27 Mayıs 2013, 22:52 | #1 | |
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Bir Masal Gibi 60 yıl süren ayrılıktan sonra kavuşan iki sevgilinin, Hannah ile Michael’ın, “Sevgi Günü” nedeniyle internette yayınlanan olağanüstü öyküsü. Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, bir ara ayağım bir cüzdana çarptı. Hemen eğilip aldım ve sahibine ait bir kimlik bulabilmek umuduyla içini karıştırmaya başladım. Cüzdanda üç dolar para ve eski bir zarftan başka bir şey yoktu. Zarfın çok eski olduğu, yalnızca renginin sararmasından ve kat yerlerinin yıpranmasından değil, üzerindeki 1924 tarihli damgadan da anlaşılıyordu. Demek ki bu zarf, tam 60 yıl önce verilmişti postaya. Zarfın üzerinde, gönderen kişinin de, gönderilen kişinin de adı yoktu. Alıcı adı ve adresi yerinde yalnızca bir posta kutusu numarası ve Londra yazısı, sol üst köşede ise yalnızca gönderenin adresi vardı. Bir ipucu bulabilmek ve açıkça söyleyeyim, biraz da merakımı giderebilmekiçin zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı bir çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve “Sevgili Michael” diye başlıyordu.. Okudukça anladığıma göre Michael onunla bir daha görüşemeyecekti. Çünkü annesi, buluşmalarına, görüşmelerine kesinlikle izin vermiyordu. Mektup, “Buna karşın seni daima seveceğim” tümcesi ve “Hannah” imzasıyla bitiyordu. Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında bana yardımcı olmaktan da geri kalmadı. “Hattan ayrılmazsanız size yardımcı olabilirim” dedi. “Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlarla görüşme isteğinizi kendilerine iletirim. Kabul ederlerse, sizi karşılıklı görüştürebilirim.” Elimde telefonla birkaç dakika bekledikten sonra, telefon idaresindeki görevlinin sesini duydum: “Lütfen ayrılmayın, kabul ettiler” dedi. “Sizi bildirdiğiniz adresteki evin telefonuna bağlıyorum” Karşımdaki bayana iyi akşamlar dileğinde bulunduktan sonra ona, bu adreste “Hannah” adında bir kişinin bulunup bulunmadığını sordum. Telefondaki Bayan “Hayır, ailemizde Hannah adında bir kişi yok” dedi ve birden, “Bir dakika, bir dakika” diyerek, heyecanlı bir ses tonuyla sürdürdü sözlerini: “Şimdi anımsadım, evet, şimdi anımsadım” dedi. “Bizim bu evi satın aldığımız ailenin, Hannah adında bir kızları vardı ama, bu tam otuz yıl önceydi.” Onun şimdi nerede olduğunu bilip bilmediğini sordum bayana. “Hannah’ın nerede olduğunu bilmiyorum ama, annesinin birkaç yıl önce yaşlılar bakımevinde olduğunu hatırlıyorum” dedi ve sonra da bana, yaşlılar bakımevinin telefon numarasını verdi. Zaman yitirmeden yaşlılar bakımevini aradım, telefonu yanıtlayan görevliye Hannah’ın annesini sordum. Görevli kişi, yaşlı kadının birkaç yıl önce öldüğünü, kızı Hannah’ın ise şu anda başka bir bakımevinde kaldığını söyledi ve o da, o bakımevinin telefon numarasını verdi. Bir ara tüm bu yaptığımın, aptalca olduğunu düşündüm. “İçinde yalnızca üç dolar ve neredeyse altmış yıllık bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için neden bu kadar uğraşıyorum ki?” diye söylenmeye başladım kendi kendime. Bir yandan kafamın içinden bu düşünceleri geçirirken, bir yandan da ikinci bakımevinin telefonunu çevirdim, “Orada Hannah adında bir kişinin kalıp kalmadığını” sordum. “Evet, Hannah burada kalıyor” dedi telefonda görüştüğüm görevli. Saatime baktım, dokuz buçuğu biraz geçiyordu. “Oraya gelsem, kendisiyle bu saatte görüşebilir miyim?” diye sordum. Biraz acele edersem, görüşebileceğimi söyledi görevli. “Çünkü kendisi şu anda salonda, televizyon izliyor” dedi. “Kim bilir, seyrettiği film bitince belki de odasına çekilir…” Görevliye teşekkür ederek telefonu kapattım ve arabama atlayıp hemen yaşlılar evine gittim. Hemşireyle birlikte üçüncü kattaki televizyon salonuna gittik. Hemşire “İşte orada, televizyon izliyor” dedi. Hannah gümüş rengi ağarmış saçlarıyla, gözlerinin çevresindeki çizgileriyle, yüzündeki sımsıcak gülümsemesiyle çok tatlı bir kadındı. Ona kendimi tanıttım; yolda bir cüzdan bulduğumu söyledim ve sonra da, cüzdanın içinden çıkan mektubu gösterdim. Hannah, heyecandan titreyen elleriyle mektuba uzandı, derin bir iç geçirdi ve kaçırmaktan korkarcasına sıkı sıkı tuttuğu zarfa uzun uzun baktı. “Bu mektup, Michael’la aramızdaki son bağımızdı, genç adam” dedi. “Bu mektup, ona son mektubum oldu… Bir daha haber alamadım ondan.” Gözleri birden, çok çok uzaklara daldı. Sonra kendi kendine konuşurcasına yavaşça söylendi: “Onu çok sevmiştim” dedi. “Onaltı yaşımdaydım ve annem, bir genç kızın o yaşta aşık olamayacağını söylüyordu. O kadar yakışıklıydı ki… Aktör SeanConnery’e benziyordu.” Hannah bir süre durdu. Gözlerinin önünden geçmekte olan altmış yıl öncesinin anılarını tek tek görüyor gibiydi. “Evet” diyerek sürdürdü sözlerini. “Michael Goldstein harika bir kişiydi. Eğer onu bulursan lütfen söyler misin? Kendisini hiçbir zaman unutmadım. Hala da sık sık düşünürüm onu…” Hannah yine durdu. Söylemek istediklerini söyleyebilmesi için cesaret topluyor gibiydi. “Karşılaşırsan, lütfen bir de şeyi söyle ona” dedi. “Kendisini hala seviyorum… Bunu da söyle, ona…” Birden gözlerinden yaşlar süzüldü: “Michael’ın yerini hiç kimsenin dolduramayacağını biliyordum” dedi. Tüm yaşamım boyunca, işte o nedenle evlenmedim de, evlenmeyi düşünmedim de.” Hannah’a teşekkür ettim ve yanaklarından öperek ona “Hoşçakal” dedim. Aşağı inmek için bindiğim asansörde, yaşlılar evine geldiğimde bana kapıyı açan görevliyle karşılaştım. “Yaşlı hanım size yardımcı olabildi mi, bayım?” diye sordu. Elimden bırakamadığım kayıp cüzdanı gösterdim ona: “Evet, hiç değilse şimdi bu cüzdanın sahibinin soyadını da öğrendim” dedi. “Onu bulmam biraz daha kolaylaşır, artık.” Yaşlılar evi görevlisi, elimdeki cüzdana dikkatle baktı: “Şuna bir de yakından bakabilir miyim?” dedi. “Bu cüzdan, bizim Bay Goldstein’ın cüzdanına benziyor. Bu cüzdanı iyi tanırım, çünkü Bay Goldstein cüzdanını o kadar sık kaybeder ki, ayda en az iki ya da üç kez bulurum ben, bunu…” Heyecandan yalnızca ellerim değil, dudaklarım da titremeye başladı: “Bay Goldstein kim?” diye sordum. Görevli, sanki bir yakınını anlatıyormuşçasına yanıt verdi: “Bay Goldstein, bizim yaşlılar evinin kıdemlilerindendir” dedi. “Yıllardır burada yaşıyor, sekizinci katta. Bu cüzdanı yürüyüşe çıktığı günlerden birinde kaybetmiş olmalı yine” dedi. Görevliye teşekkür ettim ve hemen geri dönüp beni Hannah’ın odasına götüren hemşireyi buldum. Görevlinin bana söylediklerini, ben de tek tek hemşireye söyledim.” Hemşire, kendisinin de Bay Goldstein’ı çok iyi tanıdığını söyledi. “Burada çok sevilen bir kişidir, Bay Goldstein” dedi. “Sanırım şu saatlerde okuma odasındadır. Çünkü akşamları kitap okumayı çok sever.” Birlikte sekizinci kata çıktık, okuma odasına gittik. Bay Goldstein oradaydı ve kitap okuyordu. Hemşire onun yanına gitti ve cüzdanını kaybedip kaybetmediğini sordu. Goldstein elini arka cebine götürdü ve gülmeye başladı: “Aman Tanrım, yine kaybetmişim” dedi. Hemşire beni gösterdi: “Bu bey bir cüzdan bulmuş. ‘Sizinki olabilir mi acaba?’ diye düşündük” dedi. Bay Goldstein, kendisine uzattığım cüzdanı aldı ve yine güldü: “Evet bu, benim cüzdanım” dedi. “Öğleden sonra yürüyüşe çıkmıştım, o zaman düşürmüş olmalıyım.” Bana önce teşekkür etti, sonra da, küçük de olsa, bir armağan vermek istediğini söyledi. Bir armağan vermesine gerek olmadığını söyledim, fakat bir kabahat işlediğimi de saklamadım: “İstemeyerek de olsa, içindeki özel mektubunuzu okudum” dedim. “Amacım, cüzdanın sahibine ait bir bilgi bulabilmekti, yalnızca…” Bay Goldstein’ın yüzündeki gülümseme birden kayboldu: “Demek benim özel mektubumu okudun?” dedi. Mektupta yazılanların ötesindeki bildiklerimi de açıkladım: “Mektubunuzu okumakla kalmadım, ayrıca Hannah’ın nerede olduğunu da buldum, onu da biliyorum” dedim. Birden heyecanlandı, oturduğu yerde doğruldu: “Hannah mı?” dedi. “Gerçekten biliyor musun onun nerede olduğunu?. Ve sorusunun yanıtını beklemeden, birbiri ardısıra sormaya başladı: “Hannah nasıl? İyi mi? Hâlâ, eskisi kadar güzel mi? Lütfen, lütfen anlat bana.” Bu kez gülümsemek sırası bana gelmişti: “Hannah çok iyi ve hâlâ onu tanıdığın zamanki kadar güzel” dedim. Ellerini uzattı, benim ellerimi avuçlarının içine aldı, yalvarırcasına bir ses tonuyla sordu: “Onun nerede olduğunu söyler misin lütfen bana, bayım?” dedi. “O kızı o kadar çok sevmiştim ki, bu mektubu aldıktan sonra tüm yaşamım karardı. Hiç evlenmedim ve hatta evlenmeyi düşünmedim bile… Onu hiç unutmadım, yaşamım boyu hep sevdim.” Ellerimi, Michael’ın ellerinden çektim ve koluna girerek onu, koltuğundan kaldırdım. “Gel benimle Michael” dedim. Asansöre bindik, üçüncü kata indik ve birlikte televizyon salonuna doğru yürüdük. İçerde Hannah, hâlâ televizyon izliyordu. Biz kapıda durduk, hemşire Hannah’ın yanına gitti ve kapıda, benim iki adım önümde duran Michale’ı işaret etti: “Bu adamı tanıyor musun, Hannah?” dedi. Hannah, gözlüklerini düzeltti, kapıda duran adama uzun uzun ve dikkatle baktı, fakat ağzından tek sözcük çıkmadı. Michael, olduğu yerden yumuşak bir tonla seslendi: “Hannah, benim… Ben, Michael…” dedi. “Beni anımsamadın mı, Hannah?” Hannah, oturduğu yerden kıpırdamadan, kısık bir sesle karşılık verdi: “Michael! İnanamıyorum! Michael! Sen! Benim Michael’ım…” Michael birkaç adım daha ilerledi ve Hannah’ın yanına gidip, ona sıkıca sarıldı. Hemşire onların yanından ayrıldı, kapıya, benim durduğum yere geldi. Benim gibi onun da gözlerinden yaşlar akıyordu. “Gördün mü, bak?” dedim “Yaşamda, yaşanması gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır.” Yaklaşık üç hafta sonra hemşire, iş yerime telefon etti ve beni bir törene çağırdı: “Başlattığınız bir güzelliğe konulacak son noktayı görmek istemez misiniz?” dedi. “Pazar günü Hannah ve Michael’in nikahları var.” Hannah ve Michael’in nikah törenleri, sözcüğün tam anlamıyla bir harikaydı. Yaşlılar evinin kadın, erkek tüm yaşlıları, en güzel giysilerini giymişler, yaşamlarının belki de en mutlu gününü yaşıyorlardı. Hannah, açık bej rengindeki giysisiyle bir güzellik ve şıklık simgesiydi. Michael ise, lacivert damatlığı içinde, yemin ederim, Sean Connery’den de yakışıklıydı. Bir nikâh tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikâhında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce “bittiği” sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, “kaldığı yerden” nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız…* Çeviren: Nuray Bartoschek | |
|
Etiketler |
bir, gibi, masal |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Büyülü & Masal Gibi Yataklar | Zen | Ev Dekorasyonu | 0 | 11 Mayıs 2013 19:16 |
Masal Gibi Resimler | Heidi | Doğa & Manzara Resimleri | 1 | 10 Aralık 2012 21:34 |
Masal gibi! | FLu | Haber Arşivi | 0 | 23 Ekim 2009 03:43 |