını kesinlikle taşımamaktadır. Kulaklara_küpeler.. > 1- Aklini kullan. > 2- Iyice tanimadan hicbir insana baglanma. > 3- Bitmemis iliskilerin üzerine iliski kurma. Aci ceken sen olursun. > 4- Iyice sorusturup diger insanlarin da hakli olabilecegini dusun. > 5- Seni takmayani sen hiç takma, konusmayanla asla konusma. > 6- Güvenmedigin biriyle asla çikma. > 7- Yalanini yakaladigin kisinin düzelebilecegini düsünme. > 8- Insanlara dogru deger ver, hakketmeyenleri sil. > 9- Kimseye yalvarma. > 10- Asla dönüp de arkana bakma. > 11- Sir tutmasini bil. > 12- Dostlarinin sevgilinden daha önemli oldugunu unutma. Onlari asla > sevgilin için satma. > 13- Hakkettigin sevgiyi alamadin mi kendini üzme,sorun sen degilsin. > 14- Kimsenin lafiyla doldurusa gelme, ama aklinin bir kösesinde de > tut. > 15- Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatli söz, iki damla gözyasi > için > asla yumusama. > 16- Seni sevenlerle kullananlari iyi ayirt et. > 17- Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartisma. > 18- Emrivaki olusturulan dostluklari kabul etme. > 19- Eger verdigin sir o kiside kalmiyorsa ikinci bir sir verme. > 20- Dostun olacak insanlari bazi kriterlere göre belirle > 21- Kendini öven insanlardan kaç. > 22- Karsindakinin dogruyu söyledigini varsayma. > 23- Kendine saygini yitirmene neden olacak hiçbir sey yapma. > 24- Sorunun oldugunda insanlar zaman ayirip seni dinliyorlarsa onlarin > ögütlerini gözardi etme. > 25- Göz göre göre su birikintilerine tas atma, mutlaka üstüne siçrar. > 26- Kendinin herkesten daha önemli oldugunu unutma. > 27- Sen istemedigin sürece tanri disinda kimsenin seni üzemeyecegini > aklindan çikarma. > 28- Gözyaslarinin degerini bil. Onlari hakketmeyenler için harcama. > 29- Sana bahsedilen zekayi kullanmayarak tanriya hakaret etme. > 30- Senin zekana inanan insanlari hayalkirikligina ugratma. > 31- Kendini sev. > 32- Alkol alinca kontrolünü yitirenlerle asla tartisma. > 33- Disaridaki günese bakip gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek > oldugunu unutma > 34- Dostlugunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlik yapma. > 35- Insanlari kaybediyorsun diye aglayip sizlama, ama kazandigin > insanlarin > degerini bil. > 36- Askta bile mantigina küsme.Kalbin dogru yolu bulacak içgüdüye > sahip > degil. > 37- Kimseye tasiyabileceginden fazla deger verip bununla övünmesine > firsat > verme. > 38- Güvenmedigin kimseye aleyhine kullanilabilecek hiçbir koz verme. > 39- Istedigini almak için asla duygu sömürüsü yapma. > 40- Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme. CETIN ALTAN "Sen adam değilsin, yoksun dünyada" Çocukluğuyla gençliği Yeşilköy köşklerinde geçmiş, eski bir İstanbul efendisi olan kırçıl bıyıklı Tarık Bey: - Her sabah evden çıkarken o gün karşılaşacağım tüm davranışlarla sözlerin; bana kişi olarak var olmadığımı, yürüyen, kıpırdayan bir insan gölgesi dahi sayılamayacağımı, tekrar tekrar ihtar edeceğine; kendimi hazırlayarak adımımı atıyorum sokağa, dedi. Güngörmüş, hoşsohbet bir adamdı Tarık Bey: - Köşede gazete de satan, gedikliden emekli, suratsız bir tütüncü var. Gazete almak için önce ona uğruyorum. Paramı hazırlayarak, "günaydın" diye tütüncüden gazetemi istiyorum. Selamımı almadan dükkânının içinde ayran, yahut süt şişelerini düzeltmeye devam ediyor. Bir garip tad alıyor, beni görmezlikten gelip, adam yerine koymamaktan. Yani tavırlarıyla, "Sen yoksun, mevcut değilsin", demek istiyor. Ben de içimden tekrarlıyorum. "Ben yokum, mevcut değilim..." Ama yine de gazeteyi uzatmasını bekliyorum. Beni adam yerine koymadığını kanıtlayacak süre, kendince geçince; kafasının dağılmasını istemeyen bir atom bilgini özensizliğiyle, yüzüme bile bakmadan gazeteyi alıp uzatıyor. Tarık Bey gözlüklerinin arkasından kıskıs gülerek, tütüncünün gazeteyi nasıl alıp uzattığını gösteriyordu. Elimde gazete, dolmuş durağına gidiyorum. Durak her zaman kalabalık oluyor. Kimsenin sırasını çalmadığımı gösterecek bir yerde duruyorum. Derken bir dolmuş geliyor, bütün bekleşenler kapılara üşüşüyor; binen biniyor, binemeyen kalıyor. Ben sıram gelmediği kanısıyla acele etmiyorum. Bir dolmuş daha geliyor. Benden sonra gelenler de, kapılara üşüşenlerin arasına katılıyor. Biliyorum ki, kimse bana "Buyrun, sıra sizde", demeyecek. Bazen artık sıramın geldiği inancıyla ben de, yeni gelen bir dolmuşun kapısına doğru seyirtiyorum. Ya sert bir omuz darbesi iniyor göğsüme, ya arkadan gelip içeri girmek için eğilen birinin kalçası dayanıyor karnıma. Kişiler mekanik bir itip kakmanın ortaklığında, bana "Sen yoksun, mevcut değilsin", diyorlar. Ben de içimden tekrarlıyorum: "Ben yokum, mevcut değilim." Sonunda geç de olsa, biniyorum dolmuşa. Benden önce inecekler, şoföre, "Şurada dur!" diyorlar. Bu aynı zamanda bana, "Sen de in de rahat çıkalım", demek. Ben de araba durunca, hemen yere iniyorum; yanımda oturanın çıkmasını bekliyorum. Onlar yine yüzüme bile bakmadan çekip gidiyorlar. Yani adam yerine koymuyorlar beni. Bir anlamda, "Sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demek istiyorlar. Ben de içimden, "Ben yokum, yeryüzünde var değilim", diyorum. Tarık Bey, kendiyle yahut İstanbul'un hoyratlığıyla eğlenir gibi sigarasını yakıyordu ve gözlüklerinin arkasından devam ediyordu kıs kıs gülmeye: - İneceğim yere gelince, "Şoför efendi durur musunuz?" diyorum. Bazısı duruyor, bazısı duymazlıktan gelerek, müşteri gördüğü yere kadar gidip, orada duruyor. Bazısı, "Haydi yahu acele et, işimiz var", diyor. Ben hepsine inerken, "Teşekkür ederim", diyorum. Çoğunlukla cevap vermeden gazlıyorlar. Birini rahatsız ederek inersem, ona da teşekkür ediyorum. O da genellikle cevap vermiyor. Ben daha evden çıkarken, yok sayılacağımı bildiğim için, asla yadırgamıyorum bunları. Gayet normal karşılıyorum. Sade bana değil, herkes birbirine "Sen yoksun, insan olarak bir sıfır kadar bile değerin yok", demekten hoşlanıyor. Bayılıyorlar birbirlerini adam yerine koymamaya. Bu arada ben de, payımı alıyorum. Ama ben direnip, ille de varım diye inatlaşmıyorum. "Yokum, mevcut değilim", diye devam ediyorum günlük serüvenime. Tarık Bey keyifli keyifli tüttürüyordu sigarasını: - Dolmuştan inince karşı kaldırıma geçerken, iki üç taksiyle özel arabadan mutlaka sesler yükseliyor: "Sallanmasana moruk!", "Yürüsene ulan ihtiyar!", "Geç hadi geç, teneşir horozu!". Ben hep yaya geçidinden geçtiğim için, beklediklerine kızıyorlar. Varmış gibi yürümem, sinirlendiriyor onları. Yok olduğumu, var olmadığımı hatırlatmak istiyorlar bana. Ben de "Merak etmeyin, yokum, var değilim", diye geçiyorum karşı kaldırıma. Bazen oralarda bir trafik polisi duruyor. Çok seviyorum o polisi. Çünkü o da, şoförlerin var olmadığı kanısında. Onlara, "Bas ulan geri!", "Kör müsün ulan ayı!" diye bağırıyor. Arada bir de, sinek kovalar gibi hiçbirinin suratına bakmadan eliyle, "Geç geç" yapıyor. Yani şoförler beni, polis de şoförleri adam yerine koymuyor. Herhalde komiseri de, polisi adam yerine koymuyordur. Tarık Bey bir günlük yaşam serüvenini en ince ayrıntılarıyla akide şekeri emer gibi, tadını çıkara çıkara anlatıyordu: - Çalıştığım işhanına geliyorum. Elektrik kesik değilse asansöre biniyorum. Asansöre binenler gençse; bir elleri pantolon ceplerinde, bir kaşları kalkık oluyorlar. Taşralıysalar; pos bıyıklı, tıknaz, pantolonları göbeklerinin altına düşmüş, önleri açık oluyorlar ve kasıtlı biçimde, kimseye önem vermez görünmek istermiş gibi, yüksek sesle konuşuyorlar. Ben yine biliyorum ki, herkesin tavrı, kimseyi adam yerine koymama üstünedir ve şişkindir. Ben hemen sigara kâğıdı gibi iyice yapışıyorum asansörün dip duvarına. "Ben zaten yokum, dünyada mevcut değilim", diyorum. Asansörden çıkarken kimse kimseye ne yol, ne selam veriyor. Kimse de kapıyı arkadan gelenin suratına çarpmasın diye, usturuplu tutmuyor. Ağıldan çıkar gibi çıkıyor öyle. Tarık Bey sigarasının izmaritini tablada söndürdü: - Akşam eve dönerken de yine aynı şey. Kalabalığın bireyleri bıkıp usanmadan, "Sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demeyi sürdürüp gidiyorlar. Ben de "Ben yokum, var değilim", diye mırıldanmaya devam ediyorum içimden. Adam yerine konmamak insanın gücüne gider, değil mi? Benim hiç gitmiyor. Bir toplumun kendi kendini adam yerine koymamakta inatlaştığı dönemlerde, kimleri adam yerine koymaya kalktığını biliyorum çünkü. Tarık Bey bir sigara daha yaktı: - İstanbul bin beş yüz yıllık bir başkenttir, dedi. Gönül bütün birikiminin, Haliç'in dibindekilerden ibaret olmamasını isterdi. ] HER_ILISKI_BIR_BAHÇEYE_BENZER >> >>Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa, >>düzenli olarak su verilmelidir.Beklenmedik hava değişiklikleri kadar >>mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir.Yeni tohumlar >>ekilmeli ve yabani otlar ayıklanmalıdır.Tıpkı bunun gibi, aşkın büyüsünü >>canlı tutmak için de, mevsimlerini anlamalı ve aşkın kendine özgü >>ihtiyaçlarını doyurmalıyız. >> >> Aşık olmak, ilkbahar gibidir.Sonsuza dek mutlu olacakmışız gibi bir >>duyguya kapılırız.Eşimizi sevmemek aklımızın ucundan bile geçmez.Bu bir >>saflık dönemidir.Aşk ölümsüz gibi görülür. Her şeyin kusursuz sanıldığı >>ve tıkır tıkır işlediği büyülü bir dönemdir bu. Eşimiz tıpatıp bize >>uygun görünür.Hiç çaba harcamaksızın, uyum içinde dans ederiz ve >>şansımızın yüzümüze gülmesinin tadını çıkarırız. >> >> Aşkımızın yaz mevsimi boyunca eşimizin sandığımız kadar kusursuz >>olmadığını ve ilişkimiz üzerinde çalışmamız gerektiğini anlarız. Eşimiz >>sadece başka gezegenden gelmiş olmakla kalmaz, hata yapan, bazı >>bakımlardan aksayan bir insan olarak da karşımıza çıkar. Sürtüşmeler ve >>düş kırıklıklları belirmeye başlar; yabani otların kökünden sökülmesi ve >>yakıcı güneş altındaki bitkilerin fazladan sulanması gerekir.Artık aşkı >>vermek de, gereksindiğimiz aşkı almak da, o kadar kolay değildir. Her >>zaman mutlu ve sevgi dolu olmadığımızı görüp anlarız. Bizim aşk >>konusunda düşlediğimiz tablo değildir bu. >> >> Birçok çift, bu noktaya geldiğinde düşkırıklığına uğrar. Bir ilişki >>üzerinde çalışmak istemezler.Hiç de gerçekçi olmayan bir tutumla, hep >>ilkbahar olmasını beklerler.Eşlerini suçlarlar ve pes ederler. Aşkın >>herzaman kolay olmadığını, arasıra sıkı bir çalışma ve sıcak bir güneş >>istediği gerçeğini görmezler. Aşkın yaz mevsiminde, kendi sevgi >>ihtiyacımızı olduğu kadar eşimizin ihtiyaçlarını da doyurmamız >>gerekir.Bunlar kendiliğinden gerçekleşmez. >> >> Yaz mevsimi boyunca bahçemize iyi baktıysak, bu sıkıcı çalışmanın >>sonucu olarak hasadımızı alırız.Güz mevsimi gelmiştir.Bu altın bir >>çağdır, zengin ve doyurucu. Gerek kendimizin, gerese eşimizin >>kusurlarını kabullenen ve anlayışla >> >>karşılayan daha olgun bir aşktır yaşadığımız.Bir şükran ve paylaşma >>zamanıdır bu.Yaz boyu sıkı çalıştığımız için, şimdi >> >>dinlenebilir ve yarattığımız aşkın tadını çıkarabiliriz. >> >> Sonra hava yeniden değişir ve kış bastırır.Kışın o soğuk, verimsiz >>ayları boyunca doğa kendini tümüyle içine çeker, kapanır.Bu bir >>dinlenme, düşünme ve yenilenme zamanıdır. İlişkilerde de çözümlenmemiş >>acılarımızla veya gölge >> >>benliğimizle yüzleşme zamanıdır.Kapağımızın açılıp acı dolu >>duygularımızın ortaya döküldüğü zamandır.Aşk ve doyum için eşimizden >>çok, kendimize bakmaya gereksinme duyduğumuz, kendi kendine gelişim >>zamanıdır.Yaraların iyileşmesi, acıların dindirilmesi >>zamanıdır.Erkeklerin mağaralarına çekilip kışladıkları ve kadınların >>kuyularının dibine indikleri zamandır bu. Aşkın karanlık kış mevsimi >>boyunca kendimizi sevdikten ve iyileştirdikten sonra, ilkbahar ister >>istemez geri gelecektir.Yeniden umut, sevgi duyguları ve olanakların >>bolluğu bizi sevindirir. Kış boyu kendi kendimizi iyileştirdiğimiz ve >>ruhumuzu araştırdığımız için, artık yüreklerimizi açabilecek ve aşkın >>ilkbaharını yaşayabilecek duruma gelmişizdir. DURACAKSIN Aci, agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda, öfke, kizil bir küheylan gibi kosturdugunda, keder, yasli bir agaç gibi üstüne yikildiginda, duracaksin, durup gümüs bir su gibi akan sabahin tazeligine bakacaksin, sana iki yüz yil önceden haberler tasiyan alayci kargalarin sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayip derin bir soluk alacaksin. Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin. Aciyi, öfkeyi, kederi ulu bir gölgelige yatiracaksin bir zaman, "dinlenin biraz" diyeceksin. Bir in avcisi gibi, ta derinlere dalip tek tek bütün istiridyeleri çarak, bir sevinç arayacaksin. Hayaller kuracaksin. Hatiralarini bir daha gözden geçireceksin. Sevdiklerini düsüneceksin ve seni sevenleri. Özlediklerini düsüneceksin ve seni özleyenleri. Teninde iz birakanlari ve senin izini tasiyan tenleri. Seni sakalariyla güldürenleri ve senin sakalarina gülenleri. Sevinçlerini, hayallerini, hatiralarini, sevdalarini, sevismelerini, özlemlerini, sakalarini bir bir yerlestireceksin içine, hayat denilen mucizenin sana verdigi armaganlari sikica kucaklayacaksin. Ölüm her yandan üstüne saldirip seni kusattiginda, tam da o zaman, hayati düsüneceksin. Güzel bir haber gelecek belki yarin sabah. Belki bir mektup alacaksin. Sana gülümsemesini çok istedigin gülümseyecek belki sana. Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kayboldugunda, tam da o zaman, karanin bir gün görünecegini düsüneceksin. Gözünün "kara göründü" diye bagirdigini hayal edeceksin. Kara hiç görünmese bile, hiç olmazsa neyi aradigini ve neyi kaybettigini bileceksin, çektigin onca firtinanin, varmayi umdugun o umutlu hedefle mana kazandigini anlayacaksin. Her seyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin. Neyi aradigini hiç unutmayacaksin. Sevinçleri ne kadar hatirlarsan, acinin derinligini o kadar avrayacaksin. Yasadigin ve yasayabilecegin güzel seyleri ne kadar çok düsünürsen öfken o kadar keskinlesecek. Karanlik inerken isiga daha dikkatli bakacaksin. Geleceginle arana, dibinde canavarlarin dolastigi bir uçurum koyduklarinda, nasil bitecegini bilmedigin atlayisini yapmadan önce, geçmisine, sevinçlerine, hayallerine yaslanip güç alacaksin. Sevdigin bir türküyü mirildanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin. Bir çiçek ilistireceksin yakana. Ölüm seni kusattiginda, tam da o zaman, hayati düsüneceksin. En azgin, en ihtirasli sevismelerini... En çilgin hayallerini... En çagiltili kahkahalarini... Aci, agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda, öfke, kizil bir küheylan gibi kosturdugunda, keder, yasli bir agaç gibi üstüne yikildiginda, duracaksin, durup gümüs bir su gibi akan sabahin tazeligine bakacaksin, sana iki yüz yil önceden haberler tasiyan alayci kargalarin sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayip derin bir soluk alacaksin. Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin. Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin. Aciyi, öfkeyi, kederi ulu bir gölgelige yatiracaksin bir zaman, "dinlenin biraz" diyeceksin. Onlari, sefkatle dinlendireceksin.. Çünkü onlara yine ihtiyacin olacak. Ahmet ALTAN HACER MENEKSE Kendini bildi bileli mor menekseyi çok severdi.Çocuklugunun geçtigi iki katli evdin bahçesinde bahar geldiginde mor mor acar ,mis gibi kokarlardi.. annesi mor menekseleri hep duvar kenarina dikerdi..gölgeyi sever menekseler derdi..Oysa ögretmeni bitkilerin günes isinlari ile fotosentez yapildigigini anlatmisti onlara .Bitkiler günes isigina muhtaçti..Mor menekseler ne tuhaf bitkilerdi ,her bitki günesi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar diye düsündü durdu Hande... Küçük, ufacik akli ile aslinda menekselerin diger çiçeklerden farkli oldugunu kesfetmisti, iste belki de menekseler bu yüzden bu kadar güzeldi.. Küçücük kafasi o gün herkes den farkli olursan,bu hayatta degerli olursun yargisina varmisti. Daha o yillarda farkli olmak için ugras vermeye basladi..Ilk kimsenin yanina oturmak istemeyen Hacer in yanina oturmak istiyorum ögretmenim diyerek basladi farkliliklarla süren hayati..Hacer bile sasirmis saskin saskin bakiyordu onun yüzüne.. Hacer çok daginik ,biraz anlama zorluklari olan problemli bir ailenin kizi idi.. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kizi.. ögretmem pek oturtmak istemedi önce Hacer in yanina Hande yi ..Hande israr ediyordu Hacer in yanina oturmak istiyordu..daha sonra bir tatsizlik çikmasin diye ögretmem Hande nin annesini çagirdi.. Annesi eve geldiklerinde Hande ye sordu :''neden yavrum Hacer in yanina oturmak istiyorsun?'' Hande cevap verdi:''gecen baharda menekseler ekiyorduk hani anne ,o gün sen bana menekseler günesi sevmez demistin, oysa her bitki günesi sever..Menekseler farkli..belki de bu yüzden bu kadar güzeller..Hacer in yanina kimse oturmak istemiyor..ben farkli olmak istiyorum..belki Hacer de güzeldir ,onu fark etmek istiyorum'' dedi Hande nin annesinin agzi açik kalmisti. Ilkokul 4.sinif ögrencisi kizinin olgunluguna hayran kalarak''peki kizim kimin yaninda istersenoturabilirsin ''dedi... Pazartesi Hande Hacer in yaninda oturmaya basladi.Hem Hande tedirgindi,hem hacer ..birbirleri ile hiç konusmuyorlardi.. Diger kizlarda sogumustu Hande den nasil Hacer gibi daginik, bir seyi ,iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kizin yanina oturmayi istemisti..doktor Cemal Beyin kizi Esin di en çok alinan..anne babalari her hafta sonu görüsüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardi her Pazar..nasil olurda kendi yerine Hacer i seçerdi? Çok gururu kirilmisti Esin in..Hande ile konusmuyordu.. Bir gün hande ve ailesi ,Esin lerle dag köylerinden birinde gerçeklestirilecek bir panayira katilmak için sözlestiler..Hande gene Esin in somurtacagini bildigi için gitmek istemiyordu.. Için için de Hacer e kizmaya baslamisti, arkadaslari ile arasinin bozulmasina sebeb olmustu.neden sanki bu kadar daginikti, neden her seyi iki kerede anliyordu?yoksa aptal miydi? Sonra menekseleri hatirladi..hemen düsüncelerinden utandi ..Hacer farkli diye yargilamamalari gerekiyordu. Hacer in kimsenin bilmedigi güzelliklerini kesfedecekti. Buna tüm gücü ile inandi.. Tam umdugu gibi olmustu Esin somurtarak karsisinda oturuyordu..Hande ile konusmuyordu..Hande canini sikkinligindan biraz dolasmak için annesinde izin aldi.. Köy yolunda yürümeye basladi.hava iyice sogumus ve ayaz iyice artmisti..kar atistirmaya baslamisti ,Hande kari çok seviyordu, yürüdü ,yürüdü... Köye gelmisti..Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksiya gözü ilisti..gözlerine inanamiyordu bunlar mor menekselerdi.. Ama kisti ve menekseler sogugu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adim atti..kapida beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacer di..Hande ye gülümsüyordu..''Hosgeldin Hande ''dedi biraz ürkek Hacer ''buyurmaz misin?''..Saskinlikla kapiya dogru ilerledi Hande ve içeri girdi.. Oda sicacikti odun sobasi her yeri isitmisti..''menekseler ''diyebildi sadece Hande ''bu sogukta ???''Hacer gülümsedi ''onlar annem için ,annem onlari çok sever.''.Sonra yatakta yatan kadini fark etti Hande..''Annen hasta mi ?''dedi.. Hacer:''Evet.. 2 sene önce felç oldu.ona ben bakiyorum..bizim kimsemiz yok.. birtek inegimiz var onunla geçiniyoruz,ama tüm isler bana baktigi için derslere çalisacak pek vaktim olmuyor'' dedi Hacer utanarak.. Bir de dedi''bizim köyden sehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum..'' Hande nin gözleri dolmustu.. Disaridan gelen ses ile kendine geldi .Annesi onu ariyordu.Çok merak etmis olmaliydi.. Disariya kostu ve annesine sarildi ,agliyordu.. Bir müddet sonra ''anne bu Hacer'' diye tanistirdi sira arkadasini.. Hacer lere gidip Hacer in yaptigi sicak çorbadan içtiler birlikte.. Hande annesine anlatti Hacer in hayatini ,agliyarak..''bir seyler yapalim anne ''dedi. O hafta..annesi ve Hande, Hacer lere gidip annesi ve Hacer i kendi evlerine tasidilar..Hacer artik Hande ler den okula gidip geliyordu,ne daginikti ,ne de aptal..Sinifin en iyi ögrencisi olmustu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadas degil ,bir kizkardeslerdi artik..Mor menekseler Handeye Hacer i armagan etmisti ..Hacer e ise hem Hande yi, hem hayati...Seneler sonra ikiside evlendi.. Hacer simdi bir doktor.Hande den vicdanin ne kadar Önemli oldugunu ögrendi,hastalarina Vicdani ile birlikte sifa dagitiyor..Hande ise bir ögretmen çocuklara farkli olan seyleri sevmeyi de ögretiyor.. Bir kizi var adi 'HACER MENEKSE'.. hayatta en çok sevdigi iki seye birini daha ekledi Hande.. Hacer menekse, teyzesi Hacer i çok seviyor..ve annesine teyzesi için her gün tesekkür ediyor.. Lüften sevginize önyargi koymayin.Dinleyin ve yorumlayin .Her sey sevinceye kadar farklidir. Sevdikten sonra ise sevginin dili hep aynidir.. Menekseler kadar mavi ,huzur dolu günler dilerim......................... DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ ve İNSAN HAKLARINA KISA BİR BAKIŞ A. DÜNYADA Demokrasi teriminin kullanılması, bilindiği gibi Eski Yunan'daki şehir devletlerinden başlamaktadır. Demokrasi, "Demos-Halk" ve "Kratos-Yönetim" kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Demokrasinin beşiği, Anadolu ve Yunanistan yarımadalarıdır. Atina ve Isparta şehir devletlerinde köle olmayan bütün erkekler, sitenin yönetimine katılabiliyordu. (1) Farklı sosyo-ekonomik süreçlerde gelişmiş olsalar da, site demokrasilerinde bugünkü demokrasi anlayışımızın bazı izlerine rastlamak mümkündür.(2) Eski Yunan'dan çağdaş demokrasi anlayışına ulaşılması sürecinde Ortaçağda, sınırlı da olsa, bazı gelişmeler gözlendi. Ortaçağ'ın feodal sosyal ve ekonomik yapısı, sanayi devrimini hazırladığı gibi; düşünsel ortamı da, Rönesans ve Reform hareketleri öncesinde düşünsel alt-yapısının gelişmesine katkıda bulundu. Feodal düzene karşı halk tabakalarının yükselen sesi ise, demokratik sürecin toplumsal tabanını oluşturdu. Ticaretin gelişmesiyle birlikte yükselen orta sınıflar, yönetimde söz sahibi olma taleplerini ortaya koymaya başladılar. "Kararların alınmasına katılma hakkı verilmeyenler, bu kararlara uymak zorunda değildir" görüşü güç kazanmaya ve tepkide bulunma, doğal bir hak olarak görülmeye başlandı. Bu nedenle modern demokrasinin köklerinin Ortaçağ'a kadar uzandığı belirtilmektedir.(3) Ortaçağ'daki demokrasi süreci açısından ilk önemli tarihsel adım, 13. Yüzyıl'da (1215) "Mâgna Carta Libertatum" ile atıldı. Bu belge, birey hak ve özgürlükleri ile adalet anlayışının gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan Yeniçağ'da mutlak monarşi anlayışı gittikçe zemin kaybederken, demokrasinin nüvesi niteliğindeki fikirler toplumsal tabakalarda filizlenmeye, sosyal gelişmenin sözcüsü ve liderleri konumunda olan filozoflar tarafından dile getirilmeye başlandı. 18. Yüzyıl'daki "Aydınlanma Çağı"nın üç filozofu olan Locke, Montesquieu ve Rousseau'nun, diğer bir çok düşünürle birlikte, demokratik gelişmesi ve savunulmasında büyük rolleri oldu (4) Ancak demokrasi açısından tarihsel dönüm noktaları, eski dönemden yeni bir döneme kesin bir geçişi ortaya koyan, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 Fransız Devrimi olmuştur. Amerikan "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi" ve Fransız Devrimi'nin "Özgürlük, eşitlik kardeşlik" anlayışı, demokrasi anlayışının gelişmesinde kilometre taşı teşkil ettiler. 19. yüzyıldan II. Dünya Savaşı'nın bitimine kadar olan dönemde bir yandan imparatorluklar çözülüp ulus devletler kurulurken, diğer taraftan da ideolojiler gelişti ve ideoloji tartışmaları başladı. Anti-demokratik ideolojiler, bazı ülkelerde iktidara geldi.(5) Nazizm ve faşizme dayanan rejimler, II. Dünya Savaşı'nda yenilirken, totaliter ve antidemokratik Sovyet/Doğu Bloku komünizmi ise süreç içerisinde kendiliğinden yıkıldı. Tarih, totaliter ideolojilerin demokrasi karşısında başarısızlıklarını ve hiç bir şekilde insan mutluluğuna hizmet etmediklerini açıklıkla gösterdi. Dünya Savaşı'ndan sonra İnsan Hakları konusundaki ilk girişim, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948'de kabul ettiği "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi" ile gerçekleşmiştir. İnsan hakları ile ilgili diğer bir uluslararası sözleşme, 4 Kasım 1950'de Avrupa Konseyi kapsamında imzalanmıştır. Ayrıca 1 Ağustos 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi de insan hakları ile ilgili bölümler içermektedir. Özellikle "Soğuk Savaş"ın bitiminden sonra insan hakları kavramı, demokratik süreçte giderek önem kazanmıştır. Çünkü insan haklarının kullanılabilmesi, ancak demokratik bir ortamda mümkündür. B. TÜRKİYE'DE Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan sona erişine kadar altı yüzyıl boyunca Avrupa'nın bir parçası olmuştur. Osmanlı devleti, imparatorluk konumuna Avrupa'da ele geçirdiği topraklarla ulaşmış ve başkenti Avrupa'da yer almıştır. Bütün bu yüzyıllar boyunca Osmanlılar, Avrupa ülkeleriyle yakın siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler geliştirmiştir. Çok-dinli, çok-uluslu Osmanlı devleti, çok sayıda farklı kültürün birbirleriyle yan yana yaşadıkları bir toplumsal yapıya sahipti. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi topluluklar, Osmanlı "millet sistemi" içerisinde barış içinde bir arada yaşayarak kendi dillerini, dinlerini ve kültürel kimliklerini muhafaza ettiler (6) Osmanlı İmparatorluğu'nda dini ve kültürel hoşgörünün, zamanın bir çok Avrupa ülkesinden çok daha ileri bir düzeyde olduğu belirtilmektedir.(7) Fransız devrimi, Osmanlı İmparatorluğu'nu da doğrudan etkilemiş ve milliyetçilik, Osmanlı topraklarında da ortaya çıkmıştır. Bundan sonra din esasına dayanan "millet sistemi", ulus-devlet talebinde bulunan milliyetçilik karşısında giderek zayıflamıştır. Türk toplumunun demokratikleşme süreci, 19. Yüzyıl'a kadar uzanmaktadır. Bu yüzyıldan başlayarak Osmanlı İmparatorluğu'ndaki reform süreci, Avrupa ülkeleriyle çok daha yakın siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkileri de beraberinde getirmiştir. 1808'de II. Mahmut'un imzaladığı Senedi-i İttifak, merkezdeki padişahın karşısında illerdeki "ayan"ın (büyük toprak sahipleri) siyasi konumunu güçlendirmiştir.(8) 1839 Gülhane Hattı Hümayunu ve 1856 Islahat Fermanı, İmparatorluk içerisinde dini hukuk sisteminin yanında laik bir hukuk sisteminin nüvesini oluşturmuştur. 1839-1856 Tanzimat dönemi; Osmanlı İmparatorluğu'nun reform sürecine hız kazandırmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi ise sürecin dönüm noktası olmuştur. 1876 tarihli "Kanuni Esasi"de vatandaşlara tanınan genel haklar, yasalar önünde eşitlik, kişi dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, ticaret serbestliği, dilekçe hakkı, eğitim özgürlüğü, kamu hizmetlerine girebilme imkanı, mal güvenliği, angarya ve işkence yasağı, vergilerin kanunla alınabilmesi gibi temel hak ve özgürlükler şeklinde özetlenebilir.(9) 1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında askıya alınan Anayasa; "Jön Türkler"in liderliğindeki toplumsal muhalefet sonucunda 23 Temmuz 1908'de yeniden yürürlüğe konularak II. Meşrutiyet başlamıştır. Ancak Türk toplumunda demokratikleşme süreci açısından dönüm noktası, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihi olmuştur. Böylece hukuk sistemi ve devlet anlayışı açısından Osmanlı dönemi ile kesin bir kopuş gerçekleştirilerek ulus-devlet oluşturulmuştur. Türk reform hareketi, İmparatorluk'tan ulus-devlet anlayışına geçtiği 1920'lerde Avrupa'nın laik, birey hak ve özgürlüklerine dayanan ulus-devlet anlayışını kendisine model olarak almıştır. Atatürk'ün liderliğindeki Türk devriminin amacı, Türkiye'yi çağdaş değerlere dayanan bir devlet olarak kurmak ve Batı dünyasındaki yerini almasını sağlamaktı. 1920 ve 1930'larda Avrupa'da otoriter ve totaliter sistemler hakimdi ve demokrasiler zor bir dönemden geçiyordu. Buna rağmen Türk devrimi ideolojisi, demokratik değerlere bağlılığını ve nihai hedef olarak siyasi sistemin tam demokratikleşmesini hiç bir zaman terk etmemiştir. Bu dönemde Türkiye, siyasi liderliğinin kararıyla çok partili sisteme geçilen tek ülke olmuştur.(10) II. Dünya Savaşı'nın sonrasında 1946 milletvekilliği genel seçimleriyle çok partili parlamenter sisteme geçiş gerçekleştirilmiştir. 1950 seçimleriyle Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı Demokrat Parti'ye bırakmıştır. Böylece Türkiye'nin tek parti yönetiminden çok partili demokrasiye geçmesi, toplumsal karışıklık, devrim, kan dökülmesi ya da yabancı istilası ve baskısı sonucu değil, kamuoyunun desteği ve siyasi elitlerin sağduyusu sonucu gerçekleşmiştir. 1945 San Fransisco Konferansı'nda Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın kurucu üyesi olan Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra demokratik ülkeleri biraraya getiren Avrupalı ve Batılı uluslar topluluğunun bir üyesi olmuştur. Avrupa Konseyi, NATO, OECD, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, bu kuruluşlar arasındadır. Türkiye, Avrupa Topluluğu ile 1963'de tam üyelik hedefiyle bir Ortaklık Anlaşması imzalamıştır. (11) Türkiye Cumhuriyeti, insan hakları ve özgürlüklerine ilişkin bütün uluslararası sözleşme ve bildirgeleri imzalamış, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve AGİT'in insan hakları, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına yönelik bütün girişimlerini desteklemiştir. Avrupa Konseyi Protokolü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye tarafından onaylanmış ve 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı yürürlüğe girmiştir. 1960 ve 1980'de iç istikrarsızlıklar sonucunda iki kez askeri müdahale gerçekleşmiştir. 1970' lerde siyasi kutuplaşma, had safhaya ulaşmış, terörizm toplumsal güvenliği tehdit eden ciddi boyutlara ulaşmıştı.(12) Söz konusu müdahalelerin, demokrasinin içerisinde gelişebileceği toplumsal güvenlik ve istikrar ortamının oluşturulmasını müteakip, demokratik düzene geçilmiştir. 1980'lerde ise aşırı siyasi grupların terörizmi yerini ayrılıkçı terörizme bırakmıştır. PKK terörizmi; Türkiye'nin demokratikleşme sürecini olumsuz yönde etkilemiştir. (13) Marksist-Leninist temelde etnik ayrımcılıkla ve terörizm yöntemiyle Türkiye'den koparılacak topraklar üzerinde Marksist/Leninist bir devlet kurmayı hedefleyen PKK (Kürdistan İşçi Partisi), son olarak eski Sovyetler Birliği'ne mensup ülkelerden 25 komünist partisinin 31 Ekim 1998'de Moskova'da gerçekleştirdiği 31. Kongre'ye katılmıştır. İdeolojik yapısı ve hedefleri itibariyle PKK'nın anti-demokratik, totaliter ülkeler ve demokratik ülkelerdeki aynı nitelikteki marjinal siyasi gruplar tarafından desteklenmesi, şaşırtıcı değildir. (14) -------------------------------------------------------------------------------- 1) Bu konuda bkz., Victor Ehrenberg, The Greek State (Oxford: Basic Blackwell, 1960). 2) Demokrasi ve Batı uygarlığının tarihsel sürecine ilişkin olarak "Eski Yunan-Batı Roma Hıristiyan Avrupa" soykütüğü kurmacasına düşmemek gerekir. Bu konuda bkz., Martin Bernal Black Athena, The Afro-Asiatic Roots of Classical Civilization, Cilt I, The Fabrication of Ancient Greece (London: Free Association Books, 1987); ayrıca bkz., Samir Amin Avrupa Merkezcilik: Bir ldeolojinin Eleştirisi (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1993). 3) Harold J. Laski, Demokrasi Nedir (der. Necati Hersek), (İstanbul: Evren Yayınları, 1962) s. 9-12'den aktaran Savaş Büyükkaragöz ve Şahin Kesici Demokrasi ve İnsan Hakları Eğitimi (Ankara: Türk Demokrasi Vakfı, 1998), s. 20. 4) Bkz., Büyükkaragöz ve Kesici., a.g.e., gösterilen yer. 5) Totaliter rejimler Almanya'da seçimlerle (1933), Çarlık Rusyası'nda darbe ile (1917) iktidara gelmiştir. 6) "Millet sistemi". Osmanlı İmpatarorluğu kapsamındaki değişik etnik ve ulusal kökenden halkların dinlerine göre ayırdedilmesine dayanmaktaydı. Örneğin, "Müslüman milleti", "Ortodoks milleti", "Katolik Milleti", "Musevi Milleti" ve 19. Yüzyıl'ın ortalarından itibaren de Protestan Milleti söz konusuydu. Her "millet" içerisinde değişik etnik ve ulusal kökenden halklar yer almaktaydı. Örneğin "Ortodoks Rum milleti" içerisinde Ortodoks Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar ve diger milliyetlerden Osmanlı tebaları bulunmaktaydı. "Millet sistemi" için bkz., İlber Ortaylı, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Millet, " Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (İstanbul: İletişim Yayınları, 1995), s. 997. "Millet sistemi" için ayrıca bkz. William W. Haddad ve William Ocphenwald (eds.), Nationalism in a Non-national State, The Dissolution of the Ottoman Empire (Colombus: Ohio University Press, 1977), GUlnihal Bozkurt, Alman İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989). 7) Örnegin İspanya'dan 1492'de sürülen Museviler, Osmanlı İmparatorlugu'nca kabul edilmiştir. 8) Bu bölümde Türk Demokrasi Vakfı'nın 4-22 Kasını 1996 tarihli AGİT Gözden Geçirme Konferansı'na sunduğu "Project Approach for the improvemenl of Civil Democracy and Better implementation of Human Rights" başlıklı yazılı tebliğinden geniş ölçüde yararlanılmıştır. " Sened-i İttifak konusunda bkz., Halil İnalcık, "The Nature of Traditional Society: Turkey, " Robert E. Ward ve Dankward A. Rustow, Political Modernization in Japan and Turkey (Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1964) içinde, ss. 13-14. 9) Şeref Gözübüyük, Anayasa Hukuku (Ankara: Turhan Kitabevi, 1993), ss. 97-98. 10) 1946 öncesinde 1924 ve 1930'da çok partili hayata geçilmesi girişimlerinde bulunulmuştur. 1946 sonrasında çok partili sistem konusunda bkz., Kemal H. Karpat. Turkey's Politics: The Transition to a Multi-party System (Princeton; N:J.: Princeton University Press, 1959). 11) Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı lmparatorlugu arasında uluslararası ilişkiler itibariyle bir devamlılık olduğu düşünülürse, Osmanlı Devleti'nin, 1856 Paris Antlaşması ile Avrupa Uyumu'na (Concert of Europe) dahil edildiği ve Türkiye'nin bu tarihten itibaren uluslararası hukuk açısından Avrupa'nın bir parçası olduğu ifade edilebilir. 12) Burada Türkiye'deki demokratikleşme süreci açısından önemli olan nokta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İspanya gibi sonradan Avrupa Topluluğu üyesi olacak bir Avrupa ülkesi ya da bir çok Üçüncü Dünya ülkesi ordusu gibi hareket etmeyip, demokratik rejime bağlılığını başından ortaya koymasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri, müdahalelerinde her zaman anayasal ve yasal meşruiyet çerçevesinde hareket ettiğini, demokratik düzene bağlılığını ve bunun için gerekli koşulları oluşturmayı hedeflediğini açıklamıştır. Halen Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da askeri diktatörlük 7 yıl sürmüş (1967-1974), ancak Türkiye'nin Londra ve Zürih Antlaşmaları'ndan kaynaklanan hakları çerçevesinde Kıbrıs'a gerçekleştirdiği müdahale ile sona ermiştir. Her zaman sarhos olmali. Her sey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarinizi ezen, sizi topraga dogru ceken Zaman'in korkunc agirligini duymamak icin, durmamacasina sarhos olmalisiniz. Ama neyle? Sarapla, siirle, ya da erdemle, nasil isterseniz. Ama sarhos olun. Ve bazi bazi, bir sarayin basamaklari, bir hendegin yesil otlari uzerinde, odanizin donuk yalnizligi icinde, sarhoslugunuz azalmis ya da busbutun gecmis bir durumda uyanirsaniz, sorun, yele, dalgaya, yildiza, kusa, saate sorun, her kacan seye, inleyen, yuvarlanan, sakiyan, konusan her seye sorun, "saat kac" deyin; yel, dalga, yildiz, kus, saat hemen verecektir karsiligini: "Sarhos olma saatidir. Zamanin inim inim inletilen koleleri olmamak için sarhos olun durmamacasina! Sarapla, siirle, ya da erdemle, nasil isterseniz." (BAUDELAIRE - Paris Sikintisi) Beyaz Gardenya 2 yasima bastigim günden beri,her dogum günümde evimize bir buket beyaz gardenya gönderilmeye baslandi. Çiçeklerin yaninda hiçbir not olmuyordu.Her defasinda çiçekçiyi ariyordum,ama soruma yanit vermiyordu. Siparis telefonla yapiliyordu. Birkaç yil sonra ,gönderenin kimligini araştırmaktan vazgeçip, bu enfes kokulu dünyalar güzeli çiçegi almis olmanın keyfini yasamaya basladım. Ama göndereni de hep merak ettim... Bu harikulade ama ortaya çikmayacak kadar utangaç ya da ilginç insanın kim olabilecegini düsündüsüm anlar, nasil mutlu oldugumu hala hatirliyorum. Annemde hayal gücümü çalistirmaya adeta tesvik ediyordu. “ Farkinda olmadan iyilik ettigin birisi mi acaba “diyordu.. Belki alisveris dönüsü ,arabasini bosaltmasina ve paketleri tasimasina yardim ettigin komsu kadindir. Belki de karsidaki ihtiyar adamdi.Kisin kaldirimdaki buzda kaymasin diye kosup elinden tuttusun ... Bir genç kiz olarak daha tatli hayallerim de oluyordu tabii.. Belki de o,bana fena halde tutkun ,farkinda bile olmadigim bir gençti. ! 7 yasimda ,hayatimin ilk büyük kalp acisini yasadim. Beni arayip her seyin bittigini söyledigi gece,aglaya aglaya uykuya daldim. Sabah uyandigimda yatak odamdaki aynanin üzerine rujla yazilmis bir not vardi. “ Yarı ilahlar gidince,gerçek ilah gelir!..” > Ralp Waldo Emerson’nun bu sözlerini eskiden beri bilirdim zaten. Annemin yazdigi sözleri,kalbim düzelene kadar aynanin üzerinde biraktim Elime sabunlu bezi alip aynayi silmeye basladigim gün,annem,kendimi iyice toparladigimi anladi. Hayat boyu ,”Ama anne anlamiyorsun”diye kapimi suratina çarptigimi hatirlamiyorum. Anlıyordu çünkü. Lise mezunu olmama bir ay kala,babam kalp krizinden öldü Duygularim,yalnizliktan korkuya,korkudan öfkeye dönüstü. Hayatimin en önemli günlerinden birinde babam niye yanimda olmayacakti? Mezuniyeti , mezuniyet balosunu,her seyi bos verdim. Ama annem ,kendi daglar gibi üzüntüsünün ortasinda hiçbir seyi bos vermedi. Babamin ölümünden bir gün önce,annemle mezuniyet balosu için elbise seçmeye çikmistik. Harikulade bir elbise buldum.Metrelerce ,metrelerce dantelden örülmüstü. Rüzgar gibi geçtinin Scarlet O’harasi yapacakti elbise beni.Ama büyüktü,hem de fena halde büyüktü. Babam ölünce elbiseyi unuttum. Annem unutmadi. Mezuniyet balosu günü .elbiseyi,hem de dogru ölçülerde,salondaki divanin üzerine itina ile yerlestirilmis buldum. Bir kutunun içinde bana gönderilmis bir hediye degildi bu.Farkliydi. En güzel ,en artistik , en sevgi dolu itina ile bana sunuluyordu. Yeni elbise umurumda degildi,ama annemin umurundaydi. O çocuklarinin daima sevildiklerini hissetmelerini isterdi. Sevildiklerini bilenler,sevecen olurlardi çünkü. Sevecen , yaratici ve en kötü günde bile,etrafa bir sihir,bir güzelligin olabilecegini düsünen.. Gerçekte annem çocuklarinin gardenya çiçegi gibi olmalarini isterdi .Güzel ....Güçlü... Ve mükemmel !..Ve de bir sihirli aroma ve belki birazcik sir yüklü.. Annem ben evlendikten on gün sonra öldü. O zaman 22 yaşındaydım.O yıldan sonra bir daha,doğum günlerimde,BEYAZ GARDENYALAR gelmedi.. eskiden_yeniye_degişen_bir_sey_yok_hayatta Yasamlarimizin Öznesi Olmak Hakkimiz Elimizden Aliniyor Bu olaganüstü tesbit -daha dogrusu feryat- Türkiye'nin en önemli iletisim bilimcilerinden Ünsal Oskay tarafindan yapildi. 'Magazin' konulu bir TV tartismasinda edilen bu laf 'oradakiler' tarafindan hiç dikkate deger bulun(a)madi; ama bizim dikkate alacagimiz kesin. Bu laf dikkate alinmalidir; çünkü bu tespit/feryat günümüz hayatinin popüler konumlanisiyla 'biricik birey'e dönüsmemizi güçlestirmesine ve hatta imkansizlastirmasina parmak basmaktadir. Bu popüler konumlanisin üst kültür / pop(üler) kültür / folk kültür üçleminde Bati Aydinlanmasinin gelenegi olarak devrimci / öncü bir rol üstlenmis olan üst kültürün, daha dogru bir deyimle, entellektüelitenin öl(dürül)ümüne; onun yerine ise pop kültürün kullan-at çabuklugunda ve uçuklugunda ögelerinin yerini almasina isaret etmekte. Bu 'degisim'in Türkiye ve onun gibi ülkelerde örneklerini gör(ebil)mek oldukça kolay: Bir dizi 'kod': Televole, Vivapasasamdangala, ne sagciyim, ne solcu, futbolcuyum futbolcu, kot pantolon giyerek asil 'devrim'i gerçeklestirdik diyen Ertugrul Özkök, vs. vs. Aslinda bu siraladigimiz olgu, olay ve de sahislarin konu özelinde hiçbir degerleri yok; çünkü daha önce de ifade ettigimiz gibi bunlar varolan omurgasizligi dilsel, görsel ifade biçimi ola(bile)n kodlamalar. Tam bu noktada bu popüler konumlanisin, üst kültürü de / dahi etkisi altina alan postmodernizm dalgasiyla ilintisini incelemek gerekli. 'anlam'in atomize edilerek hiçlestirildigi postmodernizm, elbette 'anlam'i bosver, yasasin saz, caz mantik(sizlig)iyla 'ilerleyen' popüler kültüre bir sekilde eklemlenecektir. Tüm bu 'agir entelektüel' dili ve terimleri bir yana biraktigimizda yasamsal pratikte karsimiza çok aci bir durum çikiyor: Artik Leonardo Da Vinci gibi çaginda yayinlanmis tüm kitaplari okuma sansimiz yok. Daha dogrusu bizi kitap okumaktan ali koyacak binlerce kolay tüketilebilir 'sey' emrimize amade. Televizyonda ya da internette oturdugumuz yerden en seksi kadinlari / erkekleri seyretmek varken, kim varolus problemleriyle ilgilensin? Ya da, yine en seksi 'insanlar'in oynadigi, göz açip kapayincaya kadar bitiveren o eksin filmleri varken, kim bir Angeleopulos filmi seyretme sabrini ve emegini göstersin. Zaten temel sorun(sal)lardan biri de bu: Modernitenin peygamberi Karl Marx'in 'en yüce degerdir' diye -hakli olarak- niteledigi 'emek' artik çöpe atildi. En basta atilan 'emek' ise en degerli 'emek' : Düsün emegi = Üst kültür = Entellektüelite = Sanat = Bilim... Bir de bu durumun üst kültürle pek alakasi olmayan ya da ekonomik = sinifsal sartlari yüzünden iliskisi olAmayan insanlarla ilgili bir yüzü var. (Unutmamali, bir varos proleteri Aksanat'ta 'bedava'ya film seyretme, CD dinleme sansi oldugunu bilse bile, oraya girmeye korkar. Girse bile göevliler kiyafetini begenmediginden onu disari atar.) 'Bu insanlar' demistik. Dedigimiz gibi 'birick birey' olma yolunda bastan kaybetmis olan bu insanlar, 'eskiden' üst-kültürün / entellektüeklitenin öncü konumlanisi yüzünden ona mesafeli bir saygi / sevgi çerçevesinde yaklasirlardi. (Sonuçta jakoben bir aydinlanma (d)evrimi olan Kemalizmin Köy Enstitüleri'ndeki ögretmenlere köy ögretmenlerinin gösterdigi saygi ve sevgi buna örnektir.) Bugünse yerle bir edilen üst kültürün yerine pop(üler) kültürün konmasiyla (Bu konu hakkinda daha ayrinti için 'Kod Adi Entel'e bakiniz.) artik poüler kültürün dalgalarinda savrulan genis 'halk' yiginlari, daha da dogrusu o malum '%60' ya da sol jargonla 'lümpenler' bir cahil cesareti ve hayasizligiyla üst kültür temsilcilerine, entellektüellere ya da en azindan 'biricik birey' olma çabasindakilere, üst kültürü tanimaya çalisanlara, aydinlara saldirmaya basladilar. Bunun kodlamasi da 'entel bunlar ayol' oldu. Tabii bu noktada madalyonun öteki yüzünde de sakatliklar var. Pek çok düsünce adami, özellikle postmodernizm denen meretin sahlanisi ve 'Semra tak su ibo'yu da teybe dinleyelim.' Kültürünün ülkeyi istila etmesiyle, kimisi bir güzel 'dönerek' , kimisi yumusayarak ('Tuzlu su'lardan, 'tatli su'lara geçerek.) entellestiler. Tabii bu arada yeni kusaktan (Ne yeni kusagi, Pepsi'nin reklaminda oldugu 'generation next' onlar...) o muhtesem, unutul(A)maz 80'li yillardan Bilkent, Bogaziçi vs, den mezun olup gelen 0 (SIFIR) numara entellerimiz de oldu. Bakiniz Bogaziçi Felsefe mezunu Kürsat Basar ve basyapiti 'Aski bulmanin ve korumanin yolari'. Fakat bu yukaridaki paragraf 'Kod Adi Entel'de de vurgulandigi gibi o 'malum %60in hayasizca saldirmasina gerekçe olamaz, olmamali. Fakat isler ve gidisler böyle olunca, ne deseniz normal oluyor. Bülent Ortaçgil'in -iyi ki- dedigi gibi. SONUÇ: Yasamlarimizin öznesi olabilmek galiba ilk olarak Bülent Ortaçgil dinlemekten / 'okumaktan' geçiyor galiba. ülkem benim ???? Türkiye ile ilgili çarpıcı gerçek “Türkiye’de Bölgelerİn Gelişimi-2000” başlıklı rapora göre, Türkiye nüfusunun yüzde 14.2’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor. ANKARA AA 21 Nisan — UNICEF, Türkiye’yi, yaşam kalitesi göstergeleri açısından değerlendirerek, sonuçları rapor halinde yayımladı. Türkiye nüfusunun yüzde 14.2’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı belirtilen raporda, hane halkının yüzde 31’inin sağlıklı tuvaleti olmadığının, yüzde 26’sının da sağlıklı su içemediğinin tespit edildi. “Türkiye’de Bölgelerin Gelişimi-2000” konulu rapor, 1998 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması ile 1997 nüfus sayımı sonuçlarına göre hazırlandı. Bu çerçevede, Türkiye, 14 bölgeye ayrıldı ve bu bölgeler ile içinde yer alan iller, “yaşam kalitesi göstergesi” olarak baz alınan 25 göstergeye dayanılarak, incelendi. Rapordaki 14 bölge içinde yoksulluk sınırının altında yaşayanlar en fazla yüzde 44.7 ile Erzurum, yüzde 39.7 ile Diyarbakır, yüzde 36.5 ile Şanlıurfa’da bulunuyor. Raporda, DPT’nin yoksulluk sınırıyla ilgili saptamalarına yer verildi. DPT’ye göre, yeterli düzeyde beslenebilmek için günde 3 bin 500 kalori almak gerekiyor. Bu miktarın yüzde 70’ini satın alamayan bireyin yoksul olduğu kabul ediliyor. DPT’nin bu saptaması 1997 verilerine uygulandığında, Türkiye nüfusunun yüzde 14.2’sinin yoksulluk sınırının altında olduğu ortaya çıktı. Rapordaki 14 bölge içinde yoksulluk sınırının altında yaşayanlar en fazla yüzde 44.7 ile Erzurum, yüzde 39.7 ile Diyarbakır, yüzde 36.5 ile Şanlıurfa’da bulunuyor. SAĞLIKSIZ TUVALETLER Rapora göre, Türkiye’de sağlıklı içme suyu olmayan hane halkının yüzdesi 26.2. Erzurum’daki hane halkının yüzde 54.1’i, Trabzon’daki hane halkının yüzde 49.7’si, Samsun’daki hane halkının yüzde 43.4’ü sağlıklı su içemiyor. Sağlıklı tuvaleti bulunmayan hane halkının en fazla olduğu yer Erzurum. Erzurum’da halkın yüzde 58.2’sinin, Tokat’ta yüzde 49.5’inin, Diyarbakır’da 47.8’inin, Trabzon’da 46.5’inin, Ankara’da 31.5’inin, İzmir’de yüzde 26.2’sinin, Bursa’da yüzde 23.8’inin, Antalya’da yüzde 15.6’sının, İstanbul’da da yüzde 6.9’unun sağlıklı tuvaleti bulunmuyor. Türkiye genelinde sağlıklı tuvaleti bulunmayan hane halkının oranı yüzde 31.5 olarak saptandı. NİKAHSIZ EVLİLİKLER Raporda, Türkiye’de genelinde evliliklerin yüzde 7.5’inin “resmi nikahsız” olduğu bildirildi. “Nikahsız” evliliklerde ilk sırayı yüzde 29.2 ile Diyarbakır aldı. Diyarbakır’ı yüzde 21.4 ile Erzurum, yüzde 19 ile Şanlıurfa, yüzde 15.7 ile Tokat izliyor. Ankara’daki evliliklerin yüzde 5’i, İstanbul’daki evliliklerin yüzde 2.5’i, İzmir’deki ve Eskişehir’deki evliliklerin de yüzde 1.6’sı “nikahsız.” EĞİTİMSİZ KADINLAR Türkiye’de, 15-49 yaş arasındaki kadınların yüzde 16.7’inin hiçbir eğitim almadığı belirlendi. Eğitimsiz kadınlar yüzde 42 ile en fazla Diyarbakır’da bulunuyor. Erzurum’daki kadınların yüzde 41.5’i, Şanlıurfa’daki kadınların yüzde 39’u eğitim almamış. Eğitim almış kadınların en fazla bulunduğu yer ise yüzde 8.1 ile İzmir. İzmir’i yüzde 8.7 ile Bursa, yüzde 9.2 ile Ankara, yüzde 10.2 ile İstanbul izliyor. Rapora göre, 15-19 yaş arasındaki ergenlerin yüzde 10.1’i anne olmuş veya bebek bekliyor. Aile planlaması çerçevesinde, modern yöntem kullanan kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde 37.7. Modern yöntem kullanan kadınların oranı Ankara’da yüzde 45.6’ya, İzmir’de yüzde 44.8’e, Bursa’da yüzde 42.0’a yükseliyor. ÇOCUKLARDA OKULLAŞMA ORANLARI Raporda, Türkiye genelinde 7-13 yaş arasındaki kız çocukların yüzde 31.9’unun okula kayıtlı olmadığı bildirildi. Bu oran Diyarbakır’da yüzde 61.4’e, Erzurum’da yüzde 59.4’e, Şanlıurfa’da yüzde 46.3’e çıkıyor. Ankara’daki kız çocukların yüzde 17.6’sı, İstanbul’daki kız çocukların yüzde 21.6’sı, İzmir’deki kız çocukların da yüzde 19.5’i okula kayıtlı değil. Türkiye genelinde okula kayıtlı olmayan erkek çocukların oranı da yüzde 21.2’yi buluyor. Diyarbakır’da erkek çocukların yüzde 40, Şanlıurfa’da yüzde 28.6’sı, Erzurum’da yüzde 27.7’si okula kayıt yaptırmamış. UNICEF Türkiye temsilcisi Phillippe Henffinck, rapora yazdığı önsözde, şunları kaydetti: “Türkiye’de Bölgelerin Gelişmesi-2000 başlıklı bu rapor, çocuklara ve kadınlara ilişkin 25 yaşam kalitesi göstergesi açısından farklı bölgelerin statüsünü ve gelişmişliğini sergilemeye çalışmaktadır. Rapor, herkesin yaşam kalitesini yükseltme yolunda bölgelerin kaydettiği bir yıllık ilerlemeyi değerlendirmek için bir başlangıç noktası işlevini görmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke, son 10 yıl içinde yaşam kalitesini iyileştirmek ve çocuk haklarını desteklemek yönünde önemli kazanımlara işaret etmektedir. Ancak, Türkiye’de büyük çabalara ve kaydedilen ilerlemelere rağmen, farklı iller ve bölgelerdeki çocukların durumu arasında farklılıklar sürmektedir.” melek bir pollyanna olursa Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. )) Iki melek yeryuzunu dolasmaya cikmislar.. Tabii insan >kiliginda.. > >Aksam > >olmus.. Kentin en zengin semtinde luks bir villanin >kapisini Tanri > >misafiri olarak calmislar.. Ev sahipleri somurtarak >buyur etmisler > >onlari.. Yemek falan teklif etmemisler.. Sicacik >misafir odalari > >yerine, > >buz gibi ve nemli bodruma iki silte atip "Geceyi >burada > >gecirebilirsiniz" demisler.. > >Silteleri betona sererken, yasli melek duvarda bir >catlak gormus. > >Elini > >uzatmis. Soyle bir surmus yariga.. Duvar eskisinden >saglam olmus. Genc > >melek "Niye yaptin bunu?" diye sormus merakla.. "Her >sey her zaman > >gorundugu gibi degildir" demis yasli melek yavasca.. >Ertesi aksam > >melekler bir koy evinde cok fakir, ama cok iyiliksever >bir aileye > >misafir olmuslar. Her seyleri bir tanecik inekleri >imis. Onun sutunu > >satip geciniyorlarmis. Ev sahipleri mutevazi >sofralarina almis > >onlari.. > >Allah ne verdiyse beraber yemisler. Yatma zamani >gelince kadin "Siz > >uzun > >yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalisiniz" demis.. >"Bizim yatakta siz > >yatin,bir rahat uyuyun. Biz su divanda idare ederiz." >Gunes dogarken > >uyanan melekler, zavalli adamla karisini iki gozleri >iki cesme aglar > >bulmuslar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahcede >olu yatiyormus. > >Genc melek ofkeden deliye donmus.. "Bunu nasil >yaparsin.. Bu kadar > >iyi > >insanlarin yegane servetinin olmesine nasil izin >verirsin.. Onceki > >gece > >gittigimiz villada her sey vardi, ama kotu ev >sahipleri bize hicbir > >sey > >vermediler. Sen onlarin bodrumlarini tamir ettin. Bu >fakir insanlar > >bizimle her seylerini paylastilar. Ineklerinin >olmesine goz > >yumdun?.." > >"Her sey her zaman gorundugu gibi degildir evlat" >demis, yasli melek > >gene.. "Nasil yani?" diye daha da ofkeyle yinelemis >sorusunu genc > >melek.. > >"Her sey her zaman gorundugu gibi degildir evlat" >demis yasli melek > >bir > >daha.. Ve anlatmis.. "Ilk gittigimiz zengin evinin o >duvar catlaginin > >icinde yillar onceden saklanmis bir hazine vardi. Ev >sahipleri, > >zenginlikleri ile cok magrur, ama hic paylasmayi >sevmeyen insanlar > >olduklari icin bu defineyi bulmayi hakketmemislerdi. >Catlagi kapayip, > >onlari bu hazineden ebediyyen mahrum ettim. Dun gece >fakir koylunun > >yataginda yatarken olum melegi, adamin karisini almaya >geldi. Kadinin > >hayatini bagislamasina karsilik ona inegi verdim. Her >sey her zaman > >gorundugu gibi degildir. Isler bazen istendigi gibi >gitmez > >gorundugunde, > >aslinda olan budur. Eger inancli isen, her iste bir >hayir oldugunu > >dusunursun. O hayrin ne oldugunu da, bir sure sonra >anlarsin.." evlilik mi???? MURPHY'NIN EVLILIK YASALARI * Evlilige baslamak, bitirmekten daha kolaydir. Ve suçlu daima esinizdir... * Eger size evlilikten söz eden yalnizca anne ve babanizsa durum sizin için son derece mutsuzdur. * Sakin para için evlenmeyin. > Çok daha uygun kosullarda borç bulabilirsiniz. * Eger evlilik eglenceli bir sey olsaydi, nikahi belediye memuru kiymazdi. * Evli bir çiftin ayni konuda "evet" dedigi son yer nikah masasidir. * Evlilik güzel bir iliskiyi bitirmenin en kisa yoludur.(önemli!!!!) * "Ask ve Evlilik, tipki at ve> araba gibi birlikte yürür." En son ne zaman at > arabasi gördünüz? * Askin gözü kör olabilir ama evlilik insanin gözünü açiverir.(bazen daha erken açılıyo...) * Eslerden ilk uyuyan her zaman en yüksek sesle horlayandir. Suçlu her zaman esinizdir. * Eger erkekler kur yaptiklari > dönemdeki davranislarini evlilikte de > sürdürürlerse bosanmalar azalir, iflaslar artar. * Ne zaman ve nerede evlendiginizi animsarsiniz ama niçin evlendiginizi animsayamazsiniz. * Erkek, eger karisinda artik bir hata bulmuyorsa, bosanmis demektir. * Her basarili erkegin arkasinda edepsiz bir kaynana vardir. Her basarili kadinin arkasinda asagilik kompleksiyle kivranan bir erkek vardir. * Televizyonda 27863 bölümlük Brezilya dizilerini izledikçe "evliliginizin iyi gittigi" inanciniz artar. * Iyi bir kavga en basarili dogum kontrol yöntemidir. Anlik barislarda bunun tersi olur. * Eger birisi esinizi elinizden alirsa, ona yapacaginiz en büyük kötülük, birlikte yasamalarina izin vermenizdir. * Masallarda çiftler asik olurlar, evlenirler ve yasamlarinin sonuna kadar mutlu yasarlar. Bunlara masal denmesinin nedeni de budur zaten...(dogru!?) | |
|
Etiketler |
nedir, zeka |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Zekâ Geriliği Nedir, Neden Olur, Tedavisi Nedir? | Tanem | Aile Evlilik ve Çocuklar | 0 | 04 Aralık 2022 19:15 |
Zeka nedir? Türleri nelerdir? | PySSyCaT | Sağlık Köşesi | 0 | 25 Ekim 2014 14:11 |
Zeka (Geriliği) Nedir?.. | Sevda | Merak Ettikleriniz | 0 | 31 Ekim 2010 04:07 |
Zeka nedir ? (IQ Testi) TARİHTE İLK ZEKA TESTİNİ KİMLER UYGULADI? | Sevda | Merak Ettikleriniz | 0 | 05 Nisan 2010 16:29 |
Zeka ve IQ nedir..? | kont_dracula | Sağlık Köşesi | 1 | 12 Şubat 2006 11:29 |