Cevap: Psikiyatri İktidarı
Öyleyse şematik olarak şunları söyleyebiliriz: Pasteurcü hastanede, hastalığın “hakikatini üretme” işlevi, gittikçe silikleşmişti. Hakikatin üreticisi olan hekim, bir bilgi yapısı içinde gözden kayboluyordu. Buna karşıt olarak Esquirol’ün ya da Charcot’nun hastanesinde, “hakikat üretimi” işlevi, aşırı ölçüde büyür, hekimin kişiliği çevresinde yücelir. Ve burada söz konusu olan, hekimin üstün iktidarı İsterinin keramet taslayıcısı Charcot, bu tip işlevselliğin, hiç kuşkusuz, en simgesel kişisidir. Bu yüceltme, tıp iktidarının, güvencelerini ve haklı çıkmalarını bilginin ayrıcalıklarında bulduğu bir dönemde ortaya çıkar. Hekim uzmandır artık, hastalıkları ve hastaları bilmektedir; kimya ya da biyoloji bilgininin bilgisi türünden bir bilgisi vardır onun ve müdahale etmesinin ve karar vermesinin dayanağı da budur. Bundan ötürü, tımarhanenin psikiyatra verdiği iktidar, tıp bilimiyle bütünleşebilir fenomenler üreterek kendini haklı çıkarmalıydı ve aynı zamanda, bir temel ve en üst iktidar olarak da maskelemeliydi. İpnotizma ve telkin tekniğinin, hastalığı saklayan uydurma belirtiler sorununun, organik hastalık ile psikolojik hastalık arasında ki ayrımsal teşhisin; psikiyatri uygulamasının ve kuramının merkezinde uzun yıllar (en azından 1860’tan 1890’a kadar) yer alması da bu açıdan bakınca kolayca anlaşılıyor. Bu alanda en yetkin, fazlasıyla mucizeli bir biçimde yetkin noktaya, Charcot’nun servisindeki hastalar, tıpsal iktidar-bilme’nin talebi üzerine, sara hastalığı normuna uyan ve dolayısıyla organik bir hastalığın terimleri içinde okunup çözülmeye, bilinmeye ve tanınmaya elverişli belirtileri üretmeye başladıkları zaman ulaşılmış oldu. Bu, tımarhanenin iki işlevinin yeniden paylaştırılıp birbirinin üstünde yer aldığı (bu iki işlev, bir yanda hakikatin sınanması ve üretimi, öte yanda fenomenlerin saptanması ve bilgisidir) kesin sonuçlu dönemdir. Artık bundan sonra, hekimin iktidarı, temel özelliği bilgiye tamamen açık fenomenler ortaya koymak olan bir akıl hastalığının gerçekliğini üretme olanağı sağlıyordu. Bu açıdan, isterik kadın, en yetkin hastaydı, çünkü bilinmeye ve tanınmaya açıktı; yani tıp iktidarının etkilerini, hekimin bilimsel bakımdan kabullenilebilir bir söylem uyarınca betimleyebileceği formlar içinde bizzat isteri hastası kadın kopya çekerek ortaya koyuyordu. Bütün bu işlemi okunaklı kılan iktidar bağıntısının belirleyici rolü ise bulunup ortaya çıkarılamazdı. Çünkü, isterinin yüce erdemi, görülmedik bir uysallık ve gerçek bir epistemolojik ermişlik olduğu için, hastalar bu rolü kendiliklerinden yükleniyorlar ve bu durumun sorumluluğunu da kabul ediyorlardı. Bu rol, belirtilerde, hastalıklı bir telkin olayı olarak görülüyordu. Artık bundan sonra, her şey, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki bilgi berraklığı içinde sergileniyordu. Alıntı. |