27 Temmuz 2008, 03:35 | #41 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. PORTRE PORTRE İstanbul'un kurtuluşundan yirmi üç gün sonra Cumhuriyet ilan olunur ve Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir. 1924'ün 2 Ocak tarihinden 22 Şubat'ına kadar İzmir'de bulunur. İzmir'e giden bir Kurul arasında Çallı İbrahim de vardır. Çallı, Atatürk'le karşılaşır ve kendisine: - Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal'in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam? der. Atatürk de: - Mademki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal'i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok, yanıtını verir. Daha sonra Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak Atatürk'ün koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur. Oğuz ÖZDEŞ |
|
27 Temmuz 2008, 03:35 | #42 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu - Dünyanın en büyük insanı kimdir? - Timur'dur Paşam! - Değil. - Fatih'tir. - Değil. - Yavuz Sultan Selim. - Değil. - Alpaslan. - Değil. - Napolyon. - İskender. - Değil. Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı: - Sizsiniz Paşam., dedi. Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi: - Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. Muhammed'dir. alıntı |
|
27 Temmuz 2008, 03:37 | #43 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Atatürk ve Yoksulluk OSMANLI Devleti'nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa Kemal, Halep'te bulunuyor ve İstanbul'a gidecek. Ama tren bileti alacak kadar bile parası yok. Tek varlığı zamanla edindiği ve yetiştirdiği atlar, kısraklar. Tek çare, bunları satmak. Gerçi, o denli sevdiği bu hayvanlardan ayrılmak da güç geliyor ona. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil. "Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul'a gidebilirim. " Salih (Bozok) atları satma görevini üstleniyor, fakat tek bir alıcı çıkmayacak. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal'den başkaca değil. Halep'in hali vakti yerinde olanların çoğu at meraklısı ama atları alsalar, seferberlik var, ülke savaşta, ordu tüm hayvanlara el koyuyor. Tam bir çıkmaz, çaresizlik... ATATÜRK VE YOKSULLUK İşte tam da bu günlerde 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal'le Halep'te buluşacak. Cemal Paşa'nın Mustafa Kemal'e eskiden beri sevgisi ve bağlılığı var. Birçok konuda da görüş birliği içindeler. Bir ara söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in sıkıntı içinde olduğuna geliyor: "Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?" "At ve kısraklarınızı önce baytarlarıma muayene ettireyim." "Diyarbakır'da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle yapınız..." Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına alıyor! Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelebilmesi, savaşımına başlayabilmesi çok sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde... Dahası, Cemal Paşa bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altınmış diyerek aradaki üç bin altını Mustafa Kemal'e gönderecektir. Ve yıllar sonra diyecektir ki: "Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev sayarım." ONUN İÇİN BİR TUTKU Atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları o kadar çok seviyordu ki... Bir tutku idi at sevgisi onda. Onları okşarken elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce hemen terslenmeyi keserlerdi. Nerdeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını... Ankara'da çiftlikdeki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler dökülecektir: "Çocuğum olmadığında hikmet ve isabet varmış. Eğer bir evlat kaybetmek felaketine uğrasaydım kalbim bu elem ve kedere dayanamazdı." Atları onun arkadaşları gibiydi de. SABİHA GÖKÇEN İRKİLİYOR "Bir arkadaş daha bizi terk ediyor bugün Sabiha..." dediğinde acı içinde, Sabiha Gökçen birden irkilecek, o günlerde Gazi Paşa'nın yakınları arasında ölümcül bir hastalığa yakalanmış kim var diye belleğini zorlayacak, çıkaramayınca da Gazi böylesine üzgün olduğuna göre ölümüne yandığı bu arkadaşının bilmediği ama mutlaka çok sevdiği biri olduğunu düşünürken içeriye Gazi'nin tabancasını elinde tutarak giren bir dosta onun: "Durumu nasıl? Hiç umut yok mu?" diye sorması karşısında şaşkınlığı daha artacaktı... "Maalesef Paşam! Yok. .. Herkes elinden geleni yaptı. Böyle daha fazla acı çekmesine müsaade etmeseniz iyi olur... Bir şey daha söylemek isterim... Gözleri sanki sizi arar gibi..." "Arar, arar ya... Atlar insanlardan daha hassas, daha vefakar ve daha çıkar düşüncesinden uzaktırlar. Bunca yıl bana hizmet etti, bana yoldaşlık etti. O benim kokuma, ben onun kokusuna alıştık. Birbirimizin huyunu da iyi öğrendik. Yazık oldu hayvanıma..." Evet, o çok sevdiği atlarından biri hastalanmıştı, umar da yoktu, vurulması gerekiyordu acısını dindirmek için. Ona karşı bu son görevi de sahibi yapmalıydı. Silahını aldı, ahıra doğru yürüdü. Gazi eğildi, mendili ile köpüklerini sildi, yelesini okşadı atının. "Oğlum, oğlum! Şimdi bütün acıların dinecek!..." Öptü onu birkaç kez. "Sen mi beni arayacaksın, yoksa ben mi seni?" SEVELİM, OKŞAYALIM Doğruldu, silahını hayvanın tam altına doğrulttu. Parmağı tetikte. Ama öyle kalakaldı. Bir yontu gibi. Ve birden gözlerinden yaşlar boşandı. "Alın! Alın! Götürün hayvanı buradan! Çok uzaklara götürün. Acı çektirmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun! Ben düşmanlarımı bile böyle vuramamışımdır! Bana bunu yaptırmayın... " Gazi, uzunca bir süre ata binemeyecekti. .. Ve bir gün Çankaya'da sofrasında Gazi yaverlerine buyuruyor: "İki gün önce bizim atlardan biri doğurdu. Alıp onları buraya getiriniz." Konuklar, herkes şaşkın. Yaver, duraksıyor. Gazi'nin "Sevelim, görelim, okşayalım" sözleri şaşkınlığa, duraksamaya bir son veriyor. Çok geçmeden tay ve annesi Yıldız, bakıcıları Kerim'in yedeğinde şeref salonunda. Salonda ayakları kaymasın diye geçecekleri ve duracakları yerlere halılar, kilimler serilmiş. Gazi, onları ayrı ayrı sevmekte ve eliyle kesme şeker yedirmekte.. . |
|
27 Temmuz 2008, 03:38 | #44 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Mesaj: [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] RE: Atatürk'le ilgili anılar Mahmut Sadi'nin bir ogrencilik anisi: "Yil 1923... Istanbul Universitesi' nde ogrenci oldugum siralar. Okul duvarinda bir ilan goruyorum. 'Avrupa'ya talebe yollanacaktir. ' 'Allah Allah' diyorum, ulke yikik dokuk yil 1923... Avrupa'ya talebe! Luks gibi gelen bir sey, ama bir sansimi denemek istedim. 150 kisi icerisinde 11 kisi secilmisiz. Benim ismimin yanina Ataturk 'Berlin Universitesi' ne gitsin' diye yazmis. Zaman geldi. Sirkeci Gari'ndayim, ama kafam oyle karisIk ki gitsem mi, kalsam mi orada ben unutulur muyum, para yollarlar mi, gurbet ellerde ne yaparim? Bir an gitmemeye karar verdim, dondum. O sirada bir muvezzi ismimi cagirdi: "'Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, bir telgrafin var.' "Telgrafi actim aynen sunlar yaziyordu: "'Sizleri birer kivilcim olarak gonderiyorum; alevler olarak geri donmelisiniz. ' "Var mi boyle bir sey? 11 ogrencinin nerede, ne zaman, ne dusunebilecegini hesap edebilen bir lider, dunya lideri olmasin da ne olsun! Yil 1923, biz evimizde bir cocugumuzun huyunu degistiremiyoruz, bir huyunu. Tum ulkenin huyu degisiyor. Bununla ugrasan bir insan, yolladigi 11 ogrencinin nerede, ne zaman, ne dusunebilecegini hissedebiliyor. " Mahmut Sadi devam ediyor: "Gel de simdi gitme, git de orada calisma, don de bu ulke icin canini verme!" Diyor.? |
|
27 Temmuz 2008, 03:39 | #45 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Satın alınmayan adam Atatürk geçen dünya harbi başladığı zaman türk ordusunda alman general ve subaylarına mühim mevkiler verilmesinin aleyhinde bulunmuştu. Alman mareşali falkenhayn bu gibileri itirazdan vazgeçirmek için çeşitli çarelere başvuruyordu. Bu sırada mustafa kemal paşanın yedinci ordu kumandanlığına hareket edeceği günün gecesi, istanbul'da akaretler'de 74 numaralı eve alman mareşalinin karargahında memur olan bir türk kurmay subayı ile genç bir alman subayı geldiler. Ufak sandıklar içinde bazı şeyler getirdiler. Mustafa kemal sordu: - bunlar nedir? Alman subay cevap verdi. - istanbul'dan ayrılıyorsunuz; size mareşal falkenhayn bir miktar altın göndermiştir. - bu paralar bana yanlış geldi. Ordunun levazım reisliğine gönderilmesi lazımdı. - efendim, o da başka... " Mustafa kemal paranın ne kadar olduğunu anladıktan sonra, alman subayının önünde, onları teslim aldığına dair senet imzaladı; fakat alman subayı bunu kabul etmedi. O zaman mustafa kemal türk subayına emretti: - bu zabit bilmiyor, senedi alsın. Mareşale versin ve siz de paraları gelip alması için levazım reisliğine haber gönderiniz... Bir kaç ay sonra atatürk yedinci ordu kumandanlığını, vekil olarak ali rıza paşa'ya bırakmış, ayrılmıştı; altınları da ona teslim ederek makbuz almıştı. Bu makbuzu iki yaverine verdi ve emretti. - mareşal falkenhayn'e gidiniz; kendisini görünüz; bu makbuzu vererek benim imzamın bulunduğu kağıdı ondan alınız! Mareşal falkenhayn yaverine: - mustafa kemal paşa'ya böyle bir para verdiğimi hatırlamıyorum; bende imzalı senedinin bulunduğunu da bilmiyorum. Bunun için ali rıza imzalı kağıdı da kabul edemem! Dedi. Mustafa kemal paşa şu haberi yolladı; - verdiğiniz altınlar olduğu gibi duruyor; onlar için size senet verilmiştir. Sizde böyle bir senedin bulunmayışı altınları yok edemez. Vesikayı kaybetmiş olabilirsiniz; o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz; aldığınıza dair siz bize makbuz veriniz! Ben altın için memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlar dan değilim. Paralarınız duruyor, fakat onlardan daha kıymetli olan mustafa kemal imzası sizde kalamaz! |
|
27 Temmuz 2008, 03:39 | #46 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. BU MİLLETVEKİLLİĞİ AYRICALIĞINI HİÇ BEĞENMEDİM Atatürk bir sabah Florya'dan Dolmabahçe sarayına dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyaver'e: - Sorunuz, tren var mı? Diye emir veriyor. O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanındakilerle trene biniyor. Karar ani verildiği ve tatbik edildiği için bu trene biniş hemen kimsenin nazarı dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör ata'nın bulunduğu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor; - Vazifeni yap! (yanındakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun? Yanındakiler cevap verirler. - Paşam biz mebusuz. Tren bileti almayız. Parasız seyahat ederiz. Ata hayretle: - Bu imtiyazı hiç beğenmedim, der. Çok ayıp ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçılık! ŞEF ASKER Mİ SİVİL Mİ OLMALI? Çankaya akşamlarından biri. Bazen Atatürk soruyor, bazen de Atatürk'e soruyorlar. O'na diyorlar ki: - Şef asker mi, sivil mi olmalı? Cevap veriyor: - Şef, şef olmalı. İster sivil, ister asker. Bu cevabı ile şefliğin rütbede ve elbisede değil, ruhta ve kafa yapısında olduğu hakikatini veciz surette belirtmiş oluyor. LAİKLİK İlk Melis'te bir gün laiklik söz konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla: - Arkadaşlar, bir laikliktir gidiyor. Affedersiniz, ben bu laikliğin manasını anlamıyorum. Diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden eline kürsüye vurarak: - Adam olmak demektir hocam, adam olmak! Diye hoca efendinin sualini cevaplandırmıştı r. ATATÜRK VE DİN ADAMLARI Mücadele'nin en buhranlı günleriydi. İstanbul ile Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği İrşad (Aydınlatma) Heyetleri'ni vatanın köyüne-kentine göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'di. Mustafa Kemal'e geldi. - Paşam... Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne anlayacak? Ata gülümsedi. - Sen üzülme Hamdullah... Onlar Arapça konuşsalar bile Türkçe düşünürler dedi. VATANIMIN TOPRAĞI TEMİZDİR Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda O'nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk: Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez! diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi. ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM? Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü'nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk'ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara'nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize: - Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu. Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından: - Neden? suali gelince, kimi stratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz kayalık güzeldir gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk : -Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara'nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacakki. SAKAL ÜZERİNE....... ...... Atatürk Amasya ziyaretinde. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; - Kimdir bu? Vali yanıt verir; - Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.Ata Şıh'ı yanına çağırır ve; - Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir. Şıh; - Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.Ata telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra Nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür.Atatü rk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; - Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; - Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp Nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır; - İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. |
|
27 Temmuz 2008, 03:40 | #47 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Turk nedır? ATATÜRK e Türk nedir diye sormuşlar. işte ATA nın cevabı; "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. GAZİ MUSTAFA KEMAL" |
|
27 Temmuz 2008, 03:41 | #48 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. ATATÜRK ile amerikalı general Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk'ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk'e belirtir ve Atatürk'te en yakın askeri kışlaya generali götürür.Askerler generali törenle karşılarlar(Bu günkü gibi değil tabi savaş koşullarında) General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça. ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış , çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor.Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve Asker yere düşer; General Atatürk' e dönerek şunu söyler: "SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ ?" Atatürk - "EVET Biz Çanakkale'yi bu askerlerle kazandık" dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General'e askeri tekrar sarsmasını ister.General az önce bitkin bir biçimde yere düşen Askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama ASKER kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir.Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk'e sorar: -"AZ ÖNCE KULAĞINA NE SÖYLEDİNİZ ?" Atatürk şunlar söyler : - "İLK BAŞTA OMUZUNa DOKUNDUĞUNUZDA YERE DÜŞTÜ ÇÜNKÜ SİZİ DOST OLARAK BİLİYORDU" -"2.DE İSE KULANIĞINA SİZİN BİZİM DÜŞMANIMIZ OLDUĞUNUZU SÖYLEDİM" **********"TÜ RK ASKERİ DOSTLARINA SEVGİ İLE YAKLAŞIR AMA DÜŞMANININ ÖNÜNDE İSE ASLAN GİBİ DURUR******* **** "Dünyada Her Millet İcraatına Tahammül Ettiği Milletin Meswuliyetine Ortak Sayılır" Mustafa Kemal ATATÜRK.... |
|
27 Temmuz 2008, 03:42 | #49 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. Köylü Milletin Efendisidir" ATATÜRK ve HALİL AĞA Yüce önder Atatürk Cumhuriyet'i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü.Yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu. Bir gün canı iyice sıkılmıştı.Nuri Conker'i yanına çağırarak: "Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten.." Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak,büyük bir haksızlık olacaktı. "Tamam ,sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım.." Atatürk ve Nuri Conker,birinin hazırladığı,ötekinin uyguladığı plan sonunda Florya Köşkü'nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten kaçtılar.Altları nda ,Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı.Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkartarak,Çekmece' ye doğru gidiyorlardı. Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı.Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış,toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çifttin bir yanında öküz,bir yanında merkep vardı.Eşit güçle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.Atatü rk şoföre durmasını söyledi. İndiler.Köylüye seslendi: "Kolay gelsin ağa.." Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi: "Kolay gelsin." "İşler nasıl ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü? Köylü isteksiz konuştu: "Tanrı'nın gücüne gitmesin bey,bu yıl yufkaydı mahsul.Kabahatin acığı bizde ,acığı yukarda!Biz geç davrandık,yukarı sı da rahmeti esirgedi." "Bakıyorum sapanın bir yanında öküz,bir yanında merkep koşulu.öküzün yok mu senin?" "Var olmasına vardı ya, hıdrelezde vergi memurları sattılar" "Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı ? Olmaz böyle şey ! Muhtara şikayet etseydin.." Köylü güldü: "Muhtar başımda deel miydi !? Memurun a bey? Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu : "Kaymakama gitseydin." Köylü Halil Ağa iyice güldü. "Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" Dedi. "Kaymakamın haberi olmadan bizim buralardan kuş bile uçmaz." Atatürk konuşmayı sürdürdü: "E peki, İstanbul şuracıkta.Geleydin valiye anlataydın derdini.. Onun işi bu değil mi? Köylü ,Atatürk'ün saflığına inanmış, iyiden iyiye gülüyordu.Konuş manın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.Kestirip attı: "Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz ? Atatürk sordu : "Adın ne senin ağa?" "Halil… Köylük yerde sorsan Halil Ağa derler.." "Demek varlıklısın?" Ağa dediklerine göre." "Acık çiftimiz – çubuğumuz varken adımız ağaya çıkmış" "Peki Halil Ağa, senin işin beni bayağı meraklandırdı. benim bildiğime göre ,bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz.Sen aldılar diyorsun.Hadi kaymamak şöyle,vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin ?" "Bilmez olur muyum beyim?" "Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul'a geliyor.Florya Köşkü'ne iniyor.Köşk de şuracıkta Birgün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona..Herhalde çaresini bulurdu." "Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun.Ama bak şimci,tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya..Tutalım ki koydular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstermezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni.." Nuri Conker lafa karışmak istedi.Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu. "E peki bakalım bu dediğime ne bulacaksın?" dedi. Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu.Gitseydin ,çıksaydın önüne ,anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya !.. Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu: "Sen nediyon bey?"dedi. Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek…Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten,işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.. " Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor,ç iftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey kalmamıştı.Atatü rk köylünün omzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.Birgün köyüne de gelir,bir ayranını içerim.Açık yürekli bir vatandaşsın.Ama yine de sana söylüyorum hakkını kimsede bırakma ara" Döndüler, arabaya bindiler.Halil Ağa onları uğurladı. "Meraklanma beyim,eyvallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez.Fakat bu, Baba'ya borçtur.Ödenmesi gerek.." Otomobil hareket etti.Atatürk'ü n canı sıkılmıştı. "Bir uygun yerde dönelim,tadı kaçtı bu işin!.."Dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor sigara üstüne sigara yakıyordu.Yüzünde ince bir keder vardı. "Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzü satmışız,merkeple çift sürüyor, hala da "Devlet Baba" diyor. Ne mübarek millet, bu millet.." Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti: Şimdi; İstanbul'da ne kadar bakan,milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!.. Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum.Ayrı ca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul,onlara da haber ver. Yaver odadan çıktı.Atatürk,Nuri Conker'e döndü: "Şimdi sende arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin.Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin."Seni sevdi,sana öküz alıverecek"diye bir şeyler söyle, kandır.Kuşkulandı rmadan al getir buraya." O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağdan oluşan yirmibeş konuk vardı. Atatürk," Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi."Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum." Bir süre sonra içeri baş yaver girdi ve Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyledi. Atatürk"Buyursun! " dedi. Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu,yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı.Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı.Arkasından tüm konuklar da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu,"Hoş geldin Halil Ağa"diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı: "İşte beklediğimiz efendimiz" dedi. Nuri Conker,Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendiside yanındaki sandalye ye geçti. Atatürk sofradakilere, o gün köşkten nasıl kaçtığını,Halil Ağa'yı bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü,sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra şöyle dedi. "Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağı z.Ben sorduklarımı baştan soracağım,Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak. " Halil Ağa'ya döndü: "Bak beri Halil Ağa" dedi."Sen benim bu akşam başmisafirimsin .Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sana hiçbir zarar gelmeyecek.Ökü zü de alacağım.Ama şimdi ben tarla da sorduklarımı baştan soracağım, sende orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksı n.İşte soruyorum: "Bakıyorum sapanın bir yanında öküz,bir yanında merkep koşulu.Öküzün yok mu senin?" Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk'ün ayağına kapanacak oldu.Atatürk önledi: "Yoo bak böyle şey istemem.Soruyorum cevap ver." Soru cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı.Ü rkütücü sorulara gelmişti sıra.Atatürk sordu. "Peki ,İstanbul şuracıkta, gideydin valiye,anlataydı n derdini… Onun işi bu değil mi? Vali Muhittin Üstündağ Halil Ağa'nın ancak iki metre ötesinde kendisine bakıyordu.Nası l desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı: "Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda.Eteğ ine düşsek derdimizi duyurabilirmiyiz ki… "Olmadı bu, Halil Ağa!..Bana dediğin gibi dos doğru… "Böyle demedik mi beyim ?.." "Ya, ben mi yanlış anladım?.." "Dur soralım bakalım Nuri'ye.Nuri, böylemi dedi bize Halil Ağa?" Nuri Conker karşılık verdi: "Hayır Paşam!.." "Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış.Hani bir şey dediydin sen vali neden duymazmış?.. "Aynen bana söylediğin gibi söyle" Halil Ağa kekeleyerek konuştu: "Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır.Paşam" dedi."Kusura kalma gayri".. "Diplomatsınki yaman diplomatsın,Halil Ağa…Ama şimdi diplomatlık sırası değil.doğru konuşacağız…Söyle bana, orada dediğin gibi…" Halil Ağa gözünü yumup başını yere eğdi. "Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla "Bırak bu sağarı" diye bir laf kaçırmıştım…" Sofrada gülüşmeler başlamıştı. "Hadı bunuda oldu diyelim.Geçelim gerisine:E Peki ,bir Başvekil İsmet Paşa var,bilirmisin? " Halil Ağa ,İsmet Paşanın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi: "Şanlı İsmet Paşa'mız bilinmez olurmu ? O bugüne bugün.." Atatürk ,Halil Ağa'yı durdurdu. "Bırak şimdi övgüleri" dedi."Ben şimdi gerisini getireyim:Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor,Florya Köşk'üne iniyor ,köşkte şuracıkta.Birgü n kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona.Herhalde bir çaresini bulurdu." Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi. "Kapıya koymazlar bizi,koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!... Atatürk'ün sesi iyice sertleşti: "Beni uğraştırma,Halil Ağa"dedi.Erkek adam sözünü yalamaz,ne dediysen,tıpkı sını tekrarlayacaksı n!.. Halil Ağa ürktü, toparlandı.Başı nı yine yere gömüp konuştu. "Şanlı paşamıza da sağar dedik ya.." "Yalnız sağar değil,sağarın sağarı" değil miydi?" Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı. "Öyle dedikti paşam, doğrusun!" diyebildi. Atatürk İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi,sözü kendine getirdi: "Son soruyu sorayım şimdi" dedi" Bununda karşılığını ver,öküzünü al git."Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu ? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini o da seni yüzüstü bırakacak değildi ya ? "Hiç bırakır mı aslan paşam benim!...Erip erişir de tarlama dek gelir halimi dinler." "Bırak bunları Halil Ağa dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu.Atatü rk'ün gözlerinin içine bakarak konuştu: "İşte bunu demem paşam!" dedi."Ağzıma ateş doldur,işte bunu demem!" Atatürk gülmeye başladı: "Zorlatacak bizi bu Halil Ağa laf anlamıyor" dedi."Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. Görsem de işinden gücünden,yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seyirtecek" demiştin". Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladıTaş kesilmiş,duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü: "Atatürk de işi içkiye vurmuş,sarhoşun biri demesine getirdin ya fazla üstelemeyelim" dedi. "Şimdi bak beni dinle ,Halil Ağa… Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay, hükümet…Yani,biri başbakan,ötekilerde bakan! Memlekete göz kulak olacak,işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi? bu baylar hemen sıvanırlar,İsviç re'den mi olur,Fransa' dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluşturulur, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp imzayı göndeririler. Büyük Millet Meclisine…Bu millet Meclisi dediğin, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler.Kanun bunlara gelir.Bunlarda Hükümet elbette incelemiş,gereğ ini düşünmüştür,benim ayrıca zorlanmama gerek yok derler ve kaldırırlar parmaklarını,olur sana bir kanun!..Ama sonra bir vergi memuru gelir vergi borcundan Halil Ağa 'nın öküzünü çeker satar…Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkeple, bir yanda öküz,ırgalana ırgalana sürmeye çalışır.Ama üretim düşermiş,ekin zorlaşırmış kimin umurunda…Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar,işitirim tasalanırım! E.. hakça söyle bakalım Halil Ağa..Sen benim yerimde olsan,efkar dağıtmak için,bunları bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar ,sana Sarhoş der…" Halil Ağa'nın dili çözülmüştü: "Öyle diyen yok haşa!...Dinden çıkmak gibidir…Buldun mu bunu hacısı da içer, hocası da içer…" Peki sende içer mi sin? "Hiç bulunurda içilmez olur mu paşam?..İçeriz ki tıpkı şerbet gibi!.. Atatürk hizmet edenlere işaret etti.kadehleri doldurttu.Kendi kadehini Halil Ağa'ya uzattı. "Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim ." ……………… Daha sonra Halil Ağa köyüne dönmek için müsaade ister. Atatürk Nuri Conkere İşaret eder. Halil Ağa önce Atatürk'ü daha sonrada salonda bulunanları selamlayarak salondan ayrılır. Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü: "Efendimizin halini gördünüz mü ? beyler dedi."Devlet size böyle davransa siz ne yapardınız?Mübarek millet bu, adam millet bu…Şimdi bu adam milletin karşısında" adam olmak bize düşüyor!.. Sofrada kesin bir sessizlik vardı .Kimse gözlerini Atatürk'ten ayıramıyordu: "Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık yada bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor.İkisi de bence birbirinden farksız…Böyle bir kanun yaptıksa,memleket çıkarlarına aykırıdır.Nasıl yaparız nasıl yapmışız bunu?Eğer yaptığımız kanun doğru da yorumlanması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım:Hükümet nasıl bir yöntem içindedir.Sonra unutmayın ki olay İstanbul'da geçiyor.Bunun Van'ı var,Bitlis'i var,kıyı bucak ilçesi var.acaba oralarda neler oluyor? BU ÇARK İYİ DÖNMÜYOR BEYLER!... T.Fikret BİLGİN |
|
27 Temmuz 2008, 03:43 | #50 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Atatürk Anıları. ATATURK – YALOVA VE CINAR AGACI Gazi Pasa'dan baska kimse altimda durmasin Atatürk Yalova'ya geldiginde cok nefis bir cinar görüyor. 'Sunun altinda bir kahve bir sigara icelim' diyor ve "suraya bir kösk yapsaniz ne vardi" diye saka yapiyor. Arkasindan "bana kücücük benim sigacagim kadar kücücük bir kösk, arkasina da İsmet Pasa'ya bir büyük kösk yapin" diye sakasina devam ediyor. Saka da olsa İstanbul Valiligi, hemen harekete gecerek orada (adi kösk) olan bir bucuk katli bir ev yapiliyor. Pasa'yi da cagiriyorlar. Pasa, cok mutlu oluyor. Köksü Ata’nin begendigi o’ cinarin yanina yapmislar. Daha sik gelip gidiyor, ancak bir kis Yalova’ya gidemiyor ve yaz olunca gittiginde görevliler, (Biz bu cinarin bir kolunu kesecegiz, köskün üstüne basiyor ve belki biraz daha basarsa yikacak) diyorlar. Ata:'Bu agaci biraz öteye götürün' diyor, Cevaben :'Ölür' diyorlar. Bu defa Ata, Cok kesin, sert ve tatli bir emir veriyor: 'Öyleyse bu köskü götürün.' Herkes birbirine bakiyor, ama emir kesin. İstanbul'dan geliyorlar, 16 metre derine inip, dösedikleri traversler üzerinde köskü yaklasik 6 metre öteye tasiyip Cinarin dalini kurtariyorlar. ……. 10 Kasim günü Atatürk ölmüs, bir hafta sonra köske bir mektup gelmis. "Gazi pasa'nin ölümü üzerine kestirmedigi büyük kol aniden hastalandi. Bu konuda emriniz." Tabi cürüyen kolu kesmisler. ……. Yine ayni bölgede, İsmet Pasa'nin köskünün yaninda bir agac varmis. Cins bir cam, ama cok güzelmis. Atatürk gelir gider ve her defasinda 'Geldim nasilsin' der ve altinda bir sigara icermis. Bir defasinda da saka yapmis agaca, 'Bakanlar Kurulu'nu altinda topluyorum' deyip, milleti toplamis. Agac, Atatürk'ün ölümünün ardindan, Baharda hic kimsenin anlayamadigi bir sekilde birden kurumus. |
|
Etiketler |
anıları, atatürk |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Atatürk'ün Çocukluk Anıları 2 | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 19 Mayıs 2023 20:09 |
Atatürk'ün İlkokul Anıları | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 06 Şubat 2021 17:17 |
Atatürk'ün Çocukluk Anıları | Serdar28 | Atatürk Köşesi | 0 | 17 Mart 2020 18:53 |
Atatürk'ün savaş anıları | PopSy | Atatürk Köşesi | 0 | 23 Temmuz 2008 04:24 |
Atatürk'ün Anıları | Burak | Atatürk Köşesi | 7 | 08 Ekim 2006 02:14 |