Cevap: Rönesans Dönemi Avrupa (15. ve 16.yy.lar)
Toplumsal düzen, sınıflar ve gerilimler
Ortaçağ’ın sonunda, Avrupalı toplumlar şiddetli sarsıntı geçirdilerse de, temel toplumsal sınıflar bunalıma direndi. Bunların başında senyörlük gelir. Zaman zaman gerilemekle birlikte tımar sahipliği güçlü bir biçimde varlığını hissettiriyordu. Senyörlük arazilerinde çiftlik kirası ve ortakçılık uygulamaları yayıldı ve üretici sınıflar ortaya çıktıktan sonra büyük toprak sahipleri giderek, kendileri için daha elverişli olan kısa süreli kiralama yöntemini benimsediler. Yaklaşık olarak XV. yy’a denk düşen (yeniden kalkınmanın getirdiği) daha ehven bir darlık döneminden sonra, Finans baskısı arttı. Toplum içinde öncelikli bir konuma ulaşmak için «nüfusun az olduğu iyi dönemlerden yararlanmasını bilen kimi köylüler artık oldukça güçlü bir konumdaydı. Ama çoğunluğu oluşturan öteki köylü kesim, yeniden ağır sorunlar karşısında kaldı. Senyörlük tepkisinin en sert biçimde ortaya çıktığı bölge Doğu Avrupa’ydı. Batı Avrupa’daki köylü kesim uzun bir süreden beri kesin olarak serflikten kurtulmuşken, nüfus yoğunluğunun düşük olduğu Doğu’da serflik büsbütün kök saldı. Büyük senyörlük arazilerinin işletimine olanak sağlamak için hem bu nüfusu yerleşik düzene geçirmek hem de onla ağır yükümlülüklere zorlamak gerekiyordu. Bu, 1496-1532 arasında Polonya’da uygulandı. Macaristan ve Moskova prensliklerinde de aynı durum söz konusuydu. Polonya’da şehirli burjuvalar da toprak sahibi olmak hakkını elde etti. Oysa Batı’da giderek azalan ve değer kazanan topraklar, aynı zamanda toplumsal gruplar arasında artan kavgalara da yol açıyordu. Geleneksel senyörler arazilerini kaybetmemeye çalışırken şehirli burjuvalar güç kullanarak bu piyasaya girdi, köylüler mallarını elinden çıkarmamaya çalıştı. Tümü de, işletmecilerle toprak rantiyelerine eşit olmayan kazançlar sağlayan besin maddelerindeki fiyat artışlarından yararlanmayı amaçlıyordu (bu düşünce, Amerika’dan madenlerin getirilmesinden öncesine değin uzanır). Buna karşılık, değişmeyen gelir kaynaklarına sahip olan ücretliler, enflasyonun etkisiyle satın alma güçlerinin yavaş yavaş eridiğine tanık oluyordu. Rönesans’ın sağladığı refah, toplumun her kesimine eşit olarak dağılmıyordu. Rakam ve yazının büyük önem taşıdığı, kesinlik ve ölçüye duyarlı bir tüccar kültürü varsa da, soyluların model alınmadığı kesindi. Bu dönemde soylular sınıfı, görece açık, yenileşme içinde ve gerek tüccar olan, gerekse prenslerin hizmetinde bulunan burjuva seçkinleri üzerinde güçlü etkisi olan toplumsal bir gruptu. Burada da toprak sahipliği ve senyörlük kendini hissettiriyordu: sınıf değiştirmenin en kolay yolu, bunlara sahip olmaktan ve soylu bir yaşam sürmekten geçiyordu. Soylular sınıfı büyük bir farkla Rönesans’ın egemen toplumsal grubuydu. Toplumsal sınıflaşma, genellikle Kilise’nin kutsaması ve devletin desteğiyle kendini göstermekle birlikte, bu düzen her zaman sağlam bir dayanağa sahip değildi. Başkaldırılar kıtlıklardan (Lyon «büyük başkaldırılara, 1529) ağır vergilerin konmasına uzanan çeşidi gerekçelere dayanıyordu. Din de çok önemli bir etmendi: din sorunlarının yol açtığı bunalım dönemleri sırasında, Bundschuh köylüleri bir reform önerisini ortaya attılar ve 1514’te isyancı Macarlar Osmanlılara karşı haçlı seferine çağrıda bulundular. Ama toplumsal çıkarlar genellikle belirleyiciydi ve başkaldırı, kendilerini ezilmiş gören toplumların direniş hakkı olarak görülüyordu. Senyörlük tepkisine karşı sürdürülen kavga, bir Köylüler Savaşı (1524-1525) boyutuna ulaştı. Serflik sorunu ve kişisel yükümlülükler, Katalonya’dan Macaristan’a karışıklıklara yol açtı. Castilla’da dönemin en büyük şehirli başkaldırısı olan comuneros hareketi (1520-1521) hem aristokrasinin tecavüzlerine hem de krallık otoritesine yönelikti. Özellikle şehirlerde devletin ağırlığının giderek daha fazla hissedildiği bir gerçekti. Devletlerin ilerlemesi
Siyasi bakımdan, genel durum şuydu: ulusal monarşiler yayılıyordu. Büyük coğrafi keşiflerin öncüsü Aviz hanedanı dönemindeki Portekiz’den, 1520’li yıllarda Danimarka’yı ele geçiren Vasaların İsveç’ine değin genel bir eğilim söz konusuydu. Bu eğilim, Moskova büyük düklüğüne değin kendisini hissettiriyordu. Hansalardan Töton şövalyelerine kadar çeşitli güçlerin dayattığı kimlik talepleri yoğunlaşıyordu. Daha küçük çaplı olsa da, İtalya’da birleşme hareketi, bazı büyük bölgesel oluşumlarla (Venedik, Milano, Floransa, Roma, Napoli) sonuçlandı. Birliğin bulunmaması ulus bilinci”ne engel oluşturmuyordu. Bu bilinç, ortaya çıktığı İtalya yarımadasında kültürel bir üstünlüğün güvencesi altındaki seçkin sınıf içinde belirgindi. Yine de her yerde ulusal kültürler, özellikle diller yüceltiliyordu. İspanyolca, Fransızca, İngilizce, Almanca hatta İsveççe saygınlık kazandı; yetkililer bu duruma ilgisiz kalamadı. Alıntı. |