19 Aralık 2015, 23:17 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse. Acemilik çekmek : -1. Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek. -2. Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak. Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtları na da zarar vermek, her iki yanı da kırmak. Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba). Acı çekmek (duymak) : -1. Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb. nede niyle aa duymak. -2. Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek. Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokun mak, onu üzmek. Acından ölmek : -1. Çok acıkmış olmak. -2. Açlıktan ötmek. Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç. Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını gör mek, yaşamak. Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak. Acısını almak : -1. Act tadını gidermek. -2. Sızısını, üzüntüsünü gider mek. Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek. Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1. Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek . -2. Zamanında gereği gibi yapılamayan bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek. -3. Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak. Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk. Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek. Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan. Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek. Aciz kalmak : -1. Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek. -2. Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak. Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak. Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden. Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda. Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç. Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybe dersin, act olaylarla karşılaşırsın.” anlamında. Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden almak. Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1. O kimsenin görevine son ver mek ; onu kadrodışı bırakmak. -2. Bir durumu fark ederek aydınlatmak. -3. O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak. Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak. Açığa vurmak (bir şeyi) : -1. Gizli kalması gereken bir şeyi açıkla mak, belli etmek. -2. Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı. Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttu ğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak. Açığını bulmak (birinin): -1. Bir hesaplamada eksiğini ortaya koy mak. -2. Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek. Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1. Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak. -2. Birini hesap açığını ödemek. Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak. Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle. Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir. Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle. Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınır sız yetki vermek, tanımak Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık. Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars. İpucu vermek.) Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse). Açıkgöz: -1. Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse). -2. Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse). Açık gözlük etmek : -1. Uyanık davranmak. -2. Fırsatlardan yararlan masını bilmek. Açık hava : Bir binanın dışındaki yer. Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak. Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyle yen, samimi (kimse); açık yürekli. Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak. Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamu oyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup. Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak. Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak öl çüde (giyim, söz; konuşmak) Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde. Açık söylemek : -1. Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek. -2. Çekinme den söylemek. Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir. Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir. Açıkta bırakmak (birini) : -1. Ona herhangi bir iş ya da görev verme mek. -2. Onu evsiz barksız bırakmak. -3. Onu çeşitli kişilere sağla nan hizmetten yoksun bırakmak. Açıkta kalmak: -1. Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek. -2. Ev siz barksız kalmak. -3. Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kal mak yararlanamamak. Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan. (Kars. Göz göre göre.) Açık teşekkür : Bastn organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İle tilen teşekkür türü. Açık vermek: -1. Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak. -2. Borçlu duruma düşmek. -3. Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak. -4. Gizlenmesi gereken bir şe yi farkında olmadan belli edivermek. Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak. Açılıp saçılmak : -1. (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak. -2. (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak. Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden. Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle. Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak. Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak. Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek. Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak. Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak. Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çı kılır bir durumla karşı karşıya bırakmak. Açtı ağzını, yumdu gözünü : “Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına söz ler söyledi.” anlamında kullanılır. (Kars. Ağzına geleni söylemek.) Ad almak : Kendisine ad verilmek. Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğeni lir duruma gelmek, derlenip toparlanmak. Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak. Adam başına : Her bir kimseye. Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1. O kimseyi topluma yararlı bir du ruma getirmek, yetiştirmek. -2. O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek. Adamına düşmek(adamını bulmak): -1. Bir iş gerçek sahibine veril mek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak. -2. (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, kar şılaşmak. , Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb. yüzünden İnsanların arasına karışamamak. ^ Adam olmak : -1. Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir du ruma gelmek. -2. Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek. Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : “Söz konusu kimse nin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir.” anlamında. Adam sen de : “Aldırma, önem verme!” anlamında. Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek. A’dan z”ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı. Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı ol mak. Âdet yerini bulsun diye : “Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin.” anlamında. Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak. Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak. Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak. Adı geçmek: -1. Söz konusu edilmek. -2. Adı yazılmak; ismi geçmek. Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak. Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak. Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : “Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım.” anlamında. Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek. Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak. Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde. Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak Adını ağzına aptestte aJmak : Onu saygıyla anmak. Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek. Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bi le) okunmamak. Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak. Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek. Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen. Adı ulu götü kuru : Çok ünlü sanılıyor ama gerçek öyle değil. Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi. Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle. Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim tak mak. Afakanlar basmak : bk. Hafakanlar basmak. Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek. Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak. Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek. Afyonu patlamak : Kendine gelmek. Afyonunu patlatmak: -1. Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak. -2. Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak. Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek. Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek. Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak. Ağır basmak : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Bir yön, bir taraf daha üs tün gelmek. Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse). Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse). Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak. Ağır elli : -1. İşlerini çabuk yapamayan (kimse); Ağır gelmek : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Yapılması, tahammül edil mesi güç gelmek. -3. Gücüne gitmek, kırmak, incitmek. Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek. Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık. Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars. Gücüne gitmek, zoruna gitmek.) Ağır İşrtmek : bk. Ağır duymak. Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse). Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak. Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek. Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı. Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1. Bir kimseye sıkıntı vermek. (Kars. Yük olmak) -2. Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak. Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak. Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz. Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse. Ağır uyku : Derin uyku. (Kars. Deliksiz uyku). Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak . (Kars. Aynı ağzı kullanmak.) Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga. Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek. Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlat mak. Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek). Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istek leri. Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik. . Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatma ya çalışmak Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri hali ne gelmek. Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak. Ağrısı tutmak: -1. Gebe kadının doğum şanoları başlamak. -2. Her hangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak. Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz). Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak. Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse). Ağzı burnu yerinde : Olduça güzel, yakışıklı (kimse). Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse. Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak. Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak. Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse). Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse). Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık. Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse). Ağzı kara: -1. Kötü haberler veren (kimse). -2. Fitneci, çamur atan (kimse). Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek. Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak. Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak. Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak. Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak. (Kars. Yüzüne gözüne bulaştırmak.) Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb. etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek. (Kars. Açtı ağzını yumdu gözünü.) Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere. Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyle yenlere iltifat olarak söylenir. Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak. Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu duru muna gelmek, dedikodu konusu olmak. Ağzına sıçmak: Öfkelenilen bir kimseye büyük zarar verecek bir iş yapmak. Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiye cek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek. Ağzına tükürmek : Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak. Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse). Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söy lemek. Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız ol duğu için bir türlü yutamamak Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak Ağzından burnundan gelmek : bk. Burnundan gelmek. Ağzından burnundan getirmek : bk. Burnundan getirmek. Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kız gınlık, öfke vb. yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her za man onun sözünü etmek Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandır mak, bir şeye razı etmek Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyle yi vermek Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunla rıyla bilgi sızdırmak Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak Ağzından yel alsın : “Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dile rim.” anlamında. Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söy lemiş olmak (Kars. Dilinde tüy bitmek) Ağzını açmak: -1. Konuşmak -2. Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak. Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda ne ler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle ko nuşacak durumda olmamak Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek Ağzını burnunu dağıtmak : .Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak. Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek. Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1. Susmayı tercih et mek. -2. Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak. Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak. : Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinle mek. -2. Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak. Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak. Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranış larına katlanmak. Ağzının payını almak: Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak. Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışın dan ötürü paylamak (Kars. Haddini bildirmek). Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek is temek, imrenmek. Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak. Ağzının tadını bilmek : >1. Damak zevki olmak. -2. Her şeyin güzelini seçmede usta olmak, Ağzını öpeyim (seveyim) : “Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin,sağ olasın” anlamında. Ağzını sıkı (pek) tutmak : Sır vermemek, boşboğazlık etmemek. Ağzını sulandırmak: İmrendirmek. Ağzını topla : “Konuşmana dikkat et, terbiyeli konuş!” anlamında. Ağzını (çenesini) tutmak : İleri geri konuşmamak, sır saklamak. Ağzını yoklamak : Ağzını aramak. Ağzı pek (sıkı): Sır saklamayı bilen (kimse). Ağzı pis : Sövmeyi, açık saçık konuşmayı huy edinmiş .(kimse). Ağzı sulanmak : Bir şeyi yeme, ya da elde etmek isteği duymak, ona imrenmek. (Kars. Canı çekmek.) Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy, tecrübesiz olmak. Ağzı teneke kaplı: bk. Ağzı çelikli. Ağzı var dili yok: Sessiz sedasız, uysal, yumuşak huylu (kimse). Ağzı yanmak (bir şeyden): O şeyden (ötürü) zarar görmek, olumsuz yönde etkilenmek. Ağzıyla kuş tutsa : “Ne yaparsa yapsın, en güç işleri bile yapsa da…” anlamında. Aha gelmek (ah almak, antm almak): Kötülük ettiği bir kimsenin bed duasına uğramak. Ahbap çavuşlar : İyi anlaşan, her zaman butikte görülen arkadaşlar. (Kars. ÇHfte kumrater.) Ah çekmek: Üzüntü, özlem vb. duygulan bffHrfrnek k>n içten gelen bir sesle “ah” demek. Aheste beste : Yavaş, yavaş, nazlı nazlı. Ahfeş’in keçisi gibi baş (başm) saNamak : Söylenen her şeyi anla madan, dinlemeden doğrulamak; onaylamak. Ahi çıkmak (ahi yvrde kalmamak) : Zulüm gören kimsenin bedduası etkisini göstermek. Ahım şahım : Beğenilecek, olağanüstü bir yönü olmayan. Ahini almak : bk. Aha gelmek. Ahı tutmak (birinin) : Bedduası, kötülük yapan kimseye etki etmek. Ahi yerde katmamak : bk. Ahi çıkmak. Ahkâm çıkarmak : Kendi kuruntularına dayanarak birtakım yersiz yar gılara varmak, sonuçlar çıkarmak. Ahkâm kesmek : feir konuda yetkili olmadığı halde kesin yargılar ileri sürmek. Ahkâm savurmak (yürütmek): Kendine göre sonuçlar çıkarmak, yet kisi dışında hükümler vermek. Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur. Ahireti boylamak: Ölmek. Ahiret, suali: Yanıtlaması güç, gereksiz ve bıktırıcı soru; kabir suali. Ahirette on parmağı (iki eli) yakasında olmak : Haksızlık yapan kim seden öbür dünyada davacı olmak. Akıbetine uğramak (birinin): Aynı kötü duruma düşmek. Akıl almak (danışmak, sormak) (birinden) : Ondan herhangi bir ko nuda bilgi, görüş, öğüt istemek. Akılda katmak: Unutulmamak, hatırlanmak. Akıldan çıkmak: Unutulmak; Akıl danışmak (birine): bk. Akıl almak Akıl defteri: Akta gelen şeylerin unutulmaması için tasaca yazıldığı defte*. Akıl ermemek (erdirememek) (bir şeye): Onun ne olduğunu anlaya mamak. Akıl etmek (bir şeyi) : -1. Akıllıca bir iş yapmak -2. Önlem almak. -3. Hatırlamak. Akıl hocası: Birine yol gösteren kimse. Akıl (âkil) kârı olmamak: Söz konusu iş akıllı bir kimsenin yapacağı türden bîr iş olmamak.* Akıl küpü (kutusu, kumkuması) : Çok akıllı kimse, özellikle çocuk için şaka yollu söylenir. Akıllara durgunluk vermek : Bir şey İnanılması guç, şaşırtıcı bir nitelik te olmak. Akıllı uslu ; Ağır başlı, terbiyeli, dengeli (Kimse). Akıl öğretmek (vermek) (bir kimseye) : Oha ne yapacağını, nasıl davranacağını söylemek. Akıl sır ermemek (birşeye): Bir şeyin niteliğini, gizli yönlerini hiç kimse anlayamamak. Akıl sormak (birinden): bk Akıl almak. Akıl tersletti: Dengesiz, hoppa, delişmen (kimse). Akıl var, yalan (izan) var ; ‘Fazla kafa yormana gerek yok, doğrusu iş te meydanda.’ anlamında. Akıl vermek (birine): bk. Akıl öğretmek. Akıl yormak: Bir konuda çok düşünmek. Akıl yürütmek : Aklını kultanmaK düşünme yeteneğini harekete geçir mek. Akıntıya bırakmak (bir şeyi) : Olayların gelişmesini engellemeye ça lışmadan sonucu kabullenmek. (Kars. İşi oluruna bırakmak.) Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş için boşuna çaba harca mak. Akla (hayale) gelmemek : Düşünülmemek, tasarlanmamak, hatırlan mamak. Akla karayı seçmek: Bir işt başanncaya kadar çok zahmet çekmek Akla yakın : Herkesçe kabul edilebilir nitelikte olan. Aklı almamak (bir şeyi): -1. Onu anlayamamak, kavrayamamak. -2. Bir şeyin olabileceğine inanmamak, gerçekleşebileceğini düşüneme me Aklı başına gelmek : -1. Kendine gelmek, ayılmak. -2. Doğruyu yanlış* tan ayırabilecek duruma gelmek; gerçeğin farkına varmak, doğru yo lu bulmak, uslanmak, (Kars. Ayağı suya ermek) Aklı başında : Akıllıca davranışlarda bulunan (kimse). Aklı başından bir karış yukarı (yukarda) : Aklına esenleri düşünme den yapan (kimse). Aklı başından gitmek: -1. Bayılmak, kendini kaybetmek. -2. Sevinç ya da korkudan ne yapacağını şaşırmak. -3. Sağlıklı düşünebilecek durumda olmamak. Aklı başka yerde olmak: Bir iş yaparken başka şeyi düşünmek. Aklı bîr karış havada : Dikkatsiz, dağınık, dalgın (kimse, genç). Aklı çıkmak: Korkmak, ne yapacağını bilememek. Aklı dağılmak : Sağlıklı düşünememek, dikkatini bîr konu üzerine vere memek. Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemeyecek duruma gelmek. Aklı ermek (yetmek) (bir şeye): Çevresinde olup bitenleri, doğruyu yanlışı anlamaya başlamak; anlayacak düzeyde, durumda olmak. Aklı fikri: Bütün düşüncesi, düşündüğü. Aklı gitmek : -1. Çok korkmak. -2. Çok beğenmek. Aklı kalmak (bir şeyde, birinde) : Sevdiği, beğendiği bir şeyi düşün mekten kendini alamamak. Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, sağlıklı düşüneme mek. Aklı kesmek : bk Aklı yatmak. Aklına esmek: Hiç düşünmediği halde birdenbire bir şeyi yapmaya karar vermek. Aklma gelmek: -1. Kafasında bir düşünce doğmak, tasarlamak. -2. Hatırlamak. Aklma getirmek : -1. Anımsatmak, hatırlatmak. -2. Düşünmek, tasarla mak. Aklına koymak (bir şeyi),(bir şeyi birinin): -1. Bir şeyi yapmaya ke sin karar vermek. -2. Başkasına akıl öğretmek. Aklına sığmamak : Olabileceğine (olabildiğine) inanmamak. Aklına şaşayım (şaşarım) : “Böyle akılsızca davranması, işler yapma sı beni şaşırttı.” anlamında. Aklına takılmak: Bir şey sürekli olarak kafasını meşgul etmek. Aklına turp sıkayım : “Böyle düşünmen ya da yapman budalaca bir iş olur.” anlamında. Aklına uymak : Bir kimsenin düşüncesi doğrultusunda iş yapmak. Aklında kalmak : Unutmamak, hatırlamak. Aklından çıkmak : Unutmak, hatırlamamak Aklından çıkarmak (bir şeyi, birini) : Unutmamak Aklından geçirmek (bir şeyi, birini) : Onu hatırlamak, bir şeyi düşün müş olmak. Aklından geçmek : Bir kimseyi ya da şeyi düşünmek. Aklından zoru olmak: Ancak bir delinin yapacağı türden işler yap mak, davranışlarda bulunmak. Aklında tutmak (bir şeyi): -1. Onu unutmamak. -2. İyice Öğrenmek, bellemek. Aklını (başından) almak (bir şey, bir kimse) : -.1. Birinin güzelliği kar şısında büyülenmek. -2. Birinin, ani bir davranışta bulunarak korkut mak. Aklını başına almak (devşirmek, toplamak) : Delice, çılgınca davra nışları bir yana bırakıp akıllı uslu olmaya çatışmak. Aklını başından almak : bk.Aklını (başından) almak. Aklını bir şeyle bozmak : Bir şey üzerine düşünerek, hep onunla uğra şıp durmak. Aklını çelmek: -1. Niyetinden, karanndan caydırmak. -2. Ayartmak, kandırmak. (Kars. Baştan çıkarmak.) Aklını kaybetmek (kaçırmak, oynatmak) : -1. Deli gibi olmak. -2. De lirmek, çıldırmak. Aklının çivisi (tahtası) eksik : Dengesiz, aptal (kimse). Aklının ucundan (köşesinden) bile geçmemek : Onu daha önce hiç düşünmemiş olmak. Aklını peynir ekmekle yemek : Delice, aptalca işler yapmak. Aklını şaşırmak : Akılsızca işler yapmaya başlamak. Aklı sıra : Aklınca, düşündüğüne göre, sözde. Aklı sonradan gelmek : Hatasını anlayıp düzeltmeye çalışmak. Aklı takılmak (bir şeye, birine) : Hep o şey, kimse üzerinde durup dü şünmek. Aklı yatmak (kesmek) (bir şeye) : O şeyin olabileceğine, onu yapıla bileceğine İnanmak. Ak pak : -1. Tertemiz. -2. Saçı sakalı ağarmış. -3. Beyaz tenli. Aksi gibi: Yazık ki, maalesef. Aksi gitmek (bir iş ) (bir kimseye) : -1. Bir iş olumlu, istenilen biçim de yürümemek. -2. Birisine ters davranmak, onunla uzlaşmaya ya naşmamak. Aksi şeytan (hay): İşler yolunda gitmediği, bir engel çıktığı zaman bu nu vurgulamak için kullanılır. Aksi tesadüf: Şanssızlık, aksilik. Akşama sabaha : Kısa bir zaman sonra , pek yakında, yakın zaman da. Akşamdan kalmak : Henüz geceki sarhoşluğun etkisinden kurtu I ma rn amış olmak. Akşamdan sonra merhaba (sabahlar hayrolsun) : *jş işten geçtikten sonra gösterilen ilgi, çaba hiçbir işe yaramaz.’ anlamında. Akşam üstü (üzeri): Güneşin batacağı sırada. Alaca bulaca : Çok karışık renkli. Alaca karanlık : Yan karanlık. Alaka beslemek (duymak) (bir kimseye) : Ona ilgi duymak; ilgi bes lemek. Alaka çekmek (uyandırmak) (bir şey, kimse) : İlgi çekmek, ilgi uyan dırmak. Alaka görmek : bk. İlgi görmek. Alaka göstermek (bir şeye, kimseye) : bk. İlgi göstermek. Alakayı kesmek (bir şeyle, kimseyle): Onunla her türlü ilişkiye son vermek. Alan razı, satan razı; “Bu ikisi anlaşmış, hiç kimsenin karışmaması gerekir.” anlamında. Al aptestin! ver pabucumu : ‘Senden gördüğüm yardım, uğradığım zarara değmedi, yardımdan vazgeçtim, yeterki zarar görmeyeyim.” anlamında. Alaşağı etmek (birini): -1. Onu hızla yere vurmak. -2. Onu bulundu ğu yerden (ya da görevden) indirmek, almak; devirmek. Alavere dalavere : Hile, düzen, yalan dolan. Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete: Birtakım hilelerle bir işin bü tün ağırlığını az bilgili, saf ve arkası olmayanlara yükleme. Alaya almak (birini) : Onunla alay etmek, eğlenmek; onu küçümse mek, aşağılamak; makaraya a|mak, sarakaya almak. Alay etmek (geçmek) (biriyle) : -1. Bir kimseyle gülünç yönlerini söz konusu edip eğlenmek. -2. Şaka etmek. -3. Küçümsemek, aşağfla-m ak. Al birini vur Öbürüne : ‘Hepsi birbirinden beter.” anlamında. Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işten elde edi len kâr, bu işte uğranılan zararı karşılayamamak. Aldırmazlıktan (aldırmamazlıktan) gelmek : Önem vermemek; kayıt sız kalmak. Aldı yürüdü : “Kısa zamanda büyük gelişme gösterdi.” anlamında. Âlemi var mı? : Beğenilmeyen bir durum karşısında “Uygun mu? Ye rinde mi?” anlamında söylenir; ne âlemi var? Alet etmek (birini) : Onu bilerek kötü binişte kullanmak; kötü işlerinin görülmesinde onu da ortak etmek. Alet olmak (bir şeye): Bilerek ya da bilmeyerek kötü bir şeyde aracı lık etmek. Alev almak : -1. Tutuşmak, yanmaya başlamak. -2. Coşmak, heyecan lanmak. -3. Öfkelenmek. Alev saçağı sarmak: Olay önlenemeyecek aşamaya gelmek. Aleyhinde bulunmak (söylemek) : Onu çekiştirmek, kötülemek. Aleyhine dönmek: -1. Bir kişiye karşı olumsuz tavır takınmak. -2. Bir durum o kişi İçin tehlikeli olmaya başlamak. / Aleyhine olmak (bir şey, bir kimsenin) : Bir iş bir kimsenin zararına yol açmak. Al gülüm ver gülüm : Yapılan bir İşin hemen karşılığını bekleme. Alı al moru mor: Koşmaktan, heyecandan, telaştan yüzü kıpkırmızı (bir şekilde). Alıcı gözüyle bakmak (bir şeye, birine): Ona çok dikkatli bakmak, onu dikkatlice gözden geçirmek. Alın teri: Emek, çalışma. Alın teri dökmek : Bir iş için büyük emek harcamak. Alıp verememek (biriyle, bir şeyle) : Onunla arasında bir sorun ol mak, anlaşamamak, geçinememek. Alicengiz oyunu : Kurnazca, haince düzenlenen oyun. Aİikıran başkesen : Bir çevrenin en zorba, kötü kişisi. Alkış almak : Alkışlanmak, beğenilmek. Alkış tutmak (birine) : -1. El çırparak alkışlamak. -2. Bir kimseyi hem - alkışlamak hem de “yaşa, var ol” gibi sözlerle ululamak; övmek. Alfa ha bir can borcu olmak : Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye borcu olmamak. Allah acısını unutturmasın : ‘Allah’a bu acıyı unutturacak daha büyük bir felaket vermesin.” anlamında. Allah’a ısmarladık: Bir yerden ayrılırken orada kalanlara “Esen kal! Tanrı seni korusun” anlamında söylenen iyi dilek sözü. Allah akıl fikir (akıllar) versin (birine): “Yaptıkları akıl ve mantığa sığ mıyor, inşallah bundan sonra akıllanır.” anlamında. Allah Allah : “Ne garip, ne olacak şimdi?” anlamında. Allah aratmasın : “Bir şeyin Allah eksikliğini göstermesin.” anlamında şükür söızü. Allah aşkına : -1. “Doğru mu söylüyorsun?” anlamında. -2. “Allahını se versen” anlamında şaşkınlık, usanç, ısrar, rica, yalvarma, bildirir. Allah bağışlasın : Tanrı sevdiklerini kötülüklerden korusun.’ anlamın da. Allah bana, ben de sana : “Borcumu ancak elime para geçtiğinde ödeyebilirim.” anlamında. Allah bilir; -1. “Belli değil.” -2. “Bana öyle geliyor ki.” anlamında. Allah bir yastıkta kocatsın : Yeni evlilere “Evliliğiniz ömür boyu ol sun.” anlamında söylenen İyi dilek sözü. Allah dört gözden ayırmasın : “Allah çocuğu anansız babasız bırak masın.” anlamında. Allah düşmanına vermesin : ‘O kadar büyük felaket ki.” anlamında. Allah ecil sabır versin : “Emeklerin boşa gitmesin.” anlamında. Allah etmesin : “Böyle bir şey olmamasını dilerim.” anlamında. Allah geçinden versin : “ölüm geç gelsin.” anlamında. Allah’ın günü : Her gün; her Allanın günü; Tann’nın günü. Allah’ını seven tutmasın: “öyle öfkele/ıdi ki, kimse önüne geçmeye kalkmasfn.” anlamında. Allah için : Doğrusu, gerçekten. Allah kuru iftiradan saklasın : “Allah iftiraya uğratmasın.” anlamında. Allah manda şifası versin (birine): Çok yiyenlere takılmak, onlan yer mek amacıyla söylenir. Allah ne verdiyse : -1. “Evde yiyecek olarak ne(ler) varsa.” -2. “Elimi ze ne geçerse.” anlamında. Allah selamet versin : -1. Yolculuğa çıkanlara “Yolunuz açık olsun’ an lamında. -2. Güçlük içinde olanları anarken kullanılır. -3. Uzaktaki ta nıdıkları ya da pek beğenilip tutulmayan kimseleri anarken kullanılır. Allah taksimi: Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma. (Kars. Kul tak simi.) Allah utandırmasın : “İnşallah bu iş de başarıyla bitirilir.” anlamında. Allah var (Allah’ı var) : ‘Doğrusunu söylemek gerekirse.” anlamında. Allah vere de : “İnşallah, temenni ederiz ki,” anlamında. Allah vergisi: Doğuştan gelen özellik, yetenek. Allah versin: -1. Dilenciyle konuşurken ‘Sana sadaka veremeyece ğim” anlamında -2. “İşinin yolunda olmasına ben de seviniyorum.”an lamında. -3. Kimi vakit durumu iyi olan kimselere şaka ve takılmak için söylenir. Allah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandır mak. Allah “Yürü ya kulum” demiş : “Kısa sürede her giriştiği işten para ka zandı.” anlamında. Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek. -2. Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getir mek. (Kars. Altüst etmek, karmakarışık etmek.) Allak bullak olmak : -1. Düzeni bozulmak. -2. Sağlıklı düşünemez du ruma gelmek. (Kars. Altüst olmak, karmakarışık olmak.) Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak. Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvur mak. Allı pullu : Süslü, gösterişli. Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan). Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek. Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek. (Kars. Meydan okumak.) Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle. Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yo rulmak. Al takke ver külah : -1. Büyük çekişmelerden sonra. -2. Çok samimi, senli benli. AK etmek (birini) : Onu yenmek. Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan. Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılık sız bırakmamak. Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak. Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca har cayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek. Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başar mak. Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak. Altını üstüne getirmek: -1. Karmakarışık duruma getirmek. -2. Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak. Altı okka etmek (birini): -1. Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek. -2. Ona büyük değer vermek. Altlı üstlü : -1. Etek ve ceket gibi iki parça (giysi). -2. Alt ve üst katta ol mak üzere. Altta kalanın canı çıksın : “Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin.” anlamında. Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars. Aşağıdan ol mak.) Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars. El artından, gizliden gizliye.) Alt taralı : -1. Geriye kalanı. -2. Olup olacağı. -3. “Değeri nedir ki.” an lamında. Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karmakarışık etmek. -2. Ara madık yer bırakmamak. -3. Büyük zarar vermek. -4. Ruhsal bunalım yaratmak. Alt üst olmak : -1. Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak. -2. Rahatsız lanmak. -3. Üzülmek, tedirgin olmak. Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak. Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek, Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1. Onu rahat bırakmamak, -2. Ona acımamak, merhamet etmemek. Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan. Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle. Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek. Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum. Anadan doğma : -1. Çınlçtplak. -2. Doğuştan, sonradan değil. Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışma mış nazlı kimse. Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında “Nerede o bolluk?” anlamında. Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak ba ğışlamak. Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : “Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kâr lı çıkacağım.” anlamında. Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediği ni yaptırmak ya da elde etmek. Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek. Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir ge cesi doğmuş. Anasından doğduğuna pişman : -1. Çok tembel. -2. Çok bezgin, bit kin. Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu ca nından bezdirmek. Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek. Anasını ağlatmak : -1. Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak. -2. Bir şeyi hor kullanmak. Anasını bellemek : Birisine büyük kötülük yapmak. Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (Kars.Hin oğlu hin.) Anasının körpe kuzusu : bk. Ana kuzusu. Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek. Anasını satayım : “Her ne olursa olsun, aldırdığım yok.” anlamında. Anasını sattığımın : ‘Allah belasını versin.” anlamında. Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır. Anladımsa Arap olayım : ‘Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım.’ anla mında. Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davran mak. Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak. Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek. Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek. Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır. Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan. Anlayış göstermek (birine) : -1. Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşıla mak. -2. Ona istenen kolaylığı göstermek. Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek. (Kars. Yemin etmek.) Ant vermek (birine) : “Allah aşkına”, “Çocuklarının başı İçin” gibi söz lerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; ye min vermek. Apar topar : -1. Aceleyle, çarçabuk. -2. Zorla ; yaka parça. Aptal kutusu: Televizyon. Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak. Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak. Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duy mak. Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek. Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişki leri bozmak. Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak. Arada bir: Seyrek olarak, nadiren. Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek. Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak. Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunur ken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek. Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görme mek. Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi ön celikle bitirmek. Aradan çıkmak : -1. İlgisini kesmek. -2. Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek. Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak. Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğuk luk girmek, gücenmek, küsmek. Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri ol mak. Aralarını açmak : bk. Ara bozmak. Aralarını bulmak : bk. Ara bulmak. Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş. Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen. Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek. Araya girmek : -1. Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. -2. Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek. Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracı lık yapmasını sağlamak. Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek. Arayı açmak : -1. Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak. -2. Bir kimseyi ziyarette gecikmek. Arayıp sormak (birini) : -1. Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak. -2. Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek. Arayı soğutmak: -1. Bir olayın üzerinden zaman geçmesini bekle mek. -2. Eski dostluğu sürdürmemek. Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek. Arayı yapmak: -1. Dargın olanları barıştırmak. -2. İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak. Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz ol mak. Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek. Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1. Herhangi bir amaçla onun ar kasından gitmek, peşini hiç bırakmamak. -2. ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak. Ardından atlı kovalamak : bk. Arkasından atlı kovalamak. Ardı sıra : Arkasından, peşinden. Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak. Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üze rine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, dav ranışta bulunmak. Arif olan anlasın (anlar) : “Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar.” anla mında. Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt sırta vermek. Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak. Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevir mek. Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, hakla rını savunmak. Arkada kalmak : -1. Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak. -2. Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice. (Karşjçten İçe.) Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhin de konuşmak. Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek. Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven. Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarı sız olduğu için ayrılmak. Arka planda : Geride, önemsiz. Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek. Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek. Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak. Arkasına düşmek: -1. Bir kimsenin arkasından gitmek. -2. Bir işi so nuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak. Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabukluk la ve telaşla yapmak Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek. Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık dü şünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok. Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak. Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculu ğunda olmak; sırtını dayamak. Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak). Arkasını sığ a ma k (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat et mek Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak. Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek. Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera. Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılma mak; sırtı yere gelmemek. Arkası yufka : -1. ‘Güvendiği kimse pek güçlü değil.” -2. Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin’bulunmadığını belirtmek için söylenir. -3. Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka. Arka üstü : bk. Sırt üstü. Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek. Armut piş ağzıma düş : “Çalışmadan her şey ayağıma gelsin.” diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir. Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse). Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak. Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek. (Karş. Kara kara düşünmek.) Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sö mürmek. Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizle nen kötü düşünce (niyet). Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek. Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak. Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü. Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak. Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; te reddütte bırakmak, sonuçlandırmamak. Askıda kalmak: -1. Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek. -2. Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek. Askıya almak (bir şeyi) : -1. Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmak tan kurtarmak. -2. Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir sü re ertelemek. (Karş. Buzdolabına koymak) Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak. Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay. Aslan sütü : “Rakı” için şaka yollu söylenir. Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse). Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak. Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak. Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak. Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak. Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse). Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,.yumuşak davranmak. (Karş. Alttan almak.) Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, kü çümsemek. (Karş. Hor görmek.) Aşağı kalır yeri yok : “Nitelikleri bakımından başkalarından ya da ben zerlerinden farkı yök.” anlamında. Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak. (Karş. Geri. durmamak.) Aşağı kurtarmaz: -1. “Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir.” -2. “Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez.” anlamlarında. Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu. Aşağı tabaka : Halkın “avam” denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu. Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar. Hemen hemen) Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey is tediği gibi gerçekleşmez. Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; on dan aşağt kalmamak. Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü ol mak. Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1. Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak. -2. Usandırmak, bıktırmak. Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı. Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak. Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak. Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak. Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş. Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek. Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiye ceklerden tiksinmek; aşermek. At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek). Ateh getirmek Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. esk) Bunamak. Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek Ateş almak: -1. Tutuşmak, -2. (Silah İçin) Patlamak. -3. Birdenbire öf kelenmek Ateş almaya mı geldin? : “Niye acele ediyorsun; ne acelen var?” anla mında. Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeye cek bir duruma gelmek. (Kars. İş işten geçmek.)’ Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak. Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek ya.da biri ni çok tehlikeli bir işe sokmak. Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak. Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1. Onu biraz ısıtmak. -2. Ona ateşli silahla saldırmak. Ateşe-vermek (bir yeri) : -1. Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül et mek. -2. Çok telaşlandırmak. Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek. Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak. Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak. Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek. Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : “Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık.” anlamında. Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek. Ateş parçası: -1. Çok canlı, hareketli (kimse). -2. Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk). Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır söz ler söylemek. Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum. Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak. At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek. Atı alan Üsküdar’ı geçti: “Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok.” anlamında. Atıp tutmak: -1. Biri hakkında ileri geri konuşmak. -2. Büyük işler yap tığını söylemek. At oynatmak: -1. Üstünlük sağlamak. -2. Yarışmak. -3. Bildiği ve iste diği gibi davramak. At pazarında eşek osurtmuyoruz: “Beni dinle, boş şeyler söylemiyo rum.” anlamında. Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duru ma düşmek. Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak. Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak. Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak. Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek. Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek. Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak. Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak. Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda. Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer). Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak. Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak. Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1. Onlart telaşa, heyecana sürük lemek. -2. Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek. Ayağa kalkmak: -1. (Hasta için) İyileşmek. -2. Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek. Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek. Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb. etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak. Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse). Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek. Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek. Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak. Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen. Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek. Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1. İş yapan birinin çevresinde dola şıp iş yapmasına engel olmak. -2. Yaptığı kötülüklerin karşılığını gör mek Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb’yi giymek. Ayağına gelmek: -1. Yanına gelmek. -2. Emeksizce elde etmek. Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanı na gitmek. Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorul mak. Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : ‘Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz.” anlamında sitem yollu söylenir. Ayağını alamamak: -1. Alıştığı yere gitmekten kendini men edeme mek. -2. Ayağını oynatamayacak duruma gelmek. Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak. Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dik katli, uyanık davranmak. Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevin den uzaklaştırmak. Ayağını kesmek: -1. Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak. -2. Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek. Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde döv mek, hırpalamak. Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak. Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk. Ayağını kaydırmak. Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşa ğı olmak. Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden. Ayağını sürümek : -1. Ardından başkalarının gelmesine yol açmak. -2. Ölmek üzere olmak. -3. Bir işi ağırdan almak. -4. Bir yerden uzaklaş mayı geciktirmek. Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek. Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak. Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çık madığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek.) Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse). Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak. Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine en gel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey. Ayak basmak (bir yere) : -1. Bir yere inmek, varmak. -2. Bir şeye baş lamak, girmek. Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla sa vunmak. Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek. Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğne mek, hiçe saymak. Ayakları dolaşmak : bk. Ayağı dolaşmak. Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek is tememek. Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak. Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk. Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse. Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sö zü. Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1. Ortadan kalkmasının, çökmesi nin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak. -2. Sağlıklı olmasını, iş ya pabilmesini sağlamak. Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1. Yürüyüşte adımları başkaları nın adımlarına uydurmak . -2. Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak. Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak. Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak. Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka (zekât) vermek : Geçi mini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen ken disi elindekini başkalarına vermek. Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak. Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): ‘Hava çok soğuk.” anlamında. Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek. Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir. Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : “Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar.” an lamında. Ay dede : Çocuk dilinde ay. Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söyle mek. Ayıkla pirincin taşını: “İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin için den çık!” anlamında. Ayıptır söylemesi: -1. “Öğünmek gibi olmasın.” -2. “Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım.” anlamında. Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars. Ters düşmek.) Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek. Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş. Ağız birliği et mek.) Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişme mek; bir kapıya çıkmak. Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek. Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri. Ay parçası: Çok gürel (kız). Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse). Ayranı kabarmak : -1. Öfkelenmek. -2. Aşırı cinsel istek uyanmak. Ayranı yok içmeye, atla (tahtırevanla) gider sıçmaya : Yoksul oklu ğu halde, zenginler gibi yaşamaya Özenen kimse için alay yollu söy lenir. Ayrı düşmek : -1. Birbirinden uzakta kalmak. -2. Bir konuda anlaşama-mak, uyuşamamak. Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak. Ayrı tutmak : Farklı davranmak. Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğra mak. Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak. Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek. Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak. Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle. Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak. Az çok ; Bir parça; oldukça. Az daha : bk. Az kalsın. Az değil: “Göründüğü gibi değil.” anlamında. Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak. Azınlıkta kalmak : -1. Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak. -2. Sayıca az oldukları için varlık gös terememek; ekalliyette kalmak. Azizlik etmek : -1. Muziplik etmek, şaka yapmak. -2. Beklenmedik, şa şırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak. Az kalsın (kaldı) (az daha) : “Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı.” anlamında. Azrail’e bir can borcu kalmak (olmak) : -1. Bütün borçlarını ödemek. -2. Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek. Azrail’in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini at latmak. Azrail’le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek Az ye de, (kendine) uşak tut: “Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?” anlamında hafif yollu azarlama sözü.
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} | |
|
Etiketler |
anlamları, başlayan, deyimler, harfi, ile, ve |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
O harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:52 |
Ö harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:51 |
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
S harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:48 |