Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Efendimiz (S.A.V) 'in Hayatı (Salih Suruç)
Putlar Mekke’ye ilk defa put getirmenin de bir hikayesi var: Amr bin Luhay şehire ilk defa putu getirip, halkı putlara tapmaya teşvik eden adamdır. Amr, Şam’a gittiği bir sırada, Maab denilen yere de uğrar ve burada Hz. Nuh’un sülalesinden bir kabilenin putlara taptığını görür. Bunların ne işe yaradığını, niçin kendilerine taptıklarını sorunca da: “Bunlardan yardım isteriz, yardım ediliriz, yağmur isteriz, yağmura kavuşuruz” cevabını alır. Bunun üzerine Amr, Mekke’ye götürmek için bir put ister. İsteğini kabul ederler ve kendisine Hübel adını taşıyan putu verirler. Amr, Hübel’i Mekke’ye getirir ve diker. Halkı bu puta tapmaya teşvik eder. Cahil halk bu teşvike kapılarak Hübel’e tapmaya başlar. İşte Mekke’ye ilk defa put getirme ve burada puta tapma hikayesi böylece başlamış oldu. Her kabilenin ayrı putu vardı Bundan sonra putperestlik Mekke’de yayılmaya başladı. Her kabilenin de kendisine ait putları vardı. Kureyş, en büyük put olarak Uzza’yı kabul eder ve ona hürmet ederdi. Evs ve Hazreç kabilelerinin taptığı put, Menat adını taşıyordu. Bu put Mekke ile Medine arasında Müşellel denilen yerde bulunuyordu. Sonraları bu iki kabile Menat’tan başka, Lat ve Uzza putlarına da tapmaya başlamışlardı. Kelb kabilesinin putu Ved idi ve Dumetü’l-Cendel denilen mevkide bulunuyordu. Huzeyl kabilesi, Suva’ putuna tapardı. Bu put Gatafan mevkiinde idi. Hemdan kabilesinin bir kolu olan Hayvan boyu Yauk putuna ta’zim ederdi. Bu put, Hemdan civarında bulunuyordu. Tayy ve Mezhiç kabilelerinin putu Yağus idi. Himyerilerinki ise Nesr. Bekroğulları ve Kinane kabilelerinin putu ise, Sa’d idi. İşte, yukarıda saydığımız kabileler, adlarını verdiğimiz bu putlara tapar, onlardan yardım diler, yağmur ister, zafer taleb ederlerdi. İtikadlarınca cansız, ruhsuz, taştan veya ağaçtan olan bu cisimler, isteklerini yerine getirme güç ve kuvvetinin sahibi bulunuyorlardı. Halbuki, her aklı başında insan bilir ve kabul eder ki, cansız, ruhsuz cisimlerden insana ne zarar gelir ne de fayda... Onlarda insana yardım edecek ne güç vardır ne de kuvvet... Ne var ki, o zamanın Arapları bu gerçeği düşünemeyecek kadar muhakemeden mahrum bulunuyorlardı. İşte, Allah Resûlü Hazret-i Muhammed (a.s.m.), inanç yönünden böylesine cehalet ve dalalet içinde kıvranan bu insanları ilim ve hidayet nuru ile kurtarmaya geliyordu. Onlara nur ve huzur vermek vazifesini yüklenecekti. Ahlakî durum Cahiliyye Devrinde Arabistan ahlakî cihetten de tam bir sefalet içinde idi. Cemiyete hakim olan, süfli arzu ve emellerdi... İçki, kumar, zina, yalan, hırsızlık, zulüm, hülasa ahlaksızlık namına ne varsa yarımadanın dört bir yanında hüküm sürüyordu. Zulüm, güçlünün güçsüze karşı kullandığı en amansız bir kırbaçtı. Kuvvetli olan, aynı zamanda haklıydı. Kuvvetli olan, zaif ve güçsüzlere istediğini zorla yaptırabiliyordu. İnsana ve onun hayatına bir sinek kadar bile önem verilmiyordu. Yapılan baskınlarla yakalanan insanlar işkenceler altında inim inim inletilerek öldürülüyorlar veya pazarlarda basit bir mal gibi köle olarak satışa çıkarılıyorlardı. Kadın, elde basit bir meta, alınır satılır adi bir mal telakki ediliyordu. Genç cariyeler, fuhşa teşvik edilerek, hatta zorlanarak, sırtlarından para kazanma yoluna gidiliyordu. Kur’ân, insan haysiyetine yakışmayan bu hareketten bahsediyor ve onları insan hayatına hürmeti katleden bu çirkin adetten nehyediyordu: “Evlenmeye imkân bulamayanlar da, Allah onları lûtfuyla zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Kölelerinizden bir bedel karşılığında hürriyetlerine kavuşmak isteyenlerle, eğer onlarda bir hayır görüyorsanız, anlaşma yapın. Allah’ın size ihsan ettiği maldan onlara da verin. İffetli kalmak isteyen câriyelerinizi de, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek fuhşa zorlamayın. Kim onları fuhşa zorlarsa vebâli kendisinedir; zorlananlar için ise, muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” Bir kadın, birkaç erkekle birden müşterek hayat yaşayabiliyordu. Böyle bir kadın, evinin damına diktiği bir işaretle, kendisini halka ilan ediyordu. Üvey anne, babanın terekesi arasında ev eşyasıymış gibi oğula miras olarak intikal ediyordu. |