21 Mart 2009, 22:14 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | İdea İdea terimi felsefi kavramların anlamca en kaypak ve şüphelilerinden biridir. Grekçe idea teriminin Latin alfabesiyle yazılmışıdır ve Ortaçağın felsefi Latince’sine genellikle forma (İngilizce ‘form’; ‘şekil’, ‘biçim’, ‘kalıp’) olarak çevrilir.(“Grekçe’deki idea veya Latince’deki forma ile varolan şeyden başka bu şeyin biçimi (form) kastedilir.” Aquinas, Summa Theologiae 1, 15, 1). Platon ve izleyicilerine göre ‘idealar’ veya ‘formlar’ duyularımızla algıladığımız sıradan nesnelerin dışında varolan ebedi, değişmez nesnelerdir (karş. Politela (Devlet) 479). Platoncu filozoflar zihinlerini formlara yöneltmeye çalışsalar da, Platon’a göre idea ya da formlar varlıklarını insan zihnine borçlu olan psikolojik şeyler değil bağımsız gerçekliğe sahip olan nesnelerdir (karş. Parmenides 132b). Platon formları genellikle tam bir yetkinlik içinde yakalamak istediğimiz model ya da ilk örnekler olarak tasvir eder. Sıradan nesneler de ilk örneklerin gölge veya kopyalarıdır. “İdea” sözcüğü Türkçe felsefe metinlerinde genellikle kavramın Platoncu anlamına karşılık olarak kullanılmıştır. Platoncu anlayış dışında, Batı dillerindeki “idea” sözcüğü, Türkçe’de “ide” sözcüğüyle karşılanmıştır ve Platoncu anlayıştan farklı olarak zihin ya da bilinç içeriklerini veya Lockecu anlamıyla algı ya da duyum içeriğini karşılamak için kullanılmıştır. Descartes’ın bu konuya yaklaşımı da, Platoncu anlayıştan farklı olduğundan, genelde Türkçe’deki Descartes metinlerinde “ide” sözcüğü kullanılmıştır. “ldea” kavramının tarihsel içeriğini korumak için, bu kavramın fransızca ifadesinden aktarılmış “ide sözcüğünü kullanmadık. (Çev.n.) Paton’dan etkilenen Hıristiyan yazarlar formlardan, Tanrı’nın zihninde ebedi olarak varolan ilk örnekler diye bahsederler (karş. Augustinus, De diversis quaestionibus, LXXXIII, 46). Bu anlayış daha sonra Thomas Aquinas’ın yazılarında ortaya çıkar: “Yaratılmış şeylerin taklitleri oldukları örnekler olan idealar Tanrı’nın zihninden başka hiçbir yerde olamazlar” (Sententiae, 1, 36, 2,1). Aquinas, ‘idealar’ın konumunun insanın bilgisine ilişkin olarak ne olduğu sorusunu tam olarak açıklamaz. Aristoteles’in Platon karşıtı argümanlarından etkilenerek ideaları bağımsız varlıklar yapma eğimine karşı çıkar. Akıl (intellect) tek tek şeylerden tümel kavramları soyutlama gücüne sahiptir. İdea kendi başına bir ‘bilgi nesnesi’ (id quod intelli gitur) değil bir ‘bilme aracı’dır (id quo intelilgitur) (Summa Theologiae, i, 5, 2). Descartes’ın idea kavramını ‘psikolojikleştirdiği’ ve biçimsel bir kavramken bilinçte oluşan bir değişiklik haline getirdiği söylenir. Böylelikle de idea Locke tarafından geliştirilecek kavramın temelini oluşturur: “Her insan düşündüğünün ve zihnin düşünürken kullandıklarının idealar olduğunu bilincinde olarak, insanların zihinlerinde beyazlık, sertlik, tatlılık, düşünme, hareket, insan, fil, ordu, sarhoşluk ve benzer şeylerle ifade edilenler gibi birçok idealar olduğu konusunda ki kuşkulardan kurtulabilir ( Concerning Human Understanding, 1689, II, madde i, 1). Aslında Descartes’ın ‘idea’ terimini kullanımı sanıldığı kadar devrimci değildir. Sık sık bu terimin kullanımıyla ilgili olarak klasik ve Ortaçağ geleneklerine atıfta bulunur: “İdea’ terimini kullandım. Çünkü ilahi zihne ait olan idrak formlarını işaret etmek kullanılan standart felsefi terim buydu” (AT VII 181: CSM II127). Bunu Üçüncü Meditasyon’la karşılaştıralım: “Bir idea bir diğerinden kaynaklanabilir ama bu sonsuza kadar süremez; eninde sonunda bir ilk ideaya ulaşılmalıdır. Bu ilk ideanın nedeni, ideada temsili olarak ortaya çıkan tüm gerçekliği formel olarak içinde bulunduran bir ilk örnek (Latince. Archetypum; Fransızca çeviride model/kalıp veya orijinal; un patron ou un original) gibi olmalıdır (AT Vii 42 ve IXA 33: CSM 11 29). Tanrı’yı düşündüğüm zaman, başka bir deyişle düşüncem temsili bir içeriğe ya da biçime sahip olduğu zaman, bu durumu kendisi de sonuç olarak Tanrı’dan kaynaklanan bir Tanrı ‘idea’sına sahibim diyerek ifade ediyorum. Descartes’ın İkinci Grup Yanıt’ta verdiği tanım tablosu bir düşünce ile (“öyle bir biçimde içimizdedir ki doğrudan doğruya bilincine varırız”) “herhangi bir düşüncenin formu olan” idea arasında ayrım yapar (AT VII 160: CSM II113). Demek ki, Descartes’a göre de bizim bugün psikolojik ve mantıksal alanlar dediğimiz şeyler arasında bir ayrım olduğu söylenebilir. “İdeanın doğası öyledir ki, kipi veya başka bir deyişle yolu ya da tarzı olarak bağlı bulunduğu düşüncem dışında hiçbir gerçekliğe gerek duymaz” (AT VII 41 :CSM II 28) ifadesi psikolojik bir bakış açışı olabilir. Mantıksal bir bakış açısıyla ideanın bir içeriği olmak zorundadır. “Yalnızca düşüncenin kipleri olarak ele alındığı zaman idealarım arasında hiçbir eşitsizlik yoktur -hepsi benim içimden kaynaklanır. Farklı şeylerin temsilleri olarak ele alındıkları zaman (bazılarında diğerlerine göre daha fazla ‘nesnel gerçeklik’ ya da temsili içeriğe sahip olması nedeniyle) geniş ölçüde farklıdırlar” (AT VII 40: CSM 11 28) Buna benzer cümlelere bakarak Descartes’ın idealarının bazı yönleri itibarıyla özel psikolojik şeyler olmaktan çok herkesin ulaşabileceği kavramlara benzediği söylenebilir:İki insanın aynı düşünceye sahip olduğu söylenemez; çünkü düşünce (özel) zihinsel bir şey ya da bilinç kipidir. Ancak iki kişinin düşünceleri aynı temsili içeriğe sahip olduğu ölçüde aynı ideaya sahip oldukları söylenebilir. Descartes’ın ideaya sahip olmayı dilsel bir terimi doğru kullanma yeteneğiyle ilişkilendirmesi çok önemlidir: “Bir şeyi kelimelerle ifade ettiğim söylediğim şeyi anladığım zamanlarda, bu durumun kendi- ‘söz konusu kelimelerle belirtilen bir ideaya sahip olduğumu gösterir” (AT VII 160: CSM II 113). Demek ki Descartes, kullandığı anlamda bir ideayı, Skolastiklerin duyular yoluyla alınan hayal veya izlenim anlamına gelen kavramlarından ayırdetme konusunda dikkatlidir: “İdea diye adlandırdığım yalnızca tahayyülde oluşturulan imgeler değildir. Aslında bu imgeler cisimsel tahayyülde oldukları sürece; başka bir ifadeyle beynin bir tarafında oluşturuldukları sürece ben bunlara idea demem; zihnin kendisine form verdikleri sürece idea diye adlandırırım” (AT VII 160: CSM II 113). Descartes idea için “bir tür imgeye benzer” (veluti quasdam imagines -AT VII 42, satır 12: CSM II 29) diyerek yanlış anlamalara neden oluyor. Ancak eleştirmenler bu konuda soru sorunca yarı resimsel bir imge veya izlenime uIaşabilmenin bir ideaya sahip olunmasının hiçbir şekilde ölçütü olmadığını çok açık olarak belirtiyor. ‘Tanrı’ ve ‘ruh’ kelimeleriyle karşılık gelen bir kavrama sahip olan, herkes Tanrı ve ruh ‘idealarının’ ne olduğunu; “sahip olduğu kavramdan başka bir şey olmadıklarını” eo ipso bilmek zorundadır. (Temmuz 1641 ‘de Mersenne’e yazdığı mektup, AT III 392: CSMK 185; karş. tiobbes’un yanlış anlamaları ve Descartes in kaba cevabı Üçuncü Grup İtıraz ve Yanıt, AT VII 180-1: CSM II 126-7). Descartes ideaları sınıflarken doğuştan gelenler, elde edilmiş veya ‘ilineksel olanlar’ ve zihnin icat veya inşa ettikleri arasında ayrımlar yapar (AT VII 38: CSM 26). Skolastiklerin geleneksel kuralı olan “önceden duyularda olmayan hiçbir şey zihinde olamaz”dan kesin bir şekilde koparak önemli ide alanımızdan birçoğunun (düşünce, Tanrı ve üçgen gibi matematiksel kavramlarda dahil olmak üzere) Tanrı’nın doğrudan ruhumuza ekmesı nedeniyle doğuştan geldiği konusunda ısrar eder. Aklın (intellect) doğuştan gelen ideaları açık ve seçik olarak idrak etmesine dayanarak hata yapmaktan sakmma Descartes’ın bilgiye ilişkin açıklamalarında çok önemli bir rol oynar. Bu noktada ortaya çıkan bir karışıklık Descartes in maddi olarak yanlış dediği şeyle ilişkilidir. Descartes bazı idealarımızın ‘maddi olarak yanlış’ olduğunu söyler -temsili bir içeriğe sahipmiş gibi görünmelerine rağmen hiçbir şey temsil edemezler; ya da Descartes’ın ifadesiyle, “şey olmayan şeyleri şeymiş gibi temsil ederler Örnegın soğuk ideası maddi olarak yanlıştır çünkü olumsuz olan bır şeyi sıcaklık eksikliğini bır şeyin olumlu ve gerçek bir niteliğiymiş gibi temsil eder (AT VII 43: CSM 11 30). Descartes ‘maddi olarak yanlış’ kavramını izlemesi zor bir şekilde açıklar: idealar gerçek temsili içeriğe sahip değillerse “şey olmayan şeyleri şey gibi” temsil ettikleri nasıl söylenebilir? (karş. Antoine Arnauld’un eleştirileri, Dördüncü Grup İtiraz, AT VII 206: CSM il 145 ve Descartes’ın tam açık olmayan cevabı, AT VII 233: CSM II 163) Ancak Descartes’ın genel hareket noktası, acı ve açlık gibi ‘içsel’ ya da soğukluk gibi ‘dışsal’ olsunlar, bütün duyusal izlenimlerde içeriğe ilişkin çok az bir açıklık olmasıdır. Bu duyulara karşılık gelen nesneler hakkında yargıda bulunacak olan kişiler içeriğin gerektiği gibi açık olmaması nedeniyle ne dediklerini bilmeyeceklerdir. “Bir kişi bir cisimde bir renk gördüğünü ya da bacağında ağrı hissettiğini söylerse, söylediği şey, orada, hiçbir şekilde bilmediği bir şey olduğu; başka bir ifadeyle, gördüğü ve hissettiği şeyi bilmediği anlamına gelir Renk ve acı duyusuyla temsil edilen şeylerin renkli cisimde ve ağrılı bölgede varoldukları temsil edilen şeylerin doğasını ihcelerse onlara ilişkin hiçbir bilgiye sahip olmadığının bilincine varacaktır” (ilkeler Bolüm 1 madde 68) Bundan çıkarılacak olan sonuç da duyusal nıtelıldenn idealarına gerçek anlamda idea demenin idrak edilebilir içeriğe sahip olmamaları nedeniyle hayli zor olduğudur Bu anlayış da Descartes tan sonra gelen ve duyuları idea olarak sınıflamayı reddeden Nicolas Malebranche’ın hazırlayıcısıdır (Reclıerche de Vérité 1674-5, III, 2, 6). Bu sorun, Descartes’ın görüşleri arasında bir tür gerilim oluşmasına neden olur: Gerçek bir Tanrı ideasına sahip olduğumuzu reddeden eleştirilere karşı bir kelimeyi kullanmayı bilmenin ona ilişkin ideayı bilmeyi gerektirdiğinde ısrar ediyor (bkz önceki paragraf) fakat şimdi birçok kelimeyi çok iyi kullanabilmemize rağmen (örneğini soğuk) karşılık gelen ideayla ilgili bir şüphe ortaya çıkıyor. Descartes in böyle bir güçlüğe yanıtı muhtemelen bir kelime yalnızca dilsel uzlaşımlara uygun olarak kullanmakla ne dendiğini tam olarak anlayarak kullanmak arasındaki ayrıma dayanırdı. Felsefenin İlkelerinde dili kullanışımızın söylediğimiz şeyin açık bir analizinden çok bilinçsiz bir alışkanlık ve inceden edinilmiş sanıların sonucu olduğuna işaret eder “ bütün insanların düşünceleri şeylerden çok kelimelerle ilgilidir. Bunun bir sonucu olarak insanlar sık sık tanımadıkları kelimeleri anladıklarını ya da doğru anlayan kişilerden öğrendiklerini düşünerek onaylarlar. ” Filozofun görevı ‘açık ve seçik’ olan kavramları karanlık ve karışık olanlardan ayırmak için “idealarımızı sistematik bir incelemeye tabi tutmaktır” Alıntıdır. Konu YapraK tarafından (21 Mart 2009 Saat 22:22 ) değiştirilmiştir. | |
|
Etiketler |
idea, İdea |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
İdea ya da Töz | Kalemzede | Felsefe | 0 | 02 Nisan 2012 10:48 |
Megali İdea | efLatun | Tarih | 0 | 19 Mart 2012 22:55 |
Bir İdea Olarak Komünizm | Zen | Ne Okumalıyım? | 0 | 20 Şubat 2012 22:03 |
İdea - Felsefe İlişkisi | Kalemzede | Felsefe | 0 | 10 Kasım 2011 09:32 |