Konu: Kevser
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Temmuz 2009, 18:02   #2
Çevrimdışı
Spammer
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Kevser




Burada "kurban kes" emrinin esas mânâsına gelelim: Bu belli ki "nahır"dan türemedir. "Nahır" kelimesi de isim ve masdar olarak kullanılır. İsim olan nahır, göğsün boyun tarafına gelen boğaz çukuruna doğru gerdanlık yerine denir. Masdar olan nahır ise, Rağıb ve diğer dilcilerin beyanına göre aslında nahre isabet ettirmek yani vurmak veya dokunmak veya boğaz çukuruna bıçak sokmak suretiyle nahre rastlamak demektir. Deve başlangıçta oradan kesildiği için onda galip olmuştur. Bundan mutlaka zebhetmek, boğazlamak mânâsına da kullanılmıştır. İntihar da bundan alınmıştır. Maide Sûresi'nde geçtiği üzere malumdur ki, zebh, lebbe denilen çene altından kesmekle de olur. "Kurban kes" emri de bu masdar olan nahırdendir. Zahir olan da boğazlamak mânâsına nahirdendir. Nahr ve zebh, mutlaka kurban için olmak lazım gelmeyip, soyut olarak etini yemek veya satmak için de olabilirse de Zilhicce'nin onuncu günü olan Kurban bayramının üç gününe de Kurban kesmek mânâsına nahır günleri denilmek yaygın olduğu gibi, burada kelâmın sevki (söz gelişi) şükür ve ibadet mânâsı üzerinde olduğu için de kurban mânâsı açıktır. Bundan dolayı, "namaz kıl, kurban kes de Kurban bayramı yap" mânâsına da olabilir. Fakat "venhar" (kurban kes) emrinin mef'ulü zikredilmemiş, neyin kurban edileceği tayin olunmamıştır. Bu cihet, mücmeldir. Bu, şöyle demek olabilir: "Nahr denilen ibadeti de yap, yahut Rabbine kurban için boğazlanmak şanından olanları boğazla. Yahut Kurban bayramı yap. Bunun hepsi de Allah için kurban kesmek mânâsına nahr fiilinde özetlenir. Demek ki bunda mef'ulün cinsini tayin kastedilmeyerek, yahut genellemeye işaret olunarak Allah için hayır olmak üzere boğazlanmak şanından olan önemi haiz herhangi bir kurban kanı akıtmakla fiilin kendisinin meydana gelmesi istenmiştir. Araplar'ın örfünde nahır deve kesmekte çok kullanıldığı ve Hacc Sûresi'nde "Biz kurbanlık develeri de size Allah'ın (dininin) işaretlerinden yaptık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar, ön ayaklarını sıra halinde yere basmış durumda iken üzerlerine Allah'ın ismini anın (da kesin). Yanları yere düş(üp canları çık)ınca da onlardan yiyin, kanaat eden (fakir)e de, isteyen (fakir)e de yedirin. Allah o(kocaman hayva)nları size boyun eğdirdi ki, şükredesiniz." (Hacc, 22/36) âyetinde de "büdün" (develer) zikredildiği için pekçok tefsirci burada nahrın boğazlamak mânâsına olduğunu göstermek için "develeri kes" diye takdir ve tefsir etmişlerdir. Maksad kurbanı deveye tahsis etmek değil, en çok bilineniyle en büyüğünü işaret olarak, "develeri, deve gibi iri gövdeli, önemli kurbanlıkları kes" demek olduğunu anlatmaktır. Ebu Hayyan "Bahr" de der ki: "Nahrdan murad hady (Kâbe'ye sevkedilen deve), nüsük (kurban), dahâyâ (kuşluk kurbanlıkları) nahridir. Çoğunluk böyle demiştir. O vakit cihad yoktu, onun için namaz ve kurban, bu ikisiyle emrolunmuştur."> Alûsî de çoğunluğun kurbanlıkların kesilmesi murad olması üzerinde olduğunu söylemiştir. Hepsinin de maksadı nahrın kurban kesmek mânâsına olduğunu anlatmaktır. Yoksa murad, yalnız deve kesmekten ibaret olduğunu söylemek değildir. Usul-i Fıkıh deyimiyle söyleyecek olursak, nahr boğazlamak mânâsında zahirdir. Fakat mef'ulü hakkında mücmeldir. Ne gibi hayvanların bu kurban için kesilebileceği diğer delillerle beyana muhtaçdır. En'am Sûresi'nde "Sekiz çift (hayvan)." (En'âm, 6/143) buyurulan koyun, keçi, deve, sığır, erkek ve dişi hayvanların sekizinin de büyüklerinden Bayram kurbanı kesilebileceği Fıkıh'ta açıklandığı üzere Peygamber'in sünneti ile beyan olunmuştur. Nahr, devede daha çok bilinmekle beraber diğerlerinin de nahr şanındandır. Bu itibarla nahr, zebh (boğazlama) mânâsına olmakla beraber, kurbanın büyüklüğüne ve şu hale göre gövdeli, kıymetli en yüksek cinsinden en mükemmel şekilde kesilmesine itina, bir de hacc ve kurban bayramı gününün adı olmak münasebetiyle nahr gününe işaret için devede galip olan nahr lafzıyle ifade olunmuş demek olur. Koyun hakkında "onun eti şifadır" hadis delaletiyle koyun eti daha şifalı olduğu için daha iyidir. Sayıca değilse de nitelikçe en yükseğidir ve kurbanın en esaslı, en genel esasıdır. "Kurbanlığın en hayırlısı koçtur." diye bir hadis de vardır. Hadis ve Fıkıh kitaplarında kaydedildiği üzere Resulullah'ın, kurbanda boynuzlu güzel iki koçu diyerek ve ayağını boyunlarına ko***** kendi eliyle kestiği meşhurdur: Cabir (r.a.)'den rivayet edildiği üzere de demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) ile beraber namaazgâhta Kurban namazında hazır bulundum. Hutbesini bitirince minberden indi, bir koçu vardı, Resulullah onu "Bismillahi vallahu ekber, bu benden ve ümmetimin kurban kesemeyenlerinden" diyerek kendi eliyle kesti." Deve ve sığır cinsi hayvanların yedi kişiye kurban olabileceği de beyan buyurulmuştur. Bir kişi keserse elbette daha büyük hayır ve sevap olur. Ancak bunların da yavruları yetmez. Hac ve Kurban bayramı kurbanlarından başka gerek nezir yani adak ve gerek adamadan sırf nafile olarak tasadduk ve şükür için kesilecek diğer kurbanlar ise eti yenir her hayvandan ve her zaman kesilebilir. Şu halde mutlak kurban, deve kesmeye münhasır olmadığı gibi, Kurban bayramı ve hacca ait kurbanlar ve keffaret kurbanları da deveye mahsus olmadığından "kurban kes" emri de deveye mahsus değil, kurban günü deyiminde olduğu gibi, kurban kesmek mânâsına olmak uygundur. Bunu "nahr-i büdün" (deve kesmek) ile tefsir edenlerin maksadı da develere tahsis için değil, boğazlamak mânâsını anlatmak ve kurbanların bedenlilerine itinayı işaret etmek için olduğundan dolayı Ebu Hayyan ve Alûsî de çoğunluğun ve ekseriyetin görüşünü o şekilde özetlemişlerdir. Ancak Alûsî'nin beyanında Kurban bayramında kesmeye hasretme zahirdir. "Üç şey benim üzerime farz kılınd" hadisine uygun düşen de budur.
Çoğunluk görüşünün karşıtına gelince: İbnü Ebi Hatim'in rivayetine göre Ebu'l-Ahvas "kurban kes" emrinin göğsünü kıbleye döndür mânâsına kıbleye dönme ile emir olduğunu söylemiştir. Ferra da bu görüşe sahip olmuş ve tevilinde şöyle demiştir: "İniş yerleri karşı karşıya olur" tabirinde olduğu vechile karşı karşıya dönmek mânâsına gelir. Şu beyit de bu mânâdandır:
"Ey Ebu Hakem! Sen Mücanid'in amcası ve mütenahir, yani nahır nahire, göğüs göğüse karşılıklı dere ahalisinin, Mekke ahalisinin efendisi misin?"
el-Ebtahu'l-mütanahır, göğüs göğüse karşılıklı dere demektir. Bu mânâdan "nahr" kıbleye dönme mânâsını ifade edebilir. Gerçekte tenahur lügatta intihar etmek ve boğazlamak mânâsına geldiği gibi, göğse isabet ettirmek, göğüs göğüse karşılamak mânâsından mecaz olarak evlerin ve dere kenarlarının karşılaşması gibi mutlaka tekabül (karşı karşıya olma) mânâsına da gelebilirse de bilinen mânâyı bırakıp da mecaz üstüne mecaz olarak kıbleye dönme mânâsını anlamaya kalkışmak doğru olmaz, nahrin de tanahur mânâsına geldiği kabul edilecek olunca bundan göğüs göğüse cihadı, mücahedeyi anlamak daha çok yakışırdı. Âyetin inişinin Medenî olduğunu söyleyenlere göre bunda bir proplem olmayacağı gibi Mekke'de de ileriye ait bir emir olabilirdi. Mutlak emir, fevri (hemen yapılmayı) gerektirmeyeceği gibi, kurban hakkında da geçtiği vechile vav da geri kalmaya engel olmazdı.
Bunlardan başka İbnü Ebi Hatim, Hakim, İbnü Merduye ve "Sünen"de Beyhakî Hz. Ali (k.v.)'den şöyle bir rivayette bulunmuşlardır. Demiş ki: Bu Sûresi nâzil olduğunda Resulullah: "Rabbimin bana emrettiği bu kurbanlık nedir?" diye Cibril Aleyhisselam'a sordu. O dedi: Kurbanlık değil, lakin namaz için tekbir aldığında tekbir alırken ve rüku ederken ellerini kaldırmanı sana emrediyor. Çünkü o bizim namazımız, yedi semadaki meleklerin namazıdır. Ve her şeyin bir zineti vardır, namazın zineti de her tekbirde iki elini kaldırmaktır." Fakat Suyûtî bunun senedine zayıf demiş, İbnü Kesir, "bu hadis ciddi olarak münkerdir" demiş; İbnü Cevzi de "Mevzuat"dan saymıştır.
İbnü Cerir bir de Ebu Ca'fer hazretlerinden, iftitah tekbirinde el kaldırmak" demiş olduğunu nakletmiş. Buhari "Tarih"inde ve Darekutnî "İfrat"da yine Hz. Ali'den, "Namazda sağ elini sol bileğinin üzerine koy da, sonra ikisini göğsüne koy." demiş olduğunu rivayet etmişler. Ebu'ş-Şeyh ve "Sünen"de Beyhakî Enes'ten merfu olarak ve bazıları İbnü Abbas'tan da böyle rivayet etmişler ise de bunların da sıhhati sabit olamamıştır. Suyûtî Hz. Ali'den ikinci hadisi, İbnü Ebi Hatim'in ve Hakim'in lâbe'sebih (zararsız) olan bir senedle rivayet ettiklerini söylemiş, Dahhak ile Süleyman Teymî'de namazdan sonra duada ellerini göğsüne kaldır demiş oldukları da nakledilmiştir. Bunlar kurban kesmeye iktidarı olmayanlar hakkında veya namazın adabıyla ilgili bazı rivayetler olabilirse de nahrin malum ve meşhur olan "Kurban kesmek" mânâsını bırakıp, âyeti bunlarla tevile kalkışmak ve bu şekilde "kurban kes" emrini de "namaz kıl" emrine sokmaya çalışmak asla doğru olmaz. Bunların hepsi nihayet namaza ait şeylerdir. Sadece bununla sûre, namaz kılmayanlara ve riyakarlık edenlere karşı ihlas ile namaz faziletini emretmiş olursa da maunu menetmelerine karşılık Allah için halka yardım olan bir hayır ve kerem, lütuf ve faziletini ihtiva etmiş olmaz. Bu Kevser ihsanına ulaşma şerefinin esas şükrüyle münasip olmaz. Nahrin kurban kesmekte bilindiği ve Kur'ân'ın üslubunda namaz emirlerinden sonra çoğunlukla zekat ve infak etme âyetleri zikrolunageldiği ve müşriklerin dualarını ve kurbanlarını putlar ve tağutlar adına yaptıkları da düşünülünce, bu emrin onların tersine namazdan başka Allah için kurban keserek zekâttan da fazla bir fedakarlıkla kıymetli mallara kıyıp Allah'ın kullarına hayır ve yardımda bulunmak Kevser atıyyesine şükretmek üzere beden ve mal olarak ibadet ve hayır ile meşgul olmayı emretmiş olması en açık ve en esaslı mânâ olduğunda tereddüt edilmez. Bu esas tasbit edildikten sonra, bundan mümkün ve muhtemel olabilen diğer bir takım işaretler daha anlamakta ise sevk ve irfan için yasak koyma yoktur. Bu vecihle iş bu "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyeti, En'âm Sûresi'nin sonundaki "De ki: "Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (En'âm, 6/162-163) âyetindeki emri ve Duhâ Sûresi'nin sonundaki "Ve Rabbinin nimetini anlat." (Duhâ, 93/11) emrinin Kevser hediyesine şükran olmak üzere fiilî bir izahını ifade eder. Bundan dolayı biz de meâlde Kurban kesmek tabiriyle ifadeyi "boğazla" demekten daha uygun bulduk. Ki tefsirinin özeti şu olur: Sana o Kevser'i verdiğimizden dolayı haydi sen Rabbinin lütfuna hem kalben, hem dilinle, hem bütün azalarınla bedenen ve malen her vechile şükretmek üzere Rabbin için ihlas ile namaz kıl, namaz kılmakla beraber kurban da kes. Ona böyle tevhid ve ihlas ile fedakarane ibadet ve kulluk et ve çok hayır işleyerek nimeti an, Rabbinin sana olan ihsanı kesilmek ihtimali yoktur.
3. Doğrusu senin şani'in, sana şeneânı olan, buğz, kin tutan, hınç besleyen her kim olursa olsun odur ancak ebter. Güdük, ardı arkası kesilecek, nesli ve nesebi, iyi adı, sanı kalmayacak odur, sen değilsin ey Muhammed! Senin ardınca gelecek hayırlı neslin de, evladın gibi tabilerin ve Ensarın, sevgili ümmetin de çoğalacak. Dinin, kitabın, güzel adın, sanın, feyiz ve lütfun baki kalacak. Ahirette de beyana sığmaz, kesilmez, tükenmez ecre ereceksin. Böyle Kevser'e, çok hayıra buğzedenin, onu sevmeyenin hayırsız kalacağında ise şüphe yoktur.
ŞÂNİ', işaret ettiğimiz "Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın." (Maide, 5/8) âyetinde geçtiği üzere buğz ve düşmanlık etmek için kin tutmak mânâsına "şeneân"den ism-i fail olarak mübğız, buğzeden demektir. Anlaşılıyor ki murad, buğzedip geçmiş olan değil, buğzunda devam ve ısrar edendir. Yani zaman ve hudus mânâsı değil, devam ve sübut mânâsı kastedilmiştir. Onun için izafet (tamlama)i, lafzıyye değil maneviyyedir. Şu halde sonradan tevbe edip imana gelenler bu hükümden hariç kalır.
"Ebter", ayıp şeylerden olduğu için, ef'âl-i tafdil değil, sıfat-ı müşebbehedir. Müennesi "betra" gelir. Kesiklik mânâsına "betir"den türemiştir. Şu halde esas mânâsı kesik demek ise de, örfte kuyruk kesilmesinde yaygın olmuştur. Onun için kuyruğu kesik hayvana ebter denildiği gibi, kuyruğu kesik küçük ayın gibi yazılan hemzeye ayn-ı betra tabir olunur ki, Türkçe'de müzekkerine de, müennesine de "güdük" denilir. Kuyruk arkada olmak hasebiyle sonunda arkası olmayan, yani zürriyeti olmayan, kendinden sonra eseri kalmayan kimselere veya sonu gelmeyen, sonunda hayır olmayan işe de istiare suretiyle ebter denilmiştir. "Önemli olan her hangi bir iş Allah'ın ismiyle başlanmazsa o iş ebterdir." hadisinde ebter, sonu gelmez, sonunda hayır olmaz, eksik, güdük kalır demektir. Çünkü "O'nun yüzü (zatı)ndan başka herşey helak olacaktır." (Kasas, 28/88) âyeti gereğince Allah'tan başka herşey yok olacaktır. Daha sonra ebter, hakir ve zelil mânâsına da gelir. Burada gerek zamir-i fasl ve gerek mübteda olsun "el-Ebter" müsnedi marife (belirli) olduğu için cümle, tahsis ifade ettiğinden dolayı ebterlik mânâsını Peygamber'den tamamen red ile ona buğzedene tahsis ettiği cihetle ebter kelimesinden anlaşılması muhtemel olabilen mânâların, noksanların hepsini Kevser'in sahibi olan Resulullah'dan nefyile ona her buğzedene isbat etmek suretiyle nüzul sebebinde zikrolunduğu üzere ebter diyen şahsın muhakkak ebterliğini haber vermiş olmakla başta zürriyetsizlik mânâsı olmak üzere muhtemel olan her mânâ bu tahsiste dahil olmak gerekir ki, bu şöyle demek olur: Ey Muhammed! Sana kesilmek ihtimali olmayan Kevser verilmiş olduğu için sende hiç bir vechile, hiç bir mânâ ile ebterlik, güdüklük ihtimali yoktur. Sana oğlunun vefatından dolayı ebter diyerek buğz ve söğenin kendisi her mânâsıyle ebterdir. Çünkü sana öyle buğzedenlerin hepsi hakikatte mutlaka ebterdir. Onlarda mutlak ebterlik mânâsı vardır. İşte yukarda beyan olunan tefsirin içeriği tahsisin bu mânâsından anlaşılmaktadır. Bu şekilde bunda bir taraftan Kevser'in kesilmek ihtimali olmayan bir "çok hayır" olduğu açıklanmış oluyor, bir taraftan da onun sahibine buğzedenlerin genellikle ebterliği kübra (çok büyük) makamında bir illet ve delil suretinde haber verilmekle ebter diyen kâfirin ebterliğini de özellikle haber vermiş bulunuyor ki, buna Bedi' ilminde "mezheb-i kelami" (kelami mezheb) denilir. Bundan dolayı bazıları bunun As b. Vail veya Ebu Cehil veya Kureyş'ten bir topluluk veya Kab b. Eşref, her hangisi ise nüzul sebebi olan sözü geçen şahsa veya şahıslara mahsus olduğuna kani olmuşlarsa da müştak (türemiş) üzere hüküm, müştakkın minh (kendisinden türeyen)in illiyetini ifade edeceğinden şâni' (buğz eden) vasfiyle ifadesi zahiren âmm (genel) olduğuna işaret eder. Gerçekte Resulullah'a buğzetmiş olanlar hep ebter olmuşlardır. Ya maddi bakımdan nesil ve nesebiîveya manevî bakımdan hayır ve zikri kesilmiş, nihayet düşük ve zelil olarak kötü isim olup gitmişlerdir. Zürriyeti, eseri bulunanların da evlatlarından, eserlerinden hayır ve faydaları kalmamıştır. Çünkü onların neslinden iyilik ile İslâm'a girmiş olanlardan kâfir atalarının dua ve istiğfar ve diğer şekilde faydalanmaları kesilmiş, aralarında masumluk kalmamıştır. Bu evlatlar hep Peygamber'in ümmeti ve tabileri, manevî evladı olmuşlar. "Akraba bile olsalar, cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek ne Peygamber'in, ne de insanların yapacağı bir iş değildir." (Tevbe, 9/113) hükmüne tabi kalmışlardır. İyiliği, imanı olmayanların ise zaten hayrı yoktur, onlar hayru'l-halef (hayırlı evlat) olmazlar. Dua bile etseler "Kâfirlerin duası, böyle boşa gitmektedir." (Ra'd, 13/14) hükmünce hep dalalet içinde boşa gider, ölümden sonra eserlerinin de Allah katında ahiret için kendilerine hiç bir hayır ve faydası olmaz, o büyük azaptan kurtarmaz. "Onlar öyle kimselerdir ki, ahirette onlar için yalnız ateş vardır ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır, amelleri hep batıl olmuştur." (Hud, 11/16);
"Kendilerinden azap hafifletilmez, onların yüzlerine de bakılmaz." (Bakara, 2/162) Bununla beraber şundan da gaflet edilmemek gerekir ki, Peygamber'e şenean ile buğz ve düşmanlık, ona iman etmekten ibaret olan küfürden daha özel, daha şiddetli bir küfürdür. Bunun fiilen ortaya çıkarılması, ona fiilen harp ilanı olacağı gibi, sözlü olarak açıklanması da, o mânâda olarak, sövme ve küfretme olur. Bunun ise Hak şeriatta hakkı harp ve öldürmedir. Peygamber'e sırf dininden dolayı düşmanlık ederek ebter (güdük) veya "münbetir sanevber" (kesik çam) diye buğz ve küfürünü açıklayan şani' (buğz edici) de ona şöyle sövmekle küfretmiş olduğundan "kurban kes" emrinden sonra tahkik ile beraber illiyet de ifade eden ile talil siyakında "Muhakkak ki sanabuğzeden ebterin kendisidir." buyurulmasında ona öyle sövenlerin önünde olmazsa sonunda kesilmeye hak kazanmış olduklarına işaret ve hatta sonlarında bir hayırları kalmayıp büsbütün çirkin adlı olacaklarını hatırlatmak, Resulullah'ın ise onların zıddına olarak hayır ve feyzinin, eserlerinin ve faziletinin kesilmeyeceğini haber verme vardır. Bundan dolayı Resulullah'ın keder etmeyip de Rabb'inin lütfuna şükretmek üzere ibadet ve kulluk ile meşgul olarak namaz kılıp kurban kesmesi ve böyle hayır için fedakarlıkla Allah'ın nimetini söylemesi emrolunmuştur. Ona ebter (güdük) diyen buğuzcu, onun erkek evladının vefatını bahane etmiş olduğundan dolayı burada Peygamber'in neslinin de kesilmeyeceği ilk önce anlaşılması gereken bir mânâ olduğu için, bundan kız evladı ve onların evladı ve evladının evladı da zincirleme olarak evladdan, torunlardan, zürriyetten olduğuna istidlal edilmiştir, bu da doğrudur. Bununla beraber Resulullah'ın müteaddid erkek evladı da olmuşken, bunların uzun yaşamayıp da onun neslinin yalnız kız evladından çoğalmış olmasının da elbet bir mânâsı ve hikmeti olması gerekir. Bu da peygamberlerin sonuncusu olması ile izah edilmiştir. Onun ruhanî kuvveti gibi cismanî kuvvetinin de feyiz ve kemali açıklanmak üzere kendisine hem oğul, hem kız nesiller de verilmiş, fakat peygamberlik şerefi kendisiyle bitirildiği ve bundan dolayı onun dini, kitabı kıyamete kadar bâkî olup kendisinden sonra peygamber gönderilmeyeceği cihetle oğullarının baki kalmaları halinde peygamberliğe mazhar edilmeleri bu hikmete uygun olmayacağı gibi, nübüvvetsiz olarak bekaları da tam mânâsıyla hayırlı evlat olmalarına engel ve şanlarına eksiklik olacağından, onların masum olarak vefatları hem kendi haklarında, hem de Resulullah hakkında daha hayırlı, daha kudsi olmuştur.
Bundan başka peygamberliğinin genelliği, dininin yayılması ve ümmetinin çoğalması açısından bunun ümmet hakkında da hayır olduğunda ve bu şekilde de Resulullah'ın ümmetine örnek olması kendisinin ecir ve feyzini daha yükseltmiş bulunduğunda da tereddüde yer yoktur. Zira oğullarının kendisinden sonra baki kalmaları takdirinde peygamberliğe mazhar edilmeyince hiç olmazsa imamet velayetine varis kılınmaları yakışırdı. Bu ise imamet velayetini ehliyetten çok neseb verasetine hasretmek olacağından, bu inhisar da Muhammedî nübüvvetin genelliğine "Dinini, bütün dinlerin üstüne çıkarması için." (Saf, 61/9) hikmetiyle gönderilen hidayet ve hak dininin gayesine, "Allah yanında en üstün olanınız, en çok korunanınızdır." (Hucurat, 49/13); "Allah, size emanetleri ehline vermenizi emrediyor." (Nisa, 4/58); "Sizi yeryüzünde halifeler yapan odur." (Fatır, 35/39); "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için." (Mülk, 67/2), "Hayır işlerine koşun, hepinizin dönüşü Allah'adır." (Maide, 5/48) gibi üstünlük ve fazilet esaslarıyla bütün âlemde zuhur ve yayılması hikmetlerine aykırı bulunurdu. Bu tahsis kastedilmeyince de bu yüzden ümmet için fitneye zahiri bir sebep olurdu. Kadınlarda ise Peygamberlik ve imamlık kazıyye (önerme)si esas itibarıyla varid olmadığı için kızları hakkında bu mahzurlar varid olmaz. Bundan dolayı Resulullah'ın neslini kız evladından ilerletip de erkek evladının fazla yaşamamasının açık olan makul hikmet ve mânâsı bu iki sebepte özetlenebilir: Kendisinden sonra peygamberlik olmaması, imamet ve velayetin de nesebî verasete tahsis edilmemesi. Yoksa cahiliye Araplarının zannettiği gibi oğulların vefatıyla zürriyetin büsbütün kesileceği ve kız evladının evladı, evlad ve zürriyetinden sayılmayacağı için değildir. Ve belli ki bu son âyet gaybla ilgili ihbarı da içermektedir.
İşte Muhammed Aleyhisselam'ın şanını Kevser'le anlatan ve her yönden şükür ve hamdetmekle namaz kılıp kurban keserek Bayram yapılmaya layık müjdeleri ihtiva eden bu yüksek sûre, vecizliğiyle beraber böyle birçok latifeleri ve hikmetleri içine almaktadır. Razî tefsirinde bunun Duhâ Sûresi'nden beri gelen sûrelere olan münasebetiyle daha birçok işaret ve latifelerini pek güzel beyan etmiş ve açıklamış ve bu cümleden olarak demiştir ki:
"Bu sûrenin latifelerinden biri de şudur: Allah yoluna giden salihler için üç derece vardır. En yükseği: Bütün kalbleri ve ruhları ile Allah Teâlâ'nın nur-i celaline garkolmalarıdır. İkincisi: Bedenen de taat ve ibadetlerle meşgul olmalarıdır. Üçüncüsü: Nefsi, özel lezzetler ve acil şehvetlere dökülmekten menetmek makamında olmalarıdır. İşte "biz sana Kevser'i verdik", önceki makama işarettir ki, o da kudsî ruhun diğer beşerî ruhlardan gerek sayıca ve gerek nitelikçe kendini göstermiş olmasıdır. Sayıca kendini gösterişi: Çünkü başlangıçları pek çoktur. Nitelikçe kendini gösterişi de, o başlangıçlardan neticelere geçmekte diğer ruhlardan çok daha süratli olmasıdır. "Rabbin için namaz kıl" ikinci mertebeye işaret; "Kurban kes" de üçüncü mertebeye işarettir. Çünkü nefsi peşin lezzetlerden men etmek kurban kesmek ve boğazlamak mecrasına akıcıdır. Sonra da "muhakkak sana buğzeden, güdüğün kendisidir" buyurulmuştur. Bunun mânâsı da şudur: Seni şu özellikler ile acil şehvetlere davet eden nefis yok mu, o fanidir, baki kalan güzellikler ise Rabb'ın katında daha hayırlıdır. "Baki kalacak olan güzel işler Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır." (Kehf, 18/46) o ise ebediyen baki olan rûhanî saadetler, Rabbanî marifetlerdir."
Bu sûrenin içine aldığı emirlerin en mühim yönü "Rabbin için" kaydının ifade ettiği tevhid ve ihlas olduğu için, bunu, ayrıca açıkça ilan ve açıklama hususunda.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet sohbet