06 Mart 2009, 01:58 | #41 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | iyiLik masaLı Kafdağı’nın da ötesindeki masal ülkelerinden birinde harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş. Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler. Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş: “Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğümüz şeyleri hediye edin!” Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş: “Ben sihirli gücümle sana, görenin hayran kalacağı güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!” İkinci peri şöyle demiş: “Sana öyle güzel ve derin mavi gözler armağan ediyorum ki, gördüğünü anlayacak, seni göreni büyüleyeceksin.” Üçüncü periye gelmiş sıra: “Selvi boylu olacaksın. Senden daha güzel vücutlu kız olmayacak bu dünyada.” Dördüncü peri eğilmiş beşiğe: “Çok zengin olacaksın. Hiç bir sıkıntın olmayacak.” Periler prensesi düşüncelere dalmış: “İnsanların güzelliği geçicidir.Gözlerin, yüzün, vücudun güzelliği çiçeklere benzer. Yaşlanınca geçiverir. Zamanla rüzgar en biçimli palmiyeleri bile çarpıtır. İnsanlar, kendilerine zenginliğini dağıtmayanlardan nefret eder. Dağıtırsa kendi fakir olur. Sizin şimdiye kadar bu bebeğe verdikleriniz çok kalıcı olmadı bence.” “Peki ama başka ne verebilirdik ki?” diye sormuş periler. “Ben ona iyiliği bırakıyorum” demiş periler prensesi. “Güneşin ne kadar mükemmel ve sıcak olduğunu bilirsiniz, ama onun ısıtacak toprağı olmasa sıcak bir kayadan ne farkı kalır? Kalbin saçtığı iyilik de güneşin ışığı gibidir; hayat verir. İyiliğin olmadığı güzellik, kokusu olmayan çiçek gibidir. İyiliğin olmadığı zenginlik bencillikten farksızdır. İyiliğin olmadığı aşk yok eder, kavurur. Sizlerin armağanları geçiciydi, iyilik ise kalıcıdır. Sonsuz bir kuyuya benzer. Ne kadar çok su çekersen, o kadar çok suyu olur, o kadar bereketli fışkırır. İyilik dünyada tek tükenmeyen şeydir.” Sonra periler kraliçesi uyuyan bebeğe doğru eğilmiş: “Kalbin sıcak olsun, küçük bebek,iyi ol!” |
|
06 Mart 2009, 03:15 | #42 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Pupsy Pupsy aileye geldiğinde küçücük bir yavru köpekmiş. Annesi ve babası onu büyütürken, evde yaşamayı öğretmek için çok emek ve zaman harcamışlar. Aile bireyleri, Pupsy eve gelinceye kadar hiç köpek yavrusu beslememiş olduklarından, pek deneyimli de değilmişler. Ama sonunda Pupsy insanların, özellikle annesinin her dediğini anlar olmuş. Yani insanlarla evde yaşamaya alışmış. Pupsy yaşça büyümüş ama, türü küçük olduğu için kendi pek büyümemiş. Kafasını kaldırıp annesine ve babasına baktığında, gözüne dev gibi görünüyormuşlar. Bir gün annesi Pupsy’i evde yalnız bırakıp dışarı çıkmak zorunda kalmış. Hiç yapmazmış bunu. Pupsy, evde kemirmedik sandalye bacağı bırakmamış. Aklınca annesine öfkeleniyor, onu cezalandırıyormuş. Annesi döndüğünde ona çok kızmış. Bir daha yaramazlık yaparsa onu başkasına vereceğini söylemiş. Onları çok sevdiği için Pupsy bir daha bu tür yaramazlıklar yapmamış. Anne ve babası bir akşam Pupsy’i evde yanlız bırakıp gitmişler. Pupsy yaramazlık yapmadan onları beklemiş. Biraz sonra merdivende ayak sesleri duymuş. Annesi ve Babası kapıyı açmışlar ve ellerinde kocaman bir kutu ile içeriye girmişler. Kutudan köpek sesleri geliyormuş. Bunlar küçük köpekmişler. Kendi aralarında nereye geldiklerini soruyormuşlar birbirlerine. Pupsy bu konuşmaları duyunca, hemen yatak odasına kaçmış ve yatağın altına saklanmış. Annesinin “yaramazlık yapıyor” diye bu yavruları getirmiş olabileceğini düşünmüş. Ya kendisini başkalarına verirse diye çok korkmuş. Çünkü annesini çok seviyormuş. Ondan hiç ayrılmak istemiyormuş. Kapıdaki aralıktan annesinin yavrularla ilgilenişini izlemiş. Annesinin onları ne kadar çok sevdiğini görünce üzülmüş. - Şimdi annem beni, benim onu sevdiğim kadar çok sevemeyecek. Çünkü o sevgisini bu beş yavruya paylaştıracak. Benim payıma eskisinden daha az sevgi düşecek. diye düşünürken gözlerinden bir damla yaş akmış. O gün annesinin ve babasının telaşlı konuşmaları, banyo yaparken yavruların çıkarttığı çığlıklar, Pupsy’nin düşüncelerini doğrular gibi olmuş. Zavallı Pupsy yatağın altında, ön ayaklarını başına dayıyarak uyuklamış durmuş. İlerliyen günlerde, annesi yavruların ev yaşantısına alışmaları için onlarla ilgileniyor, Pupsy’e eskisi kadar ilgi göstermiyormuş. Pupsy her sabah odanın penceresine yakın duran koltuğun kolundan, bahçede oynayan çocuklara bakıp, onların oyunlarını seyrediyormuş. Gelen yavrular çok küçükmüş. Daha bir aylık bile değilmişler. Büyüyünce Pupsy’den iri olacakları belli oluyormuş. Ama, şimdilik çok küçük olduklarından, yürürken bile dengelerini zorla sağlıyorlar, bazen yürüyemeyip yuvarlanıyormuşlar. Pupsy devrildiklerinde bebeklere bakıp sinsice gülüyormuş. Çoğu zaman annesi Pupsy’i açık pencerenin önündeki koltuğa yerleştiriyor, bahçeyi seyretmesine izin veriyormuş. Bir gün Pupsy, bahçede oynayan çocukları seyrederken, halıda koşuşturan bebeklerin konuşmalarına kulak misarifi olmuş : - Hey, kardeşim biz niye koltuğa çıkmıyoruz? - Ben demin denedim. Olmadı. Çok yüksek. - Belki birkaç kez deneyince olur. - Hayır olmuyor, yardımsız çıkamayız. Bebeklerin bu konuşması Pupsy’nin aklına çok güzel bir oyun getirmiş. Pencereden dışarıya bakmayı bırakıp, hemen koltuğun oturulacak yerine dönmüş ve bebeklere seslenmiş : - İsterseniz size yardım ederim. - Koltuğa çıkmamız için mi? - Hayır, isterseniz pencere yanına kadar görürürüm. - İyi olur, çok merak ediyoruz. Dışarıdan sesler geliyor da. - Evet çocuklar bahçede oynuyorlar. - O zaman bize yardım etsene. Pupsy yere, halıya inmiş. Önce en küçük yavruyu boynundan yakalamış. Sonra beraberce zıplamışlar. Bir hamdede koltuğun üzerine çıkmışlar. Yavrucak koltuğun koluna uzanmış ama başaramamış. Koltuktan aşağıya bakmış. Çok yüksekmiş, inmesi söz konusu bile olamazmış. Tam bu sırada Pupsy koltuğun koluna çıkmış yavruya seslenmiş : - Buraya zıplayabilirsin her halde. Bir denesene. Pupsy biliyormuş ki, bebek koltuğun koluna çıkabilirse hızını ayarlayamayarak dengesi bozulacak pencereden aşağıya uçup gidecekmiş. Yavrucak, denemiş ama başarılı olamamış. - Pupsy beni oraya çıkarsana. - Olur. Pupsy yine bebeği boynundan tutmuş ve bir sıçrayışta koltuğun koluna çıkmışlar. Bebek koltuğun kolunda bir iki adım atmış. Hem çok yüksek, hem de düzgün olmadığı için korkup ayaklarını büküp, koltuğun koluna yapışmış. Bu sırada Pupsy pencereye çıkmış, kafasını uzatarak dışarıya bakıyormuş. Bebek dikkatle onu izliyormuş. Pupsy : - Gel sen de benim gibi yap. - Korkuyorum çok yüksek. - Korkacak birşey yok. Bak bana, bir şey olmuyor. - Hayır, ben yapamayacağım. - İstersen seni boynundan tutarım. - Çok iyisin Pupsy. Pupsy bebeği boynundan yakalamış. Beraberce pencere kenarına yaklaşmışlar. Bebek pencereden aşağıya şöyle bir bakmış. Panik içinde : - Pupsy korkuyorum beni çek. diye bağırmaya başlamış. Pupsy konuşmadan bebeği biraz daha sarkıtmış. Bebek şimdi iyice pencerenin dışındaymış. Pupsy birden dişlerini açıvermiş. Bebek hızla yere doğru düşmeye başlamış. Yere hızla çarpan bebekten tok bir ses çıkmış, “küt” diye… Pupsy tam mutluluktan uçmak üzere iken beklenmedik bir olay olmuş. Bahçede oynayan çocuklar sesi duyunca bağırmaya başlamışlar. - Koşun köpek pencereden düştü. - Hayır düşmedi. Ben gördüm. Pupsy pencereye kadar ağzında taşıdı sonra bıraktı yavruyu. Sesleri duyan annesi bebeğin yanına gitmiş. Hareketsiz yatan bebeği kucağına alıp evine dönmüş. Hemen yavruyu yatağına yatırmış. Odaya girip pencereyi kapatmış. Diğer yavruları toplamış ve odadan çıkartmış. Pupsy, ceza olarak, odada kapalı kalmış. Akşam babası gelince annesi ile konuşmuşlar. Pupsy kapalı kaldığı yerden seslerini duyuyormuş : - Pupsy sonunda hepsini öldürecek. - Öyle gibi görünüyor. - Yavruları fabrikaya götürsek. Bir kulübe yaptırsak ve bekçiler baksalar onlara. - Bir deneyelim. Pupsy bir daha yavrularla beraber olamamış. Annesi yavruları başka yere götürüyor, Pupsy’e göstermiyormuş. Sonra bir gün, yavrular yine bir kutuya yerleştirilmiş ve evden götürülmüşler. Pupsy pek sevinmiş. Artık annesi yalnız kendisini sevecek diye düşünmüş. Birkaç akşam sonra, evde kimse konuşmayınca Pupsy anne ve babasının üzgün olduklarını anlamış ama nedenini bilememiş. Annesi o gece hiç uyumamış. Hep ağlamış. Pupsy hasta olduğunu sanmış. Sabah olunca annesi Pupsy’i yanına alıp evden çıkmış. Kocaman bir çiftliğe gelmişler. Burası bir hayvan çiftliğiymiş. Pupsy’i burada bir kafese koymuşlar. Pupsy bir daha o çok sevdiği annesini görememiş. Sevgisini paylaşmak istemezken, hep kendini sevsinler isterken, o sevgiden de olmuş. Bazıları sevgiyi paylaşmak istemezler. Sevgiyi paylaşmamak için çok kötü şeyler de yapabilirler. Bazen sevgiyi paylaşmamak için gösterilen gayret geri tepebilir ve tümüyle o sevgiden yoksun kalınabilir. Sevgi ve ilgi de paylaşılmalı çoğu şey gibi. |
|
06 Mart 2009, 03:16 | #43 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | 3 NoeL güVercini Bir zamanlar ormanın derinliklerinde ufacık bir kulübede yaşlı mı yaşlı bir nine yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş. Dünya onu, o dünyayı unutmuş. Bütün yaz boyunca ormandan şifalı bitki, meyve sebze toplar, onlarla beslenir; bir kısmını kurutur; kışın da kulübesinden neredeyse hiç çıkmadan onlarla yaşarmış. Kış aylarını evinde geçirmesi biraz canını sıkarmış, ama kış geldiğinde de en büyük eğlencesi Noel’i beklemek olurmuş. Noel gecesini iple çeker, sonunda çok beklediği o gece geldiğinde kulübesinin bir göz odasına ufacık çam ağacını kurarmış. En çok sevdiği süs ise ağacın en alt dalına astığı güvercin yuvasıymış. Kırmızı porselenden yapılan bu minicik güvercin yuvasında üç minicik güvercin varmış. Hepsi değişik renkte olan güvercinler hakiki güvercinler gibi canlı dururlar, izleyende her an sanki uçuvereceklermiş izlenimi bırakırlarmış. İşte o Noel gecesi de ninenin sabırsızlıkla beklediği an gelmiş. Ufacık ağacını itinayla kurmuş, kuru çiçeklerle, meyvelerle süslemiş, en alt dala hayattaki en büyük hazinesi olan güvercin yuvasını takmış ve ağacın üzerindeki minicik mumları ve maytapları yakmış. Ama çok kötü bir şey olmuş! Yanan maytaplardan çıkan kıvılcımlardan biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş ve güvercinler sıcaklığın etkisiyle olsa gerek, parça parça oluvermişler. Nine çok üzülmüş. Bütün gece ağlamış, güvercinlerinin neden kendini bırakıp gittiklerini, güvercinsiz bir çam ağacının artık neye yarayacağını düşünmüş. Hayata küsmüş. Ertesi akşam, yani Noel bayramının birinci günü, titreyen elleriyle ağacın üzerindeki minik mumları yakarken göz yaşlarını tutamıyormuş. Minik mum yaşlı ninenin durumuna pek acımış. Mum yandıkça gözyaşı gibi süzülen mum damlalarından biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş. Soğuyup katılaştığında mum damlası aslından ayırt edilemeyen bir güvercin gibiymiş. İkinci damla da tam yuvanın yanına düşmüş, soğuduğunda o da bir güvercin olmuş. Diğer ikisinin yanına düşen üçüncü damla da minik bir güvercin olarak soğumuş. Yaşlı nine bu olup biteni daha sonra fark etmiş. Güvercinlerinin nasıl olup da geri geldiklerini anlamamış. Ama çok sevinmiş. Noel bayramı yeniden gerçek bir bayrama dönüşmüş onun için. Kim bilir, hayatta belki de bir şeyleri çok istemek gerek. Tıpkı ninenin güvercinlerine tekrar kavuşmayı çok istemesi gibi. |
|
06 Mart 2009, 03:17 | #44 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | akıLLı köyLü kaZı nasıL payLaşTırdı Eski zamanlardan birinde, bir köyde iki komşu yaşarmış. Bunlardan biri çok budalaymış. İki lafı bir araya getirip sohbet edemez, dünyada, çevresinde olup bitene akıl erdiremezmiş. Ama nasıl olmuşsa, parası da bolmuş. Yani dünyada bir skıntısı yokmuş. Diğer komşu ise çok akıllıymış akıllı olmasına ama, bunun da hiç parası yokmuş. Hem de öylesine büyük bir yoksulluk içindeymiş ki, çocuklarına verecek ekmek bile bulamazmış. Bütün varlığı bir kazmış. Onu gözbebeği gibi korurmuş. Fakat üç gün süren bir açlığın ardından kazını kesip çocuklarına yedirmek zorunda hissetmiş kendini. Yoksul komşu böylece kazı pişirmiş, çocuklarının önüne sofraya koymuş, ama ekmekleri yokmuş. “Kazın bir kısmını ağaya götürürsem herhalde bana biraz un verir” diye düşünmüş ve kızarmış kazı tepsiye koyup soluk soluğa ağanın evine varmış. “Ağam” demiş, “kızarmış kaz getirdim size. Lütfen kabul edin. Biraz un verirseniz karşılığında, memnun olurum.” “İki oğlum, iki kızım var. Karımla ben de varım. Bu kazı bizlerin arasında eşit olarak pay edersen sana mükafat veririm. Eğer iyi pay edemezsen yirmi beş değnek var” demiş ağa. Yoksul köylü eline bir bıçak almış ve kazın kafasını kesip ağanın tabağına koymuş ve şöyle demiş: “Ailenin başı sensin, kazın başı da senin.” Tavuğun gerisini kesip evin hanımına uzatmış: “Evi koruyan, geri planda her şeyi kuran sensin.” Tavuğun bacaklarını kesip oğlanlara uzatmış: “Babanızın yolundan gidin.” İki kanadı da kızlara vermiş “Nasıl olsa bir süre sonra evlenip, kanatlanıp gidecekseniz.” Gövdesini de kendine almış: “Biz köylüler ince işlerden anlamayız. Kazın kalan kısmı da benim olsun!” Köylünün kazı bu şekilde bu pay etmesi ağanın çok hoşuna gitmiş. İnce zekalı ve espirili köylüye iki çuval un vermiş. Köylü de hemen unları evine götürmüş, ekmek yapıp kazın yanında çocuklarıyla yemişler. Bütün aile bir güzel karnını doyurmuş. |
|
06 Mart 2009, 03:19 | #45 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | budaLa köyLü kaZı nasıL payLaşTırdı İki yakası bir araya gelmeyen yoksul komşusunun ağadan bir kaz karşılığı çuvallar dolusu un aldığını duyan varlıklı komşu da, ağaya gitmeye karar vermiş. “Ben ağaya bir değil beş kaz hediye götürmeliyim.Ağa da bana o zaman iki çuval değil, bir araba dolusu un verecektir. İyice zengin oldum gitti demektir” diye düşünmüş. Gerçekten de dediği gibi yapmış. Adamlarına beş kaz kestirmiş, onları bir güzel fırında kızartmış ve tepsilere yerleştirip ağanın kapısını çalmış. “Sevgili ağam, size naçizane bir hediyem var. Beş tane nar gibi kızarmış kaz getirdim.” Ağa, köylünün durup dururken neden kendine kaz hediye etmek istediğini anlamış elbette. Onu da sınamak istemiş. “Biz ailede altı kişiyiz ve her birimiz de farklıyız. Bu beş kazı bizim aramızda eşit olarak pay edersen, sana armağanlar vereceğim. Pay edemezsen cezalandırılacaksın.” Budala köylünün eli ayağına dolaşmış. Nasıl yapsa da bu beş kazı eşit dağıtsa bilememiş. Bu arada budala köylünün içine düştüğü sıkıntılı durumu gülerek seyreden ağa adamlarını, akıllı köylüyü evden almak için göndertmiş. Biraz sonra zeki köylü, ağanın huzuruna çıkartılmış. Ağa yoksul köylüye beş kazı aralarında pay etmesini söylemiş: “Bir kaz karınla senin. İki kişisiniz, böylece üç oluyorsunuz.” Sonra iki kıza dönmüş: “Bir kaz da sizin payınıza düşüyor. Siz de iki kişisiniz, üç oluyorsunuz.” Ardından oğlanlara dönmüş: “Bir kaz da size. Siz de üç oluyorsunuz.” Sonra ağaya şunları söylemiş: “Kaldı iki kaz, bir de ben; biz de böylece üç oluyoruz. Demek ki bunlar da benim payıma düşüyor.Böylece herkes üç oluyor, kazlar da eşit paylaştırılmış demektir.” Ağa bu işe çok gülmüş. Kazların yanı sıra yoksul köylüye yeni hediyeler vermiş. Budala köylü ise cezasını çekmiş. |
|
06 Mart 2009, 03:20 | #46 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Toprak AnA ve iKi hEybE Toprak ana, üzerinde gezen dolaşan, biribriyle arada bir dostluk kuran hayvanları sevgiyle seyredermiş. Birbirine hiç benzemeyen değişik türden binlerce hayvanın, hayatlarını mutlu bir şekilde sürdürmesinden büyük zevk alırmış. “Nasılsın sevgili maymun” diye sormuş bir gün. “Ben çok iyiyim demiş şebek gülümseyerek, benim kendimi iyi hissetmem için her neden var: İyi koşarım, ağaçlara iyi tırmanırım. Övünmek gibi olmasın, ama zekiyimdir de. Hayvanlar arasında en iyi ben oynarım, herkesi kendime hayran bırakırım. Ağaçlar benim yiyebileceğim meyvelerle dolu, Tanrı’ya şükür. Ama şu ayı, yeteneksiz Kocaoğlan gibi olsaydım, herhalde çok şikayet ederdim!” “Ne diyorsun sen sırıtkan maymun” diye paylamış ayı. “Ben bir kere çok güçlüyüm. Şu ormanda bana yan bakanın alnını karışlarım! Et de yerim, meyve de, bal da. Aç kalmak nedir bilmem. Ağaçlara tırmanacak kadar çevik, suda yüzecek kadar yetenekleyimdir. Ama fil gibi hantal olsam herhalde ben de yakınırdım!” “Hey, orada kim benden bahsediyor!” diye homurdanmış fil. “Koca hortumumla ister ağaçların dallarını yer, ister körpe otları koparırım. Şu ormanın tek efendisi benim. Tek bir hayvan bile yolumun üzerine çıkamaz.Hepiniz sıcaktan bunalırken, istersem, her gün banyo yaparım. Hortumumla vücudumun her köşesini yıkayabilirim. Bakmayın iri olduğuma, gerektiğinde çok hızlı da koşabilirim. Balina gibi bir yağ torbası olsam belki haklı olabilirdiniz.Ama…” Toprak ana filin sözlerini keserek hayvanlar arasındaki tartışmaya son vermiş: “Sizleri böyle mutlu gördüğüm için inanın ki çok sevinçliyim. Hepiniz kendinizden memnunsunuz. Hepiniz diğer türlerden üsütün ve avantajlı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bu çok güzel.” Toprak ana sonra kendi kendine düşünmeye başlamış:”Şu hayvanlar çok hoş canlılar doğrusu! İnsana da ne kadar benziyorlar Herksein iki tane heybesi var boynunda. Bunlardan birini önlerine, diğerini de arkalarına toyorlar. Önlerinde tuttukları heybelere, başkalarının kötü huylarını dolduruyorlar. Kendilerini böylece üstün görüyorlar. Arkalarındaki heybelere ise kendilerinde olup da beğenmedikleri özellikleri gizlemeye çalışıyorlar. İyi ve kötü yanlarını birlikte göremiyorlar. Oysa herkesin hem iyi hem de kötü yanları olabilir ve bu doğaldır da.” |
|
06 Mart 2009, 03:21 | #47 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | asLan ve faRe Yoksul fare koca ormanda hep korku içinde yaşarmış. Tilkiden korkar, kurttan ödü kopar, en çok da yaban kedisini görünce dehşete düşermiş. Bırakın bu yabani hayvanları, çevresinde bir dal çıtırdasa yüreği ağzına gelir, korkudan bayılacak gibi olurmuş. Fare artık bu korkuya dayanamayacağını anlayınca ormanın kralı asşana gitmiş: “Haşmetmeap” demiş, sizden haddim olmayarak küçük bir ricam olacak. Şu ormandaki bütün hayvanlararasında en zavallısı benim. N ekadar kötü bir kaderim var! bütün ömrüm titremekle geçiyor. Bir yaprak düşse dizlerimin bağı çözülüyor. Bu korkuya artık dayanabilmem imkansız. Sen bu koca ormanın kralısın. Senin kükremen bile hrekesi dehşete düşürmeye yetiyor. Beni koruman altına alabilirsin. Bu kadar geniş mağarada yaşıyorsun. Beni de buraya kabul et lütfen. Sana hiç bir rakatsızlık vermem. Ayaklarının altında dolaşmam, sesimi bile çıkarmam. Bir köşede otururum. Varlığımla yokluğumu anlamazsın bile.” Aslan tüm bu anlatılanları sesini çıkarmadan dinliyormuş. Farecik aslanın bu tumunu kendisi için olumlu görmüş. Ormanların kralı ricasını kabul edecek sanmış. Biraz daha ısrar ederse bu iş olacak diye düşünmüş: “Ben sizin bu iyiliğinize layık olamadığımı biliyorum, ama kim bilir, ne kadar işe yaramaz gibi görünsem de, belki bir gün bir işinize yararım. Size olan borcumu ödeyebileceğim bir fırsat çıkar bir gün.” Aslan çok sinirlenmiş. Öfkeden gözleri çakmak çakmak olmuş: “Bak sen terbiyesize!” diye kükremiş. “Sen kendini ne sanıyorsun. Ben gibi koca bir kral senin gibi bir bücüre mi muhtaç olacak! Senin gibi bir böcek hayatta bana ne fayda getirir! Defol başımdan. Seni bir pençe darbesiyle duvara yapıştırmadığım için de hayatın boyunca bana dua et!” Farecik öyle korkmuş ki, o korkuyla bütün ormanı bir nefeste koşup başka bölgelere taşınmış. Bir deliğe girip oradan uzun bir süre çıkmamış. Aslan ise bir süre daha farenin kendini bilmezliğine sinirlenmiş, sağa sola sataşmış. Ama nihayet sakinleşmiş. Karnının acıktığını hissedip ava çıkmış. Fakat yolunun üzerinde üstü örtülmüş bir tuzak varmış. Çukuru fark etmediğinden içine düşüvermiş. Ama kral aslan bu,öyle çukurlaradüşüp kalır mı? Bu nedenle de korkmamış. Yukarıya hamle yapıp atlamaya hazırlanırkeni çukurun içinde bulunan ağın bütün vücudunu kapladığını hğisstemiş. Bir kez daha hamle yapmış , ama nafile! Ağ inceymiş, fakat çok sık dokunduğundan aslanın bile koparamayacağı kadar sağlammış. Bütün gün kendini kurtarmak için çalışan aslan akşama doğru buradan çıkamayacağını anlamış. “Ah benim aptal ve gururlu kafam” diye düşünmüş. “Eğer bu sabah o fareyi kendime küstürmeseydim, o keskin dişleriyle bu ağı keser, beni ölümden kurtarırdı! Oysa şimdi burada öleceğim ve bunun nedeni de benim! Başkalarını küçümsemeseydim, herkesin kendince bir işe yarayabileceğini kavrasaydım yaşıyor olacaktım!” |
|
06 Mart 2009, 03:23 | #48 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Çimendeki Prenses Uzak ülkelerden birinde kralın on iki oğlu varmış. Kral evlatlarını çok sever, onların kendi gibi mutlu olmasını istermiş. Çocukları büyüyünce, kral her birine birer at vermiş ve onları kendilerine eş aramak için dünyanın dört bucağına göndermiş. Ama kral prenslerin sıradan kızlarla evlenmelerine karşıymış. O, oğullarının becerikli kızları kendilerine eş olarak seçmelerini dilermiş. “Evleneceğiniz kız, bir gün içinde kendi dokuduğu kumaştan sizin için gömlek dikebilmeli.Böylesini bulabilirseniz getirin. Yoksa başka kızı sarayımda gelin olarak kabul etmem” demiş. Kardeşler yola çıkmışlar. En küçük kardeş en çelimsizleriymiş. Onunla alay etmişler ve: “Sen zaten kendine bakamıyorsun, öyle dünya beceriklisi bir kızı nereden bulacaksın? Git başımızdan ve ne halin varsa gör” diyerek kovalamışlar. Küçük kardeş onlara yalvarmış. Terk etmemeleri için diller dökmüş. Ama onu kimse dinlememiş. Sonunda çaresiz geri dönmüş. Saraya da gidememiş. Ormanları, çayırları dolaşarak ne yapacağını düşünmeye başlamış. Bir ara bir vadiye ulaşmış. Atından inip biraz dinlenmek istemiş. Birden ayaklarının dibinde birşeylerin kımıldadığını hissetmiş. Eğilip bakmış ki ne görsün: Minicik bir kız, ufacık bir koltukta oturuyor. Arkasındaki kutu kadar bir yükseltinin de sanki pencereleri ve kapısı varmış. Oğlan gözlerine inanamamış. Kız bir de su şırıltısı gibi bir sesle ona seslenince daha da şaşırmış: “Niye böyle kederlisin güzel çocuk” demiş kız. Kralın en küçük oğlu başına gelenleri birbir anlatmış. Minik kız dikkatle dinlemiş sonra da : “Üzülme” demiş, “herşeyin bir çaresi bulunur. Eğer beni sözlün olarak kabul edersen, sana şimdi hemen bir gömlek dokur ve dikerim. Hem de öyle güzel dikerim ki, titiz baban tek bir hata bile bulamaz!” Delikanlı çok sevinmiş:”Elbette” demiş, “kabul etmez olur muyum!” Küçük kız ellerini çırpmış. Arkasındaki minicik kulübeden kendinden de küçük üç hizmetçi çıkmış. Ellerindeki çıkrıkları, dokuma tezgahını, dikiş makinesini çimenlerin üzerine koymuşlar. Minik kız ise çalışmaya başlamış, ama ne çalışma! Küçük prens kızın hızla çalışan ellerini gözleriyle takip etmekte güçlük çekiyormuş. Göz açıp kapayınca kadar gömlek hazır olmuş. Oğlan gömleği katlayıp cebine koymuş. Bir yandan da, bu fındık faresinin kuyruğundan da küçük olan gömleği babasına nasıl vereceğini düşünüyor, biraz utanıyormuş. Ama sonuçta babasına gömleği vermiş. Gerçekten de babası gömleği çok beğenmiş ve oğlunun o kızla evlenmesine razı olmuş. Kralın oğlu heyecanla çayıra koşmuş. Minik kızı atına alıp saraya götürmek istemiş. Ama kız kendi arabasıyla yolculuk etmek istiyormuş. Arabası da, önüne dört beyaz fare koşulmuş küçük bir gümüş kaşıkmış. Delikanlı, atının ayağı minik kızın arabasına değecek diye çok korkuyormuş.Gerçekten de korktuğu başına gelmiş. Hem de tam köprüden geçerken. Dar köprüde atın ayağı gümüş kaşığa çarptığı gibi, minik kızla beraber suya itivermiş.Kralın oğlu çok üzülmüş. Fakat birden sular kabarmış, köpüklerin arasından sarı saçlı, dünya güzeli bir kız çıkmış. Yüzü minik kızın yüzüymüş. “Sevgili prensim” demiş, “büyüyü bozdun, beni kurtardın. Bir ömür boyu mutlu olacağız.” Sonra ikisi birden, prensesin muhteşem arabasına binerek saraya gitmişler. |
|
06 Mart 2009, 03:25 | #49 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Obur kurT ve LeyLek Dünya dünya olalı beri, hayvanlar arasında en oburlarından biridir kurt. Önüne gelen her şeyi, iyi kötü demeden yutar. Yiyecek bir şeyle karşılaştı mı, ağzına lamasıyla midesine indirmesi bir olur. Ama obur kurt, günün birinde bu açgözlülüğünün az kalsın kurbanı oluyormuş.İnce ama çelik gibi sağlam bir koyun kemiği boğazına saplanmış. Gözlerinden yaşlar akıtarak kemiği boğazından çıkartmaya çalışmış, ama ne mümkün! İnatçı kemik giderek daha derine saplanmış, kurda çok acı verir hale gelmiş. Artık nefes bile alamayan kurt çevresine bakınırken gözüne bataklıkta kurbağa arayan leylek ilişmiş: “Canım leylek, gözüm leylek. Ben seni çok severim bilirsin. Başım fena halde dertte! Boğazıma kemik saplandı. Eğer bana yardım edersen, hayatım kurtulacak! Yoksa ölmek üzereyim. Bu kemiği uzun gaganla kurtarırsan, sana çok büyük armağanlar vereceğim!” “Aç ağzını” demiş leylek. “Aaa” diyerek obur kurt kocaman ağzını bir baca gibi açmış. Leylek de uzun gagasını kurdun ağzından içeri sokarak, boğazına saplanan ince kemiği aramaya başlamış. Leylek ince uzun gagasıyla daracık yerlerde yiyecek arama konusunda deneyimli olduğundan, kısa sürede kemiği bulmuş ve çıkarmış. Kurt derin bir nefes almış, bir iki yutkunmuş ve leyleğe bir teşekkür bile etmeden yoluna devam etmiş. “Heeey” diye bağırmış kızgınl eylek kurdun ardından. “Vaat ettiğin büyük armağan bu muydu? Sen sözünü böyle mi tutarsın? Ben senin hayatını kurtardım,sense bir teşekkür bile etmeden gidiyorsun!” “Bak sen akılsıza!” demiş kurt. “Sen bir canavarın keskin dişlerinin arasına başını soktun ve başına hiç bir tatsızlık gelmeden çıkardın! Bundan daha büyük armağan olabilir mi senin için!” Uzaklaşan kurdun arkasından bakakalmış leylek. “Gerçekten hayat ne kadar garip” diye düşünmüş, “başkasına iyilik edeceğim diye kendimi hayatımı tehlikeye attım. Sonunda aldatıldım, ama hala kendimi şanslı hissediyorum.” |
|
06 Mart 2009, 03:26 | #50 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0) | Kuğu kıZı Peri kıZı Yalçın kayaların tepesindeki bir şatoda, genç bir prens annesiyle birlikte yaşarmış. Bu prens havanın çiçek kokularıyla dolu olduğu bir bahar günü avlanmaya gitmiş. Av peşinde dolaşırken akşama doğru ağaçların arasında karşısına gümüş renkli minicik bir göl çıkmış. Birden uzaktan kanat sesleri duymuş ve ağaçların arkasına saklanmış. Üç tane uzun boyunlu narin kuğu gökten süzülmüş. Gölün kıyısına konan kuğular beyaz tüylerini bir elbise gibi çıkarmışlar. Genç prens gördüklerine inanamamış; kuğular birbirinden güzel genç kızlara dönüşüvermişler. Kızlar göle girip yıkanmış,eğlenmişler.Sonra da kıyıya geri dönüp, tüyden elbiselerini sırtlarına geçirip kanatlanmışlar. Kızların üçü de çok güzelmiş, ama en küçükleri dünya güzeliymiş. Prens o günden sonra başka şey düşünemez olmuş. Varsa yoksa kuğu kız! Sonunda annesine durumu anlatmış. “Eğer kuğu kıza kavuşamazsam, onunla evlenemezsem, ben bu dünyada yaşayamam” demiş. Prensin annesi çok kederlenmiş. “Ah yavrum! Sen kuğu kızı unut” demiş, “O bir peri kızı. Peri kızları da insanların yanında yaşamaz” diye dil dökmüş. Prens annesini seviyormuş, gerçekten yürekten seviyormuş, ama kuğu kızı daha çok seviyor olsa ki, vazgeçememiş. Kızı unutamamış. Kuğuları gördüğü göle geri dönmüş, sabah akşam arada kuğuların geleceği günü bekemeye başlamış. Bir gece uzaktan yine kanat sesleri duyulmuş. Prens heyecanla gözlerini gecenin karanlığına dikmiş. Sonunda üç zarif kuğu göl kıyısına konmuş. Kuğular, beyaz tüyden elbiselerini üzerlerinden atıp yine dünya güzeli birer kız haline gelmişler. Suya girip yıkanmaya başlamışlar. Onlar orada yıkanırken genç prens, en küçük kızın tüyden elbisesini kaptığı gibikaçmaya başlamış. Arkasına bile bakmadan koşmuş. Kız kardeşler de hemen kıyıya yüzmüşler. İki kardeş elbiselerini sırtına geçirip uçmuş. En küçük kız ise tüyden elbisesi olmadığı için uçamamış.Prensin peşinden koşmuş. Onu yakalayınca da önünde diz çöküp elbisesini geri vermesi için yalvarmış, yakarmış. Ablalarının peşinden gidebilmek için diller dökmüş. Prens kararlıymış. Kuğu kızıntüyden elbisesini vermemiş. Sırtına bir pelerin sarıp, kızı şatosuna götürmüş ve onunla evlenmiş. Bir süre sonra kuğu kızı peri kardeşlerini unutmuş. Tüyden elbisesini unutmuş. Gümüş renkli gölü unutmuş. Aradan altı bahar geçmiş. Ağaçlar yedinci defa çiçek açmaya başladığında, kuğu kızı peri kızı, prense bu şatoya ne zaman ve nasıl geldiklerini sormuş. Kız beyaz ışıklar saçan elbisesini bulup eline almış. Denemek ister gibi sırtına geçirmiş ve bir anda tekrar uzun boylu narin bir kuğu olup, açık pencereden uçuvermiş! Prens o günden bu yana her baharda gümüş renkli gölün kıyısına gidermiş.Göl kenarında oturur, gece uzaklardan duymayı ümit ettiği kanat seslerini dinler kuğuların geleceği anı beklermiş. Ama kuğu kız bir dahagelmemiş. Kuğu kızı peri kızını o günden sonra kimse görmemiş. |
|
Etiketler |
masallar |
Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
MASALLAR DİYARI | Sarya | Okul Öncesi Parmak Oyunları | 0 | 10 Mart 2021 09:59 |
Masallar ve Aşk | Amelia | Aşk ve Sevgi Köşesi | 0 | 02 Eylül 2014 22:29 |
Tehlikeli Masallar | Kalemzede | Genel Paylaşım | 3 | 05 Mart 2012 01:02 |
Masallar Diyarı'm | Kacak | Amatör Şairler | 3 | 12 Ekim 2011 10:15 |
Masallar:) | Erva | Fotoğraf Kulübü | 7 | 20 Temmuz 2005 01:42 |