07 Mart 2018, 21:45 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Atatürk'le 24 Ekim 1919 Tarihinde Hareket-i Milliyeyle ilgili Röportajı -“Dün akşam siz yorgundunuz, biz de meşguldük iyi görüşemedik. Bu hareketin başından beri bizimle olmuş olsaydınız çok önemli yerler ve olaylar görecektiniz. Sizin için yararlı inceleme alanı olacaktı. Şimdilik ilk aşama kapandı” dedi. -Hakkınız var efendim. Bu yalnız benim için değil, millî hareketin temelini bilmek ihtiyacında olan bütün millet için, özellikle İstanbul için çok yararlı olurdu. Hem böyle bir olayın aşamalarını belirlemek tarih için gerekli olabilirdi. Fakat o zaman imkân bulunamadı. Bununla beraber yine bazı şeyler öğrenilebilir, görülebilir dedim.” - Doğrudur, fakat daha önceden anlaşılsa ve anlatılsa idi daha iyi olurdu. Örneğin, bu hareketle ilgili olduğumuz için bundan bir iki ay önce bizi maceraperestlikle suçlayan bir iki İstanbul gazetesi, isterdim, yakından bağlantı kursaydı da işin gerçeğini öğrenip ona göre açıklasaydı... Milletin, hakkını aramasına, bir iki kişi maceraperestlik dediler. O hakkı geri almak için çalışanlar da macerasever birer muhteris oldu. Fakat durup dururken macera yaratmaya, maceraperest olmaya, bilmem ki gerek var mıydı? Bu maceraperest denen insanların rütbeleri mi eksikti? Şahsi onurları mı zarar görmüştü? Aç mı kalmışlardı, yoksa şahsi gelecekleri belirsizliğe mi uğramıştı? Hayır, değil mi ya? Her şeyleri yerli yerinde idi. O hâlde, özellikle bir savaş yorgunluğundan sonra dinlenmeğe ihtiyaç duyan bir kişinin böyle maceralar, dertler yaratmaya ihtiyacı yoktu. Oysa ki milletin ve ülkenin geleceği ve onuru söz konusu oluyordu. Bu konu her düşüncenin üstündedir. Millet ve ülkenin varlığıyla kazanılan rütbe ve refahın bir önemi, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan ancak yine bu yüce millet ve ülkeye borçlu olduğumuz son bir namus görevini yerine getirmek için ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi yasal hakkını savunmak için çıkardığı sese katılmak her kendini bilen vatandaşın görevidir. Eğer bu millet, bu ülke bölünecek olursa genel onursuzluğun yıkıntısı altında kalan şunun, bunun da şahsi onuru da parça parça olur. Biz, o genel onuru kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel olabilecek şahsi rütbeleri, konumları da genel onuru kurtarmaya yöneltilmiş bir amaç uğruna harcadık. Milletin yaşam hakkı ve kurtuluşunu istemesi, birkaç kişi tarafından, dünyaya sanki devlete karşı bir isyan gibi gösterilmeye çalışıldı. Bir iki kişiyi de kışkırtıcı olarak gösterdiler. Halbuki geçtiğiniz yerlerde bizzat görmüşsünüzdür. Hükûmetin gücü, hükûmetin kanunu her yerde boyun eğilen değil midir? Eğer konuştunuzsa, halkın isteği nedir? Bizzat kendi ağzından duymadınız mı? Şu hâlde, bu özel bir isyan, bir siyasal taktik olarak düşünülemez değil mi ya? Bu hareket, milletin bir arzusudur, hatta bir ihtiyacıdır. Bu istek ve ihtiyacı birleştiren şey de kişiler değil bizzat olaylardır. Ülkenin birlik ve kurtuluşunu tehdit eden yasa dışı birtakım şiddetli istekler, topraklarımıza, hiçbir hakka dayanak olmaksızın meydana gelen saldırı, tehlike karşısında millete birleşmek gereğini duyurmuştur. Böyle bir harekete macera demek, bu hareketi değerli görenleri maceraperestlikle lakaplandırmak aymazlık, kötü niyetlilik değil midir? Fakat böyle şahsi meselelerle uğraşacak vakitte değiliz. Böyle birtakım adî, bayağı şeylere zamanın hassasiyeti uygun değildir. Bence muhalefet saygıya değerdir. Çünkü Oda bir inceleme, bir birleştirme ürünüdür. Fakat yapılacak karşı çıkmalar mantıklı ve ılımlı ve yasal nedenlere dayanmazsa muhalefet değersiz olur” dedi. Bir sigara yaktı. Bir kahve istedi. Elinden düşürmediği tespihini hızlı hızlı çekiyordu. Fakat Sayın Paşa, bu harekete karşı çıkanlar bunu bir parti taktiği (yönetme sanatı) olarak görüyorlar. Onun için de bunu bütünü kapsayan kutsal bir anlamda görmek istemiyorlar. -Böyle bir zamanda, parti taktiği yapmak uygun mu? Ülke olmazsa partinin değeri ne olur. Önce ülke kurtarılmalı ki partiler de ondan sonra siyasal, sosyal bir temele dayanarak oluşabilsin. Parti taktiği ne demek? Bu bir parti taktiği olsaydı, Sivas Kongresi’ne ülkenin her yerinden, Ferit Paşa Hükûmetinin oldukça sıkı önlemlerine rağmen seçilmiş temsilciler katılabilirler miydi? Anadolu’nun isteğine ve ihtiyacına uymayan bir hareketin Anadolu’nun ta göbeğinde barınması, yardım görmesi mümkün müydü? Hiçbir yerde zor ve tehdit işareti görüldü mü? Karşıya geçip de gözlerini yumarak ve kimbilir hangi alçak, kovulmuş, kabul görmemiş çıkar uğruna iftira savuranlardan bir ikisi, kongreye katılsaydılar, partilerine, görüşlerine bakılmadan aynı ülkenin gerekli ve yararlı çocuğu gibi teşekkürle kabul edildiklerini göreceklerdi. Karşı görüşler olgunlukla dinlenecekti. Milletin genel hakkını istemesine parti taktiği denir mi? ...demek doğru mudur? Canlandırılmasından en çok sakınılması gereken İttihat ve Terakkî Partisi’dir. Bir kere kongreye katılan üyelerin her biri, kesinlikle böyle bir girişimde bulunmayacağına dair yemin etti. Yemin kutsal bir üstlenme demektir. Namuslu olan bir kişi verdiği sözden dönmez. Diğer yönden, İttihat ve Terakkî, siyaseti açısından da iflas etmiştir, öyle mi? O partiye üye olan kimseler, iktidarda iken milletimizin beklentilerine, kişiliğine uymayan yayılmacı bir politika uyguladılar. Kendi toprağı hizmet ve özene ihtiyaç duyarken, bu milletin gözlerini başka noktalara çevirmeğe çalışan bir politika, tabiî bir siyaset değildi. Üstelik iflasa mahkûm idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin amacı ise o siyaset yüzünden bu duruma gelen zavallı ülkeyi ve toprakları yasadışı emperyalizm ve kolonizasyon siyasetiyle ele geçirmeye, parçalamaya çalışan yabancı ve saldırgan güçlere çiğnetmemek!... Bu düşünce ile hareket eden bir teşkilât, ruh ve varlık nedeni ile, İttihat ve Terakkî, hükmü kalmamış partisini diriltecek yetenekte değildir.... Herhangi bir siyasî parti, bu fikrin ve programın gereksizliğini iddia edebilir mi? Herhangi bir parti, ülkenin birlik ve kurtuluşunu, hareketinin esaslarının birinci maddesi olarak kabul etmez mi? O hâlde öyle bir partinin kendi isteklerini tamamen koruyarak, bu gruba girebilir… Bu kadar açık bir şeye de İttihatçılığın yaşatılması, iktidara gelme hırsı gibi iftiralar savurmak, ahlâka, vatandaşlığa yakışmayacak bir anlayışsızlıktır, terbiyesizliktir. Ben, kendi adıma, güttükleri siyasetin, vatan ve millete zararlı olduğunu yüzlerine karşı söyleyip açıkça karşı çıktığım insanların, sistemlerinin tekrar iktidar mevkine gelmesi ve muteber olması ve sonuç olarak da şu anda hepimizin içini kan ağlatan, dünkü durumların yeniden devamına mı çalışacağım? Bunu hangi aklı başında, insafı yerinde adam düşünebilir? Böyle bir düşünce mantıkla karşılanamaz” dedi. Bunları söylerken yüzü coşkunluktan kızarmıştı. Ses ve kaşları daha sert bir şekil almıştı: -“Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidara geçtikten sonra onun gerçek beklentilerini düşünecek yerde ülkeyi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkililerin uyarılarına kulak asmayan, millete ait güçleri kendine bağlamaya çalışan kahraman görünen insanlardan çok zarar görüldü. Onun için bazılarının bu çeşit kararsızlık göstermesi hoş görülebilir. Kâbusların artması ve uzaması istenebilir bir şey değildir. Sonuç olarak hem onlara zarar oluyor, hem de zavallı millete! Bunu siz de anlarsınız. Ancak açıklamanız ve açıklamanızın ardından yapacağınız işler, bu kuşkuları yok edebilir. Bugün hiç kimse yalanlayamaz ki ülkeye ve millete büyük hizmet vermek isteği içinde her fedakârlığı göze aldınız. Bu fedakârlığınız hemen hemen genel bir sevgi ve teşekküre erişti. Gerek sizi, gerek arkadaşlarınızı bir sevgi kuşatıyor. Bunun devamı ancak sizin elinizdedir. Millet, çok zamanlar kendisine gerçekten dost olacak iyi insanlardan yoksun kaldığı için şu acıklı günlerde yardımına koşan insanları her zaman aynı fedakârlık, aynı tokgözlülük içinde görmek ister. Onları manevî bir güç hâlinde korumak ve kutsal saymak ihtiyacındadır. Bu gücün korunabilmesi de ancak şahsi menfaatlerin hor görülmesiyle olabilir düşüncesindedir. Açgözlülük, nice içtenliklerin ölmesine, nice iyi isteklerin yarı yolda kırılmasına neden olmuştur. Açgözlülükten anlaşılan anlam bir bakanlık elde etmekse, onun için böyle şeyler yapmaya gerek yoktur. İstanbul’da oturup çalışmak, o amaca varmak için daha kolaydı. Fakat millete hizmet etmek için en emin aracın her türlü açık gösterişten vazgeçip ancak, milletin bağrında bulunmakla, manevî ödülü, maddî ödüle üstün tutmakla olabileceğini düşünenlerdenim. Bundan ötürü, hayatta amaçlara ulaşabilmek için, millete hizmet edebilmek için yalnız bakanlık konumunda olmak gerektiğini düşünmedim. Açgözlülük dedikleri bu ise, ne bende, ne arkadaşlarımda yoktur. Bunu herkesin açıkça bilmesini isterim. Yüklendiğimiz görev çok kutsaldır. Onun kutsallığına birtakım şahsî hırslarla zarar verilmesini hiçbirimiz istemeyiz. Bizim isteğimiz, bugüne kadar hakkından mahrum yaşatılan, varlığı önemsenmeyen milletin yaşamaya, refaha lâyık bir güç olduğunu hükûmetimize ve hükûmetlere anlatmaktır. Bugün dünya toplumsal inkılâp geçirmektedir. Bu alanda kazanılacak başarılar, zorbalara, ilgisizlere teslim ettirilen haklar, savaş meydanlarındaki zaferler kadar, hatta daha önemlidir. Ancak bu niyeti anlayan anladığını da yaptıkları işlerle kanıtlayan hükûmetler hangi partiye üye olurlarsa olsunlar milletin kabulünü, yararlılığını kazanır. Bunu anlayıp da milleti hâlâ kendi kafalarının keyfine yönetmeye kalkışan güçler artık birer belâdır. Belâ çekmeğe de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır. Millet, yapılan işleri, kendisi kontrol etmelidir. Hayata lâyık olduğunu dünyaya bu şekilde kanıtlamalı. Sonra da dünyadan hayat hakkını istemelidir! Dünya, milletimizin yaşamasına ya saygı gösterip onun birliğini ve bağımsızlığını onaylayacaktır, ya da son topraklarımızı son insanlarımızın kanıyla suladıktan sonra, bütün bir milletin teşkilâtı üstünde, istenmemiş, kovulmuş, işgal hırsını tatmin etmek mecburiyetinde kalacaktır. Bu çeşit bir kıyıma ise günümüz insanlığnın sinirleri dayanmaz. Milletin bu isteğini anlayan hükûmet görevlilerinin de sorumluluğu gayet açıktır; milletin güvenliğini sağlamak, içten, duraksamadan çalışmak, bizi masa başı görüşmesine çağıracak, yabancı devlet adamları ile milletin isteğini açıkça tartışmaktır.” Yemek saatine kadar konuşulanların özeti işte budur. Bu adamın da siyasî akımlar içinde, bugünkü özel konumunu kaybetmemesini diledim. Öğleden sonra Amasya Panayırı’nda pehlivan güreşi vardı. Oraya davetliydik. Meydanda büyük bir kütle kendisini alkışladı. Bu ilgiden çok etkilenmişti: “Bak kardeşim, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu eski püskü giysilerin içinde kötü gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle bir yürek, öyle bir cevher vardır ki olmaz şey! Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkas’ta, Galiçya’da şurda burda arslan gibi çarpışan, yokluklara aldırmayan bunlardır. Şimdi bu adamcağızların, sosyal seviyelerini yükseltmek herhangi bir hükûmetçilik açgözlülüğünden daha iyi değil midir? Bu insanî çabaların yanında siyasî mücadeleler bayağı kalırlar değil mi ya? Siyasî çatışmaların çoğu yararsızdır. Fakat toplumsal çabalar her zaman için yararlıdır. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu’ya geçip çaba harcamazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Ülkeyi gezmeli, milleti tanımalı. Eksiğini görmeli ve göstermeli. Milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözle sevgi yarar sağlamaz” dedi. -Hakkınız var... -Kongrenin bildirgesini okudunuz mu? -Evet -Bir kez daha tekrar edelim ki size açıklayabileyim. Bağımsızlıktan ne istediğimizi anlatayım. Yedinci maddeyi okuduk: Milletimiz, insanî çağdaş amaçları yücelten sanayi ve iktisatla ilgili durumu ve ihtiyaçları kabul ediyor. Bunun için, ülke ve milletin içerideki ve dışarıdaki kurtuluşu yurdun bütünlüğünü korumak şartıyla, Altıncı maddede açıklanmış sınır içinde millîyet ilkelerine uyan ülkemize karşı, yayılmacı istekler taşımayan herhangi bir ülkenin, bilimsel, iktisadî ve sanayi yardımını memnuniyetle karşılarız. Bu adaletli şartları ve insanlık gereklerini taşıyan bir barışın da bir an önce oluşması, insanlığın geleceği ve dünyanın huzuru adına en hususî ve en has emelimiz, millî dileğimizdir. Görüyorsunuz ki bu yön de, kongre tarafından göz önünde tutulmuştur. Yalnız milletin düşündüğü yardım, saltanat şûrasında birkaç kişinin “Şimdilik yönetimi, herhangi bir yabancıya teslim edip, onun korumasına girmemiz gerekir” türünden değildir. Altı yüz yıl efendi yaşamış tarihinin her sayfası...... yoksa ekonomik, sanayi, toplumsal birçok eksiğimiz olduğunu kim reddedebilir ki? Fakat bu eksikliği gidermek için de canlı bir milleti ortadan kaldırmak mı gerekir? Biz yenilgimizin bedelini çok ağır ödedik. Elimizden, köyler, iller değil ülkeler alındı. Fakat son lokmasını da ağzından kapmak için bir milletin hayatına kıymak canice bir davranıştır. Öldürülen bir adamın kendisini son nefesine kadar, cesaretle mertlikle savunması doğal ve gereklidir. Bu sözlerin yeniden mücadeleye gireceğiz ve girmek istiyoruz anlamını içermez değil mi? Böyle bir isteği olan yok, şimdilik gerek de yok, ihtiyaç da. Aceleci hareketlerin zararlı sonuçları ortadayken, böyle ağır kararlara girişilemez. Aksine çabuk ve adaletli bir barışa can atıyoruz. Milletimiz bugüne kadar birçok savaş yorgunluğuna ve haksızlığa maruz kalmıştır. Bunun için devamlı bir barışı, gönülden ister. Ancak tehlikenin boğaza sarıldığı yerde mücadele kendiliğinden doğuyor. İzmir’de mücadeleyi kim başlattı? Oraya haksızca saldıran Yunanlıların zulmü değil mi? Yoksa durup dururken zavallı halkın, özellikle bir beklenti döneminden sonra silâh patlatma istekleri yoktu. Öldürülen bir millet her şeyi göze alır... Kongrenin amacı, Millî Teşkilâtı oluşturup mantıklı ve yasal haklarını dünyaya duyurmak, sınırını ve yaşamını kurtarabilmektir. Toplu bir milleti istilâ etmek, tamamıyla dağınık bir milleti istilâ etmek kadar kolay değildir. Doğaldır ki dışarıdan gelecek paraya, tavsiyeye, çalışma tekniğine ihtiyacımız vardır. Fakat bu, birliğimize, bağımsızlığımıza son verecek bir tavsiye biçimi olamaz. Bize yardım edecek, insanca kaynaklara karşı biz de üzerimize aldığımız göreve birliğimiz ve kurtuluşumuz içerisinde içtenlikle bağlı oluruz. İsteğe ve yasalara dayanan bir yaklaşımla hem daha iyi sonuç verir, hem de daha kalıcı!... Zaten bu çeşit bir düzenleme milletimizin onuruna ve kurtuluşuna zarar vermez. Millî Teşkilât ile ilgili de bilgi almak istiyordum. Fakat yerlilerden birkaç kişi kendisini ziyarete geldi. Ben de sorumu bir başka zamana bırakmak zorunda kaldım. Alıntı | |
|
Etiketler |
atatürk, röportaj |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Atatürk ile soru cevap 30 Aralık 1919 | SimHa | Atatürk Köşesi | 0 | 07 Mart 2018 21:37 |
I. Dünya Savaşı sonrası, Ekim 1918 - Mayıs 1919 | Zen | Tarih | 0 | 21 Mayıs 2014 07:13 |
90 yıl sonra Atatürk röportajı | Feronia | Haber Arşivi | 0 | 06 Kasım 2011 13:53 |
29 Ekim yarınımızdır! 29 Ekim Atatürk'tür! Anlayana... | SimHa | Serbest Kürsü | 5 | 29 Ekim 2011 00:10 |