IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  reklamver

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 18 Ağustos 2011, 04:56   #1
Çevrimdışı
Sim
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bitlis Hizan İlçesi




Hizan'ın yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. Yöre M. Ö. 2000 yıllarında Anadolu Hititlerinin egemenliğine girmiştir. Yine M. Ö. 1400 yıllarına ait Asur' kılardan kalma harabe kalıntılarına rastlanmaktadır. M. Ö. 1400 yıllarına ait Hizan'ın Gayda Köyüne bağlı Kayalar mezrasındaki bir sur harabesi ile han ve hamam Hizan'ın ilk olarak Asurlular tarafından kurulduğu anlaşılmaktadır. Hizan, M. Ö. 1000 yıllarından sonra Urartuların egemenliğine girmiştir. Yöre daha sonra sırasıyla Pers, Makedonya, Part, Roma ve Bizans devletlerinin egemenliğine girmiştir.
Hizan ve çevresi 7. Yüz yıldan itibaren dört asır boyunca Arapların (Abbasiler ve Emeviler) egemenliğinde kalmıştır. Malazgirt Zaferinden sora Hizan ve çevresine Selçuklu Beyliklerinden Dilmaçoğulları yerleşmişlerdir. Dilmaçoğullarının merkezi Nevs-i Hizan (Kayalar)'dır. Yöre daha sonra sırasıyla sökmenler Beyliği ve Eyyubiler Devletinin egemenliğine girmiştir.
Hizan 1514 yılında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi sonucu Osmanlı Devletinin egemenliğine girmiştir. Bu tarihten sonra Azerbaycan'dan gelen Murtaza Bey bir beylik kurarak kendi gücü nisbetinde bağımsız yaşamaya çalışmıştır. Bu dönemde Hizan, Erzent olarak bilinmekte idi. Murtaza Beyin ölümünden sonra yerine oğlu Abdal Bey geçmiştir. Abdal Bey' den sonra Beyliğin başına Mir Şerafettin geçmiştir. Mir Şerafettin'in Hizan'da iki köşk yaptırdığı söylenmektedir. Bu köşklerden en önemlisi Giri Serginci diye anılan şimdiki Serin Tepede kurulmuş olup, 336 odadan ibarettir. Ayrıca Mir Şerafettin'in her gece odalarından birinde olduğu nakledilmektedir. Bu Beyliğin yönetimi 19. Yüz yılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.
Hizan, 19. Yüz yılın ikinci yarısında Erzurum vilayetinin Muş sancağına bağlı Bitlis nahiyesinin bir köyü idi. Hizan 1913 yılında Rus işgaline uğramıştır. Bu işgal sırasında Rusların desteğini alan Ermeniler bir çok insanımızı katletmişlerdir. Ermenilerin baskıları sonucu Hizan halkı Şirvan ve çevresine göç etmişlerdir. 1914 yılında Rusların çekilmesi ile Hizan halkı kendi yerlerine dönmüşlerdir.
Hizan, 1919 yılında ilçe yapılarak Bitlis iline bağlanmıştır. 1929 yılında bucak haline getirilen Hizan; 1936'da Muş iline bağlanmış daha sonra 2881 sayılı kanunla tekrar ilçe yapılarak Bitlis iline bağlanmıştır.
Hizan isminin ne şekilde verildiği bilinmemektedir. Ancak, 19. Yüz yıla kadar ismi Erzent olarak bilinen Gayda köyünün Kayalar mezrası, 19.yüz yıldan sonra Nevs-i Hizan olarak değiştiği bilinmektedir. Karasu, ilçe merkezi olduktan sonra Hizan adını almıştır.

Ormanların var olmasına rağmen genelde seyrek bir bitki örtüsü vardır. Orman altı bitki örtüsünü kurakçıl bitki örtüsü oluşturur. Ormanları oluşturan başlıca ağaç türü meşeden başka soğuğa dayanıklı ardıç ve yabani meyve ağaçları azda olsa yer yer görülür. Derin ve sulak vadi tabanlarında türlerin sayısı artma gösterir. Böyle kesimlerde özellikle söğüt, çınar , kavak, ceviz, fındık, yabani fıstık ve meyve ağaçları sıkça görülür.
Hizan’da kaba çizgilerele karasal iklim görülmektedir. Ancak bu karasal iklim, doğunun sert ve karasal iklimi ile Akdeniz İklimi arasında bir geçiş özelliği gösterir. İlçede kış mevsimi soğuk ve yağışlı geçer. Kar yağışı çok olmamakta ve yağmur yağışı daha fazla görülmektedir. Yaz ayları sıcak ve kurak geçer. Doğuda ılıman iklim özelliği gösteren ender yörelerden biridir.
Hizan Bitlis ile Van Gölü’nün güneyinde çok sarp ve yüksek bir bölgede yer almıştır. Kuzeyinde Tatvan, batısında Bitlis ili ile Şirvan, güneyinde Pervari ve doğusunda Van ili Gevaş ilçesi ile bir geçiş özelliği göstermektedir.
İlçe yüzey şekilleri bakımından dağlıktır. Ova ve platolar yok denecek kadar azdır. Hizan’daki dağlar Güneydoğu Toros Dağlarının bir uzantısıdır. Bu dağlar Van Gölü’nü besleyen küçük akarsularla, derin vadilerle bölünmüştür. Hizan’ın yüzölçümü 917 km2’dir.İlçe topraklarının % 90’nında dağlar ve yüksek tepeler oluşturur. Önemli bir akarsu kaynağı yoktur.Batan Çayı, Akşar Çayı ve Hazar Çayı gibi küçük akarsuları vardır.
Hizan’ın tarihi M. Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen sürekli tahrip edildiğinden birkaç kale kalıntısından başka her hangi bir tarihi yapıya rastlanmamaktadır. Tarihi değeri olan Kayalar mezrasındaki surlar, Yolbilen, Oymapmar, Horozdere, Kolludere köylerindeki kale kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Bu kalelerin çoğu 1913 yılındaki Rus istilası sırasında tahrip edilmiştir. Sürücüler köyü yakınlarında Selçuklu hükümdarı Keyhüsrev döneminde yapıldığı sanılan Tağ Medresesi'nin kalıntıları halen mevcuttur. Tarihi Nazar Köprüsü 1996 yılında yıkılmıştır. Ayrıca tarihi değeri olan kilise kalıntılarına rastlanmak-tadır. Bulardan Kayaş köyündeki kilise sağlam kalabilmiştir.
Yapılan tespitlere göre, Hz. Ömer Devrinde Doğu Anadolu Bölgesine yapılan sefer sırasında şehit olduğu sanılan dört büyük zatın türbesi Hizan'dadır. Bu türbelerden Şeyh Muhammet Türbesi Kayalar'da, Şeyh Hasan Türbesi Durak'ta, Şeyh Muhammet Türbesi ilçe merkezinde ve diğer türbe de Koçlu köyündedir. Ayrıca, Gayda Köyünde Seyyit Sabğetullah (Gavs-ı Hizani) Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır.
Hizan halkının misafir perverliği dillere destandır. Yöre insanını en büyük arzusu misafirlerine en iyi hizmeti vermektir.
Hizan halkının genel olarak dine büyük saygıları vardır. Bu nedenledir ki, bağrında bir çok âlimi çıkarmıştır. Özellikle Seyyit Sabğetullah Hazretleri, Said-i Nursi ve Mola Halil gibi âlimler en tanınmışlarıdır. Ayrıca, Kamran İNAN, Abiddin İNAN ve Edip Safter GAYDALI Türk siyasi tarihinde önemli yerlere sahiptirler.
Hizan'da sinema ve tiyatro gibi kültürel faaliyetlere rastlanmamaktadır. Düğünlerde herhangi bir konuyu canlandırmak için seyirlik oyunlar oynanmaktadır. Ayrıca , halkın çoğu Hizan yöresine ait halk oyunlarını bilmekte ve düğünlerde oynamaktadır.

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in ölümünden sonra Osmanlı’da Kanuni Sultan Süleyman, Safeviler de Şah Tahmasp başa geçmiştir. Şah Tahmasp, Van Bölgesi naibi olarak Ürkmez Bey’i atamış; ama bu Safevi naibleri devamlı olarak bölgedeki yerli beylerle mücadele etmişlerdir. 1530 yılında bölgedeki Safevi naibliğine getirilen Ulama Han, İran’daki iç karışıklıklardan da faydalanarak Safevilere karşı ayaklanıp Van’da Kanuni Sultan Süleyman’a itaatini bildirmiştir. Tüm bunlara rağmen Safeviler’in Van bölgesindeki hakimiyeti, Kanuni Sultan Süleyman’ın I. İran Seferine kadar devam etmiştir. İran seferine tayin edilen Osmanlı Veziriazamı İbrahim Paşa, İran sınırına yakın olan kaleleri ele geçirmek için güvenilir, becerikli ve gönül kazanma yeteneğine sahip adamlarını Adilcevaz, Erciş, Ahlat ve Revan kalelerini tutan İran yanlısı beylere göndermiştir. Bunlar da görevlerini başarıyla yerine getirerek kale beylerini Osmanlı yanına çekip, kalelerin anahtarlarını Osmanlı askerleri bölgeye geldiklerinde teslim edeceklerine dair söz alarak İbrahim Paşa’nın yanına dönmüşlerdi 14 Haziran 1534’te Ahlat, Adilcevaz, Erciş ve Amuk kaleleri Osmanlı kuvvetlerine teslim edilmiştir.
1536’da Osmanlı kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi üzerine Şah Tahmasp, Erciş ve Van’ı zapt ederek bölgede Safevi idaresini yeniden sağlamıştır. 1548 yılında yapı*lacak olan İran seferine kadar Osmanlı Devleti bölge ile yeterince ilgilenmediğinden dolayı Şah Tahmasp elinden çıkan bazı yerleri geri almıştır.1548’deki II. İran Seferi’nde, Osmanlı ordusu Adilcevaz’da bulunduğu sırada Kanuni Sultan Süleyman, Erzurum ve Karaman Beylerbeylerini Van üzerine gönderdi. 25 Ağustos 1548’de Van, bir daha Safevilerin eline geçmemek üzere Osmanlıların hakimiyetine girdi. Van’ın Osmanlıların eline geçtiğini duyan Şah Tahmasp, Van Gölü civarındaki Erciş, Adilcevaz ve Ahlat’a akınlar yaparak birçok insanı katlettiyse de Van’ı geri alamadı.
Yine Şah Tahmasp, 1552’de Osmanlı ordusunun Macaristan’da bulunduğu sırada Van civarına gelerek Erciş, Adilcevaz ve Ahlat kalelerine saldırmış, halkın birçoğunu katletmiştir Adilcevaz Kalesi, Sinan Paşazade Mustafa Bey tarafından müdafaa edilmiş ve Şah burayı ele geçirememiştir.)
Kanuni Sultan Süleyman, Eylül 1554’te Nahçivan Seferi’nden dönüp Erzurum’da bulunduğu sırada Şah Kulu’nun mütareke talebini kabul etmiş ve 29 Mayıs 1555’te İran’la imzalanan Amasya Muahedesi ile Azerbaycan ve merkezi olan Tebriz, Doğu Anadolu ve Irak, Osmanlı Devleti’ne kalmıştır. Böylece Adilcevaz da dahil Van ve çev*resi resmen Osmanlılara geçmiş oluyordu
XVII. yy.da Van, birçok kez Safeviler tarafından kuşatılmıştı. Nitekim 1604’te Safeviler şehri kuşatmışlar; fakat Van’da bulunan Sinan Paşa’nın Van Gölü’nden gemi ile Adilcevaz’a geçmesi üzerine kuşatma kaldırılmışsa da Van çevresi büyük ölçüde tahrip olmuştur
Birçok kez kuşatılan Van ve çevresinin Osmanlıların elinde kalması, Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre Safevilerce kabul edilmiştir
XX. yy.ın başlarına kadar Osmanlı idaresinde birçok siyasi ve sosyal olaylara sahne olan Adilcevaz ve Van Bölgesi’nde özellikle II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte birçok üst düzey makama kadar yükselen ve Millet-i Sadıka (Sadık Millet) olarak anı*lan Ermenilerin çıkardıkları olaylar, bölge tarihi için olduğu kadar Anadolu ve Türk ta*rihi için de önemlidir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde gerçekleşen bu olaylara kı*saca değinecek olursak:
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Taşnak Sutyan ve Hınçak gibi illegal Ermeni ör*gütlerinin legal sayılmaları üzerine Ermeni komitecileri, tüm Doğu Anadolu’da olduğu gibi Adilcevaz, Van ve yöresinde de daha rahat hareket etme imkanı buldular. I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem, Ermeniler için terörle birlikte bir propaganda dönemi de olmuştur. Van Bölgesi’ndeki bu propaganda, içeriye karşı Rusya’nın bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmasını temin edeceği; dışarıya karşı ise bu bölgede devamlı asa*yişsizlik olduğu ve Ermenilere baskı yapıldığı şeklindeydi.
Bu yıllarda tüm yurtta olduğu gibi bu bölgede de devlet memurluklarının çoğu, sanayi ve ticaretin büyük bir kısmı Ermenilerin elinde idi. Müslüman halk ise genellikle çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmaktaydılar. Bölgede rahat bir hayat süren Ermenilerin huzuru, komitecilerin buralarda teşkilatlanmalarıyla bozulmuştur. Rus Konsolosu Gene*ral Mayevski’nin de “Van-Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği” adlı raporunda belirttiği gibi: “Komitecilerin girmediği yerlerde Ermeniler rahat etmişlerdir”. Çünkü komiteciler girdikleri yerlerdeki Ermeni halkı haraca bağlayarak, hükümet aleyhine faaliyete zorlanmış ve isyana teşvik ederek sürekli baskıya maruz bırakmışlardır.
1914’te Osmanlı Devleti’nin seferberlik ilan etmesinden sonra Van ve çevresin*deki Ermeniler, komitecilerin talimatıyla harekete geçtiler. Bundaki amaçları, Kafkasya Ermenileriyle birlikte Rusların ilerlemesini kolaylaştırmaktı. Çünkü bu bölge Rusya’ya yakın ve Rus işgali altında bulunan Azerbaycan ile sınır komşusuydu. Birliklerinden silah ve mühimmatlarıyla firar eden Ermeniler, komiteciler etrafında toplanmaya baş*lamışlardı.
I. Dünya Savaşı ilan edilince silahlı gruplar, Ermeni bile olsa kendilerini destekle*meyen herkese saldırmaya başlamışlardı.
20 Mayıs 1915’te Ermenilerin öncülüğündeki Ruslar Van’ı işgal etmiş, 23 Ma*yıs 1915’te de Adilcevaz’ı işgal ederek Doğu Anadolu’daki işgallerini devam ettirerek ilerlemişlerdi. Bu işgalle beraber tüm bölgede olduğu gibi Adilcevaz halkı da ge*rek Rus birliklerinin ve bu birliklerin içerisinde bulunan “Ermeni İntikam Tugayları’nın” gerekse yörede yaşayan Ermenilerin yerli Müslüman Türk halkına yaptığı baskı, katliam ve yağmalama hareketleri karşısında bölgeden başta Urfa, Antep, Maraş olmak üzere Mardin ve Diyarbakır’a göç etmişlerdir.
Anadolu’da ölüm kalım mücadelesi devam ederken Ermenilerin bu davranışları, savaşın başarılı olabilmesi için onların zararsız hale getirilmesi gerektiği kanısını verdi. Ermenilerin savaş süresince cepheleri etkileyebilecek bölgelerden, özellikle de Doğu Anadolu Bölgesi’nden çıkarılarak Irak ve Suriye’nin içlerine yerleştirilmeleri (tehcir) tedbirlerine başvurulmaya başlandı. Ermenilerin isyan ve katliamları, Nisan 1915 sonla*rında başladığına göre, Mayıs’ta tehcir başlatılmış olabilir. 27 Mayıs 1915’te çıkarılan bir muvakkat kanunla orduya tehcir yetkisi verildi. 30 Mayıs günü Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla, tehcir süresiz oluyordu. Ermenilerin boşalttığı yerler mu*hacirlere verilecek, buna karşılık Ermenilere mal ve mülklerinin karşılığı ödenerek yer*leştirildikleri bölgede eski maddi düzeylerini bulmaları, yoksul olanlara da iskân imkan*ları sağlanacaktı. Fakat daha sonra, tehcir edilenlerin mal ve mülkleri komisyonlarca hazırlanacak mazbatalar üzerine mahkemelerce tasfiye olunacaktı. Taşınmazların ev*kaf ve hazinece bedelleri ödenecek, taşınırlar satılacak; elde edilen paralar, mal sahiple*rine verilecekti.
Ermenilerin Rus desteğiyle devam eden zulümleri, 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litowsk Antlaşması’yla Rusların bölgeden çekilmeye başlaması ve Nisan 1918’de Türk ordularının bölgeye girmesiyle sona ermiştir. Yalnız Rus orduları, buralardan çeki*lirken ellerindeki silah ve malzemelerin çoğunu Ermeni ve Nasturi çetelerine bıraksa da bu durum Ermenilerin tek başına bölgede tutunmasına yetmemiştir. Çünkü Türk ordusu, Rusların çekilmesinden sonra nisan ayında bölgeye tamamen hakim olmuştur. Bu arada 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün sonra İngilizler, bölgeye çok yakın olan Musul bölgesini işgal ederek Türk ordusundan kaçan Ermeni çetelerini teşkilatlandırıp Türklere karşı kışkırtmaya başladı. Ermeniler yeniden cesaretlenerek bölgede katliamlara giriştiler.
Artık Ermenilerin zulümlerinin çığırından çıkması üzerine Ermenistan üzerine se*fer düzenlendi. Ermenistan hükümetinin isteğiyle 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre, isteyen Ermeniler bir yıl içerisinde göç edebileceklerdi ve diledikleri her türlü eşyayı yanlarında götürebilecek, çürüyen cinsten olan malları açık artırma ile satılarak bedelleri onlara verilecekti. Bu antlaşmadan sonra kimi Ermeniler göç etmiş kimi yine eskiden olduğu gibi bölgede kalmış kimi ise çevreye dağılarak komitecilik hareketlerine devam etmişse de
bir sonuç elde edememiştir
Tüm bu olaylar yaşanırken Adilcevaz’ın yerli halkı, baskı ve zulümlerden kurtulmak için başta Urfa, Antep olmak üzere Maraş, Mardin, Diyarbakır ve Anadolu’nun değişik yerlerine göç etmişlerdir.
Adilcevaz’dan, ilk önce Türklerin daha sonra da Ermenilerin göç etmesiyle bir*likte boşalan yerlere Kafkaslar ve İran’dan gelen Çerkez, Kürt ve Acemler yerleşmiş*lerdir. İlk zamanlar köylere ya da kırsal alana yerleşen bu insanlar, 1980’den sonra ilçe merkezine göç etmeye başlamışlardır. Adilcevaz’dan diğer illere göç eden yerli halk ise 1918’den sonra geri dönmüşse de asıl çoğunluğu, 1930-1940’lı yıllarda tam dönüş yapmıştır.
Khalkolithik Devirle birlikte başlayan ve birçok uygarlığın izlerini taşıyan Adilcevaz tarihi, 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı şirin ve köklü bir ilçe olarak devam etmektedir.

__________________
Kabullendiğim Hikayemi Yaşıyorum....

KİMENE....
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver
Cevapla

Etiketler
bitlis, hizan, İlçesi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Bitlis'in Hizan ilçesinde 4,6 büyüklüğünde deprem! CORDON BLEU Haber Arşivi 3 07 Ağustos 2020 23:48
Bitlis Tatvan İlçesi Sim Doğu Anadolu Bölgesi 0 18 Ağustos 2011 04:57
Bitlis Güroymak İlçesi Sim Doğu Anadolu Bölgesi 0 18 Ağustos 2011 04:55
Bitlis Ahlat İlçesi Sim Doğu Anadolu Bölgesi 0 18 Ağustos 2011 04:55
Hizan PTT müdürü 400 bin YTL’yi zimmetine geçirdi Cemalizim Haber Arşivi 0 19 Ağustos 2008 19:57