10 Haziran 2009, 16:39
|
#13 |
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Israel'in doğuşu (14 mayıs 1948)
“Ölülerimizi onların üstüne püskürteceğiz” 1 Haziran 2001’de İsrail’in başkenti Tel Aviv’deki intihar saldırısından sonra gazetecilere mülakat veren HAMAS sözcüsü, diş hekimi Abdülaziz Rantissi “eğer İsrail işgali bitmezse ölülerimizi onların üstlerine püskürteceğiz” demişti. Gerçekten de Filistin’de HAMAS’ın kontrol ettiği Gazze’deki üniversitelerin duvarlarında ‘İsrail nükleer bombalara sahipse bizim de insan bombalarımız var’ yazılı. İlan tahtalarında canlı bomba olarak ölüme giden ve ‘şehitlik mertebesine ulaşan’ kahramanlara verilen beratlar, diplomalar asılı. Şehitlerin hikâyeleri web siteleri, duvar gazeteleri, kulaktan kulağa anlatılan hikâyelerle toplumun her katmanına yayılıyor.
‘Bir kısas olmadan...’
İntihar saldırılarına ilişkin ilk fetva 1983 yılında Lübnan’daki Hizbullah örgütünün eylemleri için İranlı mollalar tarafından verilmişti. 2002’de Irak’da verilen bir fetvada “İsrail’e karşı intihar saldırısı gerçekleştiren Filistinlilerin Cihad’ın en yüce mertebesine ulaştıkları’’ ilan edilmişti. Dahası Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin de Filistinli şehitlerin ailelerine 25 bin dolarlık yardımlarda bulunuyordu.
Bugün ise en büyük destek Vahabi ulemadan geliyor. Katar üniversitesinde görevli Şeyh Yusuf el-Kardavi intihar saldırısını İslami kurallara uygun bulduğunu açıklamıştı. Hatta intihar saldırısına giderken kadınların bombaları saçlarının ya da çarşaflarının altına nasıl saklayacaklarını bile tarif etmişti. Neyse ki kadınların intihar bombacısı olmaları kolay değil. Katı sosyal normlar, kadınların ailelerinden uzaklaşmalarının da, erkekler tarafından eğitilmelerinin de önünde büyük engel. Öteki engel ise parçalara ayrılsa bile kadının bedeninin erkek polisler ve uzmanlar tarafından incelenmesinin günah olması. El-Ezher İmamı Şeyh Muhammed Tantavi de Batı Şeria’daki işgalci askerlere yönelik intihar saldırılarının şahadet olarak kabul edilebileceğini söylemişti. Anlaşılan, Eski Ahit’te ve Kur’an’da yer alan ‘bir kısas olmadan bir insanı öldüren bütün bir kâinatı öldürmüş gibidir’ ayeti, Filistin söz konusu olduğunda önemini yitiriveriyor... Sabra ve Şatilla Katliamı İsrail’in sabık başbakanlarından Ariel Sharon’un politik yaşamının en tartışmalı sayfalarından biri hiç kuşkusuz 16-18 Eylül 1982 tarihinde yaşanan ve tarihe ‘Sabra ve Şatilla Katliamı’ olarak geçen kanlı olaylardaki rolüdür. Beyrut’un güneyindeki bu iki mülteci kampı söz konusu tarihlerde İsrail ordusuna bağlı birlikler tarafından kuşatılmış, birliklerin arasına gizlenmiş Lübnanlı Marunî Falanjist milisler tarafından açılan ateş sonunda, Uluslararası Kızıl Haç örgütünün verdiği rakamlara göre Filistinli ve Lübnanlı 2.750 mülteci hayatını kaybetmişti.
İsrail tüm dünyanın tepkisini çeken olaylardaki ölü sayısını 800 olarak açıklamış ancak sorumluluğunu hiçbir zaman üstlenmek istememişti. BM bile 521 sayılı kararı ile katliamı lanetlemiş ancak suçluların adını anmaktan kaçınmıştı. Halbuki katliamdan kısa süre önce bazı Amerikan, İngiliz ve İsrail gazetelerinde olaya bizzat şahit olan doktorların, hemşirelerin anlatıları yer almıştı. Bunun üzerine İsrail hükümeti bir komisyon toplamayı kabul etti. Kahan Komisyonu, 1983 Şubatında sonucu bildirdi: “Ariel Sharon katliamdan sorumlu bulunmuştur, çünkü Falanjistlerin Filistinlilere ve Lübnanlılara duyduğu büyük düşmanlığı gözardı ederek onları birliklerine dahil etmiş, onları eylemleri sırasında denetlememiştir. Onun yapması gereken Falanjistlerin kampa girmesini engellemekti.” Peki, bu raporun sonucu ne oldu derseniz, cevap koca bir hiç! |
| |