16 Eylül 2016, 20:58 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | DNA Molekülünün Kökeni. Evrim teorisi moleküler düzeyde de önemli bir açmazdadır. Amino asitlerin kökeni evrim teorisi tarafından hiçbir şekilde açıklanamamıştır. Proteinlerin kökeni ise evrim açısından çok daha büyük bir sorundur. Ancak sorun yalnızca amino asit ve proteinlerle de sınırlı değildir; bunlar sadece bir başlangıçtır. Bunların da ötesinde asıl olarak canlı hücresinin olağanüstü kompleks yapısı evrim açısından büyük bir problem oluşturur. Çünkü hücre amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın değil insanoğlunun şimdiye kadar karşılaştığı en kompleks sistemlerden biridir. Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama çabasındaki evrim teorisi hücredeki en temel moleküllerin varlığına bile tutarlı bir açıklama getirememişken genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin yani DNA ve RNA'nın keşfi teori için yepyeni problemler doğurdu. 1953 yılında James Watson ve Francis Crick adlı iki bilim adamının çalışmaları DNA'nın hayranlık verecek derecedeki kompleks yapısını ve yaratılışını gün ışığına çıkardı. Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA'daki bilgibu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller isimlerinin baş harfleri olan A TG C ile ifade edilirler. İnsanlar arasındaki tüm yapısal farklar bu harflerin diziliş sıralamaları arasındaki farktan doğar. Bu dört harfli bir alfabeden oluşan bir tür bilgi bankasıdır. DNA'daki harflerin diziliş sırası insanın yapısını en ince ayrıntılarına dek belirler. Boy göz saç ve cilt rengi gibi özelliklerin yanı sıra vücuttaki 206 kemiğin 600 kasın 100 milyar sinir hücresininbeyin hücreleri arasındaki 1000 trilyon bağlantının 97.000 kilometre uzunluğundaki damarların ve 100 trilyon hücrenin planı tek bir hücrenin DNA'sında mevcuttur. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi kağıda dökmeye kalksak yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekir. Fakat bu inanılmaz hacimdeki bilgi milimetrenin yüzde biri büyüklüğündeki hücrenin ondan çok daha küçük olan çekirdeğinde saklı bulunan DNA'nın genlerinde şifrelenmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir geni oluşturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası o geni tamamen işe yaramaz hale getirecektir. İnsan vücudunda yaklaşık 30 bin gen bulunduğu düşünülürse bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin doğru sıralamada tesadüfen oluşabilmelerinin kesinlikle imkansız olduğu görülür. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak şunları söyler: Orta büyüklükteki bir protein molekülü yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa 1000 nükleotidlik bir dizi 41000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise aklın kavrama sınırının çok ötesindedir. (Frank B. Salisbury "Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution" American Biology Teacher Eylül 1971 s. 336.) 41000'de 1 "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda 10600'de 1 anlamına gelir. Bu sayı 10'un yanına 600 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 10'un yanında 12 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken600 tane sıfırlı bir rakamın gerçekten de kavranması mümkün değildir. Nükleotidlerin tesadüfen biraraya gelerek RNA ve DNA'yı oluşturmalarının imkansızlığınıevrimci Fransız bilim adamı Paul Auger de şöyle ifade etmektedir: Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine bağlanmaları. İşte bu ikincisi olanaksızdır.( Paul Auger De La Physique Theorique a la Biologie 1970 s. 118.) Uzun yıllar moleküler evrim teorisini savunan Francis Crick bile DNA'yı keşfettikten sonraböylesine kompleks bir molekülün tesadüfen kendi kendine bir evrim süreci sonucunda oluşamayacağını itiraf etmiş ve şöyle demiştir: Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır. (Francis Crick Life Itself: It's Origin and NatureNew York Simon & Schuster 1981 s. 88.) Evrimci biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy da DNA'nın meydana gelmesi hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalır: Bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı astronomik denecek kadar azdır" (Prof. Ali Demirsoy Kalıtım ve Evrim Ankara: Meteksan Yayınları 1984 s. 39.) Bu noktada çok ilginç bir paradoks daha vardır: DNA yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin senaaai de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bilim yazarı John Horgan bu ikilemi şöyle açıklar: DNA katalitik proteinlerin ve enzimlerin yardımı olamadan yaptığı işi yeni DNA üretmek de dahil olmak üzere yapamaz. Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz ama DNA da proteinler olmadığı durumda oluşmaz. (John Horgan "In the Beginning" Scientific Americancilt 264 Şubat 1991 s. 119.) Bu durum canlılığın rastlantılarla oluşması senaryosunu bir kez daha çökertmektedir. Amerikalı kimyacı Prof. Homer Jacobson bu konuda şöyle der: İlk canlının ortaya çıktığı zaman üreme planlarının çevreden madde ve enerji sağlamanınbüyüme sırasının bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda ve birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez. (Homer Jacobson "Information Reproduction and the Origin of Life"American Scientist Ocak 1955 s. 121.) Prof. Jacobson bu ifadeleri James Watson ve Francis Crick tarafından DNA'nın yapısının aydınlatılmasından iki yıl sonra yazmıştı. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen bu sorun evrimciler için hala çözümsüz olmaya devam etmektedir. Bu nedenle Alman biyokimyacı Douglas R. Hofstadter şöyle demektedir: Nasıl oldu da genetik bilgi onu yorumlayan mekanizmalarla (ribozomlar ve RNA molekülleri ile) birlikte ortaya çıktı? Bu soru karşısında kendimizi bir cevapla değil hayranlık ve şaşkınlık duyguları ile tatmin etmemiz gerekiyor. (Douglas R. Hofstadter Gödel Escher Bach: An Eternal Golden Braid New York: Vintage Books 1980 s. 548.) San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel ise 1994 tarihli bir makalesinde aynı gerçek karşısında şöyle demektedir: Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel "The Origin of Life on Earth" Scientific American cilt 271 Ekim 1994 s. 78.) Tüm bunların yanı sıra değil belli bir enformasyon serisine sahip DNA RNA gibi nükleik asitlerin rastlantılar sonucu ortaya çıkması bunları oluşturan nükleotidlerden tek birinin dahi tesadüfler sonucu oluşması ve ilkel dünya koşullarında varlığını ve saflığını koruması kimyasal olarak mümkün değildir. Evrimci çizgide yayın yapan ünlü bilim dergisi Scientific American'da yer alan şu satırlar evrimcilerin bu konudaki itiraflarını dile getirir: Muhtemel ilkel dünya koşullarının taklit edildiği gerçekçi deneylerde en basit moleküller dahi yalnızca az miktarlarda üretilmiştir. Daha da kötü olan bu moleküller genelde organik moleküllerin ikinci dereceden yapı taşlarıdır. Normal etkileri gitgide daha karmakarışık organik karışımları oluşturmak olan jeokimyasal reaksiyonlar sonucunda nasıl olup da ayrışabildikleri ve saflaşabildikleri hala bir problem olarak durmaktadır. Biraz daha kompleks moleküller için bu zorluk hızla artar. Özellikle nükleotidlerin bütünüyle jeokimyasal olan kökeni büyük güçlükler arz eder. (Cairns-Smith Alexander G. 1985 "The First Organisms" Scientific American 252: 90 June) Evrimcilerin yüzyılın başlarından bu yana sözünü ettikleri "kimyasal evrim" asla yaşanmamış bir masaldan başka bir şey değildir. Ama çoğu evrimci bu ve benzeri bilim dışı masallara mutlak birer gerçek gibi inanmaktadır. Çünkü canlıların yaratılmış olduğunu kabul etmek tüm canlılara hakim olan Yüce Allah'ın varlığını kabul etmek anlamına gelir. Onlar ise kendilerini bu gerçeği kabul etmemek için şartlandırmışlardır. Michael Denton Evolution: A Theory in Crisis adlı kitabında bu ilginç durumu şöyle anlatır: Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da 1000 ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eş değerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder! (Michael Denton Evolution: A Theory in CrisisLondon: Burnett Books 1985 s. 351.)
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} | |
|
Etiketler |
dna molekülünün kökeni. |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Günümüz Musevilerinin Kökeni | Hasan Dogan | Musevilik | 1 | 07 Eylül 2020 14:29 |
Simya Kökeni | Swat | İslamiyet | 0 | 26 Kasım 2014 02:19 |
Su Molekülünün Yapısına 2. Bir Oksijen Kolaylıkla Eklenseydi Neler Olurdu? | Lcia | Kimya | 0 | 02 Ekim 2014 16:47 |
Türklerin Kökeni | Kalemzede | Tarih | 0 | 04 Eylül 2011 22:46 |
Tiyatronun Kökeni... | Kralice | Sinema Dünyası | 0 | 27 Mayıs 2008 20:21 |