19 Aralık 2015, 23:17 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları Baba adam : Yaşlı, hoşgörülü, yardımsever adam. Babaları tutmak (üstünde olmak): Sinir ve öfkeden bağırıp çağır mak, çok öfkelenmek. Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur : “Yeteneğim, gücüm ancak bu kadarını yapmama elveriyor.” anlamında. Babasının hayrına : “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece İyilik olsun di ye” anlamında. Bacak kadar: Ufak tefek; kısa boylu (kimse) (Karş.EI kadar.) Badire(yi) atlatmak : Tehlikeli durumu geçiştirmek. Bağ bozmak : Mevsim sonunda bağdaki üzümleri toplamak. Bağdaş kurmak: Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol baca ğın altına alıp oturmak. Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göster memek. Bağrına basmak (birini): Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna almak. Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse). Bahar başına vurmak (birinin) : -1. Havalar iyice ısınmadan İnce gi yinmek. -2. Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda bulunmak. Bahis açmak (bir şeyden, kimseden) : Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz etmek. Bahse girmek (biriyle): Onunla herrjangi bir konuda kendi görüşü nün doğru olduğuna ilişkin iddiaya girmek. Bahse tutuşmak (biriyle): Karşılıklı bahse girmek; iddialaşmak. Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık. Bahtı bağlı olmak: -1. İşleri İstediği gibi yürümemek. -2. Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı olmak. Bahtı kara : Talihi kötü olan. Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şan sına küsmek, talihine küsmek. Bakış açısı: Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; gö rüş açısı. Bakkal çakkal: Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yol lu kullanılır. Bakkal defteri: Düzensiz, karalanmış, yıpranrmş defter. Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleye mediği şeyleri sabrı tükenince söylemek. Baldın çıplak: -1. İşsiz güçsüz (kimse). -2. Serseri. Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi. Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca. (Karş.Etine dol gun.) Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak. Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : “Olmayacak şeyler olursa” anlamında kullanılır. Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak. Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak. Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız ede cek, kızdıracak söz söylemek. (Kars. Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak.) Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı oldu ğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak. Bana (sana, ona) göre hava hoş : “Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez.” anlamında. Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlar dan hiç etkilenmemek. Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olum suz tepki yaçatan söz, davranış vb. Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli. Barut fıçısı gibi: -1. Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulu nan (yer). -2. Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse). Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek. Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak. Basıp geçmek: -1. Önündekini geçmek. -2. Ona uğramamak. -3. Ona Önem vermemek. Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak. Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak. Baskına uğramak : -1. Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğra mak. -2. Suçüstü yakalanmak. -3. Bir doğa afetinden büyük ölçüde et kilenmek. Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geri de bırakmak. Baskın yapmak : -1. Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek. -2. Düşmana beklemediği bir anda saldırı dü zenlemek. -3. Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek. Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak. Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek. Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek). Başa baş : Eşit, denk, aynt. Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1. Bir işi sona erdirmek. -2. Onu çok şımartmak. Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabil mek. (Kars. Yola getirmek.) Başa geçmek: -1. Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak. -2. önem bakımından ilk sıraya geçmek. Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak. Başa güreşmek: -1. Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak. -2. En üstün dereceyi almak için mücadele etmek. Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek. Baş alamamak : bk Başını alamamak Baş aşağı: -1. Başı yere yönelik biçimde. -2. Başından aşağıya (yere) doğru. Baş aşağı gelmek : -1. Tepesi üstü düşmek. -2. Bütün işleri alt üst ol mak. Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye git mek. Baş baş : Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini baş larına götürmelerini sağlamak için söylenen söz. Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya. Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek. Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse, . şey); başının derdi. (Kars. Tatlı bela) Baş döndürücü : -1. (Hız ve sürat için) Olağanüstü. -2. Baygınlık veri ci. -3. Korku verici, korkutucu. -4. Sarhoş edici. -5. Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran. Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1. O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek. -2. O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek. Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uy mayı kabul etmek. (Kars. Boyun eğmek.) Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak. Baş göstermek : -1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. -2. (Güneş için) Doğmak. Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek. Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek. Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu olmak; bu konular daki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek. Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişi miyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak. Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı kar şıya olmak. Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak. Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi hali ne bırakmak. Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni ol mamak. Başı (baş) çekmek: -1. Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak. -2. Halayın başında bulunup oyunu yönetmek. Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1. Sıkıntılı bir durum içinde’ ol mak. -2. Paraca darlığa düşmek. Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak). Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşı laşmak. Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde. Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak). Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak), huzur içinde yaşayan (yaşamak). Başı dönmek: -1. Dengesini yitirip düşecek gibi olmak. -2. Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak. -3. Görkemli, ilk kez - görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak. -4. Ulaştığı zenginlik ya da mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak. Başı dumanlı: -1. (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş. -2. İçki den sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); ka fası dumanlı. -3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durum da olmayan (kimse). Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup du rumda (olmak); kafası eğik. Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutlu luğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. (Kimi zaman alay’ yolu kullanılır.) Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1. Ondan hoşlanmamak. -2. O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak. Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü. Başı kabak: -1. Saçları dökülmüş. -2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan. Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb. nedenlerle birçok kimse bulunmak. Başı kazan gibi olmak : -1. Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak. -2. Ça lışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak. Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın. Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gel mesine neden olmak. Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert ola cak duruma gelmek. Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek. Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu ra hatsız etmesine yol açmak. Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak. Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir du ruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak. Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak. Başına buyruk : -1. Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İste diği gibi davranan. -2. özgür, bağımsız (bir biçimde). Başına çalmak (bir şeyi) : -1. Bir şeyle vurmak. -2. Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak. Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak. Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak. Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan ha zırlamak; çorap örmek. Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikil mek. Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek. Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak. Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması onun görevi olmak. Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse). (Kars. Yumuşak baştı.) Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk. Başından kaynar su dökülmek. Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1. Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek. -2. Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak. Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisi ni aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek. Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak. Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek. Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak. Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak. Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğin de ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini be lirten iîenç sözü; kafasında paralansın. Başını ağrıtmak : -1. Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak. -2. Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak. Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak. Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1. Hiç kimseye danışma dan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak. -2. (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek. Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kim seyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek.. Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak. Başını dinlemek : Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yer de dinlenmek; kafasını dinlemek. Başını döndürmek : -1 .(Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayıla cak duruma getirmek. -2. Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak. Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getir mek, yok etmek; kafasını ezmek. Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusur lu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak. Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1. Bir işi yapar ken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapma mak; kafasını kaldırmamak. -2. Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak. Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olma mak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak. Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kur nazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çık mak. Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak. Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahat sızlık veren, eziyet eden; baş belası. Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek. Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrı masına yol açmak; kafasını şişirmek. Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısız lığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak. Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak Başını yemek (birinin): -1. Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düş mesine yol açmak. -2. Öldürmek, ölümüne yol açmak. -3. bk. Başı nın etini yemek. Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü. Başı önünde: -1. Terbiyeli, uslu (kimse). -2. Utangaç, mahcup (kim se). Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak. Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık. Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb’den çok rahatsız ol mak; kafası şişmek. Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak. Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; ka fasın yerine gelmek. Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse). (Kars. Burnu havada) Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek. Baş kıç belli değil: “Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensiz lik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil.” anlamında.. Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak. Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek. Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek. Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak. Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bü tünüyle; tepeden tırnağa. Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,.bir uçtan Öbür uca kadar. (Kars. Tepeden tırnağa) Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğ ru yoldan saptırmak; ayartmak. Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan ol mak. Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapı lan (iş). Baştan savmak: bk. Başından savmak. Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak. (Kars. Ca nına susamak, eceline susamak, kanına susamak.) Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çek mek. Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşı laşmak. Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak. Bel bei bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak. Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzak laştırılmak. Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek. Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak. Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak. Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars. (İşi) yoluna koy mak.) Belini kırmak: -1. Fena halde dövmek. -2. Hırpalamak, bir şey yapa maz duruma getirmek. -3. Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, ko laylaştırmak Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen. Belli başlı: -1. En önemli, başlıca. -2. Belirli. Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen. Bel vermek: -1. (Duvar için) Ortası kamburlaşmak. -2. (Tavan için) Aşağı doğru sarkmak. Benden günah gitti (Benden söylemesi) : “Ben görevimi yaptım, ge rekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem.’ anla-, mında. Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşün meyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir. Benden uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun : “Söz konusu kimse, ne rede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun.” anlamında. Bende (sende, onda) o göz var mı? : “Bunlara inanacak kadar saf mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?).” anlamında. Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: “Benim söyledik lerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor.” anlamında. Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : “Ben gücüm olmadığını, bu işi yapama yacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor.” anlamında. Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan). Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca var madan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir. Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak. Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı olmak. Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak. Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, yenişememek. Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1. “Tanrıya şükür ki.” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir. -2. “Tanrı size bol para versin.” anlamında iyi dilek sözü. Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor.” anlamında. Beş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı. Beş beter: Çok kötü. Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafın dan nişanlanmış. Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalı şan örgüt. Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek). Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak otur mak. Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur.” anlamında. Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek. Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek. Beş parasız : Yoksul, parasız. Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak. Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir. Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzün tü vb. nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak. Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1. Yiyecek çabuk tükenir olmak. -2. Paranın satın alma gücü düşmek. Beyaz kömür: Elektrik enerjisi. Beyaz oy : Kabul oyu. Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı. Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde. Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak. Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak. Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere. Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu. Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşün ceyi benimsemeye zorlamak. Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak. Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz. Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak. Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duru ma gelmek. Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşün meyecek duruma gelmek. Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek. Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak. Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek. Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık). (Kars. Kıl payı.) Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak. Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşı sındakini usandırmak. Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak. Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek. Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak. Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan. Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. (Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.) Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan is tediği gibi davranmak. Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten. Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu ka bul etmiş görünme. Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek, Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle. Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; ger çekliğini görmek. Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile. Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek. Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” anlamında. Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren. Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek. Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, ken disi için zararlı duruma getirmek. Bini aşmak : Çok fazla olmak. Bini bir paraya : Pekçok, bol. Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok.” an lamında avutma sözü. Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok. Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak. Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak. Bin yaşa : Çok yaşa anlamında. Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kim seyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” anlamın da. Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce. Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan. Bir allanın kulu : Herhangi bir kimse. Bir an : Çok kısa bir süre. Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk. Bir anlamda : Anlamlarından birine göre. Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan. Bir ara (aralık) : -1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2. Eskiden, eski bir zamanda. Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz. Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak. Bir araya getirmek: -1. Derlemek, toplamak. -2. Birleştirmek. Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağ lamak. Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde ora dan oraya (dolaşmak, yürümek vb.) Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak. Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak). Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa. Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak. Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak. Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan. Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırı na kadar. Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez.” anlamında. Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak. Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı. Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak. Birbirine girmek: -1. Kavga etmek. -2. Heyecanla oraya buraya koşuş mak. Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek. Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak. Bir bok olamamak : Her hangi bir iş tutamamak meslek edineme- mek. Bîr bok yapamamak : Olumlu ya da olumsuz hiçbir şey yapamamak. Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çık tı.” anlamında. Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde. Bir çift söz : Birkaç söz. Bir çuval inciri berbat (bok, murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak. • Bir daha:-1.Bir kez daha, ikinci kez.-2.Artık,ondan sonra, hiçbir zaman. Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tu tarsız konuşmak. Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her iste diğini yerine getirmek. Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek Bir defa (kere) : -1. Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır. -2. Her şey den önce, ilkönce, hele. -3. Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak. Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten. Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak). Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak. Bir dizi: Birçok, bir yığın. Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” anla mında. Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir du rumda (kalmak, bırakmak). Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü. Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye. Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak). Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her hangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler). Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak). Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürün ler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek. Bir günden bir güne : Hiçbir zaman. Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde. Bir hal olmak : -1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. -2. Davranışlar, huyu değişmek. -3. Bir.kazaya uğramak, öl mek. Bir hayli: Oldukça çok, epeyce. Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna. Bir hoş : -1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. -2. Garip, yadırgatıcı, tuhaf. Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız). Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok zayıf lamak. Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan.’ Bir kalemde : Toptan, bir işlemde. Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak. Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duy mak. Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak. Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak. Bir kere : Aslında, gerçekte. Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş ol mak. Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir. Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden ya par durumda olmak. Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız ya şadıklarını belirtmek için söylenir. Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğin de kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak. Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak. (Kars. İnzivaya çekil mek.) Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söyleni lenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak. (Kars. Kulak asmamak.) Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü. Bir nalına bir mıhına : bk. Hem nalına, hem mıhma. Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, re zil etmek; beş (on) paralık etmek. Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak. Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak. Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yokla mak; punduna getirmek. Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değiş mek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak. Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak. Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok. Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak. Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olma mak. Bir şeyler (şey) olmak : -1. Huy ve davranışları değişmek. -2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. -3. Herhangi bir kötü durum başından geçmek. Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tah tası eksik. Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek. Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek. Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce. Bir toh : Çok, çok miktarda. Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde). Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek. Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak. Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak. Bir türlü : -1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. -2. (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. -3. Bir başka çeşitten. Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir za manlar. (Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşı rı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır. Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını ev li olarak sürdürmek. Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak. Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma. Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda. Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak. Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda. Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek. Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşalt mak. Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek. Boğazı kurumak :,Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duy mak; damağı kurumak. Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak. Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb. neden lerle yemeğin tadına varamamak. Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb. yüzünden söyleyecek lerini söylememek. Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün. Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek. Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağı na sarılmak. Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yap mak; gırtlağından kesmek. Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma. Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak). Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal sat mak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek. Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek. Bok atmak (bulaştırmak, sürmek) (bir şeye, birine) : Ona iftira et mek (Kars. Kara çalmak.) Bok etmek (bir şeyi*) : Onu bozmak, berbat etmek. Bokluğu çıkmak: Bozuk, kötü, kirli yönü ortaya çıkmak. Bokluk etmek : Kötü davranmak, bir işi kötü duruma getirmek. Boku bokuna : Bir hiç uğruna; boşu boşuna, yok yere. Bokunda boncuk bulmak : Birine layık olmadığı değeri ve önemi ver mek. Bokun soyu : Kızılan, nefret edilen (kimse ya da şey). Bok yemek düşer (birine) : “O küstahlık etmesin, bu işe karışmasın.” anlamında. Bok yemenin Arapçası: Densizliğin, küstahlığın en büyüğü. Bok yoluna gitmek : Bir hiç uğruna yaşamını yitirmek. Bol keseden : Ölçüsüz olarak. Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak. Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek. Borca batmak: Borcu çok olmak. Borca girmek ;* Borçlanmak. Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir gö rev olarak kabul etmek. Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir du ruma gelmek. Borç harç : Borçlanarak, borca girerek. Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden. Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.” anlamında. Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gide cek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak. Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek. Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse. Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak. Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek. Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum.” anlamında. Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1. Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak. -2. Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz ger çek çıkmak. Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak. Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak. Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır. Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak. Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş ye re. Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak. Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna. Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır.” an lamında. Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak. Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek. Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü. Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse). Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca. Boynu bükük : -1. Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir. -2. Acınacak, yardım bekler bir durumda. Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen. Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua. Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her ceza ya boyun eğeceğim.” anlamında. Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak., Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş. Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek ister ken elindekini de yitirmek. Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kura rak kocasını aldatmak. Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göster mek için onunla yarışmak. Boy pos : bk. Boy bos. Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak. Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün.” anlamında beddua. Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak. Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak. Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul et mek. Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp bece riksizliğini ya da yetersizliğini anlamak. Boy vermek: -1. {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek. -2. (Bitki için) Gelişmek, uzamak. Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaş mada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek. Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek. Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indir mek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek. Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars. Küçük düşmek.) Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söyle nenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek. Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır.” anlamında. 8u aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür.” anlamında. Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak. Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla karşılaşmaktan sakınmak. Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla. Bu gözle : Bu anlayışla. Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta. Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre. Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır. Bugün yarın : Bir iki gün İçinde. Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak. Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getir mek, midesini bulandırmak. Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İste mek. Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek. Bulunmaz Hint (Bursa) kumaş1! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir. Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak. Bulut gibi: -1. (Sinek vb için) Yoğun. -2. Aşın ölçüde (sarhoş). Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alın gan olmak. Bundan böyle : Bundan sonra. Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz.1 anlamında. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor.” anlamında. Bununla birlikte (beraber): -1. Buna bağlı olarak. -2. Şu da var ki, ay rıca. Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere al madan atlatmak. Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; baş kalarını beğenmemek. Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir. Burnuna barut kokusu gelmek : bk. Barut kokusu gelmek. Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek. Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman et mek; ağzından burnundan getirmek. Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huy suz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak. Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek. Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek. Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek. Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak. Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek. Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basaca ğı yeri görememek. Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak. Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğ renmek bunlardan ders almak. Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söyle nir. Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars. Yüz yüze gelmek.) Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek. Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde. Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak. Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok.” anlımanda. Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tari he bırakmak. (Kars. Askıya almak.) Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak. Buz kesmek: -1. Çok üşümek. -2. Hava çok soğumak. Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak. Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak). Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek. Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen. Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka. Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak. Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, oldu ğundan üstün tutmak. Büyük oynamak : -1. Büyük para ile kumar oynamak. -2. Bir işe riskle rini, zararlarını göze alarak girişmek. Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek. Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benze yen çocuk için söylenir.
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} | |
|
Etiketler |
anlamları, başlayan, deyimler, harfi, ile, ve |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Ö harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:51 |
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
S harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:48 |
Ş harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:46 |