Cevap: Efendimiz (S.A.V) 'in Hayatı (Salih Suruç)
İlk bereket Artık Nurtopu Efendimiz, gönlünü cezbettiği Halîme’nin kucağındaydı. Fakat bu da ne? Günlerdir zorla süt bulan göğüsler, Efendimiz emmeye başlar başlamaz derhal sütle doldu. Sanki, herbir meme bir süt çeşmesi kesilmişti birden. Halîme şaşırdı, kocası Hâris hayretler içinde kaldı. Sağ meme, Kâinatın Efendisinin ağzında, sol meme artık ona sütkardeşi olan Halîme’nin oğlu Abdullah’ın ağzında. Ve Kâinatın Efendisi bundan böyle hep sağ memeyi emecektir. Devenin memeleri sütle doldu Halîme, Nur Yetimi kucağından bir an bile indirmeye razı değil. Hemen Abdülmuttalib ve Hazret-i Âmine ile vedâlaşarak Mekke’den ayrıldılar. Âmine’nin hüznüne göz yaşları da karıştı ve âdetâ bir bulut olup Nur yavrusunun peşinden koştu. Gece Hâris âilesi, Mekke dışında rahat bir uyku çekti. Sabahleyin Haris develeri sağmaya koştu. Elini attığı her meme bir süt çeşmesi oluvermişti. Hayretler içinde Halîme’ye seslendi: "Ey Halîme, bil ki, sen çok mübârek ve hayırlı bir çocuk aldın." Halîme kocasını tasdik etti: "Vallahî, ben de öyle olmasını ümit ediyorum." Mekke artık gerilerde kalmıştı. Halîme dişi merkebinin üstünde, kucağında ise Kâinatın Efendisi vardı. O zaif, güçsüz ve arkadaşlarından geride kalan merkebe de ne oluyor? Bu ne sür’at, bu ne hızlı yürüyüş? Sanki gelişinde bindikleri merkep değildi. Kafiledeki bütün hayvanları geçip geride bırakınca, Halîme’nin yol arkadaşları şaşırdılar ve hayretler içinde sordular: "Ey Ebû Zueyb’in kızı! Yazıklar olsun sana. Bizi neden beklemiyorsun? Yoksa bindiğin merkep, gelirken beraberindeki merkep değil mi?"Merkep aynı merkepti. Bir farkla, şimdi üzerinde biri vardı: Kâinatın Efendisi. Onu taşımanın şerefi, o zaif, nahif hayvanı da coşturmuştu. Halîme arkadaşlarına cevap verdi: "Hayır, vallahi, merkep aynı merkep; hattâ ben onu sürmüyorum bile. Kendi kendine böyle sür’atli gidiyor. Bunda bir gariplik var." Ne yazık ki, henüz kafiledekilerin hiçbiri bu farklılığın nereden ve niçin geldiğini bulabilme basiretine sahip değildi.Evet, bütün bu olup bitenler, nur yüzlü yavrunun, istikbali bütün haşmetiyle kucaklayacağına açık işaretlerdi. Peygamber Efendimiz Sa’doğulları yurdunda Bütün bu garipliklerden sonra Halîme ve kocası yurtlarına vardılar. Artık, nur yüzlü Kâinatın Efendisi Sa’doğulları yurdundaydı. O sırada Sa’doğulları beldesinde müthiş bir kıtlık ve kuraklık hâkimdi. Bereketi kesilmiş topraklar, susuz kuyu ve çeşmeler, solgun yüzler ve zâiflikten ayakta duracak mecâli kalmamış hayvanlar.Fakat, Peygamber Efendimizin ayak bastığı hânenin manzarası birden değişiverdi. Daha önce yiyecek ot bulamayan hayvanları, şimdi tıka basa doyuveriyorlardı. Memeleri dolup taşıyor, bir Rahmet çeşmesi gibi devamlı süt akıtıyordu. Solgun yüzler yoktu artık Halîme’nin evinde. Beldenin sâir sakinleri yine kıtlık içinde, yine sıkıntı çemberinde kıvranıyorlardı. Hayvanları hâlâ zâif, nâhif ve istenilen sütü veremiyordu. Sanki Peygamberimizi "yetim" diyerek almayanlar, maruz kaldıkları mahrumiyet içinde bırakılmakla cezalandırılıyorlardı. Yayla halkı, gözleriyle gördükleri bu durum karşısında meraklarından çatlayacak hâle gelmişlerdi. Olup bitenlere bir mânâ veremiyorlardı. Kabahatı çobanlarında buluyorlar ve onlara çıkışıyorlardı: "Gidin, görün bakalım. Halîme’nin çobanı koyunlarını nasıl doyurmuş? Yürürken memelerinden şıpır şıpır süt damlıyor. Kimbilir koyunlarını nerede otlatıyor? Siz de onun gittiği yere gidip koyunları orada otlatsanız ya!" Çobanlar, efendilerinin bu çıkışlarında haksız olduklarını adları gibi biliyorlardı. Halîme’nin çobanının koyunlarını otlattığı yerin, kendilerinin otlattığı yerden hiçbir farkı yoktu. Bunun için de itiraz ediyorlardı. Ama, itirazları hiçbir fayda vermiyordu. Efendilerinin bu sefer şu sözlerine muhatap oluyorlardı: "Peki, öyleyse sizin sürülerin koyunları açlıktan kendilerini zar zor taşıyorlar da, onunkiler neden tıka basa tok, hem de memeleri sütle dolu olarak dönüyor?" Ne çobanlar, ne de efendileri bu soruya cevap bulamıyorlardı. Sadece birbirlerine hayret ve şaşkınlık dolu bakışlarla bakıp kalıyorlardı. Elbette bunun bir sebebi vardı. Ve bu sebebi henüz o zaman Hz. Halîme ile kocasından başkası bilmiyordu. Çobanların gelip sebebini sormaları üzerine Halîme onlara şu cevabı verdi: "Vallahi, bu iş ne ot, ne de otlak işidir. Bu iş, Rabbimin sırlarından bir sırdır. Herşey Mekke’den dönüşümüzle birlikte başladı."Tabiî ki, çobanlar bu sözlerden pek birşey anlamıyorlardı ve meraklarından da kurtulamıyorlardı. |