Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Israel'in doğuşu (14 mayıs 1948)
| Alıntı: |
Taraf Gazetesi /AYŞE HÜR
| Balfour Deklarasyonu’nun imzacısı Arthur Balfour, 11 Ağustos 1919 tarihinde Britanya hükümetine verdiği memorandumda şöyle demişti: “Dört Büyük Devlet, Siyonizme taahhütte bulundular. Siyonizm, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, kökü çağlarca eskiye giden bir geleneği, bugünkü ihtiyaçları, gelecekteki umutları temsil ediyor ve bu antik topraklarda yerleşik bulunan 700 bin Arabın arzuları ve önyargılarından daha derin bir önemi ifade ediyor.” Dönüm noktası: Balfour Deklarasyonu Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması, hem Büyük Devletlere, hem Siyonistlere hem de Arap milliyetçilerine büyük cesaret vermişti. Aslında nüfus dağılımına bakıldığında 1914’de Filistin’deki durum Siyonist argümanlara hiç uygun değildi. Değişik kaynaklara göre, bölgede 525 bin ila 683 bin Müslüman’a karşılık, 40 ila 80 bin arasında Yahudi yaşıyordu. Siyonistlerin bütün çabası, Büyük Devletlerin Filistin’e göçe izin vermesi ve desteklemesiydi.
Yeni yeni siyasallaşan Arap milliyetçiliğinin ise ortak bir programı yoktu. Örneğin Türk tarih yazımında ‘Arapların Türkleri sırtından hançerlemesi’ olarak yer etmiş Mekke Şerifi Hüseyin’in isyanı Hicaz’daki kabileler tarafından bile tam desteklenmemiş, Mısırlı entelektüeller arasında büyük huzursuzluk yaratmış, Suriyeli ve Iraklı milliyetçiler, Hüseyin’e çok uzak durmuşlardı. Filistin’in Hüseyin’e ilgisi olmamış, Hüseyin’in Filistin’e ilgisi ise Kudüs’ün kutsallığıyla sınırlı kalmıştı. Ancak zaman içinde, gerek Siyonistler, gerekse Arap milliyetçileri ulus-devletlerini kurmayı başardılar. Sadece Filistinlilerin hayali gerçekleşmedi. Bunun nedenlerine daha sonra değineceğim. Şimdi İsrail Devleti’nin kuruluşuna giden yolu açan ünlü mektuba değinelim.
Tarihî mektup
Lloyd George kabinesinin Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un Britanya Parlamentosu’nun Yahudi asıllı üyesi Lord Walter Rothschild’e yazdığı 2 Kasım 1917 tarihli kısa mektupta şöyle deniyordu: “Majestelerinin Hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyarım ki, Yahudi Siyonist emellere sempatiyi belirten ekteki deklarasyon kabineye sunulmuş ve kabul edilmiştir. Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve Yahudilerin diğer ülkelerde sahip oldukları hak ve politik statülerine halel getirebilecek hiç bir şey yapılmayacaktır. Bu deklarasyonu, Siyonist Organizasyonun bilgisine sunarsanız müteşekkir olurum.”
Muğlak ifadeler
Deklarasyonda kullanılan dil zaman içinde herkesin kendi arzularına göre yorumlanmasına olanak verecek kadar muğlaktı. Örneğin Siyonistler ‘yurt kurma’yı ‘devlet kurma’ olarak okuyorlardı. Sonra ‘Filistin Yahudilerin milli yurdudur’ denmiyordu bunun yerine ‘Filistin’de Yahudilere bir yurt’ kurulmasından söz ediliyordu. Bunu telafi etmek için, Yahudi olmayan topluluklardan söz ediliyordu ama Filistinlilerin adı anılmıyordu. Yahudi olmayan toplulukların gözetilecek hakları vatandaşlık hakları ve dini haklar olarak tarif edilirken, Yahudilerin hakları ‘politik statü’ gibi daha farklı bir terimle tarif ediliyordu. Kısacası, deklarasyon Siyonistleri memnun etmemişti ama hiç yoktan iyiydi.
O günkü Britanya hükümetinin tek taraflı beyandan ileri gitmeyen bu beyanın başka garip yanları da vardı. Birincisi bu beyanı yapan Britanya’nın Filistin’le ne tarihte, ne o dönemde hiçbir ilişkisi yoktu. İkincisi, hakkında beyanda bulunulan Filistin, hukuken ve fiilen Osmanlı toprağıydı. Üçüncüsü, bu beyanın kime yapıldığı belli değildi. Nitekim, Balfour Lord Rothchild’den mektubu Siyonist Organizasyona iletmesini rica etmişti. Peki, Siyonist Organizasyon kimleri temsil ediyordu?
Kudüs’ün düşmesi
Balfour Deklarasyonu’nun ilanından üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılardan teslim aldılar. Bunu Osmanlı birliklerinin Suriye cephelerinde yenilgiye uğratılması izledi. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile tüm Filistin, Britanya’nın kontrolüne bırakıldı. Böylece, yukarıdaki sorulardan ikisi cevaplanmış oldu: Britanya, ilerde kendisinin olacağından emin olduğu bir toprak hakkında beyanda bulunmuştu.
Siyonistler Britanya’nın ‘Yahudilere Filistin’de bir yurt kurulması’ derken, bir devlet kurmaktan bahsetmediklerini kısa sürede anladılar ama koşullar uygun olmadığı için sineye çektiler. Hatta Siyonist önderlerden Nahum Sokolow bir adım daha ileri gitti ve ‘Bazıları deklarasyonun bağımsız bir Yahudi devleti kurulmasını amaçladığını söylüyor. Halbuki Yahudi Devleti hiçbir zaman Siyonist programın bir parçası olmamıştır” dedi.
Ardından Britanya yetkilileri, Mekke Şerifi Hüseyin’i temin ettiler ki, Yahudi yerleşimlerine sadece Arap nüfusun ekonomik ve politik özgürlükleri ile uyumlu olduğu sürece izin verilecekti. Şerif Hüseyin böylece Filistin’e Yahudi göçünün sürmesine izin verdi.
Faysal-Weizmann Anlaşması
3 Ocak 1919’da geleceğin düşman kardeşleri, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’la Haim Weizmann Akabe’de buluştular. Faysal’a İngilizler tarafından vaat edilen Irak ve Suriye’de kurulacak Arap Devleti ile Filistin’de kurulacak Yahudi yurdu hakkında konuştular. Ardından bir deklarasyon imzaladılar. Buna göre Yahudilerin Filistin’e göç etmesini teşvik etmek ve canlandırmak için gerekli tüm tedbirler alınacak, mümkün olan süratle Yahudi göçmenler birbirine yakın yerleşim alanlarına iskân edileceklerdi. Bu tedbirler alınırken, Arap köylülerin ve araziyi kiralayanların hakları korunacak ve ekonomik gelişimlerini sağlayacak şekilde yardımda bulunulacaktı. (Deklarasyonun tam metni için: [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...])
Ancak, 6 Temmuz 1919’da toplanan Büyük Suriye Kongresi’nde, Faysal’dan daha tecrübeli Arap milliyetçileri bu kadar yumuşak davranmadılar. Kongre, ‘Yahudi yurdu’ ile ‘Yahudi devleti’nin aynı şey olmadığını, Siyonist Organizasyonu tanımadıklarını, buna karşılık Suriye ve Filistin’de yaşayan Yahudilerin diğer vatandaşlarla eşit sorumluluk ve haklara sahip olacaklarını ilan etti. Kongre ayrıca, Yahudilerin Filistin’e, bir deniz kavmi olduğu sanılan Filistîlerden daha sonraki bir tarihte gelmesini ima ederek ‘Yahudilerin iki bin yıl önce bu topraklarda işgalci olmalarından doğan haklarını tanımayacaklarını’ belirtti.
Kongre’de söylenenleri dinleyen Arthur Balfour, 11 Ağustos 1919 tarihinde Britanya hükümetine verdiği memorandumda şöyle demişti: “Dört Büyük Devlet, Siyonizme taahhütte bulundular. Siyonizm, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, kökü asırlarca geriye giden bir geleneği, bugünkü ihtiyaçları, gelecekteki umutları temsil ediyor ve bu antik topraklarda yerleşik bulunan 700 bin Arabın arzuları ve önyargılarından daha derin bir önemi ifade ediyor.”
Görünen o ki, Büyük Devletler, 90 yılda, Balfour’un açıkladığı noktadan bir adım ileri gitmiş değil!
(Kaynak: W. T. Mallison, Jr.,“The Balfour Declaration:An Appraisal in International Law”, Ibrahim Abu Lughod, The Transformation of Palestine, Evanston, Northwestern University Press, 1971’in içinde, s. 61-110; Isaiah Friedman, The Question of Palestine 1914-1918, British-Jewish-Arab Relations, Schocken Books, Londra, 1973) |