IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet odaları

Etiketlenen Kullanıcılar

6Beğeni(ler)

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 30 Mayıs 2012, 21:47   #11
Çevrimdışı
Sue
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...




Ayn Rand


Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı Alissa Zinovievna Rosenbaum), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Vazgeçti (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan kadın düşünür-yazar.

Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand, bir anarşist değil ama bir minarşist'tir. (bu tanımı kendi kullanmamıştır.)

Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

O'na göre,

İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,
Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,
Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.

Ayn Rand Rusya'da Saint Petersburg'da doğdu. Yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. Ailesi agnostik ve dine karşı ilgisizdi. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. Yedi yaşındayken hikayeler ve oyunlar yazmaya başladı. Annesi ona Fransızca öğretme görevini üstlendi ve çocuklar için hikayelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. Bu dergilerde Rand ilk çocukluk kahramanını buldu: Rudyard Kipling tarzı bir hikaye olan Gizemli Vadi'de yerli bir subay, Cyrus Paltons.

Gençlik yılları boyunca Sir Walter Scott, Alexandre Dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında Victor Hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. Sonraki yıllarda Rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır.

Petrograt Üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. Üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler Edmond Rostand, Friedrich Schiller ve Fyodor Dostoevsky oldu. Rostand'a zengin, romantik hayal gücü, Schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. Dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı.

Kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. Nietzsche ile de tanıştı, Zerdüşt Böyle Diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu.

Rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellike Mantık adlı eseriyle Aristotales'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi.

Sonradan 1924'te devlet sinema sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine Amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. Şubat 1926'da 21 yaşında ABD'ye geldi ve akrabalarıyla Chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. Senarist olma hayali ile Hollywood yollarına düştü.

Sonradan ismini Ayn Rand olarak değiştirdi. İsmini Remington Rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o Ayn Rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. Ayn adını Finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. Bu Finlandiya-Estonyalı bir yazar olan Aino Kallas olabilir, ama Fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor.

Başlangıçta Hollywood'da bocaladı ve basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tuhaf işlere girdi. Ek olarak Cecil B. DeMille'in King of Kings'inde çalışırken gözüne çarpan hırslı, genç bir aktörle tanıştı, Frank O'Connor. İkisi 1929 yılında evlendiler. 1931 yılında Rand Amerikan vatandaşlığına kabul edildi.

Edebi ilk başarısını 1932 yılında Red Pawn adlı senaryosunu Universal stüdyolarına satarak yakaladı. Ardından 1934'te 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th) adlı eserini yayımladı ve bu eser büyük ölçüde başarılı oldu. Sonra 1936'da Yaşamak İstiyorum (We the Living), 1938'de de Ben (Anthem) adlı romanlarını yazdı.

Yaşamak İstiyorum Amerikalı eleştirmenlerden orta, İngiltere'de ise iyi bir tepki aldı, ama Anthem tuhaf yayımlanma hikayesi yüzünden sadece İngilterede ama önemli bir beğeni kazandı. Rand Amerikayı o yıllarda etkisine alan kızıl dönem'e (the red decade) son derece karşıydı ve aslında Anthem Amerikada yayıncı bile bulamadı, ilk baskısı İngiltere'de yapılmıştır. Bunun yanında, Rand hala edebi üslunu tam olarak geliştirememişti ve romanları hala gelişmesini tamamlamamıştı.


1999 ABD posta pulu, Rand'ın anısına.Roma'daki Scalara film şirketi tarafından 1942'de Ayn Rand'ın haberi olmadan Yaşamak İstiyorum kitabı üzerine 2 film yapıldı: Noi vivi ve Addio, Kira. Benito Mussolini yönetimindeki İtalyan hükümeti ikisini de sansürledi fakat anti-sovyet içeriği yüzünden yayınlanmasına izin verdi. Filmler başarı kazandı ve halk çabucak filmlerin komünizm'e olduğu kadar faşizm'e de karşı olduğunu anladı, kısa süre sonra da hükümet yasaklamaya karar verdi. Sonradan filmler elden geçirildi ve Rand'ın onayı ile We the Living adı ile 1986 yılında yayınlandı.

Rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) romanı oldu. Roman 12 yayıncı firma tarafından "fazla entellektüel ve Amerikan düşünce tarzına karşı" olması gerekçesiyle geri çevrildi, "bu kitabı okuyacak bir kitle yok" 'tu. Sonunda kitap Archibald Ogden'in kitabı beğenmesi ve editörlük kurulunda kabul ettirmesi sayesinde Bobbs-Merrill Company yayınevi tarafından basıldı. İlk zorluklara rağmen Hayatın Kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak Ayn Rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi.

Hayatın Kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. Beş ana karakteri konu alır. Başkahraman Howard Roark, Rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. Roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar.

Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (Kitabın adının Türkçe karşılığı "Atlas Silkindi"'dir. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Türkçe çevirisinde "Atlas Vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır. Kitapta yer alan şu sözleri düşüncesini özetler:

"Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğunu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."
Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da aaaa, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.

Nathaniel Branden, karısı Barbara, Alan Greenspan ve Leonard Peikoff gibi başkaları ile birlikte Ayn Rand, Felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır.

Ölümünden sonra yayınlanan eserleri

1984 The Early Ayn Rand (edited and with commentary by Leonard Peikoff)
1989 The Voice of Reason: Essays in Objectivist Thought (edited by Leonard Peikoff; additional essays by Leonard Peikoff and Peter Schwartz)
1990 Introduction to Objectivist Epistemology second edition (edited by Harry Binswanger; additional material by Leonard Peikoff)
1995 Letters of Ayn Rand (edited by Michael S. Berliner)
1997 Journals of Ayn Rand (edited by David Harriman)
1998 Ayn Rand's Marginalia : Her Critical Comments on the Writings of over Twenty Authors (edited by Robert Mayhew)
1998 The Ayn Rand Column: Written for the Los Angeles Times (edited by Peter Schwartz)
1999 Russian Writings on Hollywood (edited by Michael S. Berliner)
1999 Return of the Primitive: The Anti-Industrial Revolution (expanded edition of The New Left; edited and with additional essays by Peter Schwartz)
2000 The Art of Fiction (edited by Tore Boeckmann)
2001 The Art of Nonfiction (edited by Robert Mayhew)
2001 The Objectivism Research CD-ROM (collection of most of Rand's works in CD-ROM format)
2005 Ayn Rand Answers
2005 Three Plays

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Alt 30 Mayıs 2012, 21:48   #12
Çevrimdışı
Sue
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...




Isaac Asimov


Isaac Asimov, (2 Ocak 1920 - 6 Nisan 1992) Rus asıllı Amerikalı yazar ve biyokimyacı.

Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilim kurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanısıra Fantazi dalında da yazmıştır. Dewey Ondalık Sınıflandırma sistemindeki Felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilim kurgu dalının ustasıdır, Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde "Üç Büyük" bilim kurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.
Kesin doğum tarihi bilinmeyen Asimov'un doğum tarihi resmi kayıtlarda 2 Ocak 1920'dir. Rusya'da Smolensk yakınlarındaki bir kasabada Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Asimov, ailesi ile birlikte üç yaşında iken ABD'ye göç etti. New York kentinde büyüdü. 20 yaşından önce bilim-kurgu öyküleri yazmaya başladı.

Columbia Üniversitesi'nden 1939'da mezun oldu ve kimya dalında doktorasını aynı üniversiteden aldı. Daha sonra Boston Üniversitesi'ne geçti. Burada 1979'da profesör oldu.

26 Temmuz 1942'de Gertrude Blugerman ile evlendi. Bu evliliğinden iki çocuğu oldu. 1973'te ilk eşinden boşanan Asimov, aynı yıl Janet Jeppson ile evlendi.

1983'te olduğu by-pass ameliyatındaki kan naklinde kendisine verilen enfekte kan nedeniyle AIDS'e yakalandı ve 6 Nisan 1992'de bu hastalık yüzünden öldü. AIDS'ten öldüğü gerçeği ölümünden on yıl sonra kamuoyuna açıklandı.
Yazarlık kariyerine bilim-kurgu ile başlayan Asimov, popüler bilim kitapları ve şiir kitapları da yayımladı.

1941'de yayımlanan Nightfall adlı kısa bilim-kurgu öyküsü, en ünlü bilim-kurgu öykülerden biri oldu. Bu öykü 1968'de Amerikan Bilim-Kurgu Yazarları adlı kuruluş tarafından o zamana dek yazılmış en iyi kısa bilim-kurgu öyküsü seçildi.

Asimov, Vakıf (İng: Foundation) ve Robot dizi kitapları ile de büyük ün kazandı.

Popüler bilim kitapları da yazan Asimov, bilimi sokaktaki insana yaklaştırmaya çalıştı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 30 Mayıs 2012, 21:48   #13
Çevrimdışı
Sue
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...




Arthur Miller


Arthur Asher Miller (17 Ekim, 1915 – 10 Şubat, 2005)

Miller yüzyılımızın en önemli Amerikalı dram yazarlarından biri kabul edilmektedir. Miller'in kahramanları, haşin bir toplum içerisinde, kendi vicdanlarıyla yaşayabilmek için bireysel suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. İlk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de, çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilirler.

Miller New York'un Harlem mahallesinde dünyaya geldi. Avusturya-Macaristan'dan ABD'ye gelmiş Yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken dünya ekonomik buhranından sonra 1929'da iflas etti. Ekonomik durumun güvensizliği spora meraklı genci derinden etkiledi. 1934-38 yılları arasında Ann Arbor/Michigan'da edebiyat ve İngiliz dili yüksek eğitimini sürdürebilmek için Michigan Daily gazetesinde redaktörlük yaptı. Miller'in bu dönemde yazdığı ilk dramlar üniversitede takdirle karşılandı.

1938'de New York'a dönen Miller, burada federal hükümetin bir tiyatro projesine katıldıysa da bu proje sözümona Komünist eğilimi nedeniyle 1939'da rafa kaldırıldı. Miller 1940 yılında kız arkadaşı Mary Slattery ile evlendi (iki çocuk). İlk romanlarından, röportaj ve pek başarılı sayılmayan bir dramdan sonra Miller, 1947'de All My Sons (Bütün Oğullarım) adlı tiyatro oyunuyla ünlenmeyi başardı. Babalarının ticaret anlayışıyla uzlaşamayan bir savaş zengininin oğulları ölünce, baba intihar eder. Daha sonraki yapıtlarının tümünde olduğu gibi, burada da, Norveçli yazar Henrik İbsen'in dramlarını örnek alan Miller, toplumu eleştirmektedir.

Yazar bundan iki yıl sonra Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) ile en büyük başarısını elde etti. 1985'te Volker Schlöndorff tarafından filme uyarlanan bu dramında Miller, uzun yıllardan sonra çalıştığı firma tarafından işten çıkarılan Willy Loman'ın yıkılışını gözler önüne sermektedir. Geriye dönüşlerle kaçırılmış fırsatları gözünün önünden geçirir, özel hayata bir dönüş yapar, oğulları tarafından reddedilir ve hayatına son verir. Miller'in dramları için karakteristik olan, başkişilerinin vicdanlarıyla hesaplaşırken aklanmaya çalışmalarıdır. Miller'in karakterleri, ahlaki tutumlarına bağlı olarak toplumda bir yere sahip olurlarken, bireyler tekrar tekrar toplumun istekleri karşısında başarısızlığa uğrarlar. Yalnızlıkları ve kendi suçlarıyla hesaplaşmaları, Miller'in sayısız deneme yazısında da işlediği ana konuları oluşturur. Yine 1949 yılında Miller Pulitzer Ödülünü aldı...

Zaman zaman sosyalist görüşlere yakınlık duyan Miller'in toplumsal eleştirileri Amerika Karşıtı Çalışmaları Araştırma Komitesinin dikkatini çekti. Miller The Crucible (Cadı Kazanı) (1953, filme alınışı: 1956, senaryo: Jean-Paul Sartre) adlı tiyatro oyununda, adı geçen komite başkanı Joseph R. McCarthy'yi eleştirmişti. Bu oyunda Salem'de 1692 yılında cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanan insanların idam edilmeleri dramını anlatır. (Bakınız : Salem Cadı Olayları ) Yazar bu oyununda 1950 McCarthy dönemini eleştirmiştir. Bu dönemde Senatör McCarthy çok sayıda sanatçıyı komunist olmakla suçlamıştı. Bu dramın yorumlanmasına bağlı olarak Miller, komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957'de ifade vermeyi kabul etmemesi üzerine komiteyi hiçe sayması nedeniyle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkûm edildi (1958'de düzeltildi).

Miller Marilyn Monroe ile yaptığı evlilik (1956-61) yüzünden gazete manşetlerine girdi. Monroe için The Misfits (Uyumsuzlar, 1959) adlı filmin (1960) senaryosunu yazdı. Monroe'nun kendi yaşamına son vermesi üzerine Miller 1962'de Avusturyalı Inge Morath ile evlendi. Eşinin intihar olayını ve 50'li yıllardaki özel sorunlarını Miller, After the Fall (Düşüşten Sonra, 1964) adlı dramında işleyerek her şeye yeniden başlayabilmek için gerekli güce kavuşabilmek üzere kendini bulmaya çalıştı. Aynı yıl içinde Incident in Vichy (Vichy'de Olay) adlı oyunu ilk kez sahnelendi. Miller bu oyununda rastgele yoldan geçen insanların masabaşı Nazi suçluları tarafından "Yahudi" olarak tutuklanıp, sorguya çekilmelerini ve gösterdikleri tepkileri dile getirmektedir. Playing for Time (Zaman Kazanmaya Çalışırken, 1980) adlı televizyon senaryosunda da Nazi dönemini ele alarak bu sefer Auschvvitz konsantrasyon kampının orkestrasını konu alır. Miller 70'li ve 80'li yıllarda yazdığı dramlarla eski başarılarına ulaşamadı.

1955: A Memory of Two Mondays (İki Pazartesinin Anısı): Miller'in, 30'lu yılların başında çalıştığı bir araba yedek parçası deposundaki deneyimlerini anlatan otobiyografik yapıtı.

1955: A View from the Bridge (Köprüden Bakış): New York'ta yaşayan Sicilyalı göçmenlerin dünyasında geçen bir kıskançlık dramı ve toplumsal suçlama.

1968: The Price (Bedel): İki erkek kardeşin geriye bakarak hayatlarındaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaşması.

Arthur Miller’ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, Anti-Semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı Focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi Marilyn Monroe için yazdığı The Misfits / Uygunsuzlar (1961) ile Everybody Wins / Kaybeden Yok (1990), bazı gezi yazıları (In Russia (1969), Chinese Encounters (1979)) sayılabilir. Ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978’de bir kitapta toplamış, Satıcının Ölümü’nün Çin’deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984’te yazdığı Salesman in Beijing’de anlatmış, 1987’de ise Timebends: A Life adıyla otobiyografisini yazmıştır.

Elia Kazan'ın sahnelediği 'Satıcının Ölümü' ile 1949'da Pulitzer alan Miller, çağdaş tiyatroda trajedi sayılabilecek oyunlar yazılabileceğini ileri sürmüştü. 'Bütün Oğullarım'la ününe ün katan Miller bu konuda "Trajedi, ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. Benim amacım, toplumu yıkmak değil. Onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktır. Burada, kurulu düzen ile özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. Ben iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. İnsanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak..." demişti.

'Cadı Kazanı', 'Bütün Oğullarım', 'Bedel' ve 'Satıcının Ölümü' Türkiye'de de sahnelenmişti. Miller'ın Marilyn Monroe ile yaşadığı evliliğine gönderme yaptığı 'Finishing the Picture' adlı son oyunu prömiyeri 2004 Ekim ayinda Chicago'da sahnelendi.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 30 Mayıs 2012, 21:49   #14
Çevrimdışı
Sue
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Dünya Edebiyatına Damga Vuranlar...




Johann Wolfgang von Goethe


Merhaba arkadaşlar. Bugün size bir diğer Alman edebiyatçı olan Goethe den bahsedeceğim. Alman edebiyatında önemli bir yer teşkil eden Gothe, "28 Ağustos 1749'da öğle vakti saat on ikiyi çalarken ben, Main kıyısındaki Frankfurt'ta dünyaya geldim." der Alman edebiyatının ve klasizmin en büyük yazarlarından olan Goethe.

Goethe'nin büyükbabasının babası demirci, büyükbabası önce terzi, sonra otelcidir. Babası, Johann Gaspar ise bir hukukçuydu ve İmparatorluk Danışmanı ünvanını taşıyordu. Babası evlendiğinde otuz sekiz yaşında, annesi Cathérine Elisabeth Textor ise on yedi yaşındaydı. Aralarındaki yaş farkı aile içinde devamlı sorun olmuştur.

Goethe ailesinin yedi çocuğu olmasına rağmen sadece Goethe ve ondan bir yaş küçük kızkardeşi Cornelie hayatta kalmış, diğerleri küçük yaşlarda ölmüşlerdir.

Babası tarafından aydınlanma düşüncesinin ideallerine göre yetiştirildi.Babası Goethe'nin eğitimine çok önem vermiş ve özel öğretmenler tutarak Latince, eski Yunanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, tarih, coğrafya, doğa bilgileri, matematik, din bilgisi, resim, müzik, dans, eskrim, ata binme dersleri görmesini sağlamıştır. Ayrıca zengin kitaplığı da Goethe'nin yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Goethe eğitim duygusuyla hastalık derecesindeki koleksiyon yapma, sıraya dizme, sınıflandırma merakını babasından almıştır. Ama babasının sert tutumunu hiçbir vakit unutmamış; ve babasına içten içe bir kin beslemiştir.

İlk şiirlerini on yaşında yazmaya başlamıştır. Ancak bu dönemde yazdığı şiirlerini daha sonra yok etmiştir. Goethe bu hususta "Dünya o kadar büyük ve zengin ki, yaşam da öylesine çeşitli ki insan her zaman bunlardan şiir çıkarma fırsatını bulabilir. Ama her şiirin bir durumdan doğması gerekir, yani şiirin maddesi gerçek olmalıdır. Hiçbir şey üzerine dayanmayan bir şiirin iyi olacağını sanmıyorum." der.

Goethe, 1765’de hukuk eğitimine başladı. 1765 ekiminde babası onu Leipzig'e hukuk eğitimine gönderir. O dönemde Leipzig Almanya'nın kültür merkezi durumundadır. Burada, kendisinden üç yaş büyük olan Annette ile ilk büyük aşkını yaşar; iki genç delicesine sevişmektedirler. Ancak, bir süre sonra duygularında, Annette ile evlenmesi gerektiği gerçeği ile karşılaşınca, evliliği henüz düşünmediğinden büyük bir eziklik ile bu büyük aşkı sona erdirir.

Üç yıl Leipzig'te kalan Goethe, 1 Ağustos 1768 günü kan tükürmeye başlar; bu esrarlı bir hastalığın başlangıcı olmuştur. 28 Ağustosta da Frankfurt'a dönmüştür. Din ve mistisizmle tanışması bu dönemdedir. Aile içindeki sessiz huzursuzluktan çok sıkılır; ancak sağlığı iyice bozulduğu için dört ay yataktan çıkamaz. 1770 mart ayında sağlık durumu iyice düzelir ve hukuk eğitimini tamamlama bahanesi ile evden uzaklaşabilmek için Strasbourg'a gider.

Yaz sonunda girdiği sınavı verir; hukuk doktoru ünvanını alabilmek için aaa hazırlaması gerekmektedir. Bunun için de bir yıl süresi vardır. Bu dönemde tıp ve kimyaya olan ilgisi artmıştır. Vaktinin büyük çoğunluğunu hastanelerde geçirmeye başlar. Hastalarla cesetler karşısında metinliğini yitirmeyecek, iğrenç manzaralar önünde bile tiksinti duymayacak bir iç yapıya ulaşır. Yüksekten başı dönmeden bakmaya alıştırır kendini. Geceleri, mezarlıklara, insana korku veren yarlara tek başına gitmeyi alışkanlık haline getirir.

1770 eylülünün ilk günlerinde, kendisinden beş yaş büyük olan Alman ozan Herder hastaneye yatar; onunla tanışır ve aralarında iyi bir dostluk başlar. Yedi ay sonra Herder, Strasbourg'dan ayrıldığında, Goethe bu genç öğretmeninden edinmiş olduğu özgür düşünüş ve cesur görüşler ile edebiyata ağırlık vermeye başlamış; ve yazdığı büyük edebiyat eserlerinin temelleri atılmış olacaktır. Goethe, kafasında ulusal düşüncelerin meşalesini yakar ve Almanların, Alman oldukları için övünmeleri ve Fransızlara tepeden bakmaları zamanı geldiğini savunmaya başlar. Arkadaşlarıyla, Fransız sanatı ve edebiyatına karşı sanki bir boykot hareketine girişirler. Almancadan başka dil kullanmamaya başlar Goethe.

6 Ağustos 1771'de aaaini vererek hukuk doktoru ünvanını alır ve Frankfurt'a döner. Burada avukatlık yapmaya başlar ve aynı zamanda yazmaya da ağırlık verir. Daha sonra kızkardeşi ile evlenecek olan arkadaşı Schlosser ve Merc ile birlikte bir gazete çıkarmaya başlarlar.

Çeşitli dergilere de yazı göndermektedir. "Götz von Berlichingen" adlı manzum dramını Herder'e göndermiş, Herder de beğenmediğini belirterek geri göndermişti. Goethe, dramı yeniden yazarak kendi hesabına borçlanarak bastırır. Kitap Almanya'da ses getirir ve çok beğenilir. Herder de eserin yeni biçimine hayran kaldığını belirtir.

1773 yılında kızkardeşi Cornelie ile arkadaşı Schlosser evlenirler ve Schlosser'in yeni işi dolayısı ile Frankfurt'tan ayrılırlar. Goethe yalnız kalmış ve içe dönük, sıkıntılı bir yaşam başlamıştır. Ayrıca karşılıksız sevdiği Lotte'yi de unutamamıştır. Bu duygular içinde "Genç Werther'in Acıları" nı yazar. Büyük gürültü koparan bu eseri ile tüm Avrupa'da tanınmaya başlayan Goethe'nin evi konuklarla dolmaya başlamıştır. Konukları ağırlayabilmek için de borca girmiştir.

Çok hızlı yazmaktadır, Goethe. Werher'i dört haftada, Clavigo'yu sekiz günde yazmıştır.

Goethe, babası ile daha fazla beraber kalamayacağından İtalya'ya gitmeye karar verir; ancak yolda Weimar Dükü'nün habercisi onu yakalar ve Dükün davetini bildirir. 7 Kasım 1775 günü Weimar'a gelen Goethe'ye uygun bir görev verilir. II. Friedrich tarafından da soyluluk payesi verilir. Burada ki on bir yıllık devlet adamlığı, Goethe'yi olgunlaştırır. 8 Haziran 1777'de kızkardeşi Cornelie ölür.

Tüm Almanya'yı görevi nedeni ile dolaşmaktadır. Ayrıca, İsviçre'ye de yolculuklar yapmıştır. Devlet işlerinden sıkılan Goethe, yarım bıraktığı İtalya yolculuğuna çıkmaya karar verir; Düke ve dostlarına uzun bir yolculuğa çıkacağını bildiren ancak yerini belirtmeyen bir mektup bırakarak Weimar'dan ayrılır. 1786 eylül ayında başladığı yolculuğunda tanınmamak için Johann Philipp Möller adını kullanır. İtalya'nın bir çok şehrine giden Goethe, sanat eserlerini, tarihi yerleri ziyaret etmiştir. Burada güzel sanatlar alanında incelemeler yaptığı gibi Sicilya’da botanikle ilgilendi. İki yıl kaldığı İtalya'da da yazmaya devam etmiştir.

18 Haziran 1788'de Weimar'a döner. Dükten edebiyat çalışmalarına ağırlık verebilmek için daha hafif bir görev ister. Yine bakanlar kurulunda kalan Goethe, kendine daha fazla zaman ayırmaya başlamıştır.

Bir yapma çiçek fabrikasında çalışan ve yirmi üç yaşında olan Christiane Vulpius ile tanışır ve ona tutulur. Aralarında büyük bir aşk başlar. 25 aralık 1789'da bir erkek çocukları olur; Vulpius, Goethe'nin evine yerleşir. Daha sonra dört çocukları doğsa da hemen ölür. Ancak 16 Ekim 1806'da resmi nikahları yapılır.

1790 yılında İtalya'ya ve Polonya'ya bir yolculuk yapar. İtalya, bıraktığı yer değildir artık. 1791 yılında Weimar'a döndüğü zaman Weimar Saray Tiyatrosu'nu kurmakla görevlendirilir. Yirmi altı yıl yöneticiliğini yapacağı bu tiyatro, Almanya'nın önde gelen tiyatrolarından birisi olmuştur.

1792 yılında ihtilal Fransa'sı Avusturya İmparatorluğu'na savaş açar. Weimar Dükü Karl August, Goethe'yi yanında görmek ister. Dük ile birlikte savaşa katılır.

1787'de tanıştığı ancak dostluk kurmak istemediği Friedrich Schiller ile aralarında 1794 yılında iyi bir dostluk başlar. Schiller'in düşünceleri ile kamçılanır Goethe.

1801 yılında hastalanır. Günlerce ölümle pençeleşir. Ruh durumu iyice bozulur. 1805'de Schiller'in ölümü ruh durumunun daha da bozmasına neden olur.

Napoleon yönetimindeki Fransız ordusu14 Ekim 1806'da Weimar'a girer. Goethe'nin evine yerleştirilen Fransız askerleri bir gece iyice sarhoş olarak evde kargaşa çıkarırlar. Ertesi gün üzücü olayı haber alan feldmareşal Ney bizzat Goethe'nin evine gelerek özür diler.

1808 Ekiminde Napoleon ile tanışır; Napoleon, Goethe ile Wieland'a "Légion d'honneur nişanı" verir. Ayrıca, Napoleon Weimar'a savaşta yitirdiklerini karşılayabilmek için 300,000 frank bağış yapar ve Weimar alayını İspanya seferine götürmekten vazgeçer. Napoleon'un kişiliği Goethe'yi derinden etkiler. Ve Napoleon için "Dünyanın en zeki adamı" diyecektir.

1812 yılında Napoleon Rusya savaşından ordusu perişan bir vaziyette geri döner. Fransa ordusunun bu durumdan dolayı Prusya Fransa'ya karşı ayaklanır. Goethe ve Weimar bu ayaklanmaya katılmazlar. Bunun üzerine Weimar alayı tutsak alınır ve şehir Prusyalılar tarafından kuşatılır. Goethe, Weimar'dan ayrılarak, Teplitz'e gider.

Savaş bittikten sonra Weimar Dükü, Goethe'ye yeni bir ev armağan eder ve aylığını oldukça arttırır. 6 Haziran 1816'da Karısı Vulpius ölür. Bir yıl sonra oğlu evlenir. Hırçın bir kadın olan gelini Ottilie'yi, Goethe çok sever. Goethe'nin üç torunu olur.
1817 yılında, Weimar Tiyatrosu yöneticiliğinden uzaklaştırılır. Bunun üzerine Dük ile arası açılır; ancak Dük ayağına kadar gelerek özür diler ve barışırlar. Ancak tiyatrodan uzaklaştırılması Goethe'de acı bir anı olarak kalır.

1821 yılı yazında Karlsbad kaplıcalarında bulunduğu sırada on yedi yaşında olan Ulrike von Levetzow ile tanıştı; ve ona aşık oldu. 1823 yılı yazında yetmiş dört yaşındayken bu kızla evlenmeye karar verir ve Dükü kızı annesinden istemek üzere görücüye gönderir. Buradan oyalayıcı bir yanıt alırlar. Ancak, bu olgun adamın bu uçukluğu dillere düşer. Yaz sonu Marienbad'dan ayrılırken onu yolcu etmeye gelenler arasında Ulrike'de vardır. Genç kız Goethe'yi öper. Ama bu öpücük bir babayı öpen öpücük müdür? Goethe anlayamaz. Dönüş yolunda "Marienbad Elejisi" ni yazar. Bir daha Marienbad'a gitmemiştir:

"Ben evrenden koptum! Yitirdim benliğimi Tanrıların gözdesiydim oysa. Sınadılar beni, Pandora'yı verdiler, İyiliklerle dolu Pandora, tehlikelerle dolu Pandora! Onlar, beni iteleyen Pandora'nın cömert dudaklarına, Onlardır beni ayıran ondan, yokluğa iten!"

1823 yılından sonra evinden pek ayrılmaz Goethe. 15 Haziran 1828'de Dük ölür; 1830'da İtalya'da bulunan oğlu ölür. Bu ölümler Goethe'yi çok etkilemiştir. 22 Mart 1832 günü yaşama gözlerini kapar.

Eserleri :

Şiirleri:
Balladlar
Şiirler
Toplum Türküleri
Annette'in Kitabı
Tatlı Ksenia'lar
Batı Doğu Divanı
Sevgi Üçlemesi

Oyunları :
Faust
Götz von Berlichingen
Clavio
Egmont
İphigenie Tauris'te
Torquato Tasso
Aşığın Kaprisi
Stella
Pandora
Kardeşler
Prometheus
İlettiğimiz Şey
Muhammet (tamamlanmamıştır)
Suç Ortakları
Akhilleus
Halk Generali
Elpenor (tamamlanmamıştır)
Duygululuğun Zaferi

Romanları :
Genç Werther'in Acıları
Wilhelm Meister'in Tiyatroculuğu
Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları
Wilhelm Meister'in Yolculuk Yılları
Ruh Yakınlıkları
Herman ile Dorothea
Oyuncular İçin Kurallar
Alman Göçmenlerinin Anlatıları

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
damga, dünya, edebiyatına, vuranlar


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Bakan Özer dünya şampiyonu Kaan ile satranç oynadı! Gazetecilere uyarısı maça damga vurdu CORDON BLEU Güncel ve Son Dakika Haberler 1 16 Ocak 2023 17:51
Dünya Kupası'na damga vuran an! Bu karenin ortaya çıkmasına tek bir futbolcu sebep oldu CORDON BLEU Dünya Kupası 0 07 Aralık 2022 10:56
Dünya Kupası'na damga vuran 'develer' - Dünya Kupası 2022 CORDON BLEU Dünya Kupası 0 01 Aralık 2022 19:32
1930'lardan günümüze Türk Edebiyatına damga vuran 140 roman Zen Ne Okumalıyım? 0 05 Mart 2012 16:44
Dünya Tarihine Damga Vuran, İlk Kahraman Kadın ''TÜRK'' Hükümdar; TOMRİS Hatun Sevda Tarih 0 13 Eylül 2011 18:06