19 Aralık 2015, 23:15 | #1 | |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak. Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçır mak. Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer. Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya ken dinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları be ğenmez olmak. Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında. Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey). Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında. Dağ taş : Her yan, her taraf. Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir. Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında. Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yol lardan iş becermek. Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak. Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak. Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek. Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir. Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yer de olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etme den eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak. Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse). Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak. Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulun mak. Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek. Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözü mü güç olan. Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak. Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak. Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma. Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdır mak. Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak. Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak. Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır. Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak. Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak. Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek. Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek. Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak. Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçek leşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit. Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır. Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçek leşmek. Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış. Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek. Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak. Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak. Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem. Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kim se). (Kars. Orta direk.) Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında. Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabile cek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak. Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tu tucu (kimse). Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılı ğını başkası aldı.” anlamında. Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk). Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak. Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse). Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse). Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek. Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözün de ısrar eden (kimse). Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonra dan uygun bulmak Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye: Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest boz mak.) Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak. Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bun dan böyle hiç söz etmemek. Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak. Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatı nı belirlemek, kıymet biçmek. Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k. Değil mi ki: Madem, mademki. Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında. Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, ta kas etmek Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında. Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak. Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse). Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak. Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku. (Kars. Ağır uyku.) Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğ raşır tarzda. Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz. Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında. Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse). Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse). Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi). Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne. Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle. Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede bo ğulmak. Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek. Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı. Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Ya pılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak. Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek kimse yok.” anlamında. Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğeri ne geçerek (konuşmak). Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken ha zırlanmaya başlamak. Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Ol dukça gizli, hiç kimseye duyurmadan. Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun sü re düşünceye dalmak. Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak. -2. İş kence ederek öldürmek. Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey). Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Ora dan buradan devşirilen (düşünce vb.). Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çı karmak; ibret almak. Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak. Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getir mek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek. Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı. Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek. Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyet te bulunmak. Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayan madan konuşmak. Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göster mek. Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey). Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse). Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin. Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anın da hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Baş kalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak. Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hır sızlık etmek. Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire. Devlet kuşu : İyi talih. Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey. Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek. Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak. Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek. Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışların dan, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklama yı p belli etmek. . Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır. Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vere rek çağırmak. Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak. Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak. Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına ka dar incelemek, aramak. Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanma yan bir davranışın son kertesi. Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse). Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifa deyle bakmak. Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak). Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek. Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak. Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiği ni yapmak. Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak. Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bak mak. Dik kafalı: bk. Dik başlı. Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak. Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek. Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak. Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gel mek. Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak. Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak. Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında. Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuş maya başlamak. Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir. Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan do layı aşırı yorulmak. Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak. Dili çözülmek : bk. Dili açılmak. Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak. Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde. Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir. Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapıl ması ^gerektiğini bilmek Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek. Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerin den, sataşmalarından kurtulamamak. Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usan mak. Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1. Aynı şeyi sık sık her yerde söyle mek. -2. Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak. Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyle yemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü. Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sak ladığı belli olmak. Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek. Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak. Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakın mak. Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek. Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak. Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyet lenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak. Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak. Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek. Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek. Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek. Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse). Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse). Dip bucak : -1. Göze çarpmayan yer. -2. Kıyı köşe. Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçin me duruma. Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşma mak. Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar iliş kisi son bulunca olumsuz tavır takınmak. (Kars. Yüz çevirmek.) Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalış ması (öğrenim) yapmış olmak. Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gere kenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek. Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kolla mak. Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli. Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yet memek. Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek. Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da el de ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek. Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak. Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak. Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunma mak. Dize gelmek: -1. Baş eğmek, boyun eğmek. -2. Yenilip teslim olmak. Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek. -2. Yenip teslim almak. Dizini dövmek : Çok pişman olmak. Dizinin dibi: Yanı başı. Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak. Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayak ta duramayacak duruma gelmek. Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek). Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak. Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak. Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden. Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki.” anlamında. Doğru durmak : Uslu.durmak, yaramazlık yapmamak. Doğru dürüst: -1. Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir. -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak. Doğru oturmak : Uslu durmak. Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek. Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ ka labilen (kimse ya da canlı). Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek. Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak. Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak. Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, dü zen kurmak. Dolu dizgin gitmek : -1. Son hızla koşmak. -2. Önüne geçilemeyecek biçimde olmak. Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu dene di yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım.” anlamında. Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek. ‘ Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak. Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek. Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere. Don tutmak : Donmak, buz tutmak. Dost düşman : Herkes. Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için. Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor den sin (diye).” anlamında. Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar.” anlamında. Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadı na doyulmamak. Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak. Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak. Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama. Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harca madan edinivermek.-2.Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak. Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, ku sursuz, mükemmel, yetkin. Dört bir tarat: Her yer, her taraf. Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup dur mak. Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan. Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak), Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1. O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak. -2. Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak. Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak. Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek. Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevin mek. Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak. Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulun mak, umursamamak. Dudak ısırmak : -1. Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak. -2. Hayran kal mak. Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek. Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak. Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki. Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1. Orayı sis bürümek, sis kap lamak. -2. Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek. Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek. Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek. Duman etmek (birini, bir şeyi): -1. Onu yok etmek, dağıtıp bozmak. -2. Başarı göstermek, yenmek. Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan. Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek. Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz ol mak. Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bil meden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır. Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım.” anlamında tehdit sözü. Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama so nunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti.” anlamında gıpta sözü. Durduğu (durduk) yerde : -1. Hiçbir emek harcamadan. -2. Gereği ol madığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken. -3. Hatası ya da suçu olmadığı halde. Durmuş oturmuş : -1. Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse). -2. Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşa ma biçimine girmiş (yer).. Durumu bozulmak: -1. Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak. -2. Eriştiği güzel durum kötüye gitmek. Durumu düzelmek: -1. Parasal gücü iyileşmek. -2. önceki iyi durumu na kavuşmak. Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak. * Durup dururken : -1. Birdenbire, ansızın, -2. Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde. Dut gibi olmak: -1. Çok içip sarhoş almak. -2. Utanmak, bozum ol mak, mahcup olmak. Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak. Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davran mak. Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı. Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse). Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme ka vuşturulması gereken en zor yanı. Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak. Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak. Düğün bayram etmek : Çok sevinmek. Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir ne den yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor.” anlamında. Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek. Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak. Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek. Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli ol mak, onun izinden yürümek. Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak. Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak. Dün bir bugün iki: “Daha çok. fazla zaman geçmiş değil.” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır. Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi. Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda. Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir. Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse). Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle baka rım, ona kötü gözle bakmam.” anlamında. Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar. Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğ rayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak. Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir.” anlamında. Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenler le ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak. (Kars. Bir köşe ye çekilmek, inzivaya çekilmek.) Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, top lum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak. Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak. Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz. Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen. Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak. Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek. Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (gör mek). Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol. Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi.” anlamında. Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek. Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazan mak ya da gelir sağlamak. Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğu nu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek. Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yap tığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek. Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer. Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bul mak. Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtul dum.” anlamında. Dünyaya gelmek: Doğmak. Dünyaya getirmek: Doğurmak. Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek. Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak. Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek. Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getir mek. Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyim ser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek. Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak. Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiç bir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir. Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak. Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar ol mak. Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçüm semek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek. Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya gör mek. Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü. Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçek leşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı. Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte ola bilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak. Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü. Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endi şesini bildirmek. Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek. Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak. Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek. Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak. Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulama yan kimsenin kendi kendine söylediği söz. Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna gö re karar vermek. Düşüp kalkmak (biriyle): -1. Biriyle yasa ve törelerin uygun görmedi ği biçimde, birlikte yaşamak. -2. O kimseyle yakın ilişki içinde bulun mak, yakın arkadaşlık etmek. Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir. Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1. Yolunda gitmesini sağla mak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek. -2. Dağınıklıktan kurta rıp derli toplu duruma getirmek. Düzen kurmak: -1. Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onla ra işlerlik kazandırmak. -2. Hileye başvurmak, dolap çevirmek. Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak..
__________________ #MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦ {22~02~`22..∞} {09~09~`22..ღ} | |
|
Etiketler |
anlamları, başlayan, deyimler, harfi, ile, ve |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:49 |
S harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:48 |
Ş harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:46 |
T harfi ile başlayan deyimler ve anlamları | PySSyCaT | Atasözleri ve Deyimler | 0 | 19 Aralık 2015 22:44 |