IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Aralık 2011, 23:27   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Mersin Tarihçe




20. YÜZYILA KADAR MERSİN TARİHİ

Kilikia, jeolojik yapısına bağlı olarak ikiye ayrılır: Dağlık Kilikia (Trakheia) ve Ovalık Kilikia (Pedias). Dağlık Kilikia, Korakeison (Alanya)’dan Soloi/Pompeipolis’e (Viranşehir) kadar uzanır. Ovalık Kilikia, Soloi/Pompeipolis’den başlayıp, doğuda Alexandria Kat İsson (İskenderun)’a kadar olan bölgeyi içerir. Stratejik coğrafi konumu itibariyle Kilikia, tarihinin her döneminde önemli olaylara sahne olmuştur. Mezopotamya’dan Sardes’e uzanan ticaret yolunun Kilikia kapısından (Pylai Kilikias) geçtiğini Xenophon bize bildirmektedir.

Kilikia bölgesinin tarihi, Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule’de yapılan kazıların buluntuları sonucunda, Proto-Kalkolitik ve Neolitik çağa kadar gitmektedir. Hitit’lerin Anadolu’ya egemen oldukları uzun yıllar boyunca, Kilikia’da da faaliyette bulunduklarını yine kazılardan çıkan mimari buluntularla belgelemek mümkündür. Kilikia ismi ilk kez M.Ö. 8. yüzyılda Asur dokümanlarında görülür; bundan önce ise M.Ö. 13. yüzyıla inen Mısır kayıtlarında bu ülke “Kedi” ya da “Kode” isminin çeşitli söylenişleriyle görülmektedir.

Batı Kilikia’da M.Ö. 8. yüzyıl sonu - M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Hellen kolonizasyon hareketleri görülmektedir. Pomponius Mela’ya göre Samos’lular Kelenderis’i ve Nagidos’u, Aegina’lılar Aphrodisias’ı, Lindos’lular da Soloi ve Tarsos’u kurmuşlardır. Kilikia bölgesinde M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren sırasıyla önce Pirundu yerel krallığının, sonra Babil ve Pers egemenliklerinin hüküm sürdüğü görülür. M.Ö. 6.yüzyıl başlarında başkenti Ura şehri olan Pirundu krallığı Lamos (Limonlu) ve Kalykadnos (Göksu) nehirleri arasında güçlenmiştir. Bu güç, M.Ö. 557 yılında Babil krallığı tarafından yıkılmış ve bu M.Ö. 546 yılına kadar bölgeyi yöneten bağımsız Syennesis sülalesine yaramıştır. Bu tarihte Anadolu’yu istila eden Perslerin eline geçen Kilikia bölgesinde, M.Ö. 521 yılında tahta geçen Darius ile birlikte bir satraplık kurulmuştur. Ancak bölge yine de yerli bir sülale tarafından yönetilmiş ve Persler’e 500 talent gümüş ve 500 beyaz at vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda Pers egemenliğine rağmen özellikle Kelenderis, tarihinin parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Attika-Delos Deniz Birliği’nin en doğudaki üyesi olma özelliğini elde eden bu kentin ismi aynı zamanda M.Ö. 425 yılındaki Atina vergi listelerinde de görülmektedir. Bu durum Atina’nın himayesinin Kilikia kıyılarına kadar uzandığını ve onların koruyuculuğu altında Kilikia’nın bağımsızlığını koruyup ticari faaliyetlerine devam ettiğinin göstergesidir.

Kilikia hakkındaki en kapsamlı bilgiler, İskender sonrasındaki döneme aittir. İskender Anadolu’ya geçtikten sonra M.Ö. 333 yılında Persleri ikinci kez Issos’da yener ve İskender İmparatorluğu içinde Kilikia da yer alır. İskender’in genç yaşta ölmesinin ardından fethettiği topraklar, müttefik üç general tarafından paylaşılır ve Kilikia’da Seleukoslar dönemi başlar. Bu dönemde Seleukoslar’ın başında Seleukos I. Nikator vardır.

M.Ö. 68 yılı civarlarında Roma senatosunun Kilikia’yı, başkenti Tarsus olan bir Roma eyaleti yapmaya karar vermesi bölgenin geleceği için bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Kilikia provincia militaris (askeri bölge) ilan edilmiş olur. Bu ilan, Dağlık Kilikia’nın doğrudan Roma’nın idaresine bağlanması ve bu tarihten sonra düzenli olarak Roma valileri tarafından yönetileceği anlamına gelmektedir.
Roma ve Bizans egemenliğini yaşadıktan sonra XVII. yüzyıldan itibaren Müslüman Arapların da görüldüğü bölgede, Bizans’ın merkezi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte aralarında Ermeni prensliklerinin de bulunduğu çeşitli feodal örgütlenmelere rastlanmaktadır.

İçel adının kökenine gelince; ilk kez XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İÇEL” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçuklular’ın bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir. Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.
Mersin’in sınırları içinde yer alan yerleşim yerlerinin, tarih içinde bir çok farklı siyasal ve yönetsel yapı içinde yer aldığı görülmektedir. Araplar ve Bizanslılar arasında bir kaç kez el değiştiren bölge, Araplarca “sûğur” adı verilen sınır bölgelerinden biri olmuştur. Bu sınır bölgeleri konumları itibarıyla sıklıkla egemen devletlerin değişmesine tanık olmuştur. İl, Osmanlı egemenliğine değin önce Bizans ile İslam dünyası arasında, sonra Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile Memluklar arasında bir sınır bölgesi olarak el değiştirip durmuştur. Yine bir sınır bölgesi olması nedeniyle, gerek Bizans ve büyük islam devletlerinin değişik dönemlerindeki zayıflıklarından da yararlanarak bölgede feodal diye adlandırılabilecek olan Kilikia Ermeni Prensliği ve Ramazanoğulları Beyliği gibi bölge merkezli siyasal oluşumlara da rastlanmaktadır.
Mersin, Müslüman Arapların 637 yılında bölgeye ulaşan ilk akınlarından 965 yılında Bizans’ın tekrar egemen olmasına kadar, yaklaşık 25 kez el değiştirmiştir. Ancak 637 yılından itibaren il, Hıristiyanlığın yanı sıra İslam kültürünün silinmez izlerini taşımaya başlamıştır.

Bizans’ın Doğu sınırlarındaki feodal Ermeni prensliklerinin varlığına son vermesine ve ilin de içinde bulunduğu bölgeye bir kısım Ermeniler’in göç ettirilmesine 976 ile 1025 tarihleri arasında rastlanır. Bizans İmparatorluğu’nun merkezi gücünün zayıflaması üzerine bölgede 1081’den itibaren Ermenilerin geçici feodal örgütlenmelerine rastlanmaktadır. Bölgedeki Ermeni Prenslikleri, bölgenin sınır özelliklerinden de yararlanarak bazen Bizans’ın, bazen Moğolların ve Memlukluların denetiminde varlıklarını sürdürmeye çalışmış, 1360’da bölgenin kesin Memluk denetimine girmesiyle Ermeni siyasal örgütlenmeleri sona ermiştir.

Türkler’in bölgede ilk kez görülmeleri ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman fiah önderliğindeki Türkmen gruplarının 1082-1083 yılları arasındaki akınlarıyla olmuştur. 1097 yılında ilk Haçlı Seferleri sırasında Tankred ve Baudovin’in yardımıyla yerel Ermeni güçlerinden tekrar Bizans’a geçen egemenlik, 1099’da Antakya Prensliğini kuran Haçlı Orduları önderi Bohemond’un denetimine girmiştir. Ancak bu denetim uzun sürmemiş ve bölgede 1100-1130 yıllarında yerel Ermeni güçlerinin yönetimi devam etmiştir. 12. yüzyılda da bu bölgede bağımsız hareket etmek isteyen Ermeni unsurları ile Bizans arasındaki çatışmalara, Anadolu Selçukluları ve yine bağımsız hareket eden Türkmen unsurları da katılmıştır. 1155 ile 1192 yılları arasında yoğunlaşan Türkmen akınları ve yerleşimleri ileride bu sınır bölgesinde bağımsız hareket eden Türkmen beyliklerinin de kurulmasına neden olmuştur. 1189 yılında, içinde Alman İmparatoru Frederick Barbarossa’nın da bulunduğu Haçlılar yine bölgede konaklamışlardır.
1243 ile 1253 yılları arasında Moğol denetimine giren bölge, 1318 yılında Karamanoğulları, Moğollar ve Memlukların egemenlik savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar sonucunda 1374 yılında kesin olarak Memlukların etki alanı içine giren bölge, büyük ölçüde bağımsız hareket edebilen ve özellikle Ramazanoğulları’nın ön plana çıktığı Türkmen Beyliklerinin yönetiminde kalmıştır. Bu Türkmen beyliği bazen Karamanoğullarına, bazen Memluklara ve daha sonra Osmanlılara bağlı olarak ve bu ülkeler arasındaki çatışmalardan yararlanarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ramazanoğulları’nın bölgedeki etkinliğinin çok daha önceleri, 1338’den itibaren, başladığı anlaşılmaktadır.

Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1476’da Karamanoğulları Beyliği’ne son vermesi üzerine ilin de bulunduğu coğrafya, Osmanlıların ve Memlukların doğrudan karşılaştıkları bir alan olmuştur. 1482 ile 1485 yılları arasında Osmanlılar’ın Kilikya’ya inmesi ve Memluklar’a bağlı Ramazanoğulları’nı bir kaç kere yenmesine karşın 1485’ten sonra da bölgede Memluklar’ın etkisi sürmüştür. Özellikle 1488 yılında Adana Ağaçayırı’nda Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın 60 bin kişilik ordusunun Memluk ordusuna yenilmesi, Osmanlı’nın bölgeye egemen olma konusunda karşılaştığı güçlükleri göstermektedir. Osmanlı Devleti, bölgeye ancak 1516-1517 yıllarında Mercidabık ve Ridaniye Savaşı’ndan sonra egemen olabilmiştir.

Osmanlı egemenliği ile birlikte Osmanlı’nın yönetsel birimlerindeki değişim ve gelişmelere bağlı olarak Mersin’in içerisinde bulunduğu bölge, değişik yönetim birimleri içinde yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlukları’nı 1520’lerde yenmesinden sonra oluşturulan “Vilâyet-i Arab”ın sınırları içerisinde Adana, Uzeyr, Tarsus ve Sîs sancakları yer almaktadır. Daha sonra Halep Vilayetine bağlanan bölge, 16. yüzyılın sonlarında yeni oluşturulan Adana vilayetine bağlanmıştır. 1571 yılında bölgenin bir kısmı Karaman Eyaletine bir kısmı ise yeni ele geçirilen Kıbrıs Beylerbeyiliği’ne bağlandı. 1660 yılından itibaren Kıbrıs Beylerbeyiliği’nden ayrılan bölge, yine Adana Eyaleti’nin sınırları içine alınmıştır. Tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre ilimiz sınırlarını kapsayan bölge, 16. yüzyılda Adana, Tarsus ve İçel İl Sancakları arasında paylaştırılmış durumdadır. Buna göre Tarsus Sancağı Nefs-i Tarsus ve Tarsus, Kosun, Ulaş, Kuş-Temür nahiyelerinden oluşuyordu. İçel Sancağı ise Ermenek, Selendi, Anamur, Gülnar, Silifke Nahiyelerinden ve Karı/Kara-taş, Mud, Sinanlu ve Bozdoğan kazalarından oluşuyordu.

1856 yılı verilerini kullanmış olması gereken 1857 tarihli Devlet Salnamesi’nde ise ilin bulunduğu bölgedeki Osmanlı yönetimi Karaman Eyaleti’ne bağlı İç-İl Livasından (Sancağından) ve Adana Eyaletine bağlı Tarsus Livası’ndan oluşmaktaydı.

İç-il ve Tarsus Livaları aşağıdaki yerleşim yeri veya küçük yönetim birimlerinden oluşuyordu:

LİVA-YI İÇ-İL: Ermenek, Nevahi-yi Ermenek, Karataş mea Argadı, Silinti mea Bülke-i Pazarcık ve Bülke-i İnce-ağız, Anamur nam-ı diğer Mamuriye, Gülnar nam-ı diğer fiilindire mea Bülke-i Boz-ağaç ve Bölke-i Yörükân ve Bölke-i Gerîne, Selefke, Evkaf, Bölke-i Cebel, Nahiye-i Zeyne, Sarıkavak, Mud, Sinanlu, Aşiret-i Keşlü, Aşiret-i İrmelü, Aşiret-i Bolaclu/Polaçlu, Aşiret-i Tatar, Aşiret-i Karabocılu, Aşiret-i Kara-hacılu, Aşiret-i Bahşaş, Aşiret-i Kürdeci, Aşiret-i Sandallu, Aşiret-i Hayrillü/ Hayraiüllü, Aşiret-i Kıbtıyân, LİVA-YI TARSUS; Tarsus, Nahiye-i Elvanlı, Nahiye-i Olaş, Nahiye-i Gökçelü, Nahiye-i Koştemir, Nahiye-i Namrun Bölkesi, Nahiye-i Yelkesi, Kasun mea Gülek.

1867 yılındaki Vilayet Nizamnamesi’nde İç-il Sancağı varlığını sürdürmekle beraber, Tarsus’un sancak merkezi olmaktan çıkarılarak Adana Vilayeti’ne bağlandığı görülmektedir. 1877 yılında ise Tarsus ve Mersin şehirlerinin Adana Vilayeti’nin Adana Sancağı’na bağlı birer kaza merkezi haline getirildiği görülmektedir. İlimizin merkezi olan Mersin, bu sıralarda 1852 yılına kadar Tarsus kazası içinde yer alan bir köy olmasına karşın, bu tarihten itibaren Tarsus’un bir nahiyesi haline getirildi. 1864 yılında da Tarsus’tan ayrı bir kaza merkezi oldu. 1888 tarihinde Mersin, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak merkezi oldu. Tarsus da Mersin’e bağlandı. Ancak bir süre Mersin Sancağı’nın sancak merkezi Tarsus oldu. Nitekim II. Meşrutiyet Dönemi’nde de bu yönetim bölünmesinin sürdürüldüğü görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin son günlerinde; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk yönetiminden çıkma tehlikesini ve bazı bölgelerinde işgali yaşayan ilimiz, Milli Mücadele’ye bütün gücüyle katılmıştır.

1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ’NDE MERSİN
Çukurova Bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından işgale uğramıştır. İşgalden itibaren büyük zorluklar yaşanmış olmasına karşın bu durum Mersinlileri yıldırmamış, Mersin ve çevresini Kuvayi Milliye’nin güçlü direniş cephelerinden birisi haline getirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için 25 maddelik Mondros Mütarekesi ile sona ererken, bu antlaşmanın Mersin’i doğrudan ilgilendiren hükümleri; 5., 7., 10. ve 16. maddeleri olmuştur.
Tüm yurtta olduğu gibi işgallerin resmi gerekçesi olan 7. madde uyarınca Çukurova ve Mersin de işgal edilmiştir.

İşgal döneminde bölgede sivil cemiyetler, askeri (Kuvayi Milliye) örgütlenmeler ve direnişler vardı. Ancak Pozantı Kongresi istisnası dışında kongre hareketlerine rastlanılmamıştır. Mustafa Kemal, mütarekenin imzalanmasının hemen ardından Adana’ya gelerek Alman Mareşali Liman Von Sanders’ten Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı’nı devralmıştır. Burada Adana Vilayeti’ne bağlı sancaklardan gelen temsilcilerle görüşmüş, onlara alınması gereken tedbirler konusunda bilgi vermiştir. Bu görüşmelerde Mersin Sancağı’nı o tarihte Adana Lisesi Müdürü olan Niyazi Ramazanoğlu temsil etmiştir. Mustafa Kemal, 5 Kasım 1918’de Mersin’e gelmiş burada mutasarrıfla, jandarma bölük yüzbaşısı ile görüşmüş ve depodaki silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmiştir.
Mersin’de işgal haberinin duyulması halkta heyecan ve telaş yaratmıştır. Çok geçmeden Mersin, 17 Aralık 1918’de mütarekenin ilgili hükümleri gerekçe gösterilerek ordusundaki askerlerin çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngilizler tarafından işgal edilmiştir.

İngiliz işgalinin gerçekleşmesinin üzerinden bir hafta sonra Fransızların da işgale katılacakları söylentisi halk arasında yeniden heyecan yaratmıştır. Bu sırada İngiliz İşgal Komutanlığı, mutasarrıflığa başvurarak Fransız birlikleri için yer gösterilmesini istemiş, kendisine gösterilen binalar arasından şehrin ortasındaki Taşhan’ı uygun bulmuştur. 1 Ocak 1919’da Fransızlar da aynı yöntem ve gerekçelerle Mersin’i işgal etmişlerdir. Böylece Mersin, iki müttefik devlet tarafından işgal edilmiş duruma gelmiştir.

İşgalin, mütarekenin hemen ardından erken bir tarihte gerçekleştirilmiş olması, bölge halkının hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. Özellikle İngiliz işgali sessiz sedasız yapılmış, şehirde yapılmaya çalışılan protesto eylemleri de jandarmanın sıkı güvenlik önlemleri sayesinde etkisiz hale getirilmiştir. İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafları da sonucu değiştirememiştir. İstanbul’da bu tepkileri bir çatı altında toplama uğraşımı “Kilikyalılar Cemiyeti”nin kurulması ile sonuçlanmıştır.

İşgal süresince Mut’ta, Mersin’de, Gülnar’da, Silifke’de, Arslanköy’de kurulmuş olan müdafaa-i hukuk teşkilatları, çeşitli silahlı birlikler oluşturarak yörede Fransızlara karşı önemli bir mücadele yürütmüşlerdir.

Sivas’tan gelen yönergeler doğrultusunda oluşturulan Mersin Savunma Grubu içinde Sahil, Bozo, Emirler, Hamzabeyli, Çopurlu, Alsancak, Buluklu ve Efrenk müfrazalari gibi savaşçı birlikleri İçme Savaşı, Su Bendi Savaşları, Gudubes Savaşları Emirler Savaşı gibi işgal kuvvetlerini yıpratan savaşları yürütmüşlerdir. Mersin, bu acı işgalden ancak 20 Ekim 1921’de Fransızlar’la Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra kurtulabilmiştir.

Çukurova’nın kurtuluş tarihinde “20 günlük ateşkes” adıyla bilinen olay TBMM hükümeti ile Fransa arasındaki savaşı sona erdirecek zeminin oluşmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta 20 Günlük ateşkesle ilgili olarak; Mösyö Duquest namında birinin kontrolünde bir Fransız heyetinin Ankara’ya geldiğini, bu heyetle 20 günlük bir mütareke yapıldığını ve bu mütarekeye TBMM’de bazı milletvekillerinin itiraz ettiklerini ancak amacının Adana mıntıka ve cephelerinde bulunan ve kısmen askerlerle de takviye olunan milli kuvvetleri sükunetle tanzim ve tensik etmek olduğunu ifade etmiştir.
Fransızlarla antlaşmaya giden süreç Mustafa Kemal tarafından şöyle belirtilmiştir:

“II. İnönü Zaferi ile Yunan Taarruzu kırılmıştı. Rusya ile Moskova Antlaşması yapılmış ve Doğudaki durumumuz anlaşılmıştır. İtilaf devletlerinden milli esaslarımıza riayet edebileceklerle, anlaşma arzu edilmekte idi. Bilhassa Adana, Ayıntap ve havalisini yabancı işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi. Çeşitli sebeplerden dolayı Fransızlarında bizimle anlaşmaya meyilli oldukları anlaşılmakta idi”.
20 günlük ateşkes süresi daha dolmadan taraflar arasındaki çarpışmalar yeniden başlamıştır. Fransa’da Millerand’ın yerine Başbakan olan Legues, Sevres hükümlerinin değiştirilebileceğinden bahsetmeye başlamıştır. Bu arada Türk dostu olarak tanınan Fransız yazarı Pierre Loti de Fransa’nın Türk politikasını eleştiren yazılar yayımlamış, Türklerle dostça ilişkiler kurup Kilikya bölgesinin de boşaltılması gerektiğini belirten yazılarla Fransız kamuoyunda Türkler lehine bir ortam yaratmıştır.

20 Ekim 1921’de Türkiye Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ile Franklin Bouillon (Buyyon) arasında geçen 2 haftalık müzakereden sonra 13 madde halinde düzenlenen (Accord Franco-Turc), “Ankara Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Suriye sınırımız Hatay dışında bugünkü şekliyle çizilmiş ve Fransızlar 20 Aralık 1921 tarihine kadar bu sınırın kuzeyinde kalan askerlerini çekmeyi kabul etmişlerdir. Ayrıca Fransızlara bu antlaşmayla bazı maden ocaklarıyla, Adana’da bir pamuk fabrikasının işletme hakkı ve Anadolu’daki bazı okulların varlıklarını sürdürmelerine olanak tanınmıştır. Fransızlar da Anadolu’ya getirdikleri silah ve malzemelerinin bir kısmını Türklere bırakmışlardır. Ankara Antlaşması Güneydoğu Anadolu ile Çukurova’da süregelen savaşlara son veriyor, işgal altındaki yörelerin kurtarılmasını sağlıyordu. Bölgede, 5 Ocak 1922 tarihine kadar devir ve teslim işlemleri de sona ermiştir.

Mersin’in işgalden kurtuluş tarihi ise 3 Ocak 1922’dir. Tartışmasız bir gerçek vardır ki Çukurova’nın işgalden kurtuluşunu simgeleyen süreç 20 Ekim 1921 tarihinde TBMM hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile başlamıştır. Bu tarihten sonra Fransız ordusu ile antlaşmanın resmi hükümleri yerine getirilmiş ve Fransızlar Türk topraklarından çekilmeye başlamışlardır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet Mobil Chat
Cevapla

Etiketler
mersin, tarihce


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Fitcevap.com Mersin Spor Hocası, Mersin Özel Fitness Hocası, Mersin Spor Salonu ZeuS Web Site Tanıtımı 0 17 Haziran 2023 12:34
Mersin, Milyon Beach Fest 25-26-27-28 Haziran 2020'de Mersin'de! (ANA KONU) Kalemzede Konserler & Etkinlikler 0 07 Mart 2020 23:46
Muş Tarihçe Sim Doğu Anadolu Bölgesi 0 21 Ağustos 2011 03:53
Tarihçe Chelt Sivil havacılık 0 25 Şubat 2011 01:31
Tarihçe Chelt Havacılık 0 28 Ekim 2010 23:41