IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 24 Mart 2009, 23:11   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Zeka Nedir?




:: Zeka Nedir?

Kavramlar ve algılar yardımıyla soyut ya da somut nesneler arasındaki
ilişkiyi kavrayabilme, soyut düşünme, muhakeme etme ve bu zihinsel
işlevleri
uyumlu şekilde bir amaca yönelik olarak kullanabilme yetenekleri zeka
olarak
adlandırılmaktadır.

Zekanın farklı tanımlarının olmasına karşılık zekaya ilişkin kuramların
tümü
zekanın geliştirilebilecek bir kapasite ya da potansiyel olduğu ve
biyolojik
temellerinin bulunduğu noktalarında birleşir. Buna göre zeka, bireyin
doğuştan sahip olduğu, kalıtımla kuşaktan kuşağa geçen ve merkez sinir
sisteminin işlevlerini kapsayan; deneyim, öğrenme ve çevreden
kaynaklanan
etkenlerle biçimlenen bir bileşimdir.

Zeka bir çok zihinsel yeteneğin değişik durum ve koşullarda
kullanılmasını
içerir. Bu yetenekler arasında başlıcaları:

Sözel Anlayış: sözcükleri tanıma ve anlama,

Sözel Akıcılık: sözel ve yazılı olarak sözcük ve ifadeleri çabucak
bulabilme,

Sayısal Yetenek: aritmetiksel işlemleri çabuk ve doğru olarak
yapabilme,

Alansal ve Uzay ilişkileri: iki ve üç boyutlu görsel algılamayı
yapabilme,

Bellek: işitsel ve görsel olarak belleme gücü,

Algısal Hız: karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme, zemin şekil
ilişkisini ayırt edebilme, benzerlik ve farklılıkları doğru olarak
algılayabilme,

Mantıklı düşünme: muhakeme yürütebilme,

olarak sayılabilir.

Bir kişinin zeka seviyesi diğer koşullar eşit tutulduğunda ne kadar zor
işler başardığı, veya aynı güçlükteki işlerden ne kadar çoğunu
başarabildiği, veya ne kadar kısa sürede doğru sonuca ulaşabildiği ile
belli
olur.

^

:: Zekanın Biyolojik Temelleri

Zeka ile beyin arasıda çok yakın bir ilişki vardır. Zekanın beyinde yer
aldığı kabul edilir. Bir insan beyninde 10 milyardan fazla sinir
hücresi
bulunmakta, her bir hücre ortalama 10.000 hücre ile bağlantı içerisinde
çalışmaktadır. Nöron adı verilen bu sinir hücrelerinde sinyaller çok
karmaşık elektro-kimyasal olaylar zinciriyle oluşan ve sayısı saniyede
1000
taneye kadar çıkabilen titreşimler halinde iletilmektedir.

Beynin ne biçimde çalıştığı henüz çözümlenebilmiş değildir. Belleğin
işleyiş
mekanizması, beyin algılama yaparken gösterdiği esneklik yeteneği gibi
konular bilim adamlarını yıllarca uğraştırmış hala da uğraştırmaktadır.

Bir kısım bilim adamları belirli işlerden beynin belirli bölgelerindeki
hücreleri sorumlu tutarak konuya açıklama getirirken, ünlü nörolog Karl
Pribram hologram teorisini beyinle bağdaştırmak üzere yaptığı
çalışmalarda
beynin çevresi hakkındaki bilgileri sınıflandırılmamış bir karmaşık
düzen
içerisinde aldığı, alınan bu bilgilerin holografik, yani üst üste
bindirilmiş dalgalar ve onların girişimleriyle oluşan modele dayalı bir
biçimde kaydedildiği ve daha sonra dışarıdan gelen frekanslara göre
bilgilerin alışkın olduğumuz mekan-zaman için düzenlenerek, bilinen
algı
dünyasının oluştuğunu söylemektedir.

^

:: Zekanın Yaşa Göre Gelişimi

Zeka yaşamın ilk on yılında büyük bir gelişme kaydetmektedir. Bu süre
içinde
en hızlı gelişme ilk iki yılda gerçekleşir. Başlangıçta davranışı
birkaç
refleksten oluşan insan, iki yıl sonunda kendi başına yürüyebilen,
konuşabilen, bazı basit problemleri çözebilen, neden sonuç ilişkisi
kurabilen, basit planlamalar yapabilen, hatırlayabilen bir kişi hale
gelir.

Sembollerle düşünebilme 11 yaşında başlar. 12 yaştan sonra zekanın
hızında
azalma olsa da gelişmeye devam eder. Gelişmenin en üst düzeyine 14-18
yaşlar
arasında varılır. Zihinsel güç 30 yaşa kadar bu düzeyde kalır. Daha
sonraki
yaşlarda yeni malzeme öğrenmedeki başarı yavaş olarak azalmaya başlar,
ancak
öğrenilen bilgiler kaybolmaz tam tersine yaş ilerledikçe, deneyimden
dolayı
edinilen bilgiyi kullanmadaki beceri artar.

^

:: Zekanın Soyaçekim ile İlgisi

Doğuştan gelen zekanın değerlendirilmesi için bilinen bir yöntem
yoktur.
Kalıtımla çevre arasındaki ilişki birbirinden ayrı ve uzakta
yetiştirilen
ikizlerin davranış ve başarılarının incelenmesiyle bir ölçüye kadar
belirlenebilir. Tek yumurta ikizlerinin kalıtımı, birbirlerinin
aynıdır.
Doğumdan itibaren birbirlerinden farklı çevrelerde yetişen tek yumurta
ikizlerinin ve aynı evde yetişen çift yumurta ikizlerinin zeka
puanlarının
karşılaştırıldığı bir araştırmada, değişik çevrelerde yetişseler bile,
kalıtımı aynı olan tek yumurta ikizlerinin zekalarının, aynı çevrede
yetişip, kalıtımları birbirinden farklı olan çift yumurta ikizlerinin
zekalarından daha çok birbirlerine benzediği ortaya çıkmıştır.

Bir başka araştırmada ise, bebek iken evlat edinilen çocukların
zekalarını,
üvey anne-babalarının zekaları ve ayrıca doğal anne-babalarının
zekaları ile
karşılaştırmışlar ve bu çocukların zeka puanlarının doğal
ana-babalarınkine
daha çok benzediği görülmüştür. Bunun gibi çok sayıda yapılan
araştırmalar,
kalıtımın zeka gelişmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koymuştur.

^

:: Zeka ve Çevre

Zekanın kalıtımla ilişkisi çok belirgindir, ancak çevrenin de zekaya
önemli
etkisi vardır. Tek yumurta ikizleri birbirinden ne kadar farklı
çevrelerde
yetişirlerse aralarındaki zeka farkı da o denli fazla olmaktadır.

Ana-baba evi zihinsel gelişmeyi etkilediği istatistiklerle
gösterilmiştir.
Çeşitli eğitim seviyesine sahip ailelerden gelen çocukların bir arada
okudukları okullarda yapılan araştırmalarda, yüksek eğitim düzeyli
ailelerden gelen çocukların diğerlerine göre daha başarılı oldukları
saptanmıştır.

1700 ve 1910 yılları arasında yaşayan 4421 ünlü kişinin kökenini
inceleyen
bir araştırma sonucunda bu kişilerin % 83'ünün üst tabakadan ve ancak
%16'sının alt tabakadan geldiğinin ortaya çıkması, çevre faktörünün
önceki
yüzyıllarda çok daha önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır. Her
ne
kadar başarı ve zeka birbirinden farklı olsa da, başarıda zekanın
önemli bir
payı olduğu göz önüne alınacak olursa bu bize zeka hakkında da bilgi
verir.

Zekaya çevrenin etkilerinin arasında çevreden etkilenen kişilik yapısı,
sosyo-psikolojik çevre, dil yeteneği ve güdü sayılabilir. Kaygılı ve
korkak
çocuklar problem çözerken yapılan işe dikkatlerini vermede güçlük
çekerler
ve dolayısı ile zeka testlerindeki başarı düşük olur.

Bir başka etken de, ailelerinin beklentilerinden dolayı orta ve yüksek
sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocukların diğerlerine göre daha güdülü
olmaları ve test sırasında daha fazla gayret sarf etmeleridir.

Diğer koşullar eşit tutulduğunda orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeyden
gelen kişilerin zeka puanları, düşük sosyo-ekonomik düzeyden gelen
kişilere
kıyasla daha yüksek olmaktadır. En düşük ile en yüksek sosyo-ekonomik
düzey
arasındaki puan farkı 20'ye kadar çıkmaktadır.

Zekası yüksek kişiler daha iyi eğitim görmekte, kazançlı meslek sahibi
olarak daha yüksek bir ekonomik düzeye erişmektedir. Sosyo-ekonomik
düzeyi
yüksek ailelerin çocukları daha fazla öğrenme olanağına sahiptir,
bunlar
ilerisi için daha iyi başlangıç koşulları elde edebilmektedir. Zeka
testlerinde sözel bölümlerin bulunması, eğitim seviyesi yüksek
kişilerin
daha yüksek puan almasına yardım etmektedir. Dolayısı ile burada hem
kalıtımsal hem de yetişme tarzından gelen bir avantaj söz konusudur.

^

:: Zeka ve Başarı

Üstün zekalı bir bireyin toplumda bununla orantılı olarak başarılı
olacağı
varsayılırsa da, kimi zaman denetlenemeyen dış etkenler nedeniyle uzun
vadeli tahminler geçersiz çıkabilir. Zekanın toplumsal başarıya
dönüştürülebilmesini sağlayan mekanizma henüz yeterince
anlaşılamamıştır.
Çocukluk döneminde yapılan başarı testlerinin aynı dönemde yapılan IQ
testleri ile benzer sonuçlar verdiği görülürse de, yaşamın ileri ki
yıllarında ortaya çıkacak davranış kalıplarının tamamen bu sonuçlarla
belirlenmesi mümkün değildir.

^

:: Çeşitli Zeka Alanları

Günümüzde en yaygın testler olan Stanford-Binet ve WAIS-R testlerinde
zeka
ölçümü için Binet'in geliştirdiği yöntem kullanılmasına karşın, zekanın
ne
olduğunun tanımlanmasında eksiklikler bulunmaktadır. Binet ekolünde
zeka,
kişinin test sonuçlarında aldığı derece ile ölçülmektedir. Bu zekayı
ölçmek
için pratik bir yaklaşımdır ve kişilerin performanslarını anlamaya
yöneliktir, ancak bu testler zekanın doğasını anlamak için fazla ipucu
vermezler. Araştırmacılar zekanın doğasını anlamak üzere de
çalışmaktadırlar. En çok sorulan sorulardan biri zekanın tek bir
faktörden
mi yoksa bir kaç bileşenin bir araya gelmesiyle mi oluştuğudur. İlk
psikologlar, zekanın ve genel bir g-faktörü olarak adlandırılan genel
bir
mental faktörden oluştuğunu varsayıyorlardı. Bu faktörün, zekanın her
bir
yöndeki performansını etkilediğini varsayarak, zeka testinin bu
g-faktörünü
ölçmeye yönelik olduğunu kabul ediyorlardı. Daha sonraki araştırmacılar
akıcı zeka ve kristalize zeka olmak üzere zekanın iki çeşidi
bulunduğunu öne
sürdüler. Akıcı zeka, yeni problemleri ve durumları başarıyla ele
alabilme
yeteneğini, kristalize zeka ise bilginin saklanması, beceriler, akışkan
zekanın kullanılması ve tecrübelerden elde edinilen stratejileri
kapsamaktadır.

Diğer bir kısım bilim adamı ise zekanın daha çok bölümlerden oluştuğunu
ileri sürmüştür. Örneğin, Howard Gardner belirli alanlarda olağandışı
başarılar sergileyen insanların yeteneklerini inceleyerek yedi değişik
zeka
alanı olduğunu savunmuştur. Aşağıda açıklanan bu zeka alanlarının her
biri
diğerinden bağımsız olmasına karşın, herhangi bir aktivite bu zeka
alanlarından bir kaçının aynı anda aktif hale geçirilmesiyle
oluşmaktadır:

1. Müziksel Zeka: Müzik alanlarındaki beceri.

2. Bedensel Kinestetik Zeka: Tüm bedenin veya çeşitli bölümlerinin bir
problemin çözümünde, bir üretim veya gösteri sırasında kullanılması ile
ilgili becerilerdir; dans etme, atletizm, aktörlük, operatörlük gibi
beceriler buna örnek gösterilebilir.

3. Mantık-Matematik Zekası: Problem çözme ve bilişsel düşünmedeki
beceriler.

4. Dilsel Zeka: Bir dilin kullanımı ve o dilde eserler üretme ile
ilgili
beceriler.

5. Uzaysal-Konum Zeka: Mimarların, ressamların, heykeltıraşların veya
uzay-konum durumlarını anlamadaki becerileri.

6. Kişiler Arası Iletişim: Diğer kişilerle etkileşimde diğerinin ruh
halini,
isteklerini, niyetlerini anlamadaki beceriler.

7. İçeyönelik Zeka: Bir kişinin iç dünyasındaki yönelimlerini anlaması,
duygularına erişebilmesi becerisidir.

Gardner'in her bir zeka alanını açıklamak üzere verdiği örnekler
arasında
Yehudi Menuhin, T.S. Elliot, Anne Sullivan, Virginia Wolf gibi ünlüler
yer
almaktadır.

Yehudi Menuhin San Fransisco Orkestrasının konser salonuna gizlice
sokulduğunda 3 yaşındaymış. Orada Louis Persinger'in violin çalışından
çok
etkilenen Menuhin, yaş gününde bir violin alınması ve Louis
Persinger'in
hocası olması için inatla direnmiş. Her ikisini de elde eden Menuhin,
10
yaşına geldiğinde uluslararası üne sahip bir yorumcu olmuştu.

T.S. Eliot 10 yaşındayken, Fireside adında bir magazini tek başına
çıkarmış,
üç günlük bir kış tatili sırasında derginin 8 sayısını hazırlamıştı.

Anne Sullivan sağır ve kör Helen Keller'in eğitimine başladığında bu
iş,
diğer kişilerin yıllarca vaktini alacak zorluktaydı. Bu işe
girişmesinden
daha iki hafta sonra büyük ilerleme kaydetti, bu süre içerisinde vahşi
bir
yaratık narin bir çocuğa dönüşmüştü.

Virginia Wolf "A sketch of the Past" adlı eserinde, kendi iç yaşamına
bakışın iyi bir örneğini sergilemekte, bu eserinde çocukluğundan kalan
ve
olgunlaşmasına rağmen hala şok etkisinden kurtulamadığı bir çok özel
anısına
yönelip, onlara karşı tepkilerini başarılı bir biçimde açıklamaktadır.

^

:: Üstün Zeka Nedir?

Zeka dağılım eğrisinin bir ucunda zeka geriliği gösteren kişiler yer
alırken
diğer ucunda ise üstün zekalı kişiler yer almaktadır. Toplumu oluşturan
kişilerin ancak %2'lik bir bölümü 130 ve üstündeki IQ derecesine
sahiptir.
IQ derecesi 140'ın üzerine çıkıldığında bu oran % 0.2 ye düşmektedir.

Üstün zekalıların tipik örnekleri onları sakar, utangaç, sosyal açıdan
akranlarıyla uyumsuz gibi gösterse de bir çok araştırma onların tam
tersine
bir çok şeyi ortalama insandan çok daha iyi yapabilen, iyi uyumlu,
sevilen
kişiler olduğunu ortaya koymuştur.

Lewis Terman tarafından yapılan ve 1920 yılında başlatılan bir çalışma
halen
devam etmektedir. Bu çalışmada IQ derecesi 140'ın üzerinde olan 1500
üstün
zekalı çocuktan oluşan bir grup 60 yıl boyunca düzenli aralıklarla
takip
edilmektedir. Başından itibaren bu gruptaki kişiler fiziksel, akademik
ve
sosyal açıdan, normal akranlarına göre daha ileride olmuşlardır.
Genellikle
daha sağlıklı, daha uzun, daha ağır ve daha kuvvetli oldukları
gözlenmiş,
okulda daha başarılı olmuşlar ve normal kişilere göre daha iyi sosyal
uyum
sergilemişlerdir. Bütün bu avantajlar, kariyer başarısına dönüşmüş, bu
kişiler normal insanlara göre daha çok ödül almış, daha fazla maddi
gelir
elde etmiş, sanat ve edebiyata daha fazla katkıda bulunmuşlardır.
Örneğin bu
gruptaki kişiler 40 yaşına geldiklerinde, toplam olarak 90 kitap, 375
oyun
ve kısa hikaye, 2000 makale yazmışlar, 200 üzerinde patente imza
atmışlardır. Hepsinden önemlisi bu kişiler hayattan tatmin olduklarını
diğer
kişilere göre daha fazla belirtmişlerdir.

Bu çalışma diğer yandan, üstün zekalı olmanın her zaman başarılı bir
grafik
çizmeyi garantileyemeyeceğini de göstermiştir. Terman'ın incelediği
grupta
bazı önemli başarısızlıklara da rastlanmıştır. Başka çalışmalardan da
anlaşıldığı üzere üstün zeka her alanda düzgün bir dağılım
göstermemektedir.
Yüksek IQ derecesine sahip bir kişinin akademik konularda ille de
başarı
göstermesi gerekmemekte, ancak konulardan bir veya bir kaçında
olağandışı
bir üstünlük sergileyebilmektedir. Yüksek bir IQ derecesi, her şeyde
başarı
anlamını kesinlikle taşımamaktadır.



Kulaklara_küpeler..





> 1- Aklini kullan.
> 2- Iyice tanimadan hicbir insana baglanma.
> 3- Bitmemis iliskilerin üzerine iliski kurma. Aci ceken sen olursun.
> 4- Iyice sorusturup diger insanlarin da hakli olabilecegini dusun.
> 5- Seni takmayani sen hiç takma, konusmayanla asla konusma.
> 6- Güvenmedigin biriyle asla çikma.
> 7- Yalanini yakaladigin kisinin düzelebilecegini düsünme.
> 8- Insanlara dogru deger ver, hakketmeyenleri sil.
> 9- Kimseye yalvarma.
> 10- Asla dönüp de arkana bakma.
> 11- Sir tutmasini bil.
> 12- Dostlarinin sevgilinden daha önemli oldugunu unutma. Onlari asla
> sevgilin için satma.
> 13- Hakkettigin sevgiyi alamadin mi kendini üzme,sorun sen degilsin.
> 14- Kimsenin lafiyla doldurusa gelme, ama aklinin bir kösesinde de
> tut.
> 15- Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatli söz, iki damla gözyasi
> için
> asla yumusama.
> 16- Seni sevenlerle kullananlari iyi ayirt et.
> 17- Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartisma.
> 18- Emrivaki olusturulan dostluklari kabul etme.
> 19- Eger verdigin sir o kiside kalmiyorsa ikinci bir sir verme.
> 20- Dostun olacak insanlari bazi kriterlere göre belirle
> 21- Kendini öven insanlardan kaç.
> 22- Karsindakinin dogruyu söyledigini varsayma.
> 23- Kendine saygini yitirmene neden olacak hiçbir sey yapma.
> 24- Sorunun oldugunda insanlar zaman ayirip seni dinliyorlarsa
onlarin
> ögütlerini gözardi etme.
> 25- Göz göre göre su birikintilerine tas atma, mutlaka üstüne siçrar.
> 26- Kendinin herkesten daha önemli oldugunu unutma.
> 27- Sen istemedigin sürece tanri disinda kimsenin seni üzemeyecegini
> aklindan çikarma.
> 28- Gözyaslarinin degerini bil. Onlari hakketmeyenler için harcama.
> 29- Sana bahsedilen zekayi kullanmayarak tanriya hakaret etme.
> 30- Senin zekana inanan insanlari hayalkirikligina ugratma.
> 31- Kendini sev.
> 32- Alkol alinca kontrolünü yitirenlerle asla tartisma.
> 33- Disaridaki günese bakip gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek
> oldugunu unutma
> 34- Dostlugunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlik yapma.
> 35- Insanlari kaybediyorsun diye aglayip sizlama, ama kazandigin
> insanlarin
> degerini bil.
> 36- Askta bile mantigina küsme.Kalbin dogru yolu bulacak içgüdüye
> sahip
> degil.
> 37- Kimseye tasiyabileceginden fazla deger verip bununla övünmesine
> firsat
> verme.
> 38- Güvenmedigin kimseye aleyhine kullanilabilecek hiçbir koz verme.
> 39- Istedigini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
> 40- Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.



CETIN ALTAN





"Sen adam değilsin, yoksun dünyada"


Çocukluğuyla gençliği Yeşilköy köşklerinde geçmiş, eski bir İstanbul
efendisi olan kırçıl bıyıklı Tarık Bey: - Her sabah evden çıkarken o
gün
karşılaşacağım tüm davranışlarla sözlerin; bana kişi olarak var
olmadığımı,
yürüyen, kıpırdayan bir insan gölgesi dahi sayılamayacağımı, tekrar
tekrar
ihtar edeceğine; kendimi hazırlayarak adımımı atıyorum sokağa, dedi.


Güngörmüş, hoşsohbet bir adamdı Tarık Bey:


- Köşede gazete de satan, gedikliden emekli, suratsız bir tütüncü var.
Gazete almak için önce ona uğruyorum. Paramı hazırlayarak, "günaydın"
diye
tütüncüden gazetemi istiyorum. Selamımı almadan dükkânının içinde
ayran,
yahut süt şişelerini düzeltmeye devam ediyor. Bir garip tad alıyor,
beni
görmezlikten gelip, adam yerine koymamaktan. Yani tavırlarıyla, "Sen
yoksun, mevcut değilsin", demek istiyor. Ben de içimden tekrarlıyorum.
"Ben
yokum, mevcut değilim..." Ama yine de gazeteyi uzatmasını bekliyorum.
Beni
adam yerine koymadığını kanıtlayacak süre, kendince geçince; kafasının
dağılmasını istemeyen bir atom bilgini özensizliğiyle, yüzüme bile
bakmadan
gazeteyi alıp uzatıyor.


Tarık Bey gözlüklerinin arkasından kıskıs gülerek, tütüncünün gazeteyi
nasıl alıp uzattığını gösteriyordu.


Elimde gazete, dolmuş durağına gidiyorum. Durak her zaman kalabalık
oluyor.
Kimsenin sırasını çalmadığımı gösterecek bir yerde duruyorum. Derken
bir
dolmuş geliyor, bütün bekleşenler kapılara üşüşüyor; binen biniyor,
binemeyen kalıyor. Ben sıram gelmediği kanısıyla acele etmiyorum. Bir
dolmuş daha geliyor. Benden sonra gelenler de, kapılara üşüşenlerin
arasına
katılıyor. Biliyorum ki, kimse bana "Buyrun, sıra sizde", demeyecek.
Bazen
artık sıramın geldiği inancıyla ben de, yeni gelen bir dolmuşun
kapısına
doğru seyirtiyorum. Ya sert bir omuz darbesi iniyor göğsüme, ya
arkadan
gelip içeri girmek için eğilen birinin kalçası dayanıyor karnıma.
Kişiler
mekanik bir itip kakmanın ortaklığında, bana "Sen yoksun, mevcut
değilsin",
diyorlar. Ben de içimden tekrarlıyorum: "Ben yokum, mevcut değilim."
Sonunda geç de olsa, biniyorum dolmuşa. Benden önce inecekler, şoföre,
"Şurada dur!" diyorlar. Bu aynı zamanda bana, "Sen de in de rahat
çıkalım",
demek. Ben de araba durunca, hemen yere iniyorum; yanımda oturanın
çıkmasını bekliyorum. Onlar yine yüzüme bile bakmadan çekip
gidiyorlar.
Yani adam yerine koymuyorlar beni. Bir anlamda, "Sen yoksun,
yeryüzünde var
değilsin", demek istiyorlar. Ben de içimden, "Ben yokum, yeryüzünde
var
değilim", diyorum.


Tarık Bey, kendiyle yahut İstanbul'un hoyratlığıyla eğlenir gibi
sigarasını
yakıyordu ve gözlüklerinin arkasından devam ediyordu kıs kıs gülmeye:


- İneceğim yere gelince, "Şoför efendi durur musunuz?" diyorum. Bazısı
duruyor, bazısı duymazlıktan gelerek, müşteri gördüğü yere kadar
gidip,
orada duruyor. Bazısı, "Haydi yahu acele et, işimiz var", diyor. Ben
hepsine inerken, "Teşekkür ederim", diyorum. Çoğunlukla cevap vermeden
gazlıyorlar. Birini rahatsız ederek inersem, ona da teşekkür ediyorum.
O da
genellikle cevap vermiyor. Ben daha evden çıkarken, yok sayılacağımı
bildiğim için, asla yadırgamıyorum bunları. Gayet normal karşılıyorum.
Sade
bana değil, herkes birbirine "Sen yoksun, insan olarak bir sıfır kadar
bile
değerin yok", demekten hoşlanıyor. Bayılıyorlar birbirlerini adam
yerine
koymamaya. Bu arada ben de, payımı alıyorum. Ama ben direnip, ille de
varım
diye inatlaşmıyorum. "Yokum, mevcut değilim", diye devam ediyorum
günlük
serüvenime.


Tarık Bey keyifli keyifli tüttürüyordu sigarasını: - Dolmuştan inince
karşı
kaldırıma geçerken, iki üç taksiyle özel arabadan mutlaka sesler
yükseliyor: "Sallanmasana moruk!", "Yürüsene ulan ihtiyar!", "Geç hadi
geç,
teneşir horozu!". Ben hep yaya geçidinden geçtiğim için,
beklediklerine
kızıyorlar. Varmış gibi yürümem, sinirlendiriyor onları. Yok olduğumu,
var
olmadığımı hatırlatmak istiyorlar bana. Ben de "Merak etmeyin, yokum,
var
değilim", diye geçiyorum karşı kaldırıma. Bazen oralarda bir trafik
polisi
duruyor. Çok seviyorum o polisi. Çünkü o da, şoförlerin var olmadığı
kanısında. Onlara, "Bas ulan geri!", "Kör müsün ulan ayı!" diye
bağırıyor.
Arada bir de, sinek kovalar gibi hiçbirinin suratına bakmadan eliyle,
"Geç
geç" yapıyor. Yani şoförler beni, polis de şoförleri adam yerine
koymuyor.
Herhalde komiseri de, polisi adam yerine koymuyordur.


Tarık Bey bir günlük yaşam serüvenini en ince ayrıntılarıyla akide
şekeri
emer gibi, tadını çıkara çıkara anlatıyordu:


- Çalıştığım işhanına geliyorum. Elektrik kesik değilse asansöre
biniyorum.
Asansöre binenler gençse; bir elleri pantolon ceplerinde, bir kaşları
kalkık oluyorlar. Taşralıysalar; pos bıyıklı, tıknaz, pantolonları
göbeklerinin altına düşmüş, önleri açık oluyorlar ve kasıtlı biçimde,
kimseye önem vermez görünmek istermiş gibi, yüksek sesle konuşuyorlar.
Ben
yine biliyorum ki, herkesin tavrı, kimseyi adam yerine koymama
üstünedir ve
şişkindir. Ben hemen sigara kâğıdı gibi iyice yapışıyorum asansörün
dip
duvarına. "Ben zaten yokum, dünyada mevcut değilim", diyorum.
Asansörden
çıkarken kimse kimseye ne yol, ne selam veriyor. Kimse de kapıyı
arkadan
gelenin suratına çarpmasın diye, usturuplu tutmuyor. Ağıldan çıkar
gibi
çıkıyor öyle.


Tarık Bey sigarasının izmaritini tablada söndürdü: - Akşam eve
dönerken de
yine aynı şey. Kalabalığın bireyleri bıkıp usanmadan, "Sen yoksun,
yeryüzünde var değilsin", demeyi sürdürüp gidiyorlar. Ben de "Ben
yokum,
var değilim", diye mırıldanmaya devam ediyorum içimden. Adam yerine
konmamak insanın gücüne gider, değil mi? Benim hiç gitmiyor. Bir
toplumun
kendi kendini adam yerine koymamakta inatlaştığı dönemlerde, kimleri
adam
yerine koymaya kalktığını biliyorum çünkü.


Tarık Bey bir sigara daha yaktı:


- İstanbul bin beş yüz yıllık bir başkenttir, dedi. Gönül bütün
birikiminin, Haliç'in dibindekilerden ibaret olmamasını isterdi.



] HER_ILISKI_BIR_BAHÇEYE_BENZER





>>
>>Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa,
>>düzenli olarak su verilmelidir.Beklenmedik hava değişiklikleri kadar
>>mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir.Yeni tohumlar
>>ekilmeli ve yabani otlar ayıklanmalıdır.Tıpkı bunun gibi, aşkın
büyüsünü
>>canlı tutmak için de, mevsimlerini anlamalı ve aşkın kendine özgü
>>ihtiyaçlarını doyurmalıyız.
>>
>> Aşık olmak, ilkbahar gibidir.Sonsuza dek mutlu olacakmışız gibi bir
>>duyguya kapılırız.Eşimizi sevmemek aklımızın ucundan bile geçmez.Bu
bir
>>saflık dönemidir.Aşk ölümsüz gibi görülür. Her şeyin kusursuz
sanıldığı
>>ve tıkır tıkır işlediği büyülü bir dönemdir bu. Eşimiz tıpatıp bize
>>uygun görünür.Hiç çaba harcamaksızın, uyum içinde dans ederiz ve
>>şansımızın yüzümüze gülmesinin tadını çıkarırız.
>>
>> Aşkımızın yaz mevsimi boyunca eşimizin sandığımız kadar
kusursuz
>>olmadığını ve ilişkimiz üzerinde çalışmamız gerektiğini anlarız.
Eşimiz
>>sadece başka gezegenden gelmiş olmakla kalmaz, hata yapan, bazı
>>bakımlardan aksayan bir insan olarak da karşımıza çıkar. Sürtüşmeler
ve
>>düş kırıklıklları belirmeye başlar; yabani otların kökünden sökülmesi
ve
>>yakıcı güneş altındaki bitkilerin fazladan sulanması gerekir.Artık
aşkı
>>vermek de, gereksindiğimiz aşkı almak da, o kadar kolay değildir. Her
>>zaman mutlu ve sevgi dolu olmadığımızı görüp anlarız. Bizim aşk
>>konusunda düşlediğimiz tablo değildir bu.
>>
>> Birçok çift, bu noktaya geldiğinde düşkırıklığına uğrar. Bir
ilişki
>>üzerinde çalışmak istemezler.Hiç de gerçekçi olmayan bir tutumla, hep
>>ilkbahar olmasını beklerler.Eşlerini suçlarlar ve pes ederler. Aşkın
>>herzaman kolay olmadığını, arasıra sıkı bir çalışma ve sıcak bir
güneş
>>istediği gerçeğini görmezler. Aşkın yaz mevsiminde, kendi sevgi
>>ihtiyacımızı olduğu kadar eşimizin ihtiyaçlarını da doyurmamız
>>gerekir.Bunlar kendiliğinden gerçekleşmez.
>>
>> Yaz mevsimi boyunca bahçemize iyi baktıysak, bu sıkıcı
çalışmanın
>>sonucu olarak hasadımızı alırız.Güz mevsimi gelmiştir.Bu altın bir
>>çağdır, zengin ve doyurucu. Gerek kendimizin, gerese eşimizin
>>kusurlarını kabullenen ve anlayışla
>>
>>karşılayan daha olgun bir aşktır yaşadığımız.Bir şükran ve paylaşma
>>zamanıdır bu.Yaz boyu sıkı çalıştığımız için, şimdi
>>
>>dinlenebilir ve yarattığımız aşkın tadını çıkarabiliriz.
>>
>> Sonra hava yeniden değişir ve kış bastırır.Kışın o soğuk,
verimsiz
>>ayları boyunca doğa kendini tümüyle içine çeker, kapanır.Bu bir
>>dinlenme, düşünme ve yenilenme zamanıdır. İlişkilerde de
çözümlenmemiş
>>acılarımızla veya gölge
>>
>>benliğimizle yüzleşme zamanıdır.Kapağımızın açılıp acı dolu
>>duygularımızın ortaya döküldüğü zamandır.Aşk ve doyum için eşimizden
>>çok, kendimize bakmaya gereksinme duyduğumuz, kendi kendine gelişim
>>zamanıdır.Yaraların iyileşmesi, acıların dindirilmesi
>>zamanıdır.Erkeklerin mağaralarına çekilip kışladıkları ve kadınların
>>kuyularının dibine indikleri zamandır bu. Aşkın karanlık kış mevsimi
>>boyunca kendimizi sevdikten ve iyileştirdikten sonra, ilkbahar ister
>>istemez geri gelecektir.Yeniden umut, sevgi duyguları ve olanakların
>>bolluğu bizi sevindirir. Kış boyu kendi kendimizi iyileştirdiğimiz ve
>>ruhumuzu araştırdığımız için, artık yüreklerimizi açabilecek ve aşkın
>>ilkbaharını yaşayabilecek duruma gelmişizdir.



DURACAKSIN

Aci,
agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda,
öfke,
kizil bir küheylan gibi kosturdugunda,
keder,
yasli bir agaç gibi üstüne yikildiginda,
duracaksin,
durup gümüs bir su gibi akan sabahin tazeligine bakacaksin,
sana iki yüz yil önceden haberler tasiyan
alayci kargalarin sesini dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayip derin bir soluk alacaksin.

Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin.
Aciyi, öfkeyi, kederi ulu bir gölgelige yatiracaksin bir zaman,
"dinlenin biraz" diyeceksin.

Bir in avcisi gibi, ta derinlere dalip tek tek bütün istiridyeleri
çarak,
bir sevinç arayacaksin.
Hayaller kuracaksin.
Hatiralarini bir daha gözden geçireceksin.
Sevdiklerini düsüneceksin ve seni sevenleri.
Özlediklerini düsüneceksin ve seni özleyenleri.
Teninde iz birakanlari ve senin izini tasiyan tenleri.
Seni sakalariyla güldürenleri ve senin sakalarina gülenleri.
Sevinçlerini, hayallerini, hatiralarini, sevdalarini, sevismelerini,
özlemlerini, sakalarini bir bir yerlestireceksin içine,
hayat denilen mucizenin sana verdigi armaganlari sikica
kucaklayacaksin.

Ölüm her yandan üstüne saldirip seni kusattiginda,
tam da o zaman, hayati düsüneceksin.

Güzel bir haber gelecek belki yarin sabah.
Belki bir mektup alacaksin.
Sana gülümsemesini çok istedigin gülümseyecek belki sana.
Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kayboldugunda,
tam da o zaman, karanin bir gün görünecegini düsüneceksin.
Gözünün "kara göründü" diye bagirdigini hayal edeceksin. Kara hiç
görünmese bile,
hiç olmazsa neyi aradigini ve neyi kaybettigini bileceksin,
çektigin onca firtinanin, varmayi umdugun o umutlu hedefle mana
kazandigini anlayacaksin.

Her seyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin.
Neyi aradigini hiç unutmayacaksin.
Sevinçleri ne kadar hatirlarsan, acinin derinligini o kadar
avrayacaksin.
Yasadigin ve yasayabilecegin güzel seyleri ne kadar çok düsünürsen
öfken o kadar keskinlesecek.
Karanlik inerken isiga daha dikkatli bakacaksin.
Geleceginle arana, dibinde canavarlarin dolastigi bir uçurum
koyduklarinda,
nasil bitecegini bilmedigin atlayisini yapmadan önce,
geçmisine, sevinçlerine, hayallerine yaslanip güç alacaksin.

Sevdigin bir türküyü mirildanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.
Bir çiçek ilistireceksin yakana.
Ölüm seni kusattiginda, tam da o zaman, hayati düsüneceksin.
En azgin, en ihtirasli sevismelerini...
En çilgin hayallerini...
En çagiltili kahkahalarini...

Aci,
agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda,
öfke,
kizil bir küheylan gibi kosturdugunda,
keder,
yasli bir agaç gibi üstüne yikildiginda,
duracaksin,
durup gümüs bir su gibi akan sabahin tazeligine bakacaksin,
sana iki yüz yil önceden haberler tasiyan alayci kargalarin sesini
dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayip derin bir soluk alacaksin.
Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin.

Ölüm seni kusattiginda, tam o sirada, hayati düsüneceksin.
Aciyi, öfkeyi, kederi ulu bir gölgelige yatiracaksin bir zaman,
"dinlenin biraz" diyeceksin.
Onlari, sefkatle dinlendireceksin..
Çünkü onlara yine ihtiyacin olacak.


Ahmet ALTAN





HACER MENEKSE
Kendini bildi bileli mor menekseyi çok severdi.Çocuklugunun geçtigi
iki
katli evdin bahçesinde bahar geldiginde mor mor acar ,mis gibi
kokarlardi..
annesi mor menekseleri hep duvar kenarina dikerdi..gölgeyi sever
menekseler
derdi..Oysa ögretmeni bitkilerin günes isinlari ile fotosentez
yapildigigini
anlatmisti onlara .Bitkiler günes isigina muhtaçti..Mor menekseler
ne
tuhaf
bitkilerdi ,her bitki günesi severken, onlar neden gölgeyi tercih
ediyorlar
diye düsündü durdu Hande... Küçük, ufacik akli ile aslinda
menekselerin
diger çiçeklerden farkli oldugunu kesfetmisti, iste belki de
menekseler
bu
yüzden bu kadar güzeldi.. Küçücük kafasi o gün herkes den farkli
olursan,bu
hayatta degerli olursun yargisina varmisti. Daha o yillarda farkli
olmak
için ugras vermeye basladi..Ilk kimsenin yanina oturmak istemeyen
Hacer
in
yanina oturmak istiyorum ögretmenim diyerek basladi farkliliklarla
süren
hayati..Hacer bile sasirmis saskin saskin bakiyordu onun yüzüne..
Hacer
çok
daginik ,biraz anlama zorluklari olan problemli bir ailenin kizi
idi..
Hande
ise mühendis Kamil Beyin biricik kizi.. ögretmem pek oturtmak
istemedi
önce
Hacer in yanina Hande yi ..Hande israr ediyordu Hacer in yanina
oturmak
istiyordu..daha sonra bir tatsizlik çikmasin diye ögretmem Hande nin
annesini çagirdi.. Annesi eve geldiklerinde Hande ye sordu :''neden
yavrum
Hacer in yanina oturmak istiyorsun?'' Hande cevap verdi:''gecen
baharda
menekseler ekiyorduk hani anne ,o gün sen bana menekseler günesi
sevmez
demistin, oysa her bitki günesi sever..Menekseler farkli..belki de
bu
yüzden
bu kadar güzeller..Hacer in
yanina kimse oturmak istemiyor..ben farkli olmak istiyorum..belki
Hacer de
güzeldir ,onu fark etmek istiyorum'' dedi Hande nin annesinin agzi
açik
kalmisti. Ilkokul 4.sinif ögrencisi kizinin olgunluguna hayran
kalarak''peki
kizim kimin yaninda istersenoturabilirsin ''dedi... Pazartesi Hande
Hacer
in
yaninda oturmaya basladi.Hem Hande tedirgindi,hem hacer ..birbirleri
ile
hiç
konusmuyorlardi.. Diger kizlarda sogumustu Hande den nasil Hacer
gibi
daginik, bir seyi ,iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kizin
yanina
oturmayi istemisti..doktor Cemal Beyin kizi Esin di en çok
alinan..anne
babalari her hafta sonu görüsüyorlar, Hande ve Esin birlikte
oynuyorlardi
her Pazar..nasil olurda kendi yerine Hacer i seçerdi? Çok gururu
kirilmisti
Esin in..Hande ile konusmuyordu.. Bir gün hande ve ailesi ,Esin
lerle
dag
köylerinden birinde gerçeklestirilecek bir panayira katilmak için
sözlestiler..Hande gene Esin in somurtacagini bildigi için gitmek
istemiyordu.. Için için de Hacer e kizmaya baslamisti, arkadaslari
ile
arasinin bozulmasina sebeb olmustu.neden sanki bu kadar daginikti,
neden
her
seyi iki kerede anliyordu?yoksa aptal miydi?
Sonra menekseleri hatirladi..hemen düsüncelerinden utandi ..Hacer
farkli
diye yargilamamalari
gerekiyordu. Hacer in kimsenin bilmedigi güzelliklerini
kesfedecekti.
Buna
tüm gücü ile
inandi.. Tam umdugu gibi olmustu Esin somurtarak karsisinda
oturuyordu..Hande ile konusmuyordu..Hande canini sikkinligindan
biraz
dolasmak için annesinde izin aldi..
Köy yolunda yürümeye basladi.hava iyice sogumus ve ayaz iyice
artmisti..kar
atistirmaya baslamisti ,Hande kari çok seviyordu, yürüdü ,yürüdü...
Köye
gelmisti..Bir evin önünde durdu.
Evin penceresinde ki saksiya gözü ilisti..gözlerine inanamiyordu
bunlar
mor
menekselerdi..
Ama kisti ve menekseler sogugu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adim
atti..kapida beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacer di..Hande
ye
gülümsüyordu..''Hosgeldin Hande ''dedi biraz ürkek Hacer ''buyurmaz
misin?''..Saskinlikla kapiya dogru ilerledi Hande ve içeri girdi..
Oda sicacikti odun sobasi her yeri isitmisti..''menekseler
''diyebildi
sadece Hande ''bu sogukta ???''Hacer gülümsedi ''onlar annem için
,annem
onlari çok sever.''.Sonra yatakta yatan kadini fark etti
Hande..''Annen
hasta mi ?''dedi.. Hacer:''Evet.. 2 sene önce felç oldu.ona ben
bakiyorum..bizim kimsemiz yok.. birtek inegimiz var onunla
geçiniyoruz,ama
tüm isler bana baktigi için derslere çalisacak pek vaktim olmuyor''
dedi
Hacer utanarak.. Bir de dedi''bizim köyden sehre araç yok, bu yolu
her
gün
yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta
güçlük
çekiyorum..'' Hande nin gözleri dolmustu.. Disaridan gelen ses ile
kendine
geldi .Annesi onu ariyordu.Çok merak etmis olmaliydi.. Disariya
kostu
ve
annesine sarildi ,agliyordu..
Bir müddet sonra ''anne bu Hacer'' diye tanistirdi sira arkadasini..
Hacer
lere gidip Hacer in yaptigi sicak çorbadan içtiler birlikte.. Hande
annesine anlatti Hacer in hayatini ,agliyarak..''bir seyler yapalim
anne
''dedi. O hafta..annesi ve Hande, Hacer lere gidip annesi ve Hacer i
kendi
evlerine tasidilar..Hacer artik Hande ler den okula gidip
geliyordu,ne
daginikti ,ne de aptal..Sinifin en iyi ögrencisi olmustu. Seneler
geçti
Hacer ve Hande bir arkadas degil ,bir kizkardeslerdi artik..Mor
menekseler
Handeye Hacer i armagan etmisti ..Hacer e ise hem Hande yi, hem
hayati...Seneler sonra ikiside evlendi.. Hacer simdi bir
doktor.Hande
den
vicdanin ne kadar Önemli oldugunu ögrendi,hastalarina Vicdani ile
birlikte
sifa dagitiyor..Hande ise bir ögretmen çocuklara farkli olan seyleri
sevmeyi
de ögretiyor.. Bir kizi var adi 'HACER MENEKSE'.. hayatta en çok
sevdigi
iki
seye birini daha ekledi Hande.. Hacer menekse, teyzesi Hacer i çok
seviyor..ve annesine teyzesi için her gün tesekkür ediyor..
Lüften sevginize önyargi koymayin.Dinleyin ve yorumlayin .Her sey
sevinceye
kadar farklidir.
Sevdikten sonra ise sevginin dili hep aynidir..
Menekseler kadar mavi ,huzur dolu günler dilerim.........................



DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE
DEMOKRASİ ve İNSAN HAKLARINA KISA BİR BAKIŞ




A. DÜNYADA

Demokrasi teriminin kullanılması, bilindiği gibi Eski Yunan'daki şehir
devletlerinden başlamaktadır. Demokrasi, "Demos-Halk" ve
"Kratos-Yönetim"
kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Demokrasinin beşiği, Anadolu
ve
Yunanistan yarımadalarıdır. Atina ve Isparta şehir devletlerinde köle
olmayan bütün erkekler, sitenin yönetimine katılabiliyordu. (1) Farklı
sosyo-ekonomik süreçlerde gelişmiş olsalar da, site demokrasilerinde
bugünkü
demokrasi anlayışımızın bazı izlerine rastlamak mümkündür.(2)



Eski Yunan'dan çağdaş demokrasi anlayışına ulaşılması sürecinde
Ortaçağda,
sınırlı da olsa, bazı gelişmeler gözlendi.


Ortaçağ'ın feodal sosyal ve ekonomik yapısı, sanayi devrimini
hazırladığı
gibi; düşünsel ortamı da, Rönesans ve Reform hareketleri öncesinde
düşünsel
alt-yapısının gelişmesine katkıda bulundu. Feodal düzene karşı halk
tabakalarının yükselen sesi ise, demokratik sürecin toplumsal tabanını
oluşturdu.



Ticaretin gelişmesiyle birlikte yükselen orta sınıflar, yönetimde söz
sahibi
olma taleplerini ortaya koymaya başladılar. "Kararların alınmasına
katılma
hakkı verilmeyenler, bu kararlara uymak zorunda değildir" görüşü güç
kazanmaya ve tepkide bulunma, doğal bir hak olarak görülmeye başlandı.
Bu
nedenle modern demokrasinin köklerinin Ortaçağ'a kadar uzandığı
belirtilmektedir.(3)



Ortaçağ'daki demokrasi süreci açısından ilk önemli tarihsel adım, 13.
Yüzyıl'da (1215) "Mâgna Carta Libertatum" ile atıldı. Bu belge, birey
hak ve
özgürlükleri ile adalet anlayışının gelişmesinde önemli bir rol oynadı.
Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan Yeniçağ'da mutlak monarşi
anlayışı gittikçe zemin kaybederken, demokrasinin nüvesi niteliğindeki
fikirler toplumsal tabakalarda filizlenmeye, sosyal gelişmenin sözcüsü
ve
liderleri konumunda olan filozoflar tarafından dile getirilmeye
başlandı.




18. Yüzyıl'daki "Aydınlanma Çağı"nın üç filozofu olan Locke,
Montesquieu ve
Rousseau'nun, diğer bir çok düşünürle birlikte, demokratik gelişmesi ve
savunulmasında büyük rolleri oldu (4)




Ancak demokrasi açısından tarihsel dönüm noktaları, eski dönemden yeni
bir
döneme kesin bir geçişi ortaya koyan, 1776 Amerikan Bağımsızlık
Bildirgesi
ve 1789 Fransız Devrimi olmuştur. Amerikan "İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi" ve Fransız Devrimi'nin "Özgürlük, eşitlik kardeşlik"
anlayışı,
demokrasi anlayışının gelişmesinde kilometre taşı teşkil ettiler.



19. yüzyıldan II. Dünya Savaşı'nın bitimine kadar olan dönemde bir
yandan
imparatorluklar çözülüp ulus devletler kurulurken, diğer taraftan da
ideolojiler gelişti ve ideoloji tartışmaları başladı. Anti-demokratik
ideolojiler, bazı ülkelerde iktidara geldi.(5) Nazizm ve faşizme
dayanan
rejimler, II. Dünya Savaşı'nda yenilirken, totaliter ve antidemokratik
Sovyet/Doğu Bloku komünizmi ise süreç içerisinde kendiliğinden yıkıldı.
Tarih, totaliter ideolojilerin demokrasi karşısında başarısızlıklarını
ve
hiç bir şekilde insan mutluluğuna hizmet etmediklerini açıklıkla
gösterdi.



Dünya Savaşı'ndan sonra İnsan Hakları konusundaki ilk girişim,
Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948'de kabul ettiği "İnsan
Hakları
Evrensel Bildirgesi" ile gerçekleşmiştir. İnsan hakları ile ilgili
diğer bir
uluslararası sözleşme, 4 Kasım 1950'de Avrupa Konseyi kapsamında
imzalanmıştır. Ayrıca 1 Ağustos 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi de
insan
hakları ile ilgili bölümler içermektedir.



Özellikle "Soğuk Savaş"ın bitiminden sonra insan hakları kavramı,
demokratik
süreçte giderek önem kazanmıştır. Çünkü insan haklarının
kullanılabilmesi,
ancak demokratik bir ortamda mümkündür.



B. TÜRKİYE'DE



Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan sona erişine kadar altı yüzyıl
boyunca
Avrupa'nın bir parçası olmuştur. Osmanlı devleti, imparatorluk konumuna
Avrupa'da ele geçirdiği topraklarla ulaşmış ve başkenti Avrupa'da yer
almıştır. Bütün bu yüzyıllar boyunca Osmanlılar, Avrupa ülkeleriyle
yakın
siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler geliştirmiştir.



Çok-dinli, çok-uluslu Osmanlı devleti, çok sayıda farklı kültürün
birbirleriyle yan yana yaşadıkları bir toplumsal yapıya sahipti.
Müslüman,
Hıristiyan ve Musevi topluluklar, Osmanlı "millet sistemi" içerisinde
barış
içinde bir arada yaşayarak kendi dillerini, dinlerini ve kültürel
kimliklerini muhafaza ettiler (6) Osmanlı İmparatorluğu'nda dini ve
kültürel
hoşgörünün, zamanın bir çok Avrupa ülkesinden çok daha ileri bir
düzeyde
olduğu belirtilmektedir.(7)



Fransız devrimi, Osmanlı İmparatorluğu'nu da doğrudan etkilemiş ve
milliyetçilik, Osmanlı topraklarında da ortaya çıkmıştır. Bundan sonra
din
esasına dayanan "millet sistemi", ulus-devlet talebinde bulunan
milliyetçilik karşısında giderek zayıflamıştır.



Türk toplumunun demokratikleşme süreci, 19. Yüzyıl'a kadar
uzanmaktadır. Bu
yüzyıldan başlayarak Osmanlı İmparatorluğu'ndaki reform süreci, Avrupa
ülkeleriyle çok daha yakın siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkileri de
beraberinde getirmiştir.



1808'de II. Mahmut'un imzaladığı Senedi-i İttifak, merkezdeki padişahın
karşısında illerdeki "ayan"ın (büyük toprak sahipleri) siyasi konumunu
güçlendirmiştir.(8) 1839 Gülhane Hattı Hümayunu ve 1856 Islahat
Fermanı,
İmparatorluk içerisinde dini hukuk sisteminin yanında laik bir hukuk
sisteminin nüvesini oluşturmuştur.



1839-1856 Tanzimat dönemi; Osmanlı İmparatorluğu'nun reform sürecine
hız
kazandırmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi ise sürecin dönüm
noktası olmuştur. 1876 tarihli "Kanuni Esasi"de vatandaşlara tanınan
genel
haklar, yasalar önünde eşitlik, kişi dokunulmazlığı, basın özgürlüğü,
ticaret serbestliği, dilekçe hakkı, eğitim özgürlüğü, kamu hizmetlerine
girebilme imkanı, mal güvenliği, angarya ve işkence yasağı, vergilerin
kanunla alınabilmesi gibi temel hak ve özgürlükler şeklinde
özetlenebilir.(9)



1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında askıya alınan Anayasa; "Jön
Türkler"in
liderliğindeki toplumsal muhalefet sonucunda 23 Temmuz 1908'de yeniden
yürürlüğe konularak II. Meşrutiyet başlamıştır.



Ancak Türk toplumunda demokratikleşme süreci açısından dönüm noktası,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihi
olmuştur. Böylece hukuk sistemi ve devlet anlayışı açısından Osmanlı
dönemi
ile kesin bir kopuş gerçekleştirilerek ulus-devlet oluşturulmuştur.



Türk reform hareketi, İmparatorluk'tan ulus-devlet anlayışına geçtiği
1920'lerde Avrupa'nın laik, birey hak ve özgürlüklerine dayanan
ulus-devlet
anlayışını kendisine model olarak almıştır. Atatürk'ün liderliğindeki
Türk
devriminin amacı, Türkiye'yi çağdaş değerlere dayanan bir devlet olarak
kurmak ve Batı dünyasındaki yerini almasını sağlamaktı.



1920 ve 1930'larda Avrupa'da otoriter ve totaliter sistemler hakimdi ve
demokrasiler zor bir dönemden geçiyordu. Buna rağmen Türk devrimi
ideolojisi, demokratik değerlere bağlılığını ve nihai hedef olarak
siyasi
sistemin tam demokratikleşmesini hiç bir zaman terk etmemiştir.



Bu dönemde Türkiye, siyasi liderliğinin kararıyla çok partili sisteme
geçilen tek ülke olmuştur.(10) II. Dünya Savaşı'nın sonrasında 1946
milletvekilliği genel seçimleriyle çok partili parlamenter sisteme
geçiş
gerçekleştirilmiştir.



1950 seçimleriyle Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı Demokrat Parti'ye
bırakmıştır. Böylece Türkiye'nin tek parti yönetiminden çok partili
demokrasiye geçmesi, toplumsal karışıklık, devrim, kan dökülmesi ya da
yabancı istilası ve baskısı sonucu değil, kamuoyunun desteği ve siyasi
elitlerin sağduyusu sonucu gerçekleşmiştir.



1945 San Fransisco Konferansı'nda Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın
kurucu
üyesi olan Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra demokratik ülkeleri
biraraya
getiren Avrupalı ve Batılı uluslar topluluğunun bir üyesi olmuştur.
Avrupa
Konseyi, NATO, OECD, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, bu
kuruluşlar
arasındadır. Türkiye, Avrupa Topluluğu ile 1963'de tam üyelik hedefiyle
bir
Ortaklık Anlaşması imzalamıştır. (11)



Türkiye Cumhuriyeti, insan hakları ve özgürlüklerine ilişkin bütün
uluslararası sözleşme ve bildirgeleri imzalamış, Birleşmiş Milletler,
Avrupa
Konseyi ve AGİT'in insan hakları, uluslararası barış ve güvenliğin
korunmasına yönelik bütün girişimlerini desteklemiştir. Avrupa Konseyi
Protokolü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye tarafından
onaylanmış ve
1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı
yürürlüğe girmiştir.



1960 ve 1980'de iç istikrarsızlıklar sonucunda iki kez askeri müdahale
gerçekleşmiştir. 1970' lerde siyasi kutuplaşma, had safhaya ulaşmış,
terörizm toplumsal güvenliği tehdit eden ciddi boyutlara ulaşmıştı.(12)
Söz
konusu müdahalelerin, demokrasinin içerisinde gelişebileceği toplumsal
güvenlik ve istikrar ortamının oluşturulmasını müteakip, demokratik
düzene
geçilmiştir.



1980'lerde ise aşırı siyasi grupların terörizmi yerini ayrılıkçı
terörizme
bırakmıştır. PKK terörizmi; Türkiye'nin demokratikleşme sürecini
olumsuz
yönde etkilemiştir. (13)



Marksist-Leninist temelde etnik ayrımcılıkla ve terörizm yöntemiyle
Türkiye'den koparılacak topraklar üzerinde Marksist/Leninist bir devlet
kurmayı hedefleyen PKK (Kürdistan İşçi Partisi), son olarak eski
Sovyetler
Birliği'ne mensup ülkelerden 25 komünist partisinin 31 Ekim 1998'de
Moskova'da gerçekleştirdiği 31. Kongre'ye katılmıştır. İdeolojik yapısı
ve
hedefleri itibariyle PKK'nın anti-demokratik, totaliter ülkeler ve
demokratik ülkelerdeki aynı nitelikteki marjinal siyasi gruplar
tarafından
desteklenmesi, şaşırtıcı değildir. (14)



--------------------------------------------------------------------------------



1) Bu konuda bkz., Victor Ehrenberg, The Greek State (Oxford: Basic
Blackwell, 1960).



2) Demokrasi ve Batı uygarlığının tarihsel sürecine ilişkin olarak
"Eski
Yunan-Batı Roma Hıristiyan Avrupa" soykütüğü kurmacasına düşmemek
gerekir.
Bu konuda bkz., Martin Bernal Black Athena, The Afro-Asiatic Roots of
Classical Civilization, Cilt I, The Fabrication of Ancient Greece
(London:
Free Association Books, 1987); ayrıca bkz., Samir Amin Avrupa
Merkezcilik:
Bir ldeolojinin Eleştirisi (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1993).



3) Harold J. Laski, Demokrasi Nedir (der. Necati Hersek), (İstanbul:
Evren
Yayınları, 1962) s. 9-12'den aktaran Savaş Büyükkaragöz ve Şahin Kesici
Demokrasi ve İnsan Hakları Eğitimi (Ankara: Türk Demokrasi Vakfı,
1998), s.
20.



4) Bkz., Büyükkaragöz ve Kesici., a.g.e., gösterilen yer.



5) Totaliter rejimler Almanya'da seçimlerle (1933), Çarlık Rusyası'nda
darbe
ile (1917) iktidara gelmiştir.



6) "Millet sistemi". Osmanlı İmpatarorluğu kapsamındaki değişik etnik
ve
ulusal kökenden halkların dinlerine göre ayırdedilmesine dayanmaktaydı.
Örneğin, "Müslüman milleti", "Ortodoks milleti", "Katolik Milleti",
"Musevi
Milleti" ve 19. Yüzyıl'ın ortalarından itibaren de Protestan Milleti
söz
konusuydu. Her "millet" içerisinde değişik etnik ve ulusal kökenden
halklar
yer almaktaydı. Örneğin "Ortodoks Rum milleti" içerisinde Ortodoks
Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar ve diger milliyetlerden
Osmanlı
tebaları bulunmaktaydı. "Millet sistemi" için bkz., İlber Ortaylı,
"Osmanlı
İmparatorluğu'nda Millet, " Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye
Ansiklopedisi
(İstanbul: İletişim Yayınları, 1995), s. 997. "Millet sistemi" için
ayrıca
bkz. William W. Haddad ve William Ocphenwald (eds.), Nationalism in a
Non-national State, The Dissolution of the Ottoman Empire (Colombus:
Ohio
University Press, 1977), GUlnihal Bozkurt, Alman İngiliz Belgelerinin
ve
Siyasi Gelişmelerin Işığında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki
Durumu (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989).



7) Örnegin İspanya'dan 1492'de sürülen Museviler, Osmanlı
İmparatorlugu'nca
kabul edilmiştir.



8) Bu bölümde Türk Demokrasi Vakfı'nın 4-22 Kasını 1996 tarihli AGİT
Gözden
Geçirme Konferansı'na sunduğu "Project Approach for the improvemenl of
Civil
Democracy and Better implementation of Human Rights" başlıklı yazılı
tebliğinden geniş ölçüde yararlanılmıştır.



" Sened-i İttifak konusunda bkz., Halil İnalcık, "The Nature of
Traditional
Society: Turkey, " Robert E. Ward ve Dankward A. Rustow, Political
Modernization in Japan and Turkey (Princeton, N.J.: Princeton
University
Press, 1964) içinde, ss. 13-14.



9) Şeref Gözübüyük, Anayasa Hukuku (Ankara: Turhan Kitabevi, 1993), ss.
97-98.



10) 1946 öncesinde 1924 ve 1930'da çok partili hayata geçilmesi
girişimlerinde bulunulmuştur. 1946 sonrasında çok partili sistem
konusunda
bkz., Kemal H. Karpat. Turkey's Politics: The Transition to a
Multi-party
System (Princeton; N:J.: Princeton University Press, 1959).



11) Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı lmparatorlugu arasında uluslararası
ilişkiler itibariyle bir devamlılık olduğu düşünülürse, Osmanlı
Devleti'nin,
1856 Paris Antlaşması ile Avrupa Uyumu'na (Concert of Europe) dahil
edildiği
ve Türkiye'nin bu tarihten itibaren uluslararası hukuk açısından
Avrupa'nın
bir parçası olduğu ifade edilebilir.



12) Burada Türkiye'deki demokratikleşme süreci açısından önemli olan
nokta,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İspanya gibi sonradan Avrupa Topluluğu
üyesi
olacak bir Avrupa ülkesi ya da bir çok Üçüncü Dünya ülkesi ordusu gibi
hareket etmeyip, demokratik rejime bağlılığını başından ortaya
koymasıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, müdahalelerinde her zaman anayasal ve yasal
meşruiyet çerçevesinde hareket ettiğini, demokratik düzene bağlılığını
ve
bunun için gerekli koşulları oluşturmayı hedeflediğini açıklamıştır.
Halen
Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da askeri diktatörlük 7 yıl sürmüş
(1967-1974), ancak Türkiye'nin Londra ve Zürih Antlaşmaları'ndan
kaynaklanan
hakları çerçevesinde Kıbrıs'a gerçekleştirdiği müdahale ile sona
ermiştir.




Her zaman sarhos olmali. Her sey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarinizi
ezen, sizi topraga dogru ceken Zaman'in korkunc agirligini duymamak
icin, durmamacasina sarhos olmalisiniz.
Ama neyle? Sarapla, siirle, ya da erdemle, nasil isterseniz. Ama
sarhos olun.
Ve bazi bazi, bir sarayin basamaklari, bir hendegin yesil otlari
uzerinde, odanizin donuk yalnizligi icinde, sarhoslugunuz azalmis ya
da busbutun gecmis bir durumda uyanirsaniz, sorun, yele, dalgaya,
yildiza, kusa, saate sorun, her kacan seye, inleyen, yuvarlanan,
sakiyan, konusan her seye sorun, "saat kac" deyin; yel, dalga,
yildiz, kus, saat hemen verecektir karsiligini: "Sarhos olma
saatidir. Zamanin inim inim inletilen koleleri olmamak için sarhos
olun durmamacasina! Sarapla, siirle, ya da erdemle, nasil
isterseniz."
(BAUDELAIRE - Paris Sikintisi)


Beyaz Gardenya

2 yasima bastigim günden beri,her dogum günümde evimize bir buket beyaz
gardenya gönderilmeye baslandi.
Çiçeklerin yaninda hiçbir not olmuyordu.Her defasinda çiçekçiyi
ariyordum,ama soruma yanit vermiyordu.
Siparis telefonla yapiliyordu. Birkaç yil sonra ,gönderenin kimligini
araştırmaktan vazgeçip,
bu enfes kokulu dünyalar güzeli çiçegi almis olmanın keyfini yasamaya
basladım.
Ama göndereni de hep merak ettim...
Bu harikulade ama ortaya çikmayacak kadar utangaç ya da ilginç insanın
kim olabilecegini düsündüsüm anlar,
nasil mutlu oldugumu hala hatirliyorum. Annemde hayal gücümü
çalistirmaya adeta tesvik ediyordu.
“ Farkinda olmadan iyilik ettigin birisi mi acaba “diyordu..
Belki alisveris dönüsü ,arabasini bosaltmasina ve paketleri tasimasina
yardim ettigin komsu kadindir.
Belki de karsidaki ihtiyar adamdi.Kisin kaldirimdaki buzda kaymasin
diye kosup elinden tuttusun ...
Bir genç kiz olarak daha tatli hayallerim de oluyordu tabii..
Belki de o,bana fena halde tutkun ,farkinda bile olmadigim bir gençti.
!
7 yasimda ,hayatimin ilk büyük kalp acisini yasadim.
Beni arayip her seyin bittigini söyledigi gece,aglaya aglaya uykuya
daldim.
Sabah uyandigimda yatak odamdaki aynanin üzerine rujla yazilmis bir not
vardi.
“ Yarı ilahlar gidince,gerçek ilah gelir!..” >
Ralp Waldo Emerson’nun bu sözlerini eskiden beri bilirdim zaten.
Annemin yazdigi sözleri,kalbim düzelene kadar aynanin üzerinde biraktim
Elime sabunlu bezi alip aynayi silmeye basladigim gün,annem,kendimi
iyice toparladigimi anladi.
Hayat boyu ,”Ama anne anlamiyorsun”diye kapimi suratina çarptigimi
hatirlamiyorum.
Anlıyordu çünkü. Lise mezunu olmama bir ay kala,babam kalp krizinden
öldü
Duygularim,yalnizliktan korkuya,korkudan öfkeye dönüstü.
Hayatimin en önemli günlerinden birinde babam niye yanimda olmayacakti?
Mezuniyeti , mezuniyet balosunu,her seyi bos verdim.
Ama annem ,kendi daglar gibi üzüntüsünün ortasinda hiçbir seyi bos
vermedi.
Babamin ölümünden bir gün önce,annemle mezuniyet balosu için elbise
seçmeye çikmistik.
Harikulade bir elbise buldum.Metrelerce ,metrelerce dantelden
örülmüstü.
Rüzgar gibi geçtinin Scarlet O’harasi yapacakti elbise beni.Ama
büyüktü,hem de fena halde büyüktü.
Babam ölünce elbiseyi unuttum. Annem unutmadi.
Mezuniyet balosu günü .elbiseyi,hem de dogru ölçülerde,salondaki
divanin üzerine itina ile yerlestirilmis buldum.
Bir kutunun içinde bana gönderilmis bir hediye degildi bu.Farkliydi.
En güzel ,en artistik , en sevgi dolu itina ile bana sunuluyordu.
Yeni elbise umurumda degildi,ama annemin umurundaydi. O çocuklarinin
daima sevildiklerini hissetmelerini isterdi.
Sevildiklerini bilenler,sevecen olurlardi çünkü.
Sevecen , yaratici ve en kötü günde bile,etrafa bir sihir,bir
güzelligin olabilecegini düsünen..
Gerçekte annem çocuklarinin gardenya çiçegi gibi olmalarini isterdi
.Güzel ....Güçlü...
Ve mükemmel !..Ve de bir sihirli aroma ve belki birazcik sir yüklü..
Annem ben evlendikten on gün sonra öldü.
O zaman 22 yaşındaydım.O yıldan sonra bir daha,doğum günlerimde,BEYAZ
GARDENYALAR gelmedi..



eskiden_yeniye_degişen_bir_sey_yok_hayatta



Yasamlarimizin Öznesi Olmak Hakkimiz Elimizden Aliniyor
Bu olaganüstü tesbit -daha dogrusu feryat- Türkiye'nin en önemli iletisim
bilimcilerinden Ünsal Oskay tarafindan yapildi. 'Magazin' konulu bir TV
tartismasinda edilen bu laf 'oradakiler' tarafindan hiç dikkate deger
bulun(a)madi; ama bizim dikkate alacagimiz kesin.
Bu laf dikkate alinmalidir; çünkü bu tespit/feryat günümüz hayatinin popüler
konumlanisiyla 'biricik birey'e dönüsmemizi güçlestirmesine ve hatta
imkansizlastirmasina parmak basmaktadir. Bu popüler konumlanisin üst kültür
/ pop(üler) kültür / folk kültür üçleminde Bati Aydinlanmasinin gelenegi
olarak devrimci / öncü bir rol üstlenmis olan üst kültürün, daha dogru bir
deyimle, entellektüelitenin öl(dürül)ümüne; onun yerine ise pop kültürün
kullan-at çabuklugunda ve uçuklugunda ögelerinin yerini almasina isaret
etmekte.
Bu 'degisim'in Türkiye ve onun gibi ülkelerde örneklerini gör(ebil)mek
oldukça kolay: Bir dizi 'kod': Televole, Vivapasasamdangala, ne sagciyim, ne
solcu, futbolcuyum futbolcu, kot pantolon giyerek asil 'devrim'i
gerçeklestirdik diyen Ertugrul Özkök, vs. vs.
Aslinda bu siraladigimiz olgu, olay ve de sahislarin konu özelinde hiçbir
degerleri yok; çünkü daha önce de ifade ettigimiz gibi bunlar varolan
omurgasizligi dilsel, görsel ifade biçimi ola(bile)n kodlamalar.
Tam bu noktada bu popüler konumlanisin, üst kültürü de / dahi etkisi altina
alan postmodernizm dalgasiyla ilintisini incelemek gerekli. 'anlam'in
atomize edilerek hiçlestirildigi postmodernizm, elbette 'anlam'i bosver,
yasasin saz, caz mantik(sizlig)iyla 'ilerleyen' popüler kültüre bir sekilde
eklemlenecektir.
Tüm bu 'agir entelektüel' dili ve terimleri bir yana biraktigimizda yasamsal
pratikte karsimiza çok aci bir durum çikiyor: Artik Leonardo Da Vinci gibi
çaginda yayinlanmis tüm kitaplari okuma sansimiz yok. Daha dogrusu bizi
kitap okumaktan ali koyacak binlerce kolay tüketilebilir 'sey' emrimize
amade. Televizyonda ya da internette oturdugumuz yerden en seksi kadinlari /
erkekleri seyretmek varken, kim varolus problemleriyle ilgilensin? Ya da,
yine en seksi 'insanlar'in oynadigi, göz açip kapayincaya kadar bitiveren o
eksin filmleri varken, kim bir Angeleopulos filmi seyretme sabrini ve
emegini göstersin.
Zaten temel sorun(sal)lardan biri de bu: Modernitenin peygamberi Karl
Marx'in 'en yüce degerdir' diye -hakli olarak- niteledigi 'emek' artik çöpe
atildi. En basta atilan 'emek' ise en degerli 'emek' : Düsün emegi = Üst
kültür = Entellektüelite = Sanat = Bilim...
Bir de bu durumun üst kültürle pek alakasi olmayan ya da ekonomik = sinifsal
sartlari yüzünden iliskisi olAmayan insanlarla ilgili bir yüzü var.
(Unutmamali, bir varos proleteri Aksanat'ta 'bedava'ya film seyretme, CD
dinleme sansi oldugunu bilse bile, oraya girmeye korkar. Girse bile
göevliler kiyafetini begenmediginden onu disari atar.)
'Bu insanlar' demistik. Dedigimiz gibi 'birick birey' olma yolunda bastan
kaybetmis olan bu insanlar, 'eskiden' üst-kültürün / entellektüeklitenin
öncü konumlanisi yüzünden ona mesafeli bir saygi / sevgi çerçevesinde
yaklasirlardi. (Sonuçta jakoben bir aydinlanma (d)evrimi olan Kemalizmin Köy
Enstitüleri'ndeki ögretmenlere köy ögretmenlerinin gösterdigi saygi ve sevgi
buna örnektir.)
Bugünse yerle bir edilen üst kültürün yerine pop(üler) kültürün konmasiyla
(Bu konu hakkinda daha ayrinti için 'Kod Adi Entel'e bakiniz.) artik poüler
kültürün dalgalarinda savrulan genis 'halk' yiginlari, daha da dogrusu o
malum '%60' ya da sol jargonla 'lümpenler' bir cahil cesareti ve
hayasizligiyla üst kültür temsilcilerine, entellektüellere ya da en azindan
'biricik birey' olma çabasindakilere, üst kültürü tanimaya çalisanlara,
aydinlara saldirmaya basladilar. Bunun kodlamasi da 'entel bunlar ayol'
oldu.
Tabii bu noktada madalyonun öteki yüzünde de sakatliklar var. Pek çok
düsünce adami, özellikle postmodernizm denen meretin sahlanisi ve 'Semra tak
su ibo'yu da teybe dinleyelim.' Kültürünün ülkeyi istila etmesiyle, kimisi
bir güzel 'dönerek' , kimisi yumusayarak ('Tuzlu su'lardan, 'tatli su'lara
geçerek.) entellestiler. Tabii bu arada yeni kusaktan (Ne yeni kusagi,
Pepsi'nin reklaminda oldugu 'generation next' onlar...) o muhtesem,
unutul(A)maz 80'li yillardan Bilkent, Bogaziçi vs, den mezun olup gelen 0
(SIFIR) numara entellerimiz de oldu. Bakiniz Bogaziçi Felsefe mezunu Kürsat
Basar ve basyapiti 'Aski bulmanin ve korumanin yolari'.
Fakat bu yukaridaki paragraf 'Kod Adi Entel'de de vurgulandigi gibi o 'malum
%60in hayasizca saldirmasina gerekçe olamaz, olmamali. Fakat isler ve
gidisler böyle olunca, ne deseniz normal oluyor. Bülent Ortaçgil'in -iyi ki-
dedigi gibi.
SONUÇ: Yasamlarimizin öznesi olabilmek galiba ilk olarak Bülent Ortaçgil
dinlemekten / 'okumaktan' geçiyor galiba.




ülkem benim ????




Türkiye ile ilgili çarpıcı gerçek

“Türkiye’de Bölgelerİn Gelişimi-2000” başlıklı rapora
göre, Türkiye nüfusunun yüzde 14.2’si yoksulluk
sınırının altında yaşıyor.

ANKARA
AA

21 Nisan — UNICEF, Türkiye’yi, yaşam kalitesi
göstergeleri açısından değerlendirerek, sonuçları
rapor halinde yayımladı. Türkiye nüfusunun yüzde
14.2’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı
belirtilen raporda, hane halkının yüzde 31’inin
sağlıklı tuvaleti olmadığının, yüzde 26’sının da
sağlıklı su içemediğinin tespit edildi.


“Türkiye’de Bölgelerin Gelişimi-2000” konulu
rapor, 1998 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması ile
1997 nüfus sayımı sonuçlarına göre hazırlandı. Bu
çerçevede, Türkiye, 14 bölgeye ayrıldı ve bu bölgeler
ile içinde yer alan iller, “yaşam kalitesi göstergesi”
olarak baz alınan 25 göstergeye dayanılarak,
incelendi.
Rapordaki 14 bölge içinde yoksulluk sınırının altında
yaşayanlar en fazla yüzde 44.7 ile Erzurum, yüzde 39.7
ile Diyarbakır, yüzde 36.5 ile Şanlıurfa’da bulunuyor.


Raporda, DPT’nin yoksulluk sınırıyla ilgili
saptamalarına yer verildi. DPT’ye göre, yeterli
düzeyde beslenebilmek için günde 3 bin 500 kalori
almak gerekiyor. Bu miktarın yüzde 70’ini satın
alamayan bireyin yoksul olduğu kabul ediliyor. DPT’nin
bu saptaması 1997 verilerine uygulandığında, Türkiye
nüfusunun yüzde 14.2’sinin yoksulluk sınırının altında
olduğu ortaya çıktı. Rapordaki 14 bölge içinde
yoksulluk sınırının altında yaşayanlar en fazla yüzde
44.7 ile Erzurum, yüzde 39.7 ile Diyarbakır, yüzde
36.5 ile Şanlıurfa’da bulunuyor.

SAĞLIKSIZ TUVALETLER
Rapora göre, Türkiye’de sağlıklı içme suyu
olmayan hane halkının yüzdesi 26.2. Erzurum’daki hane
halkının yüzde 54.1’i, Trabzon’daki hane halkının
yüzde 49.7’si, Samsun’daki hane halkının yüzde 43.4’ü
sağlıklı su içemiyor.
Sağlıklı tuvaleti bulunmayan hane halkının en
fazla olduğu yer Erzurum. Erzurum’da halkın yüzde
58.2’sinin, Tokat’ta yüzde 49.5’inin, Diyarbakır’da
47.8’inin, Trabzon’da 46.5’inin, Ankara’da 31.5’inin,
İzmir’de yüzde 26.2’sinin, Bursa’da yüzde 23.8’inin,
Antalya’da yüzde 15.6’sının, İstanbul’da da yüzde
6.9’unun sağlıklı tuvaleti
bulunmuyor. Türkiye genelinde sağlıklı tuvaleti
bulunmayan hane halkının oranı yüzde 31.5 olarak
saptandı.

NİKAHSIZ EVLİLİKLER
Raporda, Türkiye’de genelinde evliliklerin
yüzde 7.5’inin “resmi nikahsız” olduğu bildirildi.
“Nikahsız” evliliklerde ilk sırayı yüzde 29.2 ile
Diyarbakır aldı. Diyarbakır’ı yüzde 21.4 ile Erzurum,
yüzde 19 ile Şanlıurfa, yüzde 15.7 ile Tokat izliyor.
Ankara’daki evliliklerin yüzde 5’i, İstanbul’daki
evliliklerin yüzde 2.5’i, İzmir’deki ve Eskişehir’deki
evliliklerin de yüzde 1.6’sı “nikahsız.”

EĞİTİMSİZ KADINLAR
Türkiye’de, 15-49 yaş arasındaki kadınların
yüzde 16.7’inin hiçbir eğitim almadığı belirlendi.
Eğitimsiz kadınlar yüzde 42 ile en fazla Diyarbakır’da
bulunuyor. Erzurum’daki kadınların yüzde 41.5’i,
Şanlıurfa’daki kadınların yüzde 39’u eğitim almamış.
Eğitim almış kadınların en fazla bulunduğu yer ise
yüzde 8.1 ile İzmir. İzmir’i yüzde 8.7 ile Bursa,
yüzde 9.2 ile Ankara, yüzde 10.2 ile İstanbul izliyor.
Rapora göre, 15-19 yaş arasındaki ergenlerin yüzde
10.1’i anne olmuş veya bebek bekliyor.
Aile planlaması çerçevesinde, modern yöntem
kullanan kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde
37.7. Modern yöntem kullanan kadınların oranı
Ankara’da yüzde 45.6’ya, İzmir’de yüzde 44.8’e,
Bursa’da yüzde 42.0’a yükseliyor.

ÇOCUKLARDA OKULLAŞMA ORANLARI
Raporda, Türkiye genelinde 7-13 yaş arasındaki
kız çocukların yüzde 31.9’unun okula kayıtlı olmadığı
bildirildi. Bu oran Diyarbakır’da yüzde 61.4’e,
Erzurum’da yüzde 59.4’e, Şanlıurfa’da yüzde 46.3’e
çıkıyor. Ankara’daki kız çocukların yüzde 17.6’sı,
İstanbul’daki kız çocukların yüzde 21.6’sı, İzmir’deki
kız çocukların da yüzde 19.5’i okula kayıtlı değil.
Türkiye genelinde okula kayıtlı olmayan erkek
çocukların oranı da yüzde 21.2’yi buluyor.
Diyarbakır’da erkek çocukların yüzde 40, Şanlıurfa’da
yüzde 28.6’sı, Erzurum’da yüzde 27.7’si okula kayıt
yaptırmamış. UNICEF Türkiye temsilcisi Phillippe
Henffinck, rapora yazdığı önsözde, şunları kaydetti:
“Türkiye’de Bölgelerin Gelişmesi-2000 başlıklı
bu rapor, çocuklara ve kadınlara ilişkin 25 yaşam
kalitesi göstergesi açısından farklı bölgelerin
statüsünü ve gelişmişliğini sergilemeye çalışmaktadır.
Rapor, herkesin yaşam kalitesini yükseltme yolunda
bölgelerin kaydettiği bir yıllık ilerlemeyi
değerlendirmek için bir başlangıç noktası işlevini
görmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu
birçok ülke, son 10 yıl içinde yaşam kalitesini
iyileştirmek ve çocuk haklarını desteklemek yönünde
önemli kazanımlara işaret etmektedir. Ancak,
Türkiye’de büyük çabalara ve kaydedilen ilerlemelere
rağmen, farklı iller ve bölgelerdeki çocukların durumu
arasında farklılıklar sürmektedir.”


melek bir pollyanna olursa
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
))




Iki melek yeryuzunu dolasmaya cikmislar.. Tabii insan
>kiliginda..
> >Aksam
> >olmus.. Kentin en zengin semtinde luks bir villanin

>kapisini Tanri
> >misafiri olarak calmislar.. Ev sahipleri somurtarak

>buyur etmisler
> >onlari.. Yemek falan teklif etmemisler.. Sicacik
>misafir odalari
> >yerine,
> >buz gibi ve nemli bodruma iki silte atip "Geceyi
>burada
> >gecirebilirsiniz" demisler..
> >Silteleri betona sererken, yasli melek duvarda bir
>catlak gormus.
> >Elini
> >uzatmis. Soyle bir surmus yariga.. Duvar eskisinden

>saglam olmus. Genc
> >melek "Niye yaptin bunu?" diye sormus merakla..
"Her
>sey her zaman
> >gorundugu gibi degildir" demis yasli melek
yavasca..
>Ertesi aksam
> >melekler bir koy evinde cok fakir, ama cok
iyiliksever
>bir aileye
> >misafir olmuslar. Her seyleri bir tanecik inekleri
>imis. Onun sutunu
> >satip geciniyorlarmis. Ev sahipleri mutevazi
>sofralarina almis
> >onlari..
> >Allah ne verdiyse beraber yemisler. Yatma zamani
>gelince kadin "Siz
> >uzun
> >yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalisiniz" demis..
>"Bizim yatakta siz
> >yatin,bir rahat uyuyun. Biz su divanda idare
ederiz."
>Gunes dogarken
> >uyanan melekler, zavalli adamla karisini iki
gozleri
>iki cesme aglar
> >bulmuslar. Hayattaki tek servetleri inekleri
bahcede
>olu yatiyormus.
> >Genc melek ofkeden deliye donmus.. "Bunu nasil
>yaparsin.. Bu kadar
> >iyi
> >insanlarin yegane servetinin olmesine nasil izin
>verirsin.. Onceki
> >gece
> >gittigimiz villada her sey vardi, ama kotu ev
>sahipleri bize hicbir
> >sey
> >vermediler. Sen onlarin bodrumlarini tamir ettin.
Bu
>fakir insanlar
> >bizimle her seylerini paylastilar. Ineklerinin
>olmesine goz
> >yumdun?.."
> >"Her sey her zaman gorundugu gibi degildir evlat"
>demis, yasli melek
> >gene.. "Nasil yani?" diye daha da ofkeyle yinelemis

>sorusunu genc
> >melek..
> >"Her sey her zaman gorundugu gibi degildir evlat"
>demis yasli melek
> >bir
> >daha.. Ve anlatmis.. "Ilk gittigimiz zengin evinin
o
>duvar catlaginin
> >icinde yillar onceden saklanmis bir hazine vardi.
Ev
>sahipleri,
> >zenginlikleri ile cok magrur, ama hic paylasmayi
>sevmeyen insanlar
> >olduklari icin bu defineyi bulmayi
hakketmemislerdi.
>Catlagi kapayip,
> >onlari bu hazineden ebediyyen mahrum ettim. Dun
gece
>fakir koylunun
> >yataginda yatarken olum melegi, adamin karisini
almaya
>geldi. Kadinin
> >hayatini bagislamasina karsilik ona inegi verdim.
Her
>sey her zaman
> >gorundugu gibi degildir. Isler bazen istendigi gibi

>gitmez
> >gorundugunde,
> >aslinda olan budur. Eger inancli isen, her iste bir

>hayir oldugunu
> >dusunursun. O hayrin ne oldugunu da, bir sure sonra

>anlarsin.."


evlilik mi????




MURPHY'NIN EVLILIK YASALARI * Evlilige baslamak,
bitirmekten daha kolaydir. Ve
suçlu daima esinizdir... * Eger size evlilikten söz
eden yalnizca anne ve
babanizsa durum sizin için son derece mutsuzdur. *
Sakin para için evlenmeyin.
> Çok daha uygun kosullarda borç bulabilirsiniz.
* Eger evlilik eglenceli bir sey olsaydi, nikahi
belediye memuru kiymazdi.
* Evli bir çiftin ayni konuda "evet" dedigi son yer
nikah masasidir.
* Evlilik güzel bir iliskiyi bitirmenin en kisa
yoludur.(önemli!!!!)
* "Ask ve Evlilik, tipki at ve> araba gibi birlikte
yürür." En son ne zaman at
> arabasi gördünüz? * Askin gözü kör olabilir ama
evlilik insanin gözünü
açiverir.(bazen daha erken açılıyo...)
* Eslerden ilk uyuyan her zaman en yüksek sesle
horlayandir. Suçlu her zaman esinizdir. * Eger
erkekler kur yaptiklari
> dönemdeki davranislarini evlilikte de
> sürdürürlerse bosanmalar azalir, iflaslar artar.
* Ne zaman ve nerede evlendiginizi animsarsiniz ama
niçin evlendiginizi animsayamazsiniz.
* Erkek, eger karisinda artik bir hata bulmuyorsa,
bosanmis demektir.
* Her basarili erkegin arkasinda edepsiz bir kaynana
vardir. Her basarili kadinin arkasinda asagilik
kompleksiyle kivranan bir erkek vardir.
* Televizyonda 27863 bölümlük Brezilya dizilerini
izledikçe "evliliginizin iyi gittigi" inanciniz artar.
* Iyi bir kavga en basarili dogum kontrol yöntemidir.
Anlik barislarda bunun tersi olur. * Eger birisi
esinizi elinizden alirsa, ona
yapacaginiz en büyük kötülük, birlikte yasamalarina
izin vermenizdir.
* Masallarda çiftler asik olurlar, evlenirler ve
yasamlarinin sonuna kadar mutlu yasarlar. Bunlara
masal denmesinin nedeni de budur zaten...(dogru!?)




 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
nedir, zeka


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Zekâ Geriliği Nedir, Neden Olur, Tedavisi Nedir? Tanem Aile Evlilik ve Çocuklar 0 04 Aralık 2022 19:15
Zeka nedir? Türleri nelerdir? PySSyCaT Sağlık Köşesi 0 25 Ekim 2014 14:11
Zeka (Geriliği) Nedir?.. Sevda Merak Ettikleriniz 0 31 Ekim 2010 04:07
Zeka nedir ? (IQ Testi) TARİHTE İLK ZEKA TESTİNİ KİMLER UYGULADI? Sevda Merak Ettikleriniz 0 05 Nisan 2010 16:29
Zeka ve IQ nedir..? kont_dracula Sağlık Köşesi 1 12 Şubat 2006 11:29