02 Temmuz 2006, 00:54 | #2 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları SATI KADIN Sait Arif Terzioğlu’nun “Yazılmayan Yönleriyle Atatürk” adlı eserinden alınmıştır. Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, şosede duran bu yabancı konukları görünce hep koşuştular. Kimi su seyirtti, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata'ya uzattı: - Bir soğuk ayran içer misiniz, dedi. Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk Anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata'sı, ayranı kana kana içmiş ve biran durakladıktan sonra ona: - Senin kocan kim? diye sormuştu Köylü kadını,yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk Anası Ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu: - Ne zaman doğdun? - 1919'da Atatürk Samsun'a çıktığı zaman doğdum. Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu tekrar sordu: - Nasıl olur Evet, nasıl olurdu. Bu Satı Kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek: - Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki! Bu Espiri Ata'yı bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi. Daha sonra biz Satı Kadını Büyük Millet Meclisine giren ilk kadın milletvekili olarak görmekteyiz. |
|
02 Temmuz 2006, 00:55 | #3 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları MUALLİME HANIMLAR Hilmi Yücebaş’ın “Atatürk'ün nükteleri-fıkraları, hatıraları” adlı eserinden alınmıştır. Muallimler Ankara'da bir içtima yapmışlar, içtimaa iki üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı. Muallim hanımların içtimaa gitmelerini hoş görmeyen Meclis'in sarıklıları Gazi'ye şikayete gidiyorlar. Gazi kızarak: - Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu! Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle çıkışıyor: - Siz Muallimler içtimamda ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu? Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir besaretle gülüyor. Sarıklılar neşe içinde Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam ediyor. - Olur şey değil olur şey değil! Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışıyor: - Efendim vallahi... - Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaa Muallime Hanımlar’ı da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı? |
|
02 Temmuz 2006, 00:56 | #4 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları RESSAM Behçet Kemal Çağlar’ın “Atatürk Denizinden Damlalar” adlı eserinden alınmıştır. Yıllar sonra bir ressam, Mustafa Kemal'e Sakarya Savaşı’nı gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak görünüyordu. Ressam, tebrik beklerken, birdenbire Mustafa Kemal'in "Bu tabloyu kimseye göstermeyin" demesi üzerine şaşırıp kaldı. Kimse ne söyleyeceğini bilemiyordu. Mustafa Kemal açıkladı: - Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri, bir kemikten ibaretti, bizimde onlardan arta kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle Sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum. |
|
02 Temmuz 2006, 00:58 | #5 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları HOCA EFENDİ Prof. Dr. Zeynep Korkmaz'ın "Belgelerle Türk Dili" adlı eserinden alınmıştır. Atatürk bir yurt gezisi sırasında Tekirdağ'da sokağa çıkmış, canı kadar sevdiği halkın arasında yürüyordu. Eczacı Ekrem Bey'in eczanesi önüne geldiğinde durmuştu. Gözü birine takılmıştı, bu sarıklı cüppeli Eski Cami İmamı Mevlana Mustafa Özeren'di. - Hoca efendi... Hoca efendi... Eski Cami imamı hemen koşmuş Gazi'nin yanına sokulmuştu. Birlikte merkez eczanesine girilmiş, bir masanın etrafına geçilmişti. - Hoca Efendi! Yaz bakalım Vettini Vezzeytuni ve Turi Sinin ve Hazel-beledil emin... Hoca efendi, tabi Arap harfleri ile itina ederek Kuran’dan bu ayeti yazmıştı. Mustafa Kemal Paşa gözlerini hocanın gözlerine dikerek "Hocam ben bu yazdıklarını (valtin vaiziton) okuyorum ne dersin" demiş Eskicami imamı da "Efendim bunun üstünü var, esresi var, şeddesi var, meddi var. Bakınız bunları koyduğumuz zaman aslı gibi okunur" diye cevap vermişti. Gazi, Arap harfleri ile ayeti etrafındakilere okutmuş her biri başka türlü bir şey söylemişti. Bunun üzerine Gazi kalemi hocanın elinden alıp aynı ayeti yeni harflerle yazmış ve demişti ki: - Görüyorsun Hoca Efendi, bu harflerin şeddesi maddesi yok. Hem bak bu harflerle ne kadar kolay ve yanlışsız okunuyor. Biz işte bunu düşünerek ve batı eserlerini de kolayca öğrenebilmek için, bütün cihana lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz. Buna ne dersiniz? - Çok güzel efendim, çok güzel diyecek bir şey yok, Allah muvaffak etsin... Gazi ayrılırken gene Eski Cami imamına "Sizden Türk yazısını öğrenmenizi isterim" demişti. İnkılaplara inanmış olan bu ihtiyar din adamı birkaç ay zarfında bu harfleri öğrenecek, Gazi'nin kendisine hediye ettiği el yazısının bulunduğu küçük kağıdı hayatının en kıymetli hatırası olarak saklayacaktı. |
|
08 Ekim 2006, 02:12 | #6 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları Bunlara kendimizi tanitacagiz Ankara’ya son gidisimde bir aksam gazi, beni ankara palas’a götürmüstü. Sofrada bir kaç kisi daha vardi. Yedik, içtik, eglendik, gece yarisina dogru fransiz büyükelçisi pavyona geldi. Pasa bu elçiden hoslaniyordu. Sofraya çagirdi, bir kaç kadeh de onunla birlikte içildi. Büyük sehirlerden, paris’ten söz açilmisti. Bu arada büyükelçi, gazi’ye: - ekselans, paris’i bir daha görmek istemez misiniz? Dedi. Mustafa kemal pasa: - “nasil görmek istemem? Gençlik hatiralarimi tazelerim,” diye cevap verdi. Bu karsiliga çok sevinen büyükelçi: - “böyle bir seyahat fransa’yi çok sevindirir. Ben de refakatinizde bulunmaktan seref duyarim. En büyük fransiz zirhlisi bizi izmir’den alir. Akdeniz donanmasi emrimize verilir. Marsilya’ya çiktiginizda fransiz ordusu kumandaniz altina girer. Hükümdarlara yapilmayan bir törenle karsilanirsiniz.” Bu sözleri dikkatle dinleyen gazi: - “bu daveti siz kendiliginizden mi yapiyorsunuz, yoksa hükümetiniz adina mi konusuyorsunuz?” Diye sordu. Bu soru karsisinda büyükelçi hemen kendisini topladi: -”muvaffakiyetinizi hükümetime bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir seref sayar,” dedi. Gazi’nin yüzü degisti. Çok kesin bir dille: -”ekselans, paris’i çok görmek istiyorum, ama büyük törenle karsilanacagim paris’i degil. Ben paris’e, dünyanin bu güzel sehrine, operalarini, tiyatrolarini, revülerini, zarif kadinlarini bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya gençlik hatiralarimi tazelemek için... Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim. Yoksa törenlerle karsilanmak için degil.” Büyükelçi gaf yaptigini anlamisti, biraz sonra bir is uydurarak sofradan kalkti. Gazi’nin de nesesi kaçmisti. - “kalkalim çocuklar, sofraya çankaya’da devam ederiz,” dedi. Sofradakilerin çogunu pavyonda birakti yalniz iki-üç yakin arkadasini yanina aldi. Yolda kendisine : - “elçi çok fena bozuldu ama, söyledigine de söyleyecegine de pisman ettiniz” dedim. Artik kizginligi geçmisti: - “bana bak kemal, sen de basima kirk yillik diplomat kesilme. Adamin zihniyetini anlamadin mi? Bu avrupalilar bizi bir türlü kavrayamiyorlar. Adam beni bir sark emiri saniyor. Hangi donanmayi kimin emrine, hangi orduyu kimin kumandasi altina veriyor? Bunlara kendimizi tanitacagiz, kim oldugumuzu ögrenecekler. Yoksa ben kaba bir adam degilim çocugum” dedi. Atatürk, çok ince bir adamdi. Kemaalettin sami pasa’dan (Cevat dursunoglu ) |
|
08 Ekim 2006, 02:13 | #7 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları On yıl Sonra Samsun’dan havza’ya gidiyorduk. Altimizda, birinci dünya harbi’nden kalan benz marka bir otomobil vardi. Söför de türk degildi. Yola çiktik, biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu. Otuzalti yasinda zaferler kazanan kumandan mustafa kemal pasa’nin ne demek oldgunu arkadaslari bilirler. Kizdi ve asabilesti. Söförü azarladi ve kendisi makinayi harekete geçirmege ugrasti. Tabi muvaffak olamadi. Ben, doktor refik saydam ve kazim dirik bir kösede duruyorduk. Dogrusu, içimizden neden ise karistigina hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk. Içimizden geçeni anlamis gibi bize bakti ve dedi ki: - on sene sonra sizinle, kendi yaptigimiz yollarda, türk söförleri bizi istedigimiz yerlere götürecekler! Biz sustuk. Içimizden geçenlerin ne oldugunu bilmem anlatmak lazim mi? Aradan tam on yil geçti. Ben birinci umumi müfettis idim. Diyarbakir’a gelmisti. Bir yolda giderken gene otomobil bozuldu. Kafile durdu. Beni yanina çagirdi ve türk söförle islemeye baslayan makineyi isaret etti: - vaadimi yerine getirdim! Dr. Ibrahim tali öngören Bu milletvekilligi ayricaligini hiç begenmedim Atatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver’e: - sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor. O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata’nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor; - vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun? Yanindakiler cevap verirler. - pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz. Ata hayretle: - bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçilik! (Ali kiliç) |
|
08 Ekim 2006, 02:14 | #8 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Yanıt: Atatürk'ün Anıları Devlet imkanlarini Amacina Uygun Kullanma Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye’nin ankara’ya gelmesi kararlastirildiktan sonra mustafa kemal ve hüseyin rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmislerdi. Daha sonra mustafa kemal ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi. O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, etlik, dikmen, ayranci’da bag evleri vardi. Bunlar arasinda çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev mustafa kemal’e armagan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924’de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, mustafa kemal’in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu. Mustafa kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi mustafa kemal’in olan yapi 1932’de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi. Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk’ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi selahattin refik beyi ankara’ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi. Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata’nin yaninda olan ankara belediye baskani asaf ilbay bey ata’nin su açiklamasini kaydeder. “biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.” Sonra selahattin refik bey’e döner: “sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuz zannederim.” Der. (Cemal kutay) |
|
Etiketler |
anilari, anıları, ataturkun, atatürkün |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Atatürk'ün Çocukluk Anıları 2 | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 19 Mayıs 2023 20:09 |
Atatürk'ün İlkokul Anıları | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 06 Şubat 2021 17:17 |
Atatürk'ün Çocukluk Anıları | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 17 Mart 2020 18:53 |
Atatürk Anıları. | PopSy | Atatürk Köşesi | 59 | 27 Temmuz 2008 03:53 |
Atatürk'ün savaş anıları | PopSy | Atatürk Köşesi | 0 | 23 Temmuz 2008 04:24 |