05 Nisan 2010, 23:10 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Marduk ve dünyanın yok olus senaryoları Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. MARDUK VE DÜNYANIN YOK OLUS SENARYOLARI “Üçüncü Dünya Savasinin hangi silahlarla olacagini bilmiyorum ama dördüncüsünün tas ve sopalarla olacagini söyleyebilirim” Albert Einstein Einstein bu sözleri söylerken Üçüncü Dünya Savasi’nin nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarla savasilacagini ve sonuçta insanligin büyük ölçüde yok olacagini kastetmisti. Bu arada simdiki teknoloji de yok olacak ve kalan tek tük insan hizla tas devrine dönecekti. Bu düsünce Soguk Savas’in getirdigi hizli silahlanma döneminde hayli revaçta olmustu. Nitekim Hollywood senaristlerinden kurgubilim yazarlarina kadar pek çok kisi yirminci yüzyilin ikinci yarisinda bu tezi isledi; aralarinda hasilat rekoru kiranlar da oldu. Karamsar düsünceli kisilerin her zaman oldugunu, dünyanin sonu senaryolarinin her çagda üretildigini söylemek ve dolayisiyla bu gibi senaryolari göz önüne almamak mümkündür. Öte yanda dünyadaki nükleer silah stokunun kullanilmasi halinde, gerek ilk sokun ve gerekse kalinti radyasyonun etkisiyle dünyamizin yasanir bir yer olmaktan çikacagi da dogrudur. Özetle, isin olur ya da olmazini bir yana biraksak bile, böyle bir olasiligin var oldugunu inkar edemeyiz. Daha önemlisi, gerek arkeolojik bulgularda, gerekse eski efsanelerde böyle bir savasin olduguna isaret eden pek çok sey var! 16 Subat 1947 tarihli New York Herald Tribüne gazetesinde söyle bir yazi çikti: “New Mexico’da ilk atom bombasi patlatildigi zaman, çöl kumlarinin camlastigi ve yesil bir renk aldigi görüldü. Olay bazi arkeologlar için çok sasirtici oldu. Firat vadisinde kazi yapiyorlardi; önce 8000 yil öncesinden kalma bir katmanda tarim toplulugu kalintilarini, devam edince daha eskiden kalma hayvancilik yapan bir toplumun izlerini, biraz daha derinde daha da eski bir magara adami kültürünün kalintilarini bulmuslardi. Kazmaya devam ettiler ve bu kez yesil bir eriyik cam katmanina ulastilar…” Camlasma etkisini çölde yildirim düsen noktalarda görebiliriz. Buna dayanarak olayin dogal nedenlerle oldugunu öne sürmek mümkün.Ancak yildirim etkisiyle olan camlasma genellikle dar kapsamli olup agaç köküne benzer bir yapidadir ve çok genis bir arazide, esit kalinlikta bir yesil cam katmani olusturmaz. Tektitlerin dagilimi da düzenli degildir. Hem karada, hem de denizde bazi yerel yogunlasmalar yaninda bazi çok genis yaygin alanlar vardir. Bunlardan bazilari (örnegin Moritanya’da Aouelloul, Tasmanya’da Darwin Cami ve Kazakistan’daki Irgizitler gibi) krater formasyonu içinde olup bir gök cisminin çarpmasina baglanabilir. Ancak bu tez dünyadaki bütün tektit olusumlarini açiklamiyor. Kesin görünen tektitlerin insan yapisi olmadigidir. Bir baska tez tektitlerin ay kaynakli olabilecegidir. Bazi bilim adamlarina göre ayda patlayan bir yanardagin püskürttügü lav parçaciklaridir. Ancak bu tez ayda en az 750.000 yil önce bir volkanin indifa etmis olmasini gerektirir ki, bu da pek olasi degildir. Tektitlerin dünya kaynakli olmasi ve volkanik faaliyetten kaynaklanmis olabilecegi tezi de öne sürülmüstür. Bu yoldan tektit olusumu için toprak veya normal kayalari bir anda içinde su ya da hava kabarcigi olmayan cam eriyigine dönüstüren ve de olusan parçaciklari atmosferin binlerce kilometre üstüne firlatacak bir süreç olmasi gerekir. Bu da olasi görünmemektedir. Üstelik bazi tektit bulunan yerlerde volkanik faaliyet isaretine de rastlanmiyor. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. bir moldavit ôrnegi John O’Keefe Scientific American dergisinde çikan bir incelemesinde bütün bu olasiliklari sayiyor ve sonuçta olayi Ay’daki volkanik patlamalara bagliyor. Ancak O’Keefe’in hiç söz etmedigi bir baska olasilik var: Yeryüzünde nükleer bir patlama olmus olmasi… Bazi bilim adamlari bu katmanlarin nükleer patlama sonucu olmus olabilecegini öne sürüyorlar. Güçlü bir dayanak noktalari var: New Mexico’da görülen camlasma… Bu tez bizi dogal olarak dünyamizda çok eskiden nükleer bir savas oldugu olasiligina götürüyor. Örnegin Sudan’da Cebel Barkal dagindaki iz… Ne oldugu anlasilamadi ama çok büyük bir patlama sonucu olmus görünüyor. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Sudan – Cebel Barkal dagi Çevredeki tas ve çakillar simsiyah olmus.Bu dag bölge sakinlerince kutsal sayiliyor. Eteklerinde Misir Tanrisi Amon’a ait bir tapinak harabesi var. Yaklasik 90 m yükseklikte, ulasilmasi en zor yerde bazi yazilar var. Kalintilari bulan National Geographic ekibinden Timothy Kendall bunun “muhtesem bir mühendislik eseri oldugunu” söylemis. Cebel Barkal’in nükleer bir patlama sonucu olup olmadigini bilmiyoruz. Ayni sekilde Avustralya’daki ünlü Ayers Kayasi’nin da nasil olustugunu bilmiyoruz. Ancak dünyamizda daha önce nükleer patlamalar olduguna dair bazi göstergeler var. Kutsal kitaplardan Sümer tabletlerine, Hint vedalarina kadar pek çok yerde karsimiza çikiyor ve çogu zaman yalniz patlamayi degil radyasyon etkisini de anlatiyorlar. Gerçi bunlar genellikle son 35000 yil içinde geçiyor ama, bu bile klasik tarih kurgusuna aykiri, daha önemlisi eger bir kez olmus ve yerel bir uygarligin yok olmasina neden olmussa, daha önce de olmus olamaz mi? Sitchin’in alternatif tarih dizininde, Sümer Tanrilarinin bir savas sirasinda nükleer silah kullandigi söyleniyor. Bu kurguya göre olay MÖ 2024 yilinda olmus! Izleri bugün bile açikça görünüyor Simdi bu olayin eski kayitlara göre nasil olduguna bakalim. Ilk referansi Tevrat’in ilk kitabi olan Tekvin’in 18 ve 19. bölümlerinde görüyoruz. Burada Sodom ve Gomora:nin yok olusu anlatiliyor… Özetle, Tanri günahlarindan ötürü, Sodom ve Gomora kentlerini cezalandirmaya karar verir. Ancak bunu Ibrahim’e bildirmek ister. Ibrahim Tanriyla pazarliga girer ve Sodom’da on günahsiz kisi bulunursa kentin bagislanacagi sözünü alir. Tanri Sodom’a iki melek gönderir. Melekleri Lut karsilar ve evine misafir eder. Ancak kent halki Lut’un evini basar; melekler hepsini kör eder, kapiyi bile bulamazlar. Melekler Lut’a hemen kaçmasini, çünkü kenti yok edeceklerini söyler. Lut yakinlarina haber verir ama ciddiye alinmaz. Ertesi sabah Lut’a karisini ve kizlarini alip hemen kaçmasi söylenir. Lut tereddüt edince, melekler hepsini kent disina çikarir. “Hemen uzaklasin ve ne olursa olsun, sakin arkaniza bakmayin.” deyip kente dönerler. Lut civardaki Zoâr köyünde saklanir. Günes yükselirken Tanri Sodom ve Gomore’nin üstüne yanan kükürt yagdirmaya baslar. Her iki kent içindeki tüm canlilarla birlikte yok olur. Ancak Lut’un karisi geriye bakar ve aninda bir tuz sütununa dönüsür. Ertesi gün Ibrahim Tanriyla görüstügü yere gider ve Sodom’la Gomora’nm bulundugu yerde sadece duman bulutlarinin oldugunu görür. Öykü budur. Ancak çok farkli yorumlari vardir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Sina çölündeki felaket izi.Resim Apollo 7 uzay aracindan çekilmistir.Ortada beyaz çizgiler çok belirgindir. Sitchin’in Sodom ve Gomora’nin yok olmasini nükleer bir patlamaya bagladigini görmüstük. Ama bununla da yetinmiyor ve bölgede El Lisan olarak bilinen burnun batisinin kapali oldugunu ve patlama sonucu açilarak alttaki derin vadiyi doldurdugunu söylüyor.. Eger oralarda bir fay hatti varsa, patlama bir zelzeleyi tetiklemis ve kapali kismin çökerek sularin asagi akmasina yol açmis olabilir.. Sitchin bu varsayimini Sümer tabletlerine bagliyor. The Wars of Gods and Men adli kitabinda yazdigina göre savas daha önce de oldugu gibi Sümer Tanrilari (ya da Nibirulular) özellikle Marduk ve Ninurta arasinda geçiyor. Marduk tekrar Babil’i ele geçirmek istemektedir. Hitit ülkesinde 24 yil süren sürgün yillarindan sonra bunu basarir. Yaninda oglu Nabu, karsisinda Ninurta ve Nergal/Erra vardir. Iki ordu Nipur yakinlarinda karsilasir. Savas sirasinda kentteki kutsal Ekur Tapmagi kirletilir ve yagma edilir. Bu tapmak Enlil’e adanmistir ve Enlil olayi duyunca, oglu Ninurta’ya kimin yaptigini sorar. Ninurta Marduk’la Nabu’yu suçlar; oysa esas suçlu Erra’dir… “Insafsiz Erra Kutsal yere girdi Kutsal yerde mevzilendi, Bakti Ekur’a. Açti agzini ve yanindaki gençlere ‘Ekur’un ganimetlerini alin Degerli her seyi götürün Temellerini tahrip edin Tapinak bölümünü yikin’ dedi.” Enlil yüzlerce yildir süren bu ihtilafi kökünden çözmeye karar verir ve yalnizca Babil ve Marduk’u degil, Borsippa ve Nabu’yu da cezalandirmayi planlar. Ancak Nabu batiya kaçar. Hiçbir metinde kesinlikle belirtilmemis ama Nabu’nun kendi taraftarlarinin bulundugu Kenan ülkesine siginir… Ve Erra bütün bölgeyi yok eder: “Fakat Marduk’un oglu (Nabu) sahil ülkelerine geldiginde, kötülük rüzgarinin temsilcisi (Erra) ovalari sicakla yakti.” Bu satirlarla Tevrat’taki Sodom ve Gomora öyküsü arasindaki baglantiyi görmek için hayal gücünü zorlamak gerekmiyor. Tevrat’ta Tanri günahlari nedeniyle Sodom’la Gomora’yi cezalandiriyordu. Babil kökenli Erra Destani’nda ise Erra Nabu’nun tarafini tuttuklari için o bölgedeki kentleri cezalandiriyor. Ninova’da Asurbanipal kütüphanesinde bulunan tabletlerden derlenen Erra Destani olayin ardinda daha ciddi nedenler oldugunu gösteriyor. Özetle: Her kriz döneminde oldugu gibi, yeryüzündeki Nibiru Tanrilari Savas Meclisi’nde toplanmislardi. Anu’yla devamli görüsüyorlardi. Erra Meclis’te Marduk’un Babü’den zor kullanarak çikarilmasini önerdi. Enki büyük oglunu (Marduk) savundu ve küçük ogluna (Nergal/Erra) niye Babil halki Marduk’u istedigi halde karsi çiktigini sordu. Tartisma uzadi, sonunda Enki kizdi ve Erra’yi huzurundan kovdu. Bunun üzerine Erra tek basina hareket ederek ölüm silahlarini kullanmaya karar verdi… “Topraklari yok edecegim. Toz yigini haline getirecegim. Sehirler darmadagin olacak. Daglar dümdüz olacak. Hayvanlar yok olacak. Denizler dalgalanacak, içinde yasayanlar ölecek. Halklar yok olacak, ruhlari buharlasacak. Hiç kimse kurtulmayacak.” Erra’nin sözlerinden kullanilacak ölüm silahinin nükleer bir silah oldugu anlasiliyor. CTxvi44/45 olarak bilinen bir baska metne göre, Afrika’da Erra’nin bölgesine komsu bölgede hüküm süren Gibil, olayi Marduk’a bildirir: “Bizzat Anu’nun yaptigi bu 7 silahin tüm kötü gücü sana yönelecek” der. Marduk bu silahlarin nerede saklandigini sorar. Gibil silahlarin daglarin altinda, yeraltindaki bosluklarda oldugunu, ancak tam yerini en bilge Tanrilarin bile bilmedigini söyler. Marduk korkar ve hemen babasi Enki’ye gider. Ancak silahlarin nerede oldugunu Enki de bilmemektedir. Savas Meclisi toplanir. Uzun tartismalar sonunda karar Anu’ya birakilir. Karar yalnizca belirli hedeflerin seçilmesi, oralarda bulunan Anunnaki’lere ve uzay istasyonlarini yöneten Igîgi’lere haber verilmesi ve insanlara zarar verilmemesidir. Ancak bu arada Erra atesleme prosedürünü baslatmistir. Anu’nun karari bildirilince, Marduk ile Nabu ve insan taraftarlari disinda kalanlara önceden haber verilmesini kabul eder. Ninurta son bir kez Erra’yi insafa getirmeye çalisir. “Iyileri de kötülerin yaninda, suçsuzlari da sana karsi suç islemis olanlarla birlikte mi yok edeceksin” der. Bu sözler Tevrat’taki öyküde Ibrahim’in Tanriya söyledikleriyle hemen hemen ayni… Sonunda Erra kabul eder; denizleri ve Mezopotamya’yi saldiri disinda birakacak ve hedef olarak Nabu’nun saklanma ihtimali olan kentleri seçecektir. Erra’nin esas hedefi uzay istasyonunun Marduk’un eline geçmesini önlemektir. Bu nedenle Sina’daki istasyon da hedef seçilir. Enlil ve Anu bu plani onaylar ve Erra daha fazla vakit kaybetmeden uygulamaya geçer: “Isum9 En Üstün Dag’a10 dogru hareket eder, Esi olmayan korkunç yedili silahlar pesindedir, Kahramanimiz En Üstün Dag’a ulasinca elini kaldirir, Ve dag yok olur, Sonra En Üstün Dag’in civarindaki Ovalari tahrip eder Ormanlarinda bir agaç gövdesi bile dik kalmaz…” Bu sirada Erra Ürdün ovalarina gider ve Sodom’la Gomora’yi yok eder… “Erra Krallarin Karayolu’nu izledi Kentleri bitirdi Issizliga terk etti onlari Kitlik getirdi daglara Hayvanlari yok etti.” Plana göre Mezopotamya bagislanacak, yani direk nükleer bombaya hedef olmayacakti ama evdeki hesap çarsiya uymadi! Ak deniz’den esen rüzgarlarin etkisiyle radyoaktif bulutlar Sümer ülkesine dogru kaydi. Bu da Sümer uygarliginin sonu oldu. Nipur, Uruk, Eridu gibi kentler birdenbire ne oldugunu anlayamadiklari bir felakete ugradilar. Radyoaktif ölüm tüm Güney Mezopotamya’yi kapladi: “Issizlasti kentler, Evler terk edildi, Ahirlar terk edildi, Agillar bos kaldi, Sümer sigirlari ahirlarda yok artik, Koyunlari kirlarda gezmiyor, Nehirlerinde aci sular akiyor, Arazisinde kuru, solgun bitkiler büyüyor.” Dikkat edilirse, binalarin, ahirlarin, agillarin kaldigi ancak insan ve hayvanlarin öldügü söyleniyor. Onun için de olaydan yok olma degil, issizlasma olarak söz ediliyor. Bu satirlar insana maddi tahribat yapmayan, ama bütün canlilari öldüren nötron bombasini hatirlatiyor. Sina’daki izler bir gök cismi çarpmasindan kaynaklanmis olabilir ama bu çarpma yüzlerce km uzaktaki Sümer kentlerine radyoaktif ölüm getirmezdi! Uzmanlarin yaptigi tahminler radyoaktif bulutun Sümer ülkesini yaklasik 24 saat içinde geçtigini ve ancak doguda Zagros Daglari’na geldigi sirada etkisini kaybettigini belirtiyor. Sümer’in basina gelen felaketten söz eden çok sayida agit tabletleri var. Bu metinlerden Tanrilarin da sok geçirdigini ve alelacele kaçtiklarini anliyoruz. Örnegin Inanna bir denizaltiyla Afrika’ya kaçiyor; kaçarken de mücevherlerini bile yanma alamadigindan yakiniyor… “Böylece bütün Tanrilar Uruk’u terk etti, Uzak durdular oradan, Daglara saklandilar, Uzak ovalara kaçtilar.” Kuzey’de kalan Babil etkilenmemisti. Ancak güneyde olup bitenleri endiseyle izleyen Marduk babasi Enki’ye ne yapacagini sordu. Enki kuzeye kaçmasini, bu mümkün olmazsa yeralti siginaklarina girmesini söyledi. Tanrilar da Anu’nun korkunç silahlari karsisinda duramamisti! Bu öyküde anlatilan bir uygarligin yok olusudur. Ancak tarihte baska benzer öyküler de var… Mormon Tarikati Hiristiyanlik semsiyesi altinda ayri bir özerk kilisedir. Halen ABD’nin Utah eyaletinde yogunlasmislardir. Dünya, Mormonlari genelde çok esliligi (polygamy) kabul eden bir toplum olarak tanir. Kurallari, felsefesi pek bilinmez. Kurucusu New York’da yasayan Joseph Smith adli bir gençtir. On dokuzuncu yüzyil baslarinda henüz 1415 yaslarindayken yasadigi Manchester kentindeki din çekismelerinden rahatsiz olmus ve evinin yakinindaki bir tepeye çikarak Tanriya dua etmistir. Amaci kafasindaki sorularin yanitlarini bulmaktir. Smith umdugunun çok daha fazlasini bulur. Kendi ifadesine göre: “Bir güç sardi çevremi. O kadar etkilendim ki, dilim tutuldu, konusamadim. Çevrem kapkaranlik oldu… Tepemden asagi bir isik sütunu indi… Üstümdeki baglarin çözüldügünü hissettim. Sonra iki çok görkemli kisi gördüm. Havada duruyorlardi. Bir tanesi, bana ismimle hitap etti ve yanmdakinin sevgili oglu oldugunu, onu iyi dinlememi söyledi…” Bu öykü daha sonra UFO’larla ilgili olarak çok duydugumuz yakin temas gibi görünüyor. Ziyaretler devam etti, Mormon Kilisesi kuruldu ve New York’ta bir tepenin üstünde baslayan olay bugün 6 milyona yakin üyesi olan, zengin bir tarikat haline geldi. Bizim amacimiz Mormonlari incelemek degil ama, Mormon Kitabi olarak bilinen kitaptaki bazi ilginç bölümlere kisaca bakabiliriz. Çünkü Book ofNephi adli bu bölümde tipki eski Sümer tabletleri ve Tevrat’ta anlatildigi gibi Kuzey Amerika’nin da bir nükleer felaket geçirdiginden söz ediliyor. Mormonlara göre bu kitap Incil’in karsitidir. Nitekim eski Amerika tarihi ile Incil’de nakledilen tarih arasinda baglantilar kurmaktadir. Smith kitabi meleklerin yol göstermesiyle topragi kazarak buldugu ####l plakalardan desifre ettigini söylüyor. Bu noktada bir an duralim. Joseph Smith bir meczup olabilir. Kurdugu tarikatin hezeyan ürünü oldugu kabul edilebilir. Ancak asagida görecegimiz gibi Kuzey Amerika’daki nükleer savas ve sonuçta bazi uygarliklarin yok oldugu hakkinda yazilanlar dikkat çekicidir. Simdi Book ofMormon ‘un bu konuda dediklerini özetliyelim: “34. Yilin ilk ayinin dördüncü gününde ülkede o güne kadar esi görülmedik büyük bir firtina çikti. Müthis bir kasirgaydi; dehset verici gök gürültüleri dünyayi parçalayacakmis gibi salladi… Esi görülmedik yildirimlar düstü. Zarahemia kenti tutustu. Moroni kenti denizin dibine batti, üstüne toprak yigildi ve bir dag olustu… Güneydeki ülkelerde büyük tahribat oldu. Kuzeyde ise daha büyük ve daha korkunç tahribat oldu. Ülkenin çehresi degisti… Yollar yarildi, düz arazi sarp hale geldi… Pek çok büyük kent yikildi, olusan hortumlar insanlari alip götürdü… Felaket üç saat sürdü. Sonra dünyayi kapkara bir bulut kapladi. Sag kalanlar isik yakamadi. Ne Günes, ne Ay, ne de yildizlar görüldü… Karanlik üç gün sürdü…” Özgün metin çok daha ayrintili, ancak bazi sorulara yol açiyor. Örnegin sözü edilen kentler neredeydi? Amerika’da görkemli harabeler var ama, Book of Mormon’un söyledigi kentlerle herhangi bir iliski kanitlanmis degil! Buna karsi söylenilen, Tanrinin o kentleri tümüyle yok ettigi ve Sodom ve Gomora gibi, izinin bile kalmadigidir. Metinden anlasilan MS 34 yilinda Kuzey Amerika’da büyük bir felaket oldugudur. Nükleer patlama açiklamalardan biri olabilir ama, bir gök tasi bombardimani ya da çok büyük bir deprem gibi ihtimaller de var. Joseph Smith’in Incil’den büyük ölçüde etkilendigi açikça görülüyor. O yillarda dünya henüz Sümerler’in varligini bile bilmiyordu. Kayip uygarliklar çok sonra gündeme gelecek, Donnelly Atlantis’den 50, Churchward Mu’dan 100 yil sonra söz edecekti. Nükleer teknolojinin gelismesine de daha 100 yildan fazla vardi. Özetle Smith bunlardan esinlenmis olamaz. Ayni sekilde Smith’in genis bir klasik kültüre sahip olmadigi ve bu nedenle Platon ya da Hint vedalarmi okumus olmasi pek mümkün görünmüyor. Bu durumda sözü edilen felaketi Sodom ve Gomore olayinin Amerika kitasina adapte edilmis sekli, belki de Kizilderili efsanelerindeki yok olma motifleriyle birlestirilmesi olarak düsünebiliriz. Incil gerçekten de çok sayida felaket motifleri içerir. Örnegin son bölümde Aziz John, Apokalips’i (Kiyamet Günü) söyle anlatiyor: “Yedinci mühür sökülünce Tanrinin önünde duran yedi melegi gördüm. Hepsine birer boru verildi. Sonra minberin önündeki baska bir melek altin buhurdanliga buhur (incense) doldurdu. Buharlar Tanrinin önündeki meleklerin dualariyla yükseldi. Melek buhurdanliga minberin üstündeki atesten koydu ve Dünya’nm üzerine firlatti. Gök gürültüleri duyuldu, simsekler çakti ve bir deprem oldu. Sonra birinci melek borusunu öttürdü. Dünyaya kanla karisik dolu ve ates yagdi. Dünyanin üçte biri, agaçlarin üçte biri ve yesil çimenlerin bütün yapraklari yandi. Sonra ikinci melek borusunu öttürdü. Yanmakta olan kocaman bir daga benzer bir sey denize düstü. Denizin üçte biri kana dönüstü; deniz yaratiklarinin üçte biri öldü; gemilerin üçte biri batti. Sonra üçüncü melek borusunu öttürdü. Bu kez mesale gibi yanan bir yildiz düstü ve Dünya’daki akarsularin ve su kaynaklarinin üçte birini acilastirdi. Bu aci suyu içen insanlar öldü. Sonra dördüncü melek borusunu öttürdü. Günes’in, Ay’in ve yildizlarin üçte biri aldiklari darbenin etkisiyle isiklarinin üçte birini kaybettiler. Gündüzün üçte birinde isik olmadi ve de gecenin üçte birinde… Sonra besinci melek borusunu öttürdü. Dünyaya düsen yildiza cehennemin anahtari verildi. Açilan kapidan firin kapagi açilmisçasina çikan yogun duman Günes’i ve havayi karartti. Dumanin içinden çekirgeler çikti; hepsine akrep gücü verilmisti. Çimenlere, agaçlara ve diger bitkilere zarar vermemeleri, yalnizca alninda Tanrinin isareti olmayan insanlara hücum etmeleri söylendi. Bu hücum öldürücü degildi ancak maruz kalana bes ay süreyle inanilmaz aci verecekti. Öyle ki, bes ay ölümü arayacak ama bulamayacaklardi. Ancak yolda iki felaket daha vardi… Sonra altinci melek borusunu öttürdü. Tanrinin oturdugu altin tahtin dört kösesinden gelen ses melege büyük Firat Nehri’nin yaninda bagli bekleyen dört melegi serbest birakmasini söyledi. Melekler bu günü bekliyorlardi. Görevleri insanlarin üçte birini öldürmekti. Bunu 200 milyon süvariyle gerçeklestirdiler. Atlarin agzindan çikan ates, duman ve kükürt veba salgini saldi Dünya’ya… Artik Tanrinin planinin son asamasina gelinmisti… Ve yedinci melek borusunu öttürdü. Gökyüzünden gelen sesler artik Dünya’yi yönetme gücü yalnizca Tanriya ve onun Mesih’ine aittir diyordu.” Bu bölümde gökyüzünde Günes’i elbise olarak kullanan bir kadin dan söz ediliyor. Kadin hamile ve çocugunu dogurmak üzeredir. Derken bir ejderha çikar; Mikail ve melekleri ejderhayla savasir. Bu ejderha Seytan’dir; savasi kaybeder ve yeryüzüne atilir. Bu kez çocugunu dogurmus olan kadinin pesine düser, amaci çocugu öldürmektir ama bunu basaramaz. Öykünün bu bölümü hemen bütün dinlerde gördügümüz karanlikla aydinlik ya da kötüyle iyinin kavgasidir. Aziz John ya da her kim yazdiysa bu bölümü kiyamet günü senaryosuna monte etmis gibi görünüyor. Ancak Tanrinin gazabi henüz sona ermemistir. Yedi melek bu kez sirayla ellerindeki çanaklarin içinde bulunan belalari Dünya’nin üstüne döker. Yukarida anlatilanlara benzer felaketler sarar Dünya’yi… Daha fazla ayrintiya girmeden bir hususu vurgulamak gerekiyor: Aldigi dini ögretilerin etkisinde kalmis, degisik yorumlarla kafasi karismis, elindeki tek kaynak Incil olan ve onu Tanrinin sözü olarak kabul eden kisilerin bu gibi yok olus senaryolarina baglanmasi ve bu senaryolari çesitli zaman kesitlerine uygulamasina pek de sasirmamaliyiz. Bence bütün din kitaplarinda, bütün efsanelerde, bütün folklorda, özetle insanligin bütün kültür birikiminde bu gibi öykülerin yer almasi Dünya’mizin geçmiste gerçekten bazi büyük felaketler geçirmis oldugunu kanitliyor. Bu felaketlerin bir kismi gök cismi çarpmasi gibi dogal nedenlerden kaynaklanmis. Bunu çagdas bilim de inkar etmiyor. Peki ama insan kaynakli felaketler de olmus olabilir mi? Eski çaglardan kalan mesajlarda denizaltilardan uçaklara, gen mühendisliginden uzay teknolojisine, ultrasonik araçlardan atomik sistemlere kadar günümüzün en ileri konularini içeren referanslar var. Eski insanlar matematik, astronomi ve diger temel bilimlerde sanilandan çok ileri düzeylere ulasmislar. Ve bu uygarliklar neredeyse hiçbir iz birakmadan yok olmuslar. Bir hayali senaryo üretelim: Çok eskiden, dünyanin bir kösesinde çok ileri teknolojilere sahip, ileri bir uygarlik var. Bu uygarlik dünyanin geri kalmis diger bölgelerini kontrolü altina almis, bir sömürge düzeni kurmus, hammadde kaynaklarini oralardan sagliyor. Oralardaki ilkel insanlar bu uygarligi “Efendimiz” olarak görüyor. Ters giden bir sey olursa uçaklarini gönderiyor, bombalarini atiyor.” Askerleri en ufak bir isyani bile siddetle cezalandiriyor. Bu uygarlik uzak noktalarda bazi üsler kurmus. Gerek merkezde, gerekse bu üslerde nükleer ve biyolojik silahlar depolanmis. Genetik laboratuarlar haril haril çalisiyor ve yeni ölümcül virüsler üretiyor. Atom santrallerinde daha güçlü nükleer silahlar yapiliyor. Bunlar dünyadaki silah stokuna ekleniyor. Yönetim aristokrat denebilecek bir sinifin elinde; bu kisiler otoritelerini kesinlikle paylasmiyor, aralarina diger siniflardan kimseyi sokmuyorlar. Ancak bazi üslerde zamanla bu durumdan memnun olmayan ve basa kendi geçmek isteyen kisiler çikiyor. Sonuçta bir ayaklanma oluyor ve hareketin lideri elindeki nükleer silahlari merkeze karsi kullaniyor. Merkez tahrip oluyor; oradaki nükleer silahlar da tetiklenip patliyor; yikilan genetik laboratuarlardaki virüsler havaya dagiliyor. Sonuç: Merkezde tas üstünde tas kalmiyor. Ilk soku atlatanlar bir yandan radyoaktivite, öte yandan ölümcül virüslerin dagilmasiyla ölüyor. Bu arada patlamalarin siddetiyle fay hatlari hareketleniyor, büyük depremler oluyor, ardindan volkanik faaliyet basliyor, dev tsunami dalgalari sahil kentlerini vuruyor. Ayakta kalan binalar ve hala sag kalmis insanlar da yok oluyor. Bölgede yasam olanagi kalmiyor ve bu durum yüzlerce yil devam ediyor. Bu senaryonun bir alternatifi de orta büyüklükte örnegin Chixculub’a vuran gök cismi gibi bir cismin hayali uygarligimizin merkezine çarpmis olmasi… Birincide insan yapisi, ikincide dogal kaynakli bir felaket söz konusu! Senaryomuz tamamen spekülatiftir ve dogru olup olmadigi hakkinda kesin bir sey söylemek imkansizdir. Tarihin tekerrürden ibaret oldugu sözünü bilimsel bir ilke gibi kabul eden ve “bugün olabiliyorsa, önceden de olmus olabilir” mantigina dayanan kisiler bu gibi senaryolari üretmeye devam ediyor! Tabii bu yok olus senaryolarinin gelecege dönük sekilleri de var. Her çagda ortaya çikan felaket tellallari kiyametin yaklastigim haber vermis, kimileri çok kesin tarihler de koymustur. Bu konuda en çok bilinenlerin basinda Nostradamus gelir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Kim oldugunu belirtmeye gerek yok sanirim Michel de Notredame 1503 yilinda Fransa’da St. Remy de Provence kasabasinda dogdu. Tahsilini Avignön’da yapti, sonra Montpellier Tip Okulu’nu bitirdi. Fotografik bir hafizasi vardi, bir kez okudugunu en küçük detayina kadar hatirlayabiliyordu.Evlendi, iki çocugu oldu. Ancak önce çocuklari, sonra da karisi öldü. Daha sonraki yillarda Italya ve Fransa’da dolasti. Durugörü(clairvoyance) yetenegi bu yillarda çikti. O yillarda Avrupa’yi kasip kavuran veba salginiyla mücadele etti. Bir yandan da Misir ve Kaide büyü sistemlerini inceliyordu. 1547 yilinda Salon kentine yerlesti. Tip ve astroloji mesleklerini icra ederken kehanetlerini de yazmaya basladi. 1566 yilinda öldü. Yakin dostu de Chevigny’nin dediklerine göre kendi ölümünü bir gün öncesinde haber vermisti. Kehanetler kitabinin önsözünde ikinci evliliginden dogan oglu Sezar’a sunlari söylüyor: “Dünya çapindaki tutusma pek çok felaketler ve ihtilaller getirecek. Neredeyse tüm topraklar su altinda kalacak. Bu sadece tarih ve cografya kalana kadar sürecek… Çesitli ülkelerde çikan ihtilallerin öncesinde ve sonrasinda yagmurlar çok azalacak. Çok yanginlar olacak, gökten ates saçan mermiler düsecek ve bu son tutusmadan önce olacak…” Nostradamus “son tutusma”nin 1999 yilinda olacagini söylemisti. Bu tarih dogru çikmadi. Ancak Nostradamus’un Fransa Ihtilali’nden Ikinci Dünya Savasi’na kadar pek çok kehaneti dogru çikmistir. 4500 yil öncesinden hassas tarih vermek ne ölçüde hatasiz olabilir? Öte yanda, Nostradamus son derece muglak ifadeler kullanmis, kendine göre sifreli isimler vermis, dörtlüklerinde kronolojik bir sira kullanmamistir. Dörtlüklerinde sistematik bir kodlama var midir? Bazi arastirmacilar, örnegin Hewitt ve Loire bunu destekliyor; Nost radamus: 1992′den 2001′e Kehanetler adli kitaplarinda harfleri yenileme ve eritme adini verdikleri bir metotla Nostradamus’un bazi kehanetlerini çok kesin sekilde yorumluyorlar, tabii kendilerine göre! Ben Nostradamus’un bulabildigim dörtlükleri arasinda “Dünyanin sonu” konusunu ele alan bir tane buldum. O da söyle diyor: “Çok sayida insanlar (askerler) toplandiktan sonra, Daha da büyügü hazirlaniyor, Tanri çaglari yenileyecek, Ihtilal ve kan dökülmesi kitliga, savasa ve türlü belalara yol açacak. Gökyüzünde ates görünecek, içinden roketler geçecek.” Bu dörtlügü kitalar arasi güdümlü füzelerin kullanildigi Üçüncü Dünya Savasi olarak yorumlamak mümkün, ancak nükleer baslik olup olmadigi anlasilmiyor. Baska bir taninmis çagdas kahin Edgar Cayce’dir. Cayce esas felaketin Amerika kitasinda olacagini, Los Angeles, San Francisco gibi kentlerin yok olacagini, dogu sahillerinin büyük degisimlere ugrayacagini söylemektedir. Cayce’e göre direkt bir nükleer tehlike yoktur ama uzaklarda yapilacak bir ya da birkaç denemenin çok büyük depremleri tetikleme olasiliginin bulundugunu hatta Dünya’nin eksenini degistirecegini söylüyor. Ancak Cayce felaket sonrasinda dünya haritasinin çok büyük ölçüde degisecegini ve pek çok yerin su altinda kalacagini söylüyor. Yani kutuplardaki buzlar eriyecek, bir çesit tufan olacak. Ergun Candan Kiyamet Alametleri adli kitabinda Cayce’in hayal ettigi haritayi vermis . On ikinci yüzyilda St. Hildegard hem kiyameti, hem de kiyametten sonra gelecek tufani haber vermisti. Özetle: “Zorlu ve kanli savaslar, birbiriyle yarisircasina patlak verecek. Sayisiz insan ölecek. Kentler harabeye dönecek… Toplum bu felaketler sonucunda tamamen arindiktan sonra bir süre dogruluk egemen olacak… (Ancak) Dünya halen yedinci çagi yasiyor ve bu çagin sonunu Son Gün izleyecek…” Jean de Vatiguerro” 1524 yilinda Liber Mirabilis adli bir kitap yayimladi. Kitapta söyle diyordu: “Dünyanin pek çok yerinde korkunç depremler olacak, üstünde yasayanlar topragin derinliklerine gömülecektir. Kentler, kaleler, satolar yer sarsintilariyla yikilacak, deniz kükreyecek ve tüm dünyaya bas kaldiracaktir. Hava insanlarin insafsizligiyla bozulacak ve zehirlenecektir.” Son cümle ilginç, çünkü günümüzdeki hava kirlenmesiyle direkt baglantili. Bir diger ilginç kahin St. Malachy’dir. O da on ikinci yüzyilda yasamistir. Kehanetlerini papalik kurumu üzerine yogunlastirmis ve kendinden sonraki dönemlerde gelecek papalarla ilgili çok isabetli tahminlerde bulunmustur. Örnegin bir önceki Papa’nin (Jean Paul I) seçildikten bir ay sonra ölecegini bilmistir. St. Malachy 111 papa saymaktadir. 2005 yilinda ölen Papa Jean Paul II zamaninda Günes’ten kaynaklanan bazi atmosferik degisiklikler ve depremler olabilecegini söylemis, bu pek ciddiye alinmamis ama 11 Agustos 1999′daki Günes tutulmasindan sonra dünyada sik sik deprem oldugu da görülmüstür. St. Malachy’nin en önemli kehaneti papalik kurumunun 111. Papa’dan sonra ortadan kalkacagidir. Bu kisinin kim olacagini henüz bilmiyoruz, ancak bazi arastirmacilar bunu “Ya dünyanin sonu gelecek, ya da Hiristiyanlik çok büyük bir degisim geçirecek!” seklinde yorumlamaktadirlar. Diger ilginç husus St. Malachy’riin projeksiyonundaki tarihlerle Nostradamus’un ayni zaman dilimine denk gelmesidir. Bu dilim yirmi birinci yüzyilin ilk çeyregidir… Ve bu Mayalarca yasadigimiz çagin sonu olarak kabul edilen 22 Aralik 2012 tarihine de denk gelmektedir. Nostradamus’un St. Malachy’den esinlendigini kabul edebilir ve tarih benzerligini bu yoldan açiklayabiliriz ama St. Malachy’nin Maya takviminden esinlenmis olabilecegi pek inandirici olmaz. Bu noktada tekrar Mayalara dönelim… Maalesef Ispanyol isgalcilerin ve onlari izleyen misyoner rahiplerin hirsi sonucunda elimizde Mayalara ait fazla bilgi kalmamis. Kalanlardan bir tanesi KisMayalar’in kutsal kitabi olan Popol Vuh…26 Ve bu kitapta su satirlar var: “Yine bir asagilanma, yikim ve tahrip geliyor… Gökyüzünden reçine yagmuru geldi. Adina ‘Yüzlerin Oyucusu’ denen (yaratik) geldi; o gözleri oydu. Sonra ‘Birden Kanatan’ geldi; o da kafalari kopardi.” Mayalarca korkutucu isimler takilan yaratiklar hem Sümer efsanelerindeki Ninurta ve Erra’yi, hem de St. John’un Apokalips’indeki yok edici melekleri hatirlatiyor. Bire bir baglanti olmasa bile motif ayni! Mayalarin bundan önce dört çag geçtigine ve simdi yasadigimiz çagin MÖ 13 Agustos 3114 yilinda basladigina inandiklarini görmüstük. Her bir çagin 5126 yil sürdügünü kabul etmis ve buna göre yaptiklari projeksiyonda simdiki çagin 22 Aralik 2012 günü büyük felaketlerle sona erecegini söylemislerdi. Popol Vutida baslangiçta yerle gögün ayrilmasinin gerçeklestigi yaziyor. Bu Eski Misir’da Su’nun Geb ile Nut’u, yani yeryüzü ile gökyüzünü ayirmasini hatirlatiyor. Sonra yaradilis asamasi geliyor ama bu belirli bir sirada oluyor:Madenler, bitkiler, hayvanlar ve nihayet insan… Bu motifi de Rozikrusyenlerin Misir baglantili evrim üçgeninde görüyoruz . Bir diger benzerligi “piktograf yazi örneklerinde görüyoruz. MS 1500′lerdeki bir Aztek örnegi ile Misir krallarindan Narmer’in tas tabletindeki örnek sasirtici ölçüde benzer. Bati yarimküresinde yazi gelismemisti. Genelde resimli anlatim yöntemi kullanilirdi. Ayni yöntemi Sümer ve Misir’daki ilk yazi örneklerinde görüyoruz. Ne var ki, Sümerlerde çivi yazisina, oradan da alfabeye, Misirlilarda ise hiyeroglife dönüs evrimini görüyoruz. Bu evrim Amerika’da olmamis ama baslangiçta ayni biçimde bir çikis noktasi var gibi görünüyor. Burada karsimiza bazi sorular çikiyor: - Amerika kitasi ile Ortadogu’da gelisen uygarliklar arasinda bir temas var miydi? - Her ikisinin de ortak bir atasi mi vardi? Nitekim dünyanin her iki yaninda gelisen efsanelerde de ciddi benzerlikler var. Simdi son 20.000 yillik süre içinde bulabildigimiz tarih benzerliklerine bakalim. Kayitlarinin neredeyse tamami yok edilen bir uygarliktan kalan tek tük esere bakarak bir kronoloji çikarmak zordur. Bu konuda baslica referans noktasi Azteklerden kalan “takvim tasi”dir. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. AZTEK TAKViM TASI Gerek bu tas ve gerekse Nahuatl metinleri gibi diger bazi kalintilardan genel hatlariyla söyle bir kronoloji çikiyor: Birinci Günes 4008 yil (Tufanla bitti) Ikinci Günes 4010 yil (Rüzgarla bitti) Üçüncü Günes 4081 yil (Depremlerle bitti) Dördüncü Günes Halen devam ediyor. Bu çaglarin süreleri Codex VaticanoLatino 3738 sayili dokümandan alinmistir. Buna göre MÖ 16.000′lere kadar geri gidiyoruz. Ancak burada bir sorun çikiyor. Bazi arastirmacilara göre dört degil, bes çag var ve biz halen besinci çagin içindeyiz. Elimizdeki bilgiler bunu kesinlestirecek düzeyde degil! Bizzat Maya ve Aztek tabletlerinde bazi terslikler var, özellikle Dördüncü Çag’da… MÖ 11.000′lerde oldugu bilimsel çevrelerce de kabul edilen tufani bir ankraj noktasi olarak kullanir ve Birinci Çag’in sularla sona erdigini yazan Popol Vuh’u dogru kabul edersek, verilen sürelere göre Dördüncü Çag’da olmamiz gerekir. Ancak söz konusu süreler bizi söyle bir kronolojiye götürüyor: 1. Çag MÖ 15.608 11.600 2. Çag MÖ 11.6007.590 3. Çag MÖ 7.590 3.509 4. Çag MÖ 3.509 Ne var ki Mayalar simdiki çagin baslangici için MÖ 12 Agustos 3114 gibi çok kesin bir tarih veriyorlar. Arada 395 yillik bir fark var. Mayalar’in takvim konusunda ne kadar hassas olduklarini hatirlarsak böyle bir yanlislik yapmis olmalari söz konusu olamaz. Bu durumda yaklasik 4000 yillik üç çagdan sonra her nedense yalnizca 395 yil süren kisa bir dördüncü çag oldugunu kabul edebiliriz. Bu ihtimali güçlendiren baska bir kaynak var; Maneto’nun kronolojisinde Eski Misir’da Menes’in ilk hanedani baslatmasindan önçeki 350 yillik “kargasa dönemi”… Benzer bir dönem Amerika’da da yasanmis olabilir. Simdi bu tarihlere biraz daha ayrintili bakalim. Birinci Çag’in baslangici MÖ 15.608; öte yandan son Buz Çagi’nin bitisi ve erimenin baslamasi MÖ 17.000′lerde kabul ediliyor. Ancak Hapgood’un “normal disi etken” düsüncesini ve bu etken için verdigi yaklasik MÖ 16.500 yili tarihini hatirlarsak. Mayalarin baslangici ile buzullarin çözülmesi arasinda bir baglanti çikar. Öte yandan Mayalar çaglarin Venüs’ün gökyüzünde görünmesiyle basladigini söylüyorlar. Venüs’ün Günes sistemine bir gezegen olarak sonradan geldigini Velikovsky de söylemisti . Ayni sekilde ilk çagi sona erdiren tufan da dogru zaman dilimine (MÖ 11.600) oturmaktadir. Dördüncü Çag’in ya da Kargasa Dönemi’nin baslangici Sümer uy garliginin baslamasina, simdiki, yani Besinci Çag’in baslangici ise ayni kargasa döneminden sonra Misir’daki ilk hanedana denk gelmektedir. Bunlar dünyada tufan öncesi ileri bir uygarligin oldugu ve çesitli felaketlerle sona erdikten sonra kalan tek tük bilge kisilerin yeni bir uygarligi tekrar baslattigi tezini destekler gibi görünüyor. Bunun baska bir isaretini Peru’da Titikaka Gölü kenarinda bulunan çok eski yazilarin Paskalya Adasi’nda ve Hititler’deki yazi stiline çok benzemesinde görüyoruz . Dogu ile Bati arasinda uzak geçmiste bazi baglantilar oldugunun bir baska kaniti daha var: Incil’de, Joshua 10 bölümünde Israilliler Amurriler’Ie savasirken Günes’in durdugu ve gündüzün yaklasik bir gün devam ettigi yazili. Öte yandan dünyanin öbür tarafinda And Daglan yerlileri arasinda gecenin uzadigi ve Günes’in yaklasik 20 saat geç dogduguna dair de bir efsane var! Burada önemli olan olayin gerçek olup olmadigi degil, dünyanin iki yaninda birbirini tamamlayan, paralel efsanelerin gelismesi… Peki bu tarih ve sürelerin simgesel degerleri var mi? Mayalar karmasik takvim sistemleri içinde bazi anahtar sayilari kullanmislar. Bu sayilarin en ilginç olani 1.366.560 gün… Bu sayi pek çok dogal siklusu birlestiriyor. Söyle ki: 1.366.560 = 5256 tzolkin yili (5256×260) 3744 Günes yili (3744×365) 2340 Venüs siklusu (2340×584) 1752 Mars periyodu (1752×780) 72 “Aztek” Yüzyili (72×18980) Aritmetik islemlerle böyle bir ortak sayi bulmak zor degil ama Maurice Cotterell 1.366.560 rakaminin çok farkli bir anlam tasidigini öne sürmüs. Adrian Gilbert’le birlikte yazdiklari The Mayan Prophecies adli kitapta felaket teorilerini açiklamaya çalisan yepyeni bir tez getiriyorlar. Cotterell astrolojinin bilimsel yönleriyle ilgilenen bir bilgisayar mühendisiydi. Belli burçlarda dogan kisilerin belli mesleklere sahip olmasi ilgisini çekmisti. Isik yillariyla ölçülen uzakliklarda olan takim yildizlarinin dünyada dogan bebekleri etkilemesi mümkün müydü? Yoksa etkin olan baska bir faktör mü vardi? Burçlarin degismesi aslinda Günes’in önünde dogdugu takim yildizin degismesiydi. Günes daha yakindi, yaydigi isinlar Dünya’ya enerji yüklüyordu. Astrologlar genelde etkinin arka fondaki burçtan kaynaklandigini kabul ediyorlardi ama Cotterell Günes’in manyetik alaninin dogan bebekleri etkileyebilecegini düsündü ve bu alani, özellikle Günes lekelerini incelemeye basladi. Bilimsel çevreler Günes lekelerinin yaklasik 11.1 yillik bir siklus içinde tekrarladigini kabul ediyorlardi. Cotterell arastirmalari sonucu bu siklusun 11.5 yil civarinda oldugunu buldu. Günes lekelerinin nedeni kitlenin plazma (süper sicak gaz) yapisi nedeniyle kendi çevresinde dönerken “ekvator” bölümünün daha hizli, “kutuplar”in ise daha yavas dönmesidir.35 Çünkü manyetik alan çizgileri bükülür, burulur ve bukle yapar. Bazen bu bukleler yüzeyin disina tasar ve Günes lekelerini olusturur .Cotterell 11.5 yildan baska yaklasik 187 yil süren bir üst siklus bul du. Günes lekeleri 187 yilda bir baslangiç noktasina geri dönüyordu.Öte yanda Günes’in manyetik alani 18.139 yilda bir yön degistirip tersine dönüyordu!Bu süre içinde bes ara dönem vardi; ikisi 20×187 ve üçü 19×187 yil sürüyordu. Bu noktada Cotterell uzun ara dönemin, yani 20×187 yilin, 1.366.040 gün oldugunu gördü. Bu sayi Mayalar’in 1.366.560 günlük anahtar sayisina çok yakindi. Acaba Mayalar su veya bu sekilde Günes’teki lekelerin tekerrürünü bulmuslar miydi? Bu asamada Cotterell tekrar biyolojiye döndü ve Günes lekelerindeki yogunlasma ve manyetik alanin yön degistirmesinin dünyadaki canlilar üzerindeki etkilerine bakti. Gerçekten de bu dönemlerde üreme hizi çok düsüyordu. Cotterell bu kez dünyadaki felaketlerle Günes lekeleri arasinda baglanti olup olmadigini inceledi ve bazi iliskiler gördü. Mayalar’in büyük çag için yaklasik 18.500 yil hesapladiklarini görmüstük. Bu sayi Günes’in manyetik alaninin yön degistirme periyodu olan 18.139 yila çok yakin ve daha da önemlisi, Mayalar’in çagimizin sonu olarak öngördükleri 2012 yili Günes’teki manyetik alanin yön degistirmesine denk geliyor. Öngördükleri felaket ya da degisim acaba bu nedenle mi? Farkli yerlerde, farkli tarihlerde, farkli kisilerin benzer kehanetlerde bulunmasi bizi ister istemez gizli bir bilgi geleneginin oldugu düsüncesine götürüyor. Kaynagi Hintlilerin Akasik kayitlari da olsa, tufan öncesindeki eski uygarliklarin birikimi de olsa, Hermes Trismegistus’un sütunlarindan da okunmus olsa, uzaydan gelen ziyaretçilerce aktarilmis da olsa, birileri bu bilgilere ulasmisa benzer. Nostradamus 1. Yüzlügün 1. Dörtlüsünde söyle diyor: “Gece vakti, tenha bir yerde, yalniz basina çalisirken, Bronz bir iskemle üstünde, yalnizligin içinden çikan küçük alev Bazi seyleri (kehanetleri) akla getiriyor, Bunlari bos kabul etmemek lazim.” Kim bilir, belki de Nostradamus hakli… Kaynak : Kayip Tarih (Yalçin ilter)
__________________ Rakı geçmişe, bira şimdiye, şarap geleceğe içilir.. | |
|
Etiketler |
marduk, olus, senaryoları, ve, yok |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Kitlesel Yok Olus Olayi Nedir? | Ayışığı | Merak Ettikleriniz | 0 | 03 Haziran 2024 21:17 |
Marduk | Elif | Felsefe | 0 | 25 Kasım 2015 20:31 |
DMS Senaryoları | Julw | Ağ, Network ve Networking | 0 | 27 Nisan 2008 20:23 |