Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Psikiyatri İktidarı
Şöyle bir varsayım ileri sürebiliriz: bunalım baş göstermiştir ve karşı-psikiyatrinin henüz belli belirsiz farkedilen çağı, Charcot’nun betimlediği isteri krizlerini, bizzat kendisinin yarattığı konusunda kuşku duyulduğu ve çok geçmeden de bu konuda kesinlik sağlandığı zaman başlamıştır. Burada, Pasteur’ün bir keşfi, yani hekimin, mücadele etmesi gerektiği hastalıkları yarattığı düşüncesiyle eşdeğer bir bulgu söz konusudur. Ne olursa olsun, XIX. yüzyılın sonundan sonra psikiyatrinin geçirdiği bütün büyük sarsıntılar, aslında, hekimin iktidarını sorguya çekmişe benzemektedir. Yani hekimin bilgisinden ve hastalık konusunda açıkladığı hakikatten çok, hasta üzerinde gerçekleştirdiği etki ve iktidar söz konusudur. Daha açıkça şöyle diyebiliriz Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. ernheim’dan Laing’a ve Basaglia’ya kadar, soru konusu olan şey, hekimin iktidarının söylediği şeyde ne tarzda içerilmiş olduğu ve tersten ele alınınca da, hakikatin, hekimin iktidarı tarafından nasıl üretildiği ve düzenlendiğiydi. Cooper şöyle diyordu: “Bizim sorunumuzun özünde, şiddet yer almaktadır”. Basaglia’nın görüşü ise şöyleydi: “Bu kurumların (okul, fabrika, hastane) ayırt edici özelliği, iktidarı ellerinde tutanlarla ellerinde tutmayanlar arasındaki kesin ayrılıktır.” Yalnızca psikiyatri uygulamasının değil, psikiyatri düşüncesinin de bütün büyük reformları, bu iktidar bağıntısı çevresinde ortaya çıkar. Yani bütün bu reformlar, söz konusu bağıntının yer değiştirmesini, maskelenmesini, bir yana atılmasını ya da ortadan kaldırılmasını gerçekleştirmek için yapılmış girişimlerdir. Karşıpsikiyatriyi, eskiden, hastane alanı içinde hastalığın hakikatini üretme görevini yüklenmiş psikiyatrın rolünü sorgulayan girişim olarak düşünecek olursak, modern psikiyatrinin tümünün, temelinde, karşıpsikiyatrinin at oynattığı bir alan olduğunu söyleye biliriz. Bundan ötürü, modern psikiyatri alanını bir uçtan öbür uca geçen karşıpsikiyatriler’den söz edilebilir. Ama tarihsel, epistemolojik ve siyasal açıdan birbirinden apaçık biçimde ayrı olan iki süreci titizlikle ayırt etmek belki de daha iyi olacaktır. Once, “psikiyatrisizleştirme” hareketi ortaya çıktı. Charcot’dan hemen sonra beliren hareket budur. Burada söz konusu olan, hekimin iktidarını ortadan kaldırmaktan çok, bu iktidara, daha sağlam bir bilgi adına yer değiştirtmek; ona başka bir uygulama noktası ve yeni ölçüler sağlamaktır. Amaç, Charcot’nun kafasızlığının (ya da cehaletinin), yanılgılara düşerek hastalıklar, yani sahte hastalıklar üretmeye sürüklediği bir tıp iktidarını, makul etkililiği içinde yeniden kurmak için, akıl hastalıkları tıbbını psikiyatrisizleştirmektir. 1) Psikiyatrisizleştirmenin ilk formlarından biri, bu akımın eleştirici kahramanı olan Babinski ile başlar. Bu anlayışın amacı, hastalığın hakikatini tiyatrovari bir biçimde üretmeye çalışmaktan çok, onu, tıpatıp gerçekliğinin sınırları içine sokmaktır. Çünkü hastalık, çoğunlukla, tiyatrovari bir davranışa kendini bırakmaktan türeyen, yani organik olmayan ve telkinden kaynaklanan bir sonuçtur. Dolayısıyla, hekimin hasta üzerindeki egemenliği, bundan böyle, katılığından bir şey kaybetmeyecek, ama bu katılık, hastalığın, tam anlamıyla asgariye indirgenmesine yönelecektir. Yani hastalığın akıl hastalığı olarak teşhis edilebilmesi için gerekli ve yeterli işaretlere ve bu belirtilerin ortadan kaldırılması için gerekli tekniklere yönelmek söz konusudur. Başka bir deyişle, burada söz konusu olan, psikiyatri hastanesini, bir tür pastörleştirmek ve Pasteur’ün, hastanelere uyguladığı aynı basitleştirme işlemini uygulamaktır. Yani amaç, teşhis ile tedaviyi, hastalığın doğasının bilgisi ile belirtilerinin ortadan kaldırılmasını, doğrudan doğruya birbirine eklemlemektir. Sınama anı, yani hastalığın, hakikati içinde ortaya çıktığı ve tamamlandığı an, tıp süreci içinde yer almasıdır. Hastane, tıp iktidarının en sağlam biçimde varlığını sürdürdüğü, ama delilikle karşılaşmak ya da onun karşısına çıkmak zorunda olmadığı sakin bir yer haline gelebilir. Psikiyatrisizleştirmenin bu “mikroptan arıtılmış” hastalık belirtisi üretmekten kaçınan formuna, “sıfır üretimli psikiyatri” diyebiliriz. Ruhsal-cerrahi ve farmakolojik psikiyatri bunun en önemli iki formudur. 2) Öncekinin tam tersi olan bir başka psikiyatrisizleştirme formu da vardır. Burada söz konusu olan, deliliği, hakikati içinde en yoğun biçimde üretmektir. Ama bu, hekim ile hasta arasındaki iktidar bağıntıları; tamıtamına bu üretime yatırılacak, ona tam anlamıyla uygun olacak, onun tarafından aşılmayacak ve onu denetim altında tutacak biçimde gerçekleştirilmelidir. “Psikiyatrisizleştirilmiş” tıp iktidarının bu biçiminde sürdürülmesinin ilk koşulu, tımarhane alanına özgü bütün etkilerin devre dışı bırakılmasıdır. Her şeyden önce, Charcot’nun keramet gösterme tavrının içine düştüğü tuzaktan sakınmak gerekir. Hastanedeki boyun eğmenin, tıp otoritesiyle alay etmesinin ve bu suç ortaklıkları ve karanlık kolektif bilgiler alanında, hekimin hüküm yürüten biliminin, istemeyerek ürettiği mekanizmalar içine düşmesinin önlenmesi zorunludur. Başbaşa konuşma kuralı ve dolayısıyla hekim ile hasta arasındaki özgür sözleşme ve bağıntı etkilerinin yalnızca söylem düzeyiyle sınırlandırılması kuralı (“Senden bir tek şey istiyorum; bu da, aklından geçenleri apaçık bir biçimde söylemendir”) söz konusu dur burada. Bu aynı zamanda, söylemsel özgürlük kuralı (“Hekimini yanılttığın için övünemeyeceksin artık, çünkü sorulara cevap vermeyecek ve aklına geleni söyleyeceksin, bunlar konusunda ne düşündüğümü sormak zorunda da değilsin; bu kurala aykırı davranarak beni aldatmak istersen, gerçekten aldatılmış olmayacağım; kendin tuzağa düşmüş olacaksın, çünkü hakikatin üretilmesini bozmuş olacaksın ve bana birkaç seans daha fazlası için para ödeyeceksin”) ve dolayısıyla, bu ayrıcalıklı yerde ve hekimin iktidarının uygulandığı eşi benzeri olmayan bu saatte yaratılan etkilerden başkasına gerçeklik tanımayan kuralıdır ve tamamen sessizlik ve görülmezlik içine gömüldüğü için, herhangi bir karşı etki altında kalmayan bir iktidardır. Alıntı. |